Diyorlar ki:
"--Yâ Rasûlallah! Anne baba sevdiği evlâdına günde 360 defa bakar."
Çok bakar demek istiyorlar. Peygamber Efendimiz SA buyuruyor ki:
"--Allàhu ekber!"
Yâni, 360 defa bakarsa, Allah 360 köle azad etmiş sevabı vermez mi?.. Verir, ne olacak, hazineleri sonsuz.
Demek ki evlâtlar, anneye babaya ne kadar karşısında görünüp de yumuşak baktırtabilirlerse, sevap kazanacaklar.
Anne ve bababaya isyana, Arapçada ukkul vâlideyn denilir; çok büyük bir günahtır, çok müthiş bir günahtır. Anne babaya asi ise bir evlât onun cezası çok büyüktür. Annesinin, babasının rızasını kazananmamış bir evlâdın durumu çok fenâdır.
Peygamber SAS Efendimiz'e haber verdiler:
"--Yâ Rasûlallah! Müslümanlardan bir genç var, ölüm döşeğinde, ölecek, belli, son dakikalarını yaşıyor. Israr ediyoruz, telkın ediyoruz, "Lâ ilâhe illallah... Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." diyemiyor, söyleyemiyor, hayret ediyoruz.
Peygamber SAS Efendimiz o gencin yanına gitmiş. Bakmış ki o ölecek çocuğa, annesi dargın ve kırgın... Demiş ki:
"--Ateş getirin, yakın meydanda ateşi, bu çocuğu ateşe atacağız."
Kadıncağızın aklı başından gitmiş;
"--Aman yâ Rasûlallah, yakmayalım!" demiş.
O zaman, Rasûlüllah Efendimiz:
"--Sen bundan razı olmazsan, bu cehennemde yanacak. Ben burda ateşe atacağım deyince, sen razı olmuyorsun; sen bundan razı olmazsan bu cehennemde yanacak.
"--Tamam, razı oldum yâ Rasûlallah, haklarımı helâl ettim!" demiş.
O sırada da hastanın yanından haber gelmiş:
"--Yâ Rasûlallah! Ne oldu anlayamadık çocuk 'Lâ ilâhe illallah' dedi, ruhunu teslim etti." demişler.
Bak kilitlenmiş, annesi razı olmadığı için "Lâ ilâhe illallah" diyemiyor. İmansız gidecekti belki, o kadar önemlidir.
Anneye babaya ikramın mükâfatı bire yediyüzdür. Bir milyon lira harcarsanız, yediyüz milyon harcamış kadar mükâfat alırsınız. Katsayısı bire yediyüzdür. Bu makbul bir sevgidir, önemli bir segidir; evlâtlara ihtar olunur.
--Peki anne veya baba vefat etmişse, yapılacak şey yok mudur?..
Vardır. Bir insan anne ve babasının hatırına hacca gidebilir, kurban kesebilir, cami yaptırabilir, çeşme yaptırabilir, Kur'an okutabilir, namaz kılabilir, sadaka verebilir, hayır hasenat yapabilir... Hepsi onun ruhuna gider, annesi babası istifade eder.
Rasûlüllah Efendimiz'e bir kişi geldi dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah, annem vefat etti, bana bir vasiyeti de yoktu. Ben şimdi istiyorum ki, onun için bir çeşmi yaptırayım. Yaptırsam, sevabı anneme gider mi?.."
"--Gider." dedi Peygamber Efendimiz.
Bunun üzerine o adam annesi hatırına, adına, nâmına bir çeşme yaptırdı, "Bu Saad'ın annesinin ruhu için yaptırılmış çeşmedir." diye üstüne yazdı.
Onun için vefat etmişlere de evlâtlar böyle faydalar sağlayabilir.
2. Aile Sevgisi
Makbul sevgilerden birisi de eş sevgisidir. Erkekse hanımını sevmesi, hanımsa beyini sevmesi... Bu da makbul bir sevgidir, belki şaşıracak salondaki bazı dinleyicilerimiz... Çok makbul bir sevgidir, sevaplı bir sevgidir. Allah'ın teşvik ettiği, Rasûlüllah'ın tavsiye buyurduğu bir sevgidir.
Hanımı için, çoluk çocuğu için çalışan bir baba, Allah yolunda cihad eden insan gibidir. Hac yapan, umre yapan, gazâ yapan insan gibidir. Hadis-i şerifte öyle bildiriliyor.
Evlât büyüten bir kadın da, yine onun gibidir. Onunla ilgili hadis-i şerifi okuyayım:
449/4 (İnnel-mer'etel-müslimete izâ hamelet enne lehâ ecrüs-sàimil-kàimil-muhrimil-mücâhidi fî sebîlillâh, hattâ vadaat) "Bir müslüman hanımefendi bir evlâda hâmile kaldı mı, o hâmile hanımcağıza doğum yapıncaya kadar, oruç tutan, geceleri sabahlara kadar namaz kılan, ihrama girip hac yapan, cihada gibip Allah yolunda cihad eden insan kadar sevap yazılır durur."
(Ve enne lehâ fî evveli rad'atin türdıuhû ecrü hayâti nesemen) "Çocuğu doğduktan sonra ilk verdiği bir defalık bir süt emzirmeden, bir köle azad etmiş gibi sevap alır." İbn-i Abbâs RA rivayet etmiş.
Sevabın büyüklüğüne bak! Yâni hanım çocuğu doğuncaya kadar sıkıntı çekiyor, midesi bulanıyor, başı dönüyor, vücudu şişiyor, doktora gidiyor... vs. filan ama sevabı böyle... Erkek için de böyle, hanım için de böyle...
Çocuklar insana sadaka-i câriye gibi devamlı sevap kazandıran kaynaktır. Yani, anne baba evlâdını hayılı evlâd yetiştirmişse, o evlâdın yaptığı sevaplı işlerin hepsinin sevabının bir misli anne babasına gider. Öyle yetiştirdi diye... Tabi bütün bunlar nikâh yoluyla evlilik içindir, onu beyan ediyorum. Çocukları sevmek ve aralarında adalet etmek gerektiğini de hatırlatıyorum. Anneler babalar çocukları arasında adaletli davranmalıdırlar.
3. Müslüman Kardeşini Sevmek
Makbul olan, sevaplı olan, kârlı olan sevgilerden hatırlatmam gereken önemlilerinden birisi de arkadaş sevgisidir. İslâm'da, din yolunda Allah rızâsı için arkadaşlık etmek, birisiyle ahbab olmak. Buna el-hubbu fillâh el-uhuvvetü fillâh derler. Allah rızâsı için arkadaş olmak, kardeş olmak, Allah rızâsı için sevmek derler. En sevaplı ibadetler den biridir. Seviyorsun bir şey harcamıyorsun, zaman harcamıyorsun, bir işi yapmıyorsun, yorulmuyorsun, tek arkadaş olduğun için sevap kazanıyorsun. O kadar sevaplı bir iştir. Müjdeli hadîs-i şeriflerden bir tanesini okuyayım:
397/3 (Men ahabba ehan lillâhi fillâh) "Kim Allah için, Allah yolunda, bir müslümanı kardeş edinir, severse, (ve kàle innî uhibbuke lillâh) 'Ben seni Allah için seviyorum kardeşim! Başka bir şey için değil para için, pul için, menfaat için değil de, ben seni Allah için seviyorum.' derse; (fekàd ehabbehullàh) Allah da onu sever. (fedehalâ cemîanil-cenneh) İkisi birden cennete girer." Hem seven, hem sevilen, hem bu kardeş, hem o kardeş, ikisi birden cennete girer.
Tarikatın, tasavvufun vücudunun, varlığının, sebeplerinden birisi budur. Bundan bu kazancı elde etmek için... Neden tasavvuf var, neden tarikat kardeşliği ihvanlık var? Bundan dolayı işte, bu kazancı sağlamak için. Mutasavvıflar akıllı insanlardır, kurnaz insanlardır, ahiret sevabını bilirler; bundan dolayıdır.
Hazret-i Ömer RA'den bir hadis-i şerif:
452/5 (Nazarür-racülü ilâ ahîhil-müslimi hubben lehû ve şevkan ileyhi hayrün min i'tikâfi senetin fî mescidî hâzâ.) "Müslümanın -- adamın diyor ama, hanımlar dahildir buna-- müslüman kardeşine, onu severek, ona şevk duyarak bakması, --canım kardeşim diyerek, severek bakıyor-- bu benim mescidimde bir sene i'tikâfa girmekten daha hayırlıdır." diyor Peygamber Efendimiz.
Bir sene i'tikâf... Biliyorsunuz Ramazanın son on gününde camide i'tikâf oluyor. Adam çantasını hazırlıyor, yastığını alıyor, camiye gidiyor. Ne oluyor?.. On gün camide yatıyor. Sebep ne?.. Kadir gecesini yakalayacak, maksadı o... Avcılığa gidiyor, Kadir gecesini elde etmek istiyor, ihyâ etmek istiyor.
Onun için, "Hanım bana müsaade, sen de evde i'tikâfa gir istersen! Allah'a ısmarladık, ben gidiyorum." diyor, camiye gidiyor. On gün i'tikâf yapıyor. On gün değil, bir sene i'tikâftan hayırlıdır diyor. Hem de ne diyor: "Şu benim mescidimde..." Medine-i Münevvere'deki Mescid-i Nebevî'de... Oranın özelliği ne?.. Orada kılınan bir namaz, başka yerde kılınan bir namazdan bin misli daha sevaplıdır.
Meselâ ben şimdi burda, Mustafa Şeker Hocamız'ın camiinde iki rekât namaz kıldım. Tamam sevap, güzel... Medine-i Münevvere'ye gittim, orda bir namaz kıldım; ordaki bin misli fazla... Neden?.. Orası Peygamber Efendimiz'in mescidi olduğu için. Buna kıyâsen, bunun gibi olduğuna göre, Peygamber Efendimiz'in mescidinde bir sene i'tikâf ne demek?.. Herhangi bir camide bin sene i'tikâf demek... Bin sene ömrümüz mü var? Nuh AS bile 950 sene yaşamış, o kadar ömrümüz yok.
Bak nerden sağlanıyor bu, sözün başına dönelim hatırlayalım: Adamın müslüman kardeşine severek ve iştiyak duyarak, şevkle, hasretle, canım kardeşim diyerek bakması, Peygamber Efendimiz'in mescidinde bir senelik i'tikâftan daha hayırlı imiş. Anlayın Allah yolunda kardeşliğin sevabını... Ben bu konuşmamda başka bir şey söylemesem, bu size yeter, bu akşamın kârı size yeter.
Müslümanlar birbirlerini ziyaret ettikçe sevap kazanırlar. Dua ettikçe, aynı sevabı alırlar. "Yâ Rabbi, o kardeşime zenginlik ver!.." Tamam, sana da gelecek... "Yâ Rabbi, o kardeşime sıhhat ver!.." Tamam, sana da gelecek... "Yâ Rabbi, o kardeşimi şöyle yap, böyle yap..." Aynen sana da gelecek. Neden?.. Başucunda bir melek, (Âmîn, ve leke mislühû) "Âmîn, aynını Allah sana da versin!" der, müslüman kardeşine dediği için...
Allah yolunda birbirini sevenler, mahşer gününde izdihama, sıkışıklığa düşmeyecekler. Hani izdiham var ya orda, varmış ya, olacak ya... Sırılsıklam terleyeceklermiş, ter kimisinin dizine, kimisinin boynuna, kimisinin ağzına, kulağı hizasına gelecekmiş. Ter, sıkışıklık izdiham, sıcak, harâret... Hah, işte o günde birbirini Allah için seven insanlar, Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde gölgelenecekler. Mahşer halkı onları aşağıdan yıldızları seyreder gibi seyredecekler. Peygamber Efendimiz böyle anlatınca, demişler ki:
"--Yâ Rasûlüllah, o Arş'ın gölgesinde gölgelenenler peygamberler mi, şehidler mi?.."
"--Hayır! (Hümül-mütehàbbûne fillâh) Onlar birbirleriyle Allah için muhabbet eden ahiret kardeşleridir. Birbirlerini Allah için seviyorlar."
Siz birbirinizi neden seviyorsunuz, neden buraya geldiniz, neden bu toplantıya katıldınız?.. Biz birbirimizi Allah için seviyoruz, kardeşiz biz...
Bunların hepsi sahih hadis-i şerif, şişirme değil, balon değil, helyum gazıyla doldurulmuş çocuk balonu değil bunlar; Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifleri...
Birbirlerini Allah için sevenler, Arş'ın gölgesinde gölgelenecekler... Cennete girdikleri zaman, o kadar yüksek mertebeleri olacak ki, yüzleri o kadar nurlu olacak ki, köşklerinin balkonlarına çıktıkları zaman, cennetin sefalı gölgelikleri aydınlanacak... Nerden aydınlanacak, güneş mi doğdu?..
(Lâ yerevne fîhâ şemsen ve lâ zemherîhâ) "Orda soğuk da yok, sıcak da yok, güneş de yok...
(Fî zılâlin ve uyûn) "Pınarbaşları var, gölgelikler var, serinlikler var... Aşırı sıcaklık yok.
(Müttekîîne fîhâ alel-erâiki) [Tahtlar üzerinde otururlar.] Serirler var, uzanacaklar.
Sonra, Yâsin Sûresi'nde anlatılıyor. Ah bir Arapça bilseniz, neler var...
Yüzlerinin nurundan aydınlanacak ortalık, başka bir şeyden değil... Ve cennetteki insanlar diyeceklermiş ki: "Yine o mübareklerden birisi balkona çıktı, haydi gelin onu seyrana gidelim!" diyeceklermiş birbirlerine... Onlar da cennetlik, onlar da yabancı değil, onlar da Allah'ın rızasına ermiş insanlar ama, haydi şunları seyre gidelim diyeceklermiş. Demek ki, seyri bile sefalı olacak, seyranı bile tatlı olacak.
Bu da makbul sevgilerden biri... Tabii bu, sıradan müslümanların birbiriyle arkadaş olması... Daha önce söylemem gereken bir şey vardı: İyi kulları sevmek... Mürşid-i kâmilleri, ulemâ-i âmilîni, evliyâullah ve sàlihîni, hayır hasenât sahiplerini sevmek... Şehidleri, gàzileri sevmek... Bu da makbul bir sevgi.
Fatih Sultan Muhammed Han cennet-mekân diyoruz, seviyoruz; Peygamber Efendimiz medhetmiş. Seyyid Battal Gàzi diyoruz, seviyoruz, ziyaret ediyoruz. Barboros Hayreddin Paşa diyoruz, çok seviyoruz. Ne zaman Beşiktaş'tan geçsem, Fâtiha okurum, çok seviyorum. Neden?.. Mübarek insanlar...
Kusurlu da olsa, mü'min kardeşimizi seveceğiz. Çünkü, mü'min olması çok büyük bir kıymet ifade ediyor, kusuru küçük kalıyor yanında... Mü'min oldu mu, iman cevherinden dolayı o insan kıymetli oluyor; kusurlu da olsa mü'mini seveceğiz. Neden?.. Dikensiz gül olmaz da onun için... Kurcalasan, herkesin kusuru var. Kusurlardan dolayı insanları defterden silerse bir insan, dostsuz arkadaşsız kalır. Neden?.. "Yârsız kalmış cihanda, aybsız yâr isteyen..." Kusursuz yâr olmaz, kusursuzluk Allah'a mahsus... Herkesin kusuru vardır. O halde, kusuruyla sevmeye alışacağız, iyi tarafını görmeğe alışacağız.
Hazret-i İsâ AS, ashabı ile gidiyorlarmış, bir köpek leşinin yanından geçmişler. Hayvan ölmüş, şişmiş, kokmuş. Herkes burnunu kapatmış, "Aman ne çirkin kokuyor!" diye başını çevirmiş, geçmiş. Hazret-i İsâ AS demiş ki: "Ama dişleri nasıl bembeyaz inci gibiydi. Dikkat ettiniz mi?.."
O manzarada bile güzelliği görmek; bu bir derstir bizim için. Hakîkaten her şeyin güzel tarafı da vardır, onları da görmek lâzım!..
4. İnsanları Sevmek
Sonra, günahkâr da olsa insanları sevmek...
--Hocam, sen galiba soyadının icabı coştun, biraz ileri gitmeye başladın? Günahkâr sevilir mi, kızılımaz mı günahkâra?..
Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden anlıyoruz ki, günaha kızılır, günahkâra acınır.
--Yazık, bu kardeşim cehenneme düşecek, ne kadar yanlış bir iş yapıyor. Acıyorum şuna, yazık olacak.
Günaha kızacaksın, amma günahkâra acıyacaksın, kızmayacaksın. Eğer bir insan bir günahkârı ayıplarsa, kızarsa ne olur?.. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
208/17 (Ezzenbü şü'mun alâ gayri fâilihî) [Günah o kadar uğursuz bir şeydir ki, işleyenden başkasına da zararı dokunur.] (İn ayyerehû übtüliye bihî) "Bir günahkârı bir insan ayıplarsa, Allah döndürür, dolaştırır, o günahı o insana işlettirir, onu mahcub eder. Ayıpladığı kimsenin yaptığı hatayı ona yaptırtır, mahcub eder. "Sen ayıplamıştın, bak kendin de nasıl yaptın!" dedirtir. O belâya, o günaha o da bulaşır sonunda... Ayıplamamak lâzım!..
(Ve in radıye bihî şârekehû) "Razı olursa, o zaman da günahı yapmış gibi günah kazanır." İşlemediği halde, burda durduğu halde, ona razı olduğundan günah kazanır.
(Ve iniğtâbehû esime) "Söylese, gıybetini yapsa, günahkâr olur." Gıybetini yapmayacaksın, günah olmasın diye... Ayıplayamayacaksın, başına gelmesin diye... Razı olamayacaksın, o günahın aynısı sana da yazılmasın diye... Ne kalıyor: Acımak kalıyor, kurtarmak için çalışmak kalıyor.
Onun için insanları seveceğiz. Bu insanların hepsi Adem dedemizden kardeşlerimiz; acıyacağız.
5. Mahlûkàtı Sevmek
Sonra, mahlûkàtı sevmek... Bu da makbuldür. Bu da tavsiye ediliyor. Şefkat etmek, merhamet etmek lâzım! Kadının birisi bir kediyi hapsetmiş, öldürmüş, ölümüne sebep olmuş. Kendisi avlansın, bir şeyler yakalasın, yesin de hayatını devam ettirsin diye salıvermemiş. Kendisi de gıda vermemiş. Hapsetmiş, ölümüne sebep olmuş. Ondan dolayı cehenneme gidiyor. Demek ki, mahlûkatı bile seveceğiz.
Kimi şeyhler vazife verirlermiş müridlerine: "Şu hizmeti yaptın, aferin; şu kadar hizmet ettin, aferin... Hadi bakalım, şimdi hastalıklı hayvanları tedavi et!.. Hadi bakalım uyuz hayvanlara merhem sür!.. Hadi bakalım kanadı kırık kuşların kanadını sar, iyi oluncaya kadar bak!.." derlermiş. Yâni, can sahibi, ruh sahibi, acıması olan her varlığa karşı da bir sevgi, şefkat, merhamet lâzım!..
Bir keresinde Peygamber Efendimiz'e birisi sordu:
"--Yâ Rasûlallah! Benim develerim var, kuyudan su çekiyorum, ellerim acıyor." Devamlı çekti mi insanın elleri kızarır, su toplar, acır, çekemez olur, zor gelir. "Ben çekiyorum, boşaltıyorum. Benim develerle beraber, işe yaramaz, hasta, ihtiyar develer de, ortada salma dolaşan develer de geliyorlar, onlar da içiyorlar." dedi.
"--Olsun, onlar da içsin. Çünkü her ciğer sahibine su vermekte hayır vardır, sevap vardır." dedi Peygamber Efendimiz.
Bir işe yaramayacak hayvan, artık ihtiyarlamış, sahibi bile gözden çıkartmış, salıvermiş; ama sevap var.
Demek ki, bunları bunları sevmek iyi...
Sonra, diğer sevilen şeyler, diğer mahbublar var... İnsanın güzel bir zevki varsa, tabiatı güzelse --tab'-ı selim diyoruz-- bazı şeyleri sever. her duyu idrak ettiği şeyi sever. Meselâ göz, güzel renkleri sever, güzel şekilleri sever. Burun güzel kokuları sever. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Birisi güzel koku..."
Burun güzel kokuyu sever. Hele pahalı, iyi cins bir koku alırsan, "Aman ne güzel kokuymuş, bana da ver!" derler hemen... Yâni, seviliyor. Güzel koku arıyı çiçeğe celb eder. Hayvanlar da dayanamıyor, güzel kokulu çiçeklere onlar da geliyor. Çiçeğin o kendisine müşteri çekmek için Allah'ın verdiği imkânı...
Sonra lezzet aldığı güzel yiyecekleri sever insan... Tatlı olmak şartı yok, ekşiyi de sever, acıyı da sever, turşuyu da sever. Ben acıyı çok seviyorum, Arnavut biberine bayılıyorum. Akşama kadar, ertesi güna kadar dudaklarım yanıyor ama, seviyorum. Yâni hoşuna gidiyorsa, tatlı olması şart değil... Sever, sevebilir.
Güzel sesleri sever; kuş sesini sever, su şırıltısını sever. Müzik ruhun gıdasıymış diyorlar, şimdi ilâhiler okunacak... Güzel sesleri, güzel sözleri sever insan... Yumuşacık şeyleri sever, cilâlı şeyleri sever, serin şeyleri sever, sıcak şeyleri sever, ipeği sever, kürkü sever... Olabilir, bunlar da insanın tabiatının, zevk-i seliminin, tab'-ı seliminin meyilleri... Bunlar olabilir, normal olarak sevilebilir böyle şeyler. Ama bunların bir ölçü dairesinde olması lâzım, aşırı olmaması lâzım!..
c. Makbul Olmayan Sevgiler
Tabii, biz sevgiyi İslâmî bakımdan incelediğimiz için, İslâmî olmayan sevgiler de vardır, onları da hatırlatalım. Bir Arap atasözü var:
(Men lem ya'rifiş-şerre yaka' fîh) "Şerri bilmeyen pat diye içine düşer." Şerrin ne olduğunu da bilecek ki, yapmasın. Şu sevgiler, tamam: Arkadaş seveceğiz, sevabı var; babamızı anamızı seveceğiz, eşimizi dostumuzu seveceğiz, çoluk çocuğumuzu seveceğiz. Tamam da, makbul olmayan sevgileri de öğrenelim de, yanlış bir iş yapmayalım!
Hadis-i şeriflerde, ayet-i kerimelerde ikaz edilen makbul olmayan sevgiler var. Bir çok kimse takılıyor bu sevgilere, bir çok kimse düşüyor bu sevdalara; ama makbul değil.
1. Dünyayı Sevmek
(Hubbüd-dünyâ re'sü külli hatîetin) "Dünyayı sevmek bütün kötülüklerin kaynağıdır, başıdır, esasıdır."
Tabii, dünya dediğimiz bu yerküre demek değildir. Yaşadığımız hayatta insanın kalbini çelen şeylerdir dünya... İnsan burasını gàye edinirse, burası için çalışırsa, sırf burayı severse; öbür tarafı, öteki dünya dediğimiz ahireti unutursa, işte bu sevgi makbul bir sevgi değildir. Ayet-i kerime var biliyorsunuz:
(Züyyine lin-nâsi hubbüş-şehevâti minen-nisâi vel-benîne vel-kanâtîril-mukantarati minez-zehebi vel-fiddati vel-haylil-müsevvemeti vel-en'àmi vel-hars, zâlike metâul-hayâtid-dünyâ, vallàhu indehû hüsnül-meâb.) [Nefsânî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.]
Bu sayılan şeyler dünyada kalıcı şeyler, ahirete gitmeyen şeyler. İnsan malını mülkünü, parasını, markını ahirete götüremiyor. Burada kalıcı, fâni şeyler... İnsanın asıl hedefi ahiret olmalı, bu dünyaya karşı zühd sahibi olmalı!..
Zühd ne demek?.. Dünya sevgisinin insanın kalbine yerleşmemesi demek... "Dünya benim için önemli değil, mühim olan Allah'ın rızası... Benim için para mühim değil, benim için mevkî, makam o kadar önemli değil! Ben günah işleyip de o parayı kazanacağıma, kazanmam daha iyi... Günah işleyip de, can yakıp da, zulmedip de o mevkîye çıkacağıma, çıkmam daha iyi..." Haa, bak, bu adamın gözü tok... Zühd, gözünün tokluğu demek, dünyaya bakmaması demek... Tok gözlü olacak müslüman. Tl-i emel sahibi olmayacak.
Tl-i emel kötü bir duygu, ama ne olduğunu herkes çok iyi bilmiyor. O kanaate vardım ben, sordukça, inceledikçe... Tl-i emel ne demek?.. Ölümün aniden geleceğini bilmeyip, heveslerinin, arzularının yıllara doğru yayılması, uzayıp gitmesi demek...
--Nasılsın, ne haber, ne yapıyorsun?..
--İyiyim. Bu sene şunu yapacağım, öteki sene şunu yapacağım, üç sene sonra bunu yapacağım, beş sene sonra çocuğumu evlendireceğim, on sene sonra hacca gideceğim, onbeş sene sonra şunu yapacağım...
--Senedin mi var, o vakte kadar kalmağa, nerden biliyorsun?..
Tl-i emeli var, yaşayacağım sanıyor. Halbuki ölüm birden geliverir, hiç belli olmaz, aniden gelir. Ummadığın zamanda gelir, ummadığın yerde gelir. Harıl harıl yaşama faaliyeti içindeyken ve cıvıl cıvıl faaliyet içindeyken ansızın başına gelebilir. Ne yapmak lâzım?.. İnsan tl-i emeli içinden çıkarması lâzım, ölüm her an gelebilir diye hazırlanması lâzım!
Bu önemli bir duygudur, iyi bir müslüman için çok önemli bir duygudur. Tl-i emel defterini düreceğiz, emellerimizi çok uzak tutmayacağız. Yâni, müteyakkız olacağız, ölüm her an gelebilir diye hazırlıklı olacağız.
Bu dervişliğin, tarikatın, tasavvufun çok çeşitli tarifleri vardır da, boyumun küçüklüğüne, haddime bakmadan bir tarif de ben ekliyorum: "Dervişlik ölüme hazırlıklı olmak demektir." diyorum.
--Şu anda, "Gel bakalım ahirete!" deseler, hazırlıklı mısın?..
--Değilim hocam! Daha çocuğu evlendirmedim, borcumu ödemedim, şu işim var, bu işim var... Aman hocam dur, ne diyorsun, hiç olmazsa üç-beş gün daha yaşayayım.
Haa, bu iyi derviş değil... Hakîkî derviş, şu anda göçmek gerekse, "Tamam, olur, pek âlâ, hadi Allaha ısmarladık!" diyebilecek bir insandır.
Ferîdüddîn-i Attar'a dervişin birisi gelmiş:
"--Sen böyle yapabilir misin?" demiş.
O da:
"--Yapamam, sen yapar mısın?.." demiş.
"--Yapayım da gör" demiş.
Ferîdüddîn-i Attar'ın dükkânında yatmış yere, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." demiş, ruhunu teslim etmiş. Bir te'sir etmiş bu olay Ferîdüddîn-i Attar'a, ondan sonra hayatı değişmiş. Şu Tezkiretül-Evliyâ'nın sahibi Ferîdüddîn-i Attar olmuş.
Bizim Hocamız'ın hocası Tekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi'nin kardeşi Tekirdağ müftüsüydü. Çok cömert insanlarmış, çok asil aile imiş. Allah şefaatlerine erdirsin... Bizim ihvânımızdan bir hacı amca vardı. Onun babasıyla birisi bu zâtı ziyarete gitmişler. Çok mühim bir olay; tl-i emelle, ölüme hazırlıklı olmakla ilgili çok sevdiğim bir olmuş hadise bu... Konuşmuşlar, vedâlaşmışlar, çıkarken birisini geriye çağırmış; bu bizim hacının babasını değil de ötekisini geriye çağırmış müftü efendi. Gel demiş, fısıltı ile kulağına bir şeyler söylemiş. O da, "Hay hay efendim, nasıl uygun görürseniz, pek âlâ, baş üstüne!" demiş, çıkmış dışarıya...
Bu bizim hacının babası sıkıştırmış:
"--Yâ ne dedi?.."
"--Sır, söyleyemem! Seni çağırmadı, sırf beni çağırdı; sır, söyleyemem!.."
"--Yâ söyle..."
"--Söyleyemem!.."
"--Allah aşkına söyle!.."
Allah'ın aşkı ileri sürüldü mü, "Allah'ın aşkıyla bir şey isteyen mel'undur, Allah'ın aşkı ileri sürüldüğü halde vermeyen de mel'undur." diyor Peygamber Efendimiz. Bu işin şakası yok, buciddî bir iş... "Allah aşkına söyle!" deyince, demiş ki:
"--Müftü efendi bana şöyle dedi. 'Biz yarın ahirete göçeceğiz. Seninle çok yakın ahbap ve arkadaşız, çocukluğumuz beraber geçti. Sen de gelir misin yarın ahirete?..' dedi. Ben de, 'Baş üstüne, nasıl emrederseniz, olur efendim!' dedim."
Bizim komşu hacı amca yemin ediyor, "Tübe vallah, ertesi gün ikisi birden öldü." diyor. Görüyor musunuz dervişliği?.. Kim yapabilir, içimizden yapabilecek bir kimse var mı?.. Herkes kendi kendine sorsun, parmak kaldırmasın, ortaya çıkmasın; çünkü yapabiliyorsa, aferin, gizli kalması daha iyi... Kim yapabilir?.. "Tamam efendim, yarın geliyorum sizinle..." deyip de, ölüme gidiyor, ahirete gidiyor. "Tübe vallah, müftü efendi de öldü, o da öldü." diyor. Evliyânın haline bak!..