Allah-u Teàlâ Hazretleri bir başka ayet-i kerimesinde de:
(Vemâ halaktül-cinne vel-inse illâ liya'budûn) "Ben insanları ve görünmez mahlûklar olan cinleri sadece ve sadece bana ibadet etsinler diye yarattım."
(Mâ ürîdü minhüm min rizkın vemâ ürîdü en yut'imûn) "Ben onlardan çalışma, rızık istemiyorum, bana ziyafet çekmelerini istemiyorum. Kullara rızıkları veren benim!"
(İnnallàhe hüver-rezzâku zül-kuvvetil-metîn) "Allah-u Teàlâ Hazretleri rezzâk-ı âlemdir, her mahlûka rızkını kaderi kadar ihsân ediyor. Binâen aleyh bana kulluk etmeğe gayret edin!" buyuruyor.
Tabii, evliyâullahtan bir zât şöyle güzel bir söz söylemiş. Atâullah-i İskenderânî'nin El-Hikemül-Atâiyye'sinde vardır:
"Sana Allah rızkı garantilemiş. 'Kulum korkma, ben seni yarattım, ömrün boyunca rızkını vereceğim. Telaşlanma, harama sapma, korkma, endişe etme, vermeyeceğim sanma; ben sana rızkı garantiledim.' dediği halde, Allah'ın garanti ettiği rızkı kazanacağım diye bütün vakitlerini oraya harcayıp; 'Kulum bana ibadet et!' diye emrettiği halde ibadetleri ihmal etmek, zaten gelecek olan şeyin peşinde koşup asıl istenen vazifeleri yapmamak, basîretin kör olduğuna, kapalı olduğuna alâmettir." buyuruyor.
Şimdi biz, hepimiz Allah'ın mahlûkatı olduğumuzdan, rızkımızı bize Allah veriyor. Evet biz çalışıyoruz, çalışmayı Allah emretmiş. Elimizin emeğiyle çalışıp, yiyip, içip yaşamamız lâzım! Bunu Peygamber Efendimiz de bize böylece tavsiye eylemiş. Bu dünya üzerinde bizden başka hiç böyle dükkân açamayan, çalışma yapamayan mahlûklar da var; Allah onların rızıklarını da gönderiyor. Bodrumda örümcek ağ kuruyor, onun rızkı da karanlıkta pır pır uçup, ağlara takılıyor. Rızkı yine geliyor. Yâni Allah rızkı veriyor.
Asıl bizim yapmamız gereken, Allah'a ibadet etmektir. Yalnız burada ince bir nokta var, dini iyi bilenlerin bildiği mühim bir nokta var: İbadet sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek değil... Sakın ha öyle anlaşılmasın! İbadet, hayatımızı Allah'ın rızasına uygun olarak geçirmektir. Allah'ın rızasına uygun zamanda, uyursa bile ibadet olur, yemek yerse bile ibadet olur. Düğün yapıp evlenirse bile ibadet olur. Allah'ın rızasına, emrine uygun oldu mu, her şey ibadettir; Allah'ın rızasına aykırı oldu mu her şey haramdır, günahtır.
Onun için, ibadet ne imiş?.. Hayatımızdaki bütün işlerimizi Allah'ın rızasına uygun bir tarzda geçirmeğe çalışmakmış.
O halde ne yapacağız?.. Allah ne emretmişse yapacağız, neyi yasaklamışsa kaçınacağız; her şeyde helâli gözleyeceğiz, haramdan sakınacağız. Hırsa kapılıp da harama sapmayacağız. Neden?.. Peygamber SAS, hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
(Teferrag min hümûmid-dünyâ mesteta'tüm) "Gücünüz yettiğince şu dünya telaşlarından, streslerinden, bunalımlarından kendinizi kurtarın! Çok telaşlanmayın kurtarın kendinizi!.. (Feinnehû men kânetid-dünya ekbera hemmihî) Çünkü böyle yaparsa bir insan, dünyaya dalarsa, hırsa kapılırsa, telâşa düşerse, ahireti unutursa, (efşallàhu teàlâ day'atehû) Allah onun işlerini darmadağın dağıtır. Dağılmış sürüsünün kuzularının dağılmasından beter uzaklaştırır; toplayamaz, darmadağın olur, gider. (Ve ceale fakrahû beyne ayneyhi) Fakirlik gözünün önünden gitmez; 'Eyvah fakir olacağım! Eyvah fakir olacağım!..' diye gece gündüz uyku uyuyamaz." Yâni bir ruh sıkıntısı bastırır.
(Ve men kânetil-âhiratü ekbera hemmihî) "Kimin de tasası, düşüncesi ahiret olursa; 'Aman ben Allah'ın rızasını kazanayım!.. Aman ben Allah'ın rızasına aykırı iş yapmayayım!.. Aman cenneti elden kaçırmayayım, aman bir hatâ edip de cehenneme düşmeyeyim!..' diye endişelenirse; (cemeallàhu teàlâ lehû emrahû) Allah onun işlerini rast getirir, kazancını da çoğaltır. (Ve ceale gınâhu fî kalbihî) Kalbine de bir huzur gelir, bir zenginlik gelir, gönlü zengin rahat bir insan olur, huzurlu bir insan olur."
Sonra bir şey daha var: Telâş edenin eline telâşı çok yaptı diye çok şey geçmez, ne yazıldıysa o gelir. Ahireti düşünen insanın da eline, dünyalık peşinden kös kös gelir, Allah nasib ettiği için gelir, hiç ummadığı yerden gelir. Ummadığı yerden Allah rızıklandırır.
Birisinin arsası istimlâke uğrar, mahvolur; ötekisinin arsasının yanından yol geçer, kıymetlenir. Bu Allah'ın nasibidir. Misâli var: Adapazarı'nda tanıdığımız kimse var, Allah rızası için hayrı hasenâtı çok yapan bir kimse... İşleri rast gidiyor.
Onun çok hayır yaptığını kınayıp, "Yok yâ, bu kadar parayı hayra sarfetme; fakir düşeceksin diyen insanın da şehrin ortasındaki en kıymetli büyük arsasını belediye istimlak edivermiş, ortada cas cavlak kalmış. Milyarlar kazanacakken, paranın hepsi gitmiş. Neden?.. Ahiretini düşünen, Allah'ın rızasını düşünen insanın, Allah işini daha çok rast getiriyor, rızkı da yine geliyor. Ama telâş edenin rızkı, telâş etti diye artmıyor, işlediği günahlarla, ihmal ettiği ibadetlerin veballeriyle kalıyor. Kârı o, başka hiç bir kârı olmuyor.
Onun için gücümüzün yettiği kadar, her işte Allah'ın rızasını kazanmağa çalışalım, Rasûlüllah'ın sünnet-i seniyyesine uygun hareket edelim!
(Ve mâ akbele abdün bikalbihî ilallàhi teàlâ illâ cealallàhu kulûbel-mü'minîne tefidü ileyhi bil-vüdde ver-rahmeh) "Kim kalbini, gönlünü Allah'a döndürür, Allah'ı severse, Allah da mü'minlerin kalbini ona döndürür, mü'minler onu severler, ona hürmet ederler, sevgi ve şefkat gösterirler. Allah'a döneni, Allah insanlara sevdirtir."
(Ve kânellàhu teàlâ bikülli hayrin ileyhi esra'.) "Ve Allah-u Teâlâ Hazretleri ona her türlü hayırları yapmakta son derece süratli lütfeder, ikram eder."
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim! Her işinizde işe başlamadan önce Allah'ın rızasını düşünün! Sabanhleyin Allah'ın rızasını düşünün! Evinizden çıkmadan önce, "Bugün Allah rızası için ne yapabilirim?" diye düşünün, akşam geldiğiniz zaman, gece yatmadan önce, "Bugün Allah'ın rızasına uygun ne gibi işler yaptım?" diye kendinizi hesaba çekin! Kârınızı, zararınızı hesab edin!
Böyle yaparsanız, ömrünüz bereketli geçer, imtihanı kazanırsınız. Ahirette Cenâb-ı Mevlâ'nın rahmetine erer, cennetine girer, cemâlini görür, Habîbine komşu olursunuz.
Yanlış hareket ederseniz, hayatta yanlış tuttuğunuz yoldan başınıza çok dertler gelir. Cehenneme düşersiniz, azab çekersiniz, pişman olursunuz, keşke dersiniz, ah dersiniz, vah dersiniz ama, iş işten geçtiği için fayda olmaz.
Eklü kavlî hâzâ: Estağfirullàhel-azîm, ve etûbü ileyh, ve es'elullàhe lî ve lekümüt-tevfîk.
Elhamdü lillâh... Elhamdü lillâh... Elhamdü lillâhi hamdel-kâmilîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidil-evvelîne vel-âhirîn... Ve eşrefül-mürselîn, ve imâmül-müttakîn, ve şefîil-müznibîn, muhammedinil-mustafel-mahmûdil-emîn...
Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn...
10. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ
HADİS-İ ŞERİFLERİN ÖNEMİ
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi hakka hamdihî nahmedühû bicemi'i mehâmidih... Lehül-hamdü kemâ yenbeğî licelâli vechihî ve liazîmi sultànih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaînet-tayyibînet-tahirîn...
Peygamber SAS Efendimiz'den bazı hadis-i şerifler okuyarak bu mübarek cuma günümüzde sevaplı vakit geçirmeye gayret edeceğiz.
a. Peygamber Efendimiz'in Sözleri
Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri, Hazret-i Ali Efendimiz'in oğlu Hazret-i Hasan RA'dan Taberânî'nin rivayet ettiğine göre buyurmuş ki:
184/2 (Eyyühen-nâs! İnnî vallàhu mâ âmiraküm mâ emerakümüllàhu bihî velâ enhâküm illâ ammâ nehâkümüllàhu anh, feecmilû fit-taleb fevellezî nefsü ebil-kàsımi biyedihî inne ehadeküm leyatlubühû rızkuhû kemâ yatlubühû ecelühû, fein teassara aleyküm şey'ün minhu fetlubûhü bitàatillâhi azze ve cell.) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Bunun mânâsı şöyle, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: (Eyyühen-nâs!) "Ey insanlar!..." Nâs insanlar demek... Efendimiz muhatabı olan kalabalık ise böyle hitap ediyor: (İnnî vallàhu mâ âmiraküm mâ emerakümüllàhu bihî) "Vallàhi ben Allah'ın emrettiğinden başka bir şeyi size emretmiyorum. (Velâ enhâküm illâ ammâ nehâkümüllàhu anhü) Allah'ın size yasakladığı şeylerden başka bir şeyi size yasaklamıyorum!" Yâni ben, size kendi başıma, kendim bir şey demiyorum; Allah'ın bana verdiği bilgileri size naklediyorum. Allah neyi emretmişse size onu söylüyorum, Allah neyi yasaklamışsa size onu anlatıyorum. Peygamberlik vazifemi yapıyorum, benim vazifem bu; Allah'ın emirlerini yasaklarını size öğretmek, buyurmak... Kendimden bir şey söylüyor değilim."
Zâten Kur'an-ı Kerim'de de bu hususta ayet var:
(Vemâ yentıku anil-hevâ.) "Kendi hevây-ı nefsinden, arzusundan, keyfinden konuşmaz, (İn hüve illâ vahyün yûhâ.) söylediği vahiydir." Peygamber Efendimiz'in söylediği bilgilerin bir kısmı Kur'an-ı Kerim'dir. "Allah Kur'an-ı Kerim'den şu âyetleri buyurdu." diye bildirirdi. Etrafındaki vahiy kâtipleri hemen kağıt, kalemi alırlar, Peygamber Efendimiz ne derse, onları Kur'an âyeti indi diye yazarladı. Bir kısmı da vahy-i gayr-i metlüvdür, Allah'ın gönlüne ilhâm ettiği, yine Allah'ın emrettiği, yasakladığı, şeylerdir, Peygamber Efendimiz onları da hadis olarak söylerdi.
Demek ki Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şerifleri, yine Allah'ın emrettiği, Allah'ın yasaklamış olduğu şeyler... Rasûlüllah Efendimiz'e o bilgileri veren, öyle söyleten Allah... Bu neyi gösteriyor? Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerine çok önem vermemiz, çok dikkat etmemiz, onu başımızın tâcı edinmemiz gerektiğini gösteriyor.
Gerçekten de öyledir. Dinimizin iki esaslı kaynağından birisi Kur'an-ı Kerim'in âyetleri, diğeri Peygamber Efendimiz'in sünnetleridir. Fıkıh ahkâmının en büyük kaynağı bunlardır. Ondan sonra icmâ-ı ümmet, kıyâs-ı fukahâ ve diğer fıkhî kaynaklar gelir ama, bunların hepsi yine bu iki asla, bu iki köke dayanır.
O bakımdan ashab-ı kiram, Peygamber Efendimiz'in sözlerini can kulağıyla dinlemişlerdir. Hattâ öyle dinlerlermiş ki, sanki başının üstüne ürkek bir serçe kuş konmuş gibi, başını kıpırdatmadan, hiç çıt çıkartmadan dinlerlermiş.
Rasûlüllah'a olan sevgilerinden, saygılarından, Rasûlüllah Efendimiz'in göz kamaştırıcı güzelliğinden, heybetinden yüzüne de bakamazlarmış. Sahabe-i kiramdan öyle kimseler var ki, söylüyorlar: "Rasûlüllah'a iclâlimden, saygımdan dolayı, yüzüne doyasıya bakamadım." diyorlar. Lâ teşbih velâ temsil, meselâ insan oğlunu evlendirecek, alınacak kızı oğlana göstermek icab ediyor. Bir durum ayarlanıyor, kızı görecek. Tamam olayı ayarlıyorlar, sonra geliyorlar:
"--Ne oldu, kızı gördün mü?"
Tabii bizde delikanlılar utangaç:
"-- Göremedim, bakamadım, utandım." diyor.
Utanma da olur, Rasûllullah'a karşı iclâl, ona karşı hürmetten, onun büyüklüğü karşısında bakamamak da olabilir.
Hadislerini öyle dinlemişlerdir, öyle nakletmişlerdir, kelime kelime, "Şöyle buyurdu." diye nakletmişlerdir. Her kelimesinden gereken dersi çıkartmışlardır. Yaptıkları ibadetleri, işleri, amelleri Rasûlüllah'ın sünnetine uygun yapmaya gayret etmişlerdir.
Abdullah ibn-i Ömer RA, hac esnâsında devesiyle Müzdelife'den geçerken devesinden bir indi aşağıya, sonra devesine tekrar bindi. O âlim bir sahabi olduğu için herkes merak etti:
"--Yâ Abdullah, burda niye devenden indin, bir şey de yapmadın, sonra tekrar niye bindin?.."
"--Bilmiyorum, Resûllullah Efendimiz tam buraya geldiği zaman böyle bir inmiş, böyle bir binmişti; ben de onun için aynen yaptım." dedi.
Yâni mânâsını bilmese bile, Rasûlüllah Efendimiz'in hareketinin hikmetini anlayamamış bile olsa, onu uymaya bu kadar dikkat ederlerdi. Rasûlüllah'ın yaptığı gibi yapmağa, emrini tutmağa, yolundan gitmeğe, onu izlemeğe çok dikkat etmek lâzım!..
b. Rızkın Sahibini Araması
Efendimiz de burda öyle söylüyor: "Allah'a yemin olsun ki, ben size Allah'ın emrettiğinden başka bir şey emretmiyorum, yasakladığından başka bir şey yasaklamıyorum, hepsi Allah'ın buyruğu, hepsi Allah'ın isteği. Bu sözüm de yine Allah'ın isteği bir şeydir." diyor.
(Fecmilû fit-taleb) Fecmilû, güzel yapın, cemil yapın demek... "Rızkı aramakta, istemekte kullandığınız yol güzel olsun, güzel yoldan rızkınızı elde etmeğe çalışın! Yâni, rızkı arayacağım derken, harama sapmayın, günaha sapmayın, gayr-i meşrû kazanç yollarını kullanmağa kalkmayın!.. (Fevellezî nefsü ebil-kàsımi biyedihî) Şu Ebül-Kàsım'ın canı, hayatı elinde olan Allah'a yemin olsun ki..."
Araplar'da asâletli kimselerin ismini söylemek ayıp idi. Asâletli kimselerin ismi söylenmezdi, künyeleri söylenirdi. Künye nedir? Ebû kelimesiyle, ümmü kelimesiyle yapılan tamlamalardır. Bir insanı, bir babayı en büyük çocuğunun adıyla künyelendirirlerdi. Peygamber Efendimiz'in de ilk çocuğunun adı Kàsım olduğu için, Peygamber Efendimiz'in künyesi Ebül-Kàsım idi. Ne demek? Kàsım'ın babası demek...
Kadın ise, ümmü diye geçer. Meselâ kadının Hasan diye bir oğlu Ümmü Hasen, Hasan'ın annesi, Ümmü Hâni, Ümmü Külsm, Ümmül-mü'minîn, mü'minlerin annesi... filan diyoruz ya üm anne demek, künye böyle... Erkekse ebû, veya ebî veya ebâ; dil bilgisindeki durumuna göre üç şekilde bulunabilir. Kadınsa üm kelimesi yapılan tamlamalara künye denir.
Birisi geldi mi, Rasûlüllah'a hitap etmek istediği zaman: "Yâ Ebel-Kàsım!" derlerdi. Bu hürmetkâr bir ifâdedir. Meselâ Yahudi geldi Peygamber Efendimiz'le bir konuyu görüşecek: "Yâ Rasûlallah!" diyemiyor, çünkü îmana gelmemiş; "Yâ Ebel-Kàsım" derlerdi, "Yâ Muhammed" demezlerdi. Allah-u Teàlâ Kur'an'ı Kerim'de böyle hitap ediyor, o ayrı... Ama insanlar: "Yâ Ebel-Kàsım" derlerdi. Burda da Peygamber Efendimiz kendisini Ebül-Kàsım künyesiyle zikrediyor.
(Fevellezî nefsü ebil-kàsımi biyedihî) "Ebil-Kàsım'ın nefsi canı hayatı elinde olan Allah'a yemin olsun ki..." Yâni "Rabbim'e yemin olsun ki," demek. Peygamber Efendimiz böyle ifâdeyle yemin ederdi. "Vellezî nefsî biyedihî" de derdi. Burda sanki, bir başka kişiymiş gibi kendisini adını söyleyerek yapıyor:
"Şu Ebül-Kàsım'ın --yâni kendisinin-- canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki, (inne ehadeküm) sizden birinizi (leyatlubühû rızkuhû) rızkı araştırır, bulmağa çalışır; (kemâ yetlubuhu eceluhu) ecelinin bulmağa çalıştığı gibi..."
İnsan ecelinden kaçabilir mi?.. Kaçamaz, nerde olsa ölüm onu yakalar. Kırk tane kapının arkasına saklansa, kırk tane kalenin içine girse, eceli nerde olsa onu bulur. Rızkı da bulur. İnsanı ecelinin arayıp bulduğu gibi, insanın nasibi olan rızkı da, kısmeti de onu bulur. Peygamber Efendimiz bunu yeminle söylüyor: "Şu Ebül-Kàsım'ın canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki, rızkınız sizi ecelinizin aradığı, bulduğu gibi, arar, bulur." diyor.
Bu önemli bir husus... Yâni, "Korkma rızık gelecek, sen onu aramasan, o seni arayıp bulacak!"
Şimdi biz burayı arıyorduk, sekiz numaralı otobandan girdik. "Şuraya mı sapacağız, buraya mı sapacağız?" filân diye konuşurken, biz onları ararken, onlar bizi yolda buldular, karşılaştık. Çünkü onlar da bizi arıyordu, köşede buluştuk. Biz oraya geliyoruz, bunlar otobana çıkmak üzerelermiş. Dediler ki:
"--Ne tesâdüf böyle, doğru yola gelmişsiniz!"
Asıl tesadüf, birbirimizi görmek! Siz bizi bulmasaydınız, biz sizi bulmasaydık, siz otobana çıkacaktınız, bizi arayacaktınız; biz içeri girecektik, sokak sokak evi arayacaktık. Bak Allah bulduruyor, karşı karşıya geçtiriyor. Hemen biz soldan saptık, bunlarla karşılaştık. Rızk da böyle... Korkma, çekinme, gelecek, bulacaksın.
(Fein teassera aleyküm şey'un minhu) "Eğer rızkınızdan bir darlık olursa..."
--Yâhu maaş gelmedi, bugün dükkâna müşteri gelmedi, kazancımız ne olacak, eve ne götüreceğiz?.. Ay, eyvah, kazanamayacak mıyım, açıkta mı kalacağım?!..
"Böyle biraz zorlanma gibi bir şey sezinlerseniz, sakın ha yanlış iş yapmayın! (Fetlubûhü bitàatillàhi azze ve celle) Günah olmayan yoldan, Allah'a itaat yolundan rızkınızı isteyin!"
Yâni bir insan niye rüşvet alır, niye hırsızlık yapar, niye çalar çırpar?.. Fakir kalacağım, aç açık kalacağım diye korkar. Yoksa onurlu bir insan, parası pulu olan bir insan, tenezzül edip almaz, çalmaz. Diyor ki: "Allah'a taat yolundan rızkınızı arayın; Allah'a isyan yolundan, Allah'ın yasakladığı yoldan rızk elde etmeğe çalışmayın!"
Biliyorsunuz rızkın kazanç yolları çeşitlidir. İnsanın en temiz kazancı, elinin emeğidir. Bu güzel bir kazançtır, başkasının hakkı geçmeden kendi elinin emeğiyle, alnının teriyle geçinmektir.
Ticaret, Peygamber SAS Efendimiz bizzat kendisinin yaptığı kazanç yoludur, bereketli bir yoldur.
(Ettâcirus-sadûkul-emîni mean-nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi yevmel-kıyâmeh) "Eğer ticareti yapan insan, doğru sözlüyse, güvenilir bir kimseyse, eğer dürüst bir ticaretçi ise; yâni sadûk, sözü doğru, emîn, emniyetli ise; rûz-i mahşerde, Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde nurdan minberlerde oturacak; peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle eşit muamele görecek." Ticaret güzel bir yoldur.
Cihad etmek de bir kazanç yoludur. Cihad ettikten sonra, ganimetin beşte dördü gàziler arasında taksim edilir, beşte biri devlete ayrılır.
(Va'lemû enne mâ ganimtüm min şey'in fe enne lillâhi humüsehû) Beşte biri devlet payı olarak ayrılır, beşte dörtü gàziler arasında taksim edilir. Cihad faziletli, sevaplı bir faaliyet olduğundan, bizim ümmetimize cihaddan hâsıl olan, düşmandan alınan ganimetler helâl kılınmıştır. Peygamber Efendimiz öyle buyuruyor: "Allah'ın bana beş özel ikramı oldu. Onlardan birisi de, bana ganimetler helâl kılındı." Eski ümmetlerde öyle değilmiş, ama Peygamber Efendimiz'e ganimetler helâl kılınmış. O da bir helâl kazanç yoludur.
Ticaret bereketli bir yoldur, elinin emeğiyle sanatıyla, hüneriyle, ustalığıyla, alnının teriyle kazanmak sevaplı bir yoldur. Başka, ziraat olabilir. Toprağı ekersin, biçersin, satarsın, kazanırsın.
Amma bunun dışında başka yollarla; meselâ haram malzeme satarak, içki satarak, habis, pis malzeme satarak kazanç günah olur, haram olur. Sonra, birisini aldatarak, yanıltarak kazandıkları haram olur, günah olur. Hilâf-ı hakîkat beyanlarla kazandıkları haram olur. Şeriatin kendine verdiği haktan fazlasını kendisine ayırmak haram olur. Fakirin yoksulun hakkı olan zekâtı vermemek, onu yemek haram olur, doğru olmaz. Rüşvet almak haram olur, bir işi yapmak için iş sahibinden, erbâb-ı mesârihten para olmak doğru olmaz. Sahibinin haberi olmadan, rızası olmadan birisinin bir şeyini almak haram olur.
Mirasta şeriatın ölçüsünden fazla almak doğru olmaz. Özellikle bu devirde, Türkiye'de tehlikeli bir husustur. Çünkü medenî kanunun miras taksimi nisbetleri başkadır, şeriatın miras taksimi nisbetleri başkadır. Misal; medenî kanunda kadın-erkek farkı yoktur, kız çocuk-erkek çocuk farkı yoktur; İslâm'da vardır. İslâm'da erkek çocuğa, kız çocuğa verilenin iki misli hak verilir, çünkü erkeğe evin yönetimi vazifesi yüklenmiştir. Evdekilerin yemesi, içmesi, barınması, evin kirası vs. erkeğin borcudur. Kadının borcu değildir, kadın mecbur değildir, o bakımdan serbesttir, kadınlara yük yüklenmemiştir. Kadınların çocuklarını doğurması, bakması, emzirmesi, büyütmesi sevap olarak yazılmıştır, mükellefiyet olarak verilmiştir. Kadına da, çocuğa da bakmak babanın vazifesidir. Bu sebeplerle, şeriat erkeğe fazla yük yüklediği için, kadının hissesinin iki misli hak vermiştir.
(Yûsikümüllàhu fî evlâdiküm liz-zekeri mislü hazzil-ünseyeyn) Bu, Allah'ın emridir, tavsiyesidir. Medenî kanun bunu ayırmamıştır, "Erkek ve kadın eşit hisse alacak!" demiştir.
Şimdi bu devirde birisi kalkar, derse ki:
"--Ben mirası medenî kanundaki nisbetlere göre alacağım."
Fazla aldığı zaman, ötekisinin hakkını yemiş oluyor. Bir adam öldü, karısına miras kalacak, çocuklarına miras kalacak. Medenî kanunda kadına ne kadar olduğunu bilmiyorum. İslâmî taksimâtta, çocuklu bir kadına sekizde bir miras gelir; geriye kalan da erkek çocuklara iki hisse, kız çocuklar bir hisse olarak taksim edilir. Ama medenî kanunda böyle olmuyor, olmayınca hakkından fazla almış olan kız, bu sefer haram almış olur, Allah'ın razı olmadığı şeyi almış olur. Bunlara dikkat etmek lâzım! Eseriyetle düşülen bir haramdır, yanlışlıktır.
Sonra, helâl ticaret yapan bir insan, Allah'ın haram kıldığı bir zamanda ticaret yaparsa, ordan haram olur. Meselâ:
(İzâ nûdiye lissàlâti min yevmil-cumuati fes'av ilâ zikrillâh) "Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman, hutbeyi dinlemeye, namaz kılmaya, Kur'an dinlemeye koşun camiye, alış-verişi bırakın!" buyruluyor. Cuma vaktinde alış-verişi bırakmazsa, o zaman yasak vakitte ticaret yapmış olur. Bunlara hep dikkat etmek lâzım, telâşa düşüp de günah yolundan kazanç sağlamaya kalkışmamak lâzım, helâli istemek lâzım!
Bugün okuyacağımız bir hadis-i şerif bu...
c. Mazlumun İntikamı
İkinci bir hadis-i şerif:
184/6 (Eyyühen-nâs!) "Ey insanlar!.." Bazen Eyyüha'nın başına Yâ de gelir, ama burda sadece Eyyühen-nâs denmiş. (Eyyühen-nâs ittekullàh, fevallàhi lâ yazlimü mü'minin mü'minen illentekamellàhu minhü yevmel-kıyâmeh) "Ey insanlar, Allah'dan korkun. Allah'a yemin olsun ki, bir mü'min bir mü'mine zulmederse, Allah kıyâmet gününde zâlimden intikam alır." Onun için Allah'dan korkun zulüm yapmayın. Mü'min, mü'mine zulmetmesin, haksızlık etmesin!..
Zulüm nedir?.. Adaletsiz davranmaktır, birisinin hakkını yemektir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Fukarayı, zekât vereceğiniz adamı kapıda bekletmek bile zulümdür. Zenginin fakiri kapıda bekletmesi bile zulümdür." Her şeyde incelikler var, dikkat etmek lâzım, güzel yapmak lâzım!
Tabii çeşitli zulümler oluyor. Demin aşağıda baktık, Türkiye haberlerini seyredelim derken: Bir doktor bir doktoru öyle dövmüş ki, kendisinin eli kırılmış... Yâni vurmaktan eli kırılmış, kendisi hastahanelik olmuş, elini böyle tutuyor. Ötekisi de kan revan içinde, kan kaybından yere yıkılmış. O da öyle perişan olmuş. Böyle, kendi başına kalkıp karşı tarafı cezâlandırmak, bir zulüm...
Dövmek zulüm olur, haksızlık yapmak zulüm olur, malını almak zulüm olur, ezâ, cefâ etmek zulüm olur, ağır sözler söylemek zulüm olur... vs. Çeşit çeşit haksızlıklar olabilir ama, "Allah yarın kıyâmette, rûz-i mahşerde zâlimden intikam alır." "Mazlumun hakkını alır." demiyor, "Allah intikam alır!" diyor. İntikam çok korkunç bir şey, zalimin titremesi lâzım!.. Allah intikam alır.
(Vallàhu azîzün züntikàm) "Allah azizdir, intikam alır, intikam sahibidir." buyruluyor.
Yine başka bir ayet-i kerimede Allah-u Teàlâ Hazretleri:
(İnnâ minel-mücrimîne müntakımûn) "Biz mücrimlerden intikam alacağız!" diye bidiriyor.
Onun için mücrim olmamağa, zâlim olmamağa, adaletsiz olmamağa çok dikkat etmek lâzım!..
d. Ölümü Unutmamak
Üçüncü hadis-i şerife geliyoruz, Enes RA'den rivâyet edilmiş. Uzun olduğu için cümle cümle tercümesini yapalım. Peygamber SAS Hazretleri buyurmuş ki:
183/5 (Eyyühen-nâs!) "Ey insanlar! (Keennel-mevte fîhâ alâ gayrinâ kütibe) Sanki şu dünya hayatında, ölüm bizden başkası için yazılmış; sanki ölüm bizim başımıza gelmeyecek de, başkasına yazılmış... (Ve keennel-hakka fîhâ alâ gayrinâ vücibe) Sanki, hakkı işlemek bize değil, bizden gayrisine vazife kılınmış...
(Kennemâ nüşeyyiu minel-mevtâ an kalîlin ileynâ râciûn) Ölülerimizi gömerken, sanki biraz sonra geri gelecekmiş gibi gömüyoruz, hiç ürpermiyoruz, titremiyoruz. Sanki gömdüğümüz biraz sonra gelecekmiş, halbuki bir daha hiç gelmeyecekler... Ayrılık, elfirâk... Sanki geri geleceklermiş gibi, ibret almıyoruz, ürpermiyoruz, bu hadiseden dehşete düşmüyoruz.
(Büyûtehüm ecdâsehüm) Onların evleri artık bizim aramızdaki evler değil, artık onların evleri kabirleri... (Ve ne'külü terâsehüm keennemâ muhallidûne ba'dehüm) Onların geride bıraktıkları mirasları yiyoruz. Sanki biz ölmeyecekmişiz, gitmeyecekmişiz gibi, onlardan sonra dünyada ebedî kalacakmışız gibi düşünüyoruz."
e. Kendi Ayıbıyla Meşgul Olmak
(Fetbâ limen şegalehû aybuhû min aybi ğayrihî) "Ne mutlu kendi ayıbıyla meşgul olmak, onu düzeltmeye çalışmak, onun üzerinde düşünmek, başkasının ayıbına bakmaktan kendisini alıkoyan insana!.."
Bundan neyi anlıyoruz, ne yapacağız?.. Kendi ayıbımıza bakacağız, kendimizi düzeltmeye çalışacağız. Başkasının ayıbıyla meşgul olmak gıybettir, doğru değildir. Kendi ayıbıyla meşgul olmak iyi bir harekettir. Çünkü, insan kendi ayıbını bilirse düzeltmeye çalışır.