(Sümme yeklü yâ rabbi zidhü) Kur'an-ı Kerim devam eder: "Yâ Rabbi ikramını arttır, daha daha ikram ver yâ Rabbi!" der. Ne istiyor? (irda anhü) "Şu kulunu sev, şu kulundan razı ol yâ Rabbi! Rızanı ver buna, razı olduğun kullardan eyle bunu..." der. (feleyse ba'de rıdallàhi şey') Allah bir kuldan razı oldu mu, bundan daha ötede bir şey yoktur.
Bakın, arkadaşlar elbisenin üstüne yazmışlar:
(İlâhi ente maksdî ve rıdàke matlûbî) "Yâ Rabbi, benim maksudum, gàyem, amacım sensin! Benim maksudum, gàyem para, pul, dünya, mevkî, makam, zevk, keyif, mutluluk, ıvır zıvır değil... Ben senin rızanı istiyorum. Benim peşinden koştuğum bir tek şey var, o da senin rızan!.."
Bak, Hocamız da ne demişti: "Dünyada her şey boş, sadece Allah'ın sevdiği, razı olduğu kul olmak önemli!"
...........
Beni dinleyen müslüman kardeşlerime bu diyarda, --dünyanın her yeri için geçerli ama, özellikle bu diyarda-- üç şeyi tavsiye ediyorum:
1. Camiden kopmayın, cami kaledir. Camiye bağlılıktan gàfil olmayın, camiye gelmekten uzak durmayın, camiden geride kalmayın!.. Beş kişi bir yerde oturuyorsa, caminiz yoksa; diyelim ki burada değil de, başka bir şehir, daha başka bir kasaba, daha başka bir köy... Peygamber SAS diyor ki:
"--Bir yerde beş tane müslüman hanesi oldu mu, orada ezan okumak lâzım, kamet getirmek lâzım, o beş kişinin namazı cemaatle kılması lâzım!.. Eğer böyle yapmazlarsa, şeytan onlara hakim olur, şeytan orayı istilâ eder, şeytanın hükmüne girerler."
Düşünün, hür olduğunuz bir ülkede iken, düşman gelse, ülkeyi istilâ etse, esir alsa sizi ne yaparsınız?.. Size kötülük yapacak, malınızı alacak, paranızı alacak, hürriyetinizi alacak, ezâ cefâ edecek...
Şeytan orayı istilâ eder. Demek ki, beş tane ev oldu mu, bir evin bir odasını mescid yapacaksınız, ezan okuyacaksınız. Mutlaka bir caminiz olacak. Camisiz müslüman olmaz. Olur, dağbaşında da insan ezan okusa, tarla da cami olur ama; devamlı durdu mu, beş hane bir yerde oldu mu camisi olacak. Onun için camiden kopmayın, camide birleşin, camide tanışın, camide konuşun! Allah'ın rızasının kazanıldığı yer burası!..
2. Kur'an-ı Kerim'e sarılın!.. Kur'an-ı Kerim'e sarılmak konusunda hepimiz son derece kusurluyuz. Camiye gelen müslümanlar dahil, hattâ hocalar, müftüler, diyanet işleri başkanları dahil... Sadece Türkiye'yi de kasdetmiyorum, herkes kusurlu...
Kur'an-ı Kerim'in ehli oldu mu bir insan ne yapacak?.. Kur'an-ı Kerim'i hem okumasını bilecek, hem anlamını bilecek; Kur'an-ı Kerim'de ne yazdığını bilecek, mânâsını anlayacak. Sonra, bildiğini uygulayacak. Ne yazdığını biliyor, yapmıyor; o daha büyük felâket...
Sadece kuru kuruya okudu.
--Ne okudun?..
--İzâ câe'yi okudum.
--Ne dedin?..
--Bilmem...
--Ved-Duhâ?..
--Bilmem...
--Vel-âdiyâtü dabhan...
--Onun hiçbir kelimesini anlayamıyorum hocam!..
--Olmadı. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın insanlara gönderdiği emirleri yazılı olduğu için, yirmiüç senede Peygamber Efendimiz'e inen ayetlerin meydana getirdiği bir kitap olduğundan, Kur'an-ı Kerim'in ahkâmını öğreneceksin!..
--Hocamız yok!.. Hocamız bize bunu anlatacak durumda değil; çok güzel kıraati var, çok güzel okuyor ama, tefsir hususunda yetkili değil, yetenekli değil, kâfi gelmiyor.
--O zaman Kur'an-ı Kerim'i anlatacak insanı bulacaksın!
Ne yapıp yapıp Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna, her ayetini anlayacaksınız. Eskiler onar onar ayetleri okurlarmış, anlarlarmış; siz de öyle yapın!.. Zor gelir birden; koca Kur'an-ı Kerim'i anlaması, öğrenmesi zor gelir. On ayet on ayet, beş ayet beş ayet, her gün her gün, okuya okuya bunu anlayacaksınız. Anladığınızı da uygulayacaksınız.
3. Zikrullaha müdâvim olacaksınız.
d. Bilgi Bakımından Kuvvetli Olmak
Kuvvetli müslümanı Allah daha çok seviyor. İman bakımından kuvvetli oldu, bir... Başka ne bakımından kuvvetli olması düşünülebilir?.. Bilgi bakımından...
Şimdi bu bulunduğumuz ülkede, bizim gezdiğimiz ülkelerdeki insanlar, bilgi bakımından bizden daha ileriye gjttiler; bizim memleketlerimize geldiler, bizlerle savaştılar, bizleri yendiler. Devlet-i Aliyye-yi Osmâniye'yi parçaladılar. İşte Sırplar çıktı, Bulgarlar çıktı, Yunanlılar çıktı, parça parça elimizden gitti. Neden gitti?.. Tabii hikmeti var, sebebi var, suçlar var, ihmaller var; amma, bilgi eksik...
Bu insanlar ise burdan gemilere bindiler. Gemiciydi bu adamlar... Diyarında bulunduğumuz millet, gemici bir milletti. Buralardan Endonezya'lara kadar gemilerle gittiler, Afrikalara kadar gemilerle gittiler. Hâlâ oralardan buraya gelmiş esmer renkli kimseler var, bugün gördüm. Dünyayı öğrendiler. Yaptıkları binalardan, kurdukları müesseselerden, ürettikleri metâlardan biliyoruz ki, bilgileri bizden yüksek...
Biz de buraya geliyoruz, gelmişsiniz. Şimdi ben kardeşlerime soruyorum:
"--Nasılsın? İki sene oldu geleli buraya, ne yapıyorsun?.."
"--Lisan öğreniyorum, kursa gidiyorum, bilgimi arttırmağa çalışıyorum."
Halbuki bilgi en büyük kuvvetti, bilgide geri kalmışız.
Eskiden, biliyormusunuz, bu milletlerden değil, tâ İsveç'ten kral oğlunu Endülüs'e talebe gönderiyordu. Fransa'dan, İngiltere'den talebeler gidiyordu. Yalvarıyorlardı, torpil arıyorlardı. İsveç kralı Endülüs hükümdarına mektup yazıyor. diyor ki:
"--Oğlumu size gönderiyorum, lütfen kabul edin! Eti sizin kemiği benim, ne yaparsanız yapın; iyi yetiştirin!"
Neden?.. İlim Endülüs'teydi, müslümanların elindeydi. Bilgi onlardaydı, bunlar bilmiyorlardı. Müslümanlar daha çok biliyorlardı. Daha çok bildikleri için bak, Endülüs'e kadar gelmişlerdi. İspanya'yı geçmişlerdi, Pireneleri aşmışlardı, Fransa'nın ortasına gelmişlerdi. Şimdi biz bilgi bakımından geri kalmışız. Şimdi aslında bunların İstanbul'a, Türkiye'ye, Ankara'ya gelip bizden bilgi öğrenmesi lâzım gelirken, biz buralarda bunlardan bazı hünerleri, bilgileri öğrenmeğe çalışıyoruz.
Bilgi en büyük kuvvettir, mânevî bir kuvvettir. İnsan bildi mi işin usûlünü, nasıl yapacağını; karşısındakini yener.
Ben küçük bir çocuktum. Bizim köyde koca babayiğit, burma bıyıklı birisi bana bir şey yaptı. Ben de öğrendiğim bir ters çelme takma usülünü bir uyguladım; pat yere yıkıldı. Fırt, kaçtım tabii... O benim üçüm kadar, ben onun dizine kadar geliyorum. Bir tane daha benim gibi bir adam koysalar, göğsüne kadar gelecek. Bir tane daha koysalar, üç tane ben ancak onun gibi olur. Ama o köylü olduğundan, bu çelmenin nasıl olduğunu bilmiyor; bir hamle yaptım, attım. İşin usülünü bildi mi insan, yeniyor. Bilgi kuvvettir.
Onun için İslâmî bakımdan, Allah'ın rızasını kazanmak için kuvvetli müslüman olacağız ya, bilgiye var gücünüzle çalışacaksınız. Çocuklarınıza aşk vereceksiniz, şevk vereceksiniz. "Aman evlâdım çalış; biz müslümanız, bizim çok bilgili olmamız lâzım! Sınıfta birinci olman lâzım!" diyeceksiniz.
Ben karneyi götürürdüm babama; böyle bakardı, "Bu niye sekiz, bu niye dokuz, niye on değil?" diye kızardı bana... Siz de öyle yetiştireceksiniz, bilgi bakımından kuvvetli olacağız.
Başka hangi yönden kuvvetli olur insanlar?.. Birbirleriyle birlik ve beraberlik içinde olurlarsa kuvvetli olurlar. Bak boğazın bir yakasından öbür yakasına köprü yaptılar; buralarda da öyle köprüler çok... Kamyonlar, otomobiller, otobüsler, tırlar geçiyor.
Nasıl yapılmış bu köprü?.. İki taraftaki iki direğin üstünden, o direkten bu direğe bir çelik tel götürüyorlar. İnce bir çelik tel... Ondan sonra onun üstünden örerek bir kat daha bu tarafa getiriyorlar. Tekrar o tarafa, tekrar bu tarafa... Çelikten bir halat ördüler bir tarafına, öbür tarafına da bir halat ördüler. Yolu bu çelik halata muhtelif yerlerinden dikey olarak bağladılar, köprü oldu orası... Üstünden yüzlerce araç geçiyor, bir şey olmuyor.
Küçücük çelik teller birbirleriyle birleşti de büyük bir kuvvet oldu. Onun için, müslümanların birlik ve beraberliği çok önemlidir.
İnsanın evinde kıldığı namaz bir sevap kazandırıyor, camide kıldığı namaz yirmiyedi kat sevap kazandırıyor. Cuma namazı kılınan camide kıldığı namaz, elli misli sevap kazandırıyor. Neden?.. Birlik önemli olduğundan, cemaatle namaz kılmak daha sevap oluyor.
Bu bakımdan ilgisiz kalmayacaksınız, ayrı kalmayacaksınız, kenarda kalmayacaksınız; birlik beraberlik içinde olacaksınız. (Ve men şezze, şezze fin-nâr) Kim ayrılık yaparsa, tek başına kalırsa, erir gider. İmanı da gider, dünyası ahireti de gider, cehenneme düşer.
Onun için bir başka bir hadis-i şerif daha var:
(Men kessera sevâde kavmin fehüve minhüm) "Kim bir topluluğun sayısını arttırıyorsa, onlardan sayılır." Camiye geliyorsa, camideki kalabalığa bir kişi daha katıyorsa; onlardan sayılır. Camiye gelmiyor da, filancaların arasında duruyorsa; onlardan sayılır. Onların amelini işlemese bile onlarla beraber haşrolunur, onların ameliyle hesabı görülür, ahirette onların aldığı cezaya uğratılır.
Onun için, hangi zümrenin arasında olduğunuza dikkat edin!.. Kötü zümrenin arasında olmayın, mutlaka birlik ve beraberlik içinde iyi bir yerde olmaya çalışın!
Birlik ve beraberlik kuvvet olduğu için, İslâm'da birlik ve beraberlik çok önemli olduğundan, kavî müslüman olmak için buna da husûsî olarak dikkat etmeni lâzım!..
Tabii, bunun dışında iktisâden kuvvetli olmak var. Zâten onun için elinizden geldiği kadar çalışıyorsunuz. Siyâsî yönden kuvvetli olmak var; bizim hiç yapamadığımız bir şey... Parça parça darmadağın olduğumuzdan, dünyada bir siyâsî güç olarak kendimizi gösteremiyoruz. İslâm ülkeleri birleşip de istediğini yaptıramıyor; İslâm ülkelerinin içindeki müslümanlar birleşip de, ülkenin içinde istediğini yaptıramıyor. Neden?.. Birlik ve beraberlik içinde olmadıklarından, siyâsî bir güç teşkil edemiyorlar.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizleri her yönden kuvvetli müslüman eylesin...
e. Samîmî Müslüman Olmak
Bir hadis-i şerif daha okuyarak, sözümü bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:
415/6 (Men câe yevmil-kıyâmeti bihamsin lem yesuddü vechühû anil-cenneh) "Kıyamet gününde, şu beş şeyi sağlamış olarak mahşer yerine gelen bir insanın, yüzü cennetten döndürülmez, cennete gitmekten engellenmez; o kimse cennete gider."
Çünkü, bazı insanlar Peygamber SAS Efendimiz'in havz-ı kevserine doğru gidecekler, ama döndürülecekler. Peygamber Efendimiz'in tanıdığı kimseler.
--Peygamber Efendimiz asrında olmayan kimseleri tanır mı?..
Tanır. Peygamber SAS Efendimiz, kendisine salât ü selâm getiren kimsenin salât ü selâmını melekler kendisine bildirince; o salât ü selâm getiren kimsenin ismini, baba adını, memleketini, her şeyini bilir, tanır. Zamanındaki ashabını da tanır, ötekileri de Allah'ın bildirmesiyle tanır.
Havz-ı Kevser'e doğru gelirken engellenecek bazı insanlar:
"--Sen oraya gidemezsin!" denilecek, engellenecek, döndürülecek, cehenneme atılacak.
Peygamber Efendimiz diyecek ki:
"--Yâ Rabbi bunlar müslümandı, benim ümmetimdendi..."
Allah-u Teàlâ Hazretleri diyecek ki:
"--Onlar neler yaptılar neler! Ne suçlar işlediler!.."
Yâni bazı insanlar böyle Havz-ı Kevser'e gitmek isterken, yüzü döndürülecek ve gidemeyecek.
Şu beş şeyi sağlayan insanların yüzü cennetten döndürülmeyecek, cennete gidecekler, yâni cennetlik olacaklar. Bunu sağlamamız lâzım:
1. (Ennushu lillâh) "Allah'a karşı içten ve samîmî duygular besleyen insan..."
Şimdi hepimiz Allah'a inanmışız, Allah'ı seveceğiz, Allah'a bağlanacağız. Çok samîmî, içten müslüman olacağız. "Rabbim bana şunu emretti, benim bunu yapmam lâzım! Rabbim bunu bana yasakladı, bunu benim yapmam kat'iyyen mümkün değil..." Allah'a karşı böyle bir samîmî, içten, senli benli, candan kul olacağız.
Bu da zikirle olur. Bu sevgi, bu güzel durum durup dururken olmaz, zikr ede ede olur. Zikredince aşık olur insan... Yunus Emre gibi olur, Mevlânâ gibi olur, Eşrefoğlu Rûmî gibi olur, İbrâhim Hakkı Erzurûmî gibi olur. Zikirden muhabbet hasıl olur, ondan sonra itaat hasıl olur.
2. (Ve lidînihî) Allah'ın dinine karşı içten sevgi besleyip samîmî olacağız. İslâm'ın her hükmünü seveceğiz, İslâm'ı öğreneceğiz, ahkâmını uygulayacağız.
3. (Ve likitâbihî) Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'i seveceğiz, ona karşı samîmî olacağız, içten olacağız ve ahkâmını uygulayacağız.
4. (Ve lirasûlihî) Rasûlünü seveceğiz, bağlanacağız ve Rasûlünün emrettiği şeyleri yapacağız, yasakladığı şeylerden kaçacağız. Bu nedir?.. Sünnet-i seniyyeyi öğrenmek ve uygulamaktır.
--Sen niye sakal bıraktın?..
--Peygamber Efendimiz öyle buyurumuş da ondan... "Bıyıkları kısaltın, sakalı uzatın!" buyurmuş.
--Sen niye şu dört rekâtı kıldın?..
--Peygamber Efendimiz, bu namazdan önce bu dört rekâtı kılarmış da ondan...
--Sen niye şöyle yaptın, böyle yaptın?..
--Peygamber Efendimiz'in sünneti böyle de ondan...
Rasûlüllah'ı seveceğiz, sünnetini seveceğiz, ona içten bağlı olacağız.
5. (Ve licemâatil-müslimîn) Bir de müslümanların tamamını, müslümandır diyeceğiz, seveceğiz ve onların iyiliği için çalışacağız.
Müslümanlar bugün yardıma çok muhtaç durumda... Kimisi cahil olduğundan, bilgilendirme yönünden yardımcı olmak lâzım; kimisi fakir olduğundan, aç olduğundan, açık olduğundan, mazlum olduğundan, mağdur olduğundan maddeten yardımcı olmak lâzım!.. Hepimizin ateş parçası gibi olması lâzım, çalışması lâzım!
f. Allah'ın Dinine Hizmet Etmek
Şimdi Allah'ın dinine sarılmak, müslüman cemaatine hizmet etmek üç kademede oluyor:
1. İnsan böyle sağlıklı iken, zamanı müsaitken, keyfi yerinde iken hizmet etmek.
Bugün meselâ, "Allah için, müslümanlar için, dinimin yayılması için, gelişmesi için, müslüman kardeşlerimin saadeti selâmeti için ne yapabilirim?" diye düşünürsünüz, taşınırsınız, araştırırsınız, yaparsınız. Sağlıklı, afiyetli, huzurlu bir şekilde... Eviniz var, barkınız var, işiniz var, maaşınız var.... Hiç olmazsa cumartesi pazar gelirsiniz, çalışırsınız; hiç olmazsa işten sonraki saatlerde gider çalışırsınız. İşte böyle şiş de, kebap da yanmadan rahat bir şekilde İslâm'a hizmet edersiniz.
2. Bu hizmetler yapılmazsa, böyle rahat bir şekilde, şiş kebap yanmadan, insan tehlikeye düşmeden yapılmazsa; Allah vazifelerini yapmayan müslümanları sıkıştırır. O zaman mecburen çalışmak gerekir ve çok masraf etmek gerekir. Malını vermesi lâzım gelir insanların...
Ötekisi zekâtını verecekti ilk merhalede, işte hayrını hasenâtını yapacaktı, yetecekti. Fakat, zekâtı verilmeyen mallar, yapılmayan hizmetler birikince, bu sefer malın tümü gitmeğe başladı.
Gitmesi gerekir, daha büyük masraflar yapmak gerekir, delik büyük çünkü...
3. O hususta da çalışmadığı zaman, bu sefer cana gelir sıra... Allah-u Teàlâ Hazretleri öyle belâlar musallat eder ki, o zaman tüm malımı vereyim deseniz de yetmez artık... O zaman Allah böyle harb darp gibi bir şey çıkarttırır. Bu tembellik yapan, malını vermeyen insanların bu sefer canı da sıkıntıya girer.
Dün akşam bir şey söyledi kardeşlerim, rahmetli bir kardeşimiz söylemiş; düşündüm, üzüldüm: Bizim İstiklâl harbi yaptığımız sırada, Balkanlardaki, Bulgaristan'daki, Yugoslavya'daki kardeşlerimize çok mâlî imkânlar verilmiş, güleç yüzlü, tatlı muameleler yapılmış ki, "Anadolu'ya yardım etmesinler, otursunlar oturdukları yerde!" diye... Onlar da oturmuşlar. "Şimdi başlarına sıkıntı ondan geldi. İşin hikmeti budur." diyor. O arkadaşın düşüncesi...
Afganistan'da eskiden durum çok iyi idi, şeriatla idare ediliyordu Afganistan... Müslümanlar vazifelerini yapmadılar; ictimâî vazifelerini yapmadılar, eğitim vazifelerini yapmadılar. Çocukları Rusya'ya gitti, eğitim gördü, komünist oldu. Ondan sonra, hükümeti de devirdi, idareyi de devirdi, Rusların hakimiyetini de getirdi. Yâni, kolay yapılacak iş yapılmayınca belâ büyüyor. Arkasından, "Belâ büyüdü çare arayayım." filân dediğin zaman da çare kâr etmiyor, bu sefer harb çıkıyor, darb çıkıyor.
Verilmeyen mallar bombalandı, evler yıkıldı, tarlalar harab oldu, canlar gitti. Mallar da gitti, canlar da gitti.
Onun için müslümanların rahattayken, huzurdayken, feragat ve ferağ halinde iken, yâni serbestken, vazifelerini düşünüp akıllı akıllı yapması lâzım muhterem kardeşlerim! Bu benim hayat tecrübem, kesin görüşüm bu...
Rahatteyken rahat rahat yapılacak hizmetleri ihmal ederlerse, ceza büyür; o zaman üç kuruş, beş kuruş vermekle olacak işler, daha büyük gayretlerle tüm mallarını verseler düzelmez. Daha da büyür, canlarını vermeleri gerekir.
Onun için, şimdi onun için size soruyorum:
--Burada çocuklarınızı yetiştirecek anaokulu kurdunuz mu?.. Okullar, kolejler kurdunuz mu?.. Burada üçyüz çocuktan üç tanesinin kurtulması büyük bir felâket işareti... Bunları kurtaracak çalışmalar yaptınız mı?..
Yapmadınız. Kim yapacak?
--Bilmem, işte birisi ortaya dökülsün, yapsın; ben tek başıma yapamam.
Onu bunu bilmem, belâ umûmî gelir. Baş başa vereceksiniz, kafa kafaya vereceksiniz, bu işlerin çaresini bulacaksınız. Ne olacak?.. Biraz masraf yapacaksınız, okul kuracaksınız, cami kuracaksınız, gayret edeceksiniz. Neticede çocuklarınız hayırlı evlât yetişecek. Bunu yapmazsanız, kazandığınız paralar da gidecek, evler de gidecek... Onu da yapmazsanız, o zaman canlara gelecek iş...
O bakımdan İslâm için ne yapmak gerektiğini düşünün, taşının, sorun, araştırın, toplanın, birleşin, bu işleri yapın, aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Şimdi tabii, sözü burada, bu önemli şeyde bitirmek istiyorum. Ama sorulan sorular da benim konuşmamla ilgili...
Soru:
--Basın-yayında tasavvuf ve tarikatlar aleyhine çeşitli haberler çıkıyor, bizim hareket tarzımız nasıl olmalı?..
Muhterem kardeşlerim! Her yerde hareket tarzınız, hak bildiğiniz şeyi savunmak olacak... Hak bildiğiniz şeyi her yerde söyleyeceksiniz.
--Canım, benim burda söylememden ne olur?..
Tamam, sen şuna söylersin, o ona söyler. Bir günde on kişiye söylersin, yirmi kişiye söylersin. Sonra, "Efkâr-ı umûmiye bu işe kızıyor." derler, kendilerini ona göre ayarlarlar. Neme lâzım dersen, karışmazsan, o zaman, "Tamam, müslümanlar gık demiyor." derler.
Hasan Sağlam diye bir paşa vardı, Milli Eğitim Bakanı oldu. "İmam-hatip okullarında başörtüler açılacak!" diye emir vermiş. Masada beklemiş. Hiç kimse, "Yâhu, bizim kızımızın başını niye açtırıyorsun, açtırma!" filân diye bir telefon, mektup, telgraf vs. bir müracaat yapmamış. Ondan sonra ne demiş:
"--Bak demedim mi ben size, Türk halkı aydındır. Başörtüsünü açın dedim, hiç reaksiyon olmadı." demiş.
Bak, susunca nasıl yorumluyorlar! En ilkel ve en kolay tedbir, doğru bildiğin şeyi söylemektir. Yanlış bildiğin şeyin yanlış olduğunu söylemektir. Yanlışı yapana, "Sen bu işi yanlış yapıyorsun, bu işin doğrusu budur." demektir. Bu cesareti göstereceksiniz.
Soru:
--Çocuklarımızı burda en iyi şekilde yetiştirebilmemiz için tavsiyeleriniz nelerdir?
Çocukların kendisine Allah korkusunu, Kur'an sevgisini, Rasûlüllah sevgisini aşılayacaksınız, öğreteceksiniz. Böyle düğüm düğüm, ilmik ilmik, sanatkârın halı ördüğü gibi; gergef işleyen gelinin, ince ince iğneyi batıra çıkara güzel bir nakış yaptığı gibi, çocuğunuzun kafasını küçükten işleyeceksiniz. Küçükten Rasûlüllah'ı sevecek, Kur'an'ı sevecek, dini sevecek şekilde yetiştireceksiniz. Masraf edeceksiniz, gayret edeceksiniz, hediye alacaksınız; çocuk öyle yetişecek.
Peygamber Efendimiz SAS diyor ki:
"--Çocuklarınızı Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah sevgisiyle yetiştirin!"
Onu ihmal ederseniz; çukulata alır da, hiç ilgilenmez de, akşam geç gelir sabah erken gider de, çocuğu kendi halinde tarlanın kenarında biten ot gibi yetiştirirseniz; o zaman çocuk başkalarının terbiyesini alır, başka yola gider. Ben benim çocuğumu yetiştireceğim diye düşüneceksiniz, çare arayacaksınız, masraf edeceksiniz; hoca yoksa, hoca ithal edeceksiniz. Futbol takımları Brezilya'dan, Yugoslavya'dan antrenör ithal ediyor, oyuncu ithal ediyor. Biz de dinimizi kurtarmak için ne yapmamız gerekiyorsa, onu yapacağız.
Aziz ve sevgili kardelerim! Şimdi rahat zamanınızda iken İslâm için çalışın, rahatız diye rehâvete düşmeyin, gevşemeyin!.. Sonra tehlike büyür, çocuklarınız da elden gider, kendiniz de elden gidersiniz, kendinizi de kaybedersiniz. Çok çalışın, sıkışma yok diye gevşek durmayın! Kendi kendinizi imanınızla sıkıştırın, çalışın!..
22. 03. 1997 - Rotterdam / HOLLANDA
AHİRET ENDİŞESİ
--Cuma Hutbesi--
Elhamdü lillâh!.. Elhamdü lillâh!.. Elhamdü lillâhi hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh... Ellezî halekas-semâvâti vel-arda ve cealez-zulümâti ven-nûr... Sümmellezîne keferû birabbihim ya'dilûn...
Eşhedü enlâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh... Ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühûs-sàdikul-va'dil-emîn... Sallallàhu teàlâ aleyhi ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaînet-tayyibînet-tàhirîn... Emmâ ba'dü feyâ eyyühen-nâs... İttekullàhe ve etîuh... İnnallàhe meallezînet-tekav vellezînehüm muhsinûn...
Kàlellàhu tebâreke ve teàlâ fî kitâbihil-kerîm. Eûzü billâhi mineş-şeytànir-racîm, bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Tebârekellezî biyedihil-mülkü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Ellezî halekal-mevte vel-hayâte liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ, ve hüvel-azîzül-gafûr.)
Ve kàle teàlâ fî âyetin uhrâ:
(Vel-âhiretü hayrun ve ebkà) Sadakallàhul-azîm.
Ve kàle nebiyyünâ muhammedinil-mustafâ, fî hadîsin min ehâdîsihî:
(Teferrag min humûmid-dünyâ mesteta'tüm, feinnehû men kânetid-dünyâ ekbera hemmihî efşallàhu teàlâ day'atehû, ve ceale fakrahû beyne ayneyh, ve men kânetil-âhiratü ekbera hemmihî cemeallàhu teàlâ lehû emrahû, ve ceale gınâhu fî kalbihî, ve mâ akbele abdün bikalbihî ilallàhi teàlâ illâ cealallàhu kulûbel-mü'minîne tefidü ileyhi bil-vüddi ver-rahmeh, ve kânellàhu teàlâ bikülli hayrin ileyhi esra'.)Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kimâ kàl.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin, içine çok hayırlar koyduğu mübarek aylardan birisi olan, Muharrem ayı içindeyiz. Muharrem ayı, haram aylardandır. Hicrî senenin ilk ayıdır. Bu ayda yapılan hayırları Allah büyük mükâfatlarla mükâfatlandırıyor. Bu ayda tutulan oruçlara da, bir gün oruç yerine otuz gün oruç sevabı veriyor. Onun için tevbeye gayret edin!..
Peygamber SA Efendimiz: "Muharrem ayı Allah'ın mübarek aylarındandır. Peygamberlerinden bir peygamberin tevbesini Allah bu ayda kabul etmiştir, teveccüh buyurmuştur. Başka kulların da tevbesini kabul edebilir. Onun için Cenâb-ı Mevlâ'ya tevbe edin!" buyuruyor.
Onun için bu yeni yılda yeni bir başlangıç, hayatınızda yeni bir sayfa... Bu yeni sayfada eski günahlarınıza tevbe edin, Cenâb-ı Mevlâ'nın yoluna dönün! Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasını kazanmağa çalışın!..
Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teàlâ Hazretleri hayatı, ölümü, bu dünyayı imtihan olarak yarattığını, "Hangimiz daha güzel işler yapacağız, hangimiz daha sevaplı işler yapacağız, hangimiz Allah'ın rızasını kazanacak hayrât ü hasenât yapacağız?" diye imtihan etmek için, bizi bu dünyaya gönderdiğini beyan ediyor.