İMANIN VE İSLAM'IN KORUNMASI
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Prof. Dr. M. Es'ad Coşan
(Terceme-i Hal)
Sevgi ve Kardeşlik
a. Sevgi Nedir?
b. Makbul Olan Sevgiler
____ 1. Anne Baba Sevgisi
____ 2. Aile Sevgisi
____ 3. Müslüman Kardeşini Sevmek
____ 4. İnsanları Sevmek
____ 5. Mahlûkàtı Sevmek
c. Makbul Olmayan Sevgiler
____ 1. Dünyayı Sevmek
____ 2. Uygun Olmayan İnsanları Sevmek
____ d. Asıl Sevgi Allah Sevgisi
____ e. Allah Sevgisinin Şartları
f. Allah Sevgisine Tâbî Sevgiler
____ 1. Rasûlüllah'ı Sevmek
____ 2. Şeriatı Sevmek
____ 3. Kaderi Sevmek
____ 4. İbadetleri Sevmek
g. Sevgiyi Öğrenmek ve Öğretmek
İslâm'da Tasavvuf..
a. İslâm'ı Başka Dinlerden Ayıran Özellikler
____ 1. Allah'ın Birliği
____ 2. Allah'ın Peygamberine Bağlılık
____ 3. Allah'ın Kitabına Bağlılık
b. Tasavvufun Aslı
c. Sohbetle Eğitim
Yolumuzun Esasları.....
a. Genel Esaslar:
____ 1. Kur'an ve Sünnete Bağlılık
____ 2. Niyetin Hâlis Olması
____ 3. İtikadın Doğru Olması
____ 4. Zikir
____ 5. Murâkabe
____ 6. Vukf-u Kalbî
____ 7. Hıfz-ı Nisbet
____ 8. Râbıta-i Muhabbet
____ 9. Sohbet-i Şeyh
b. Nakşî Tarikatı'nın Özellikleri
____ 1. Hûş der dem
____ 2. Nazar ber kadem
____ 3. Sefer der vatan
____ 4. Halvet der encümen
____ 5. Yâd kerd
____ 6. Bâz geşt
____ 7. Nigâh Dast
____ 8. Yâd daşt
____ 9. Vukf-u kalbî
___ 10. Vukf-u adedî
___ 11. Vukf-u zamânî
İmanın Korunması
a. Allah'ın Sevgisini Kazanmak
b. İmanın Kuvvetli Olması
c. Kur'an-ı Kerim'in Şefaatı
d. Bilgi Bakımından Kuvvetli Olmak
e. Samîmî Müslüman Olmak
f. Allah'ın Dinine Hizmet Etmek
Ahiret Endişesi
--Cuma Hutbesi--
Hadis-i Şeriflerin Önemi
a. Peygamber Efendimiz'in Sözleri
b. Rızkın Sahibini Araması
c. Mazlumun İntikamı
d. Ölümü Unutmamak
e. Kendi Ayıbıyla Meşgul Olmak
f. Nefse Hakim Olmak
g. Hayra Harcamak
h. Miskinlere Acımak
i. Hikmet Sahipleriyle Oturmak
Zikir ve İlim
a. Cami ve Cemaatin Önemi
b. Sabah Namazından Sonra Zikir
c. İlim Öğrenmenin Sevabı
İlmin Önemi
a. İlim Öğretmenin ve Alimin Fazîleti
b. Peygamber Efendimiz'in Eğitim Metodu
c. Çocuğumuzu Alim Yetiştirelim!
d. Tevbe Eden Genç
e. Dünyanın Fânîliği
f. Zikirsiz Vakit Geçirilmemesi
Kıyâmet Alâmetleri
a. Kıyâmetin Bazı Alâmetleri:
____ 1. Zamanın Yakınlaşması
____ 2. İlmin Kaldırılması
____ 3. Cimriliğin Artması
____ 4. Fitne ve Karışıklığın Artması
b. Şeytanın İnsanı Yanıltması
c. Cehennemin Mahşer Yerine Getirilişi
Ümmetin Kurtuluşu ve Helâki
a. Cehennem Ateşinin Şiddeti
b. Yakîn ve Zühd
c. Cimrilik ve Tl-i Emel
d. Cömertlik
e. Cennetin Meyvaları
f. Hayrın Önemi
İslâm İçin Çok Çalışın!
a. Allah'ın Rızasını Kazanmak
b. Sıhhat ve Boş Vakit
c. Haramlardan Sakınmak
d. Güzel Huylu Olmak
Allah'ın Dinine Yardım Edin!
a. Aile Eğitim Çalışmaları
b. İslâm'ı Öğretme Görevi
c. İslâm'ı Koruma Görevi
d. Allah Yolunda Fedâkârlık
e. Zikir Dersi Tarifi
ÖNSÖZ
Avrupa ülkelerine çalışmaya giden işçiler, önceleri geçici bir süre orda kalıp dönmeyi düşünüyorlardı. Sonra ailelerini de alıp götürdüler. Daha sonra çocukları orda evlendi, torun sahibi olmaya başladılar. Bazıları kendi işlerini kurdular, mal mülk sahibi oldular. İçlerinden kesin dönüş yapanlar Türkiye'de rahat edemediler, çocukları alışamadı. Artık Türkiye'ye dönmek isteseler de dönemeyecek hale geldiler.
Avrupa'ya ilk gidenlerden bir kısmı kendilerini korumak için camiler, dernekler açtılar; az çok dînî bilgiler öğrendiler, çocuklarına Kur'an-ı Kerim'i, namazı niyazı öğretmeye çalıştılar. Fakat daha çok, yardım toplayıp Türkiye'ye göndermeyi hedefleyen bu dernekler, çocukların eğitiminde yetersiz kaldı. Günümüzde ikinci nesiller, özellikle üçüncü nesiller dinlerini, imanlarını ve kültürel kimliklerini kaybetmekle karşı karşıyalar.
O bakımdan, Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hoca-efendimiz, tebliğ ve irşad çalışmalarını yurt dışında yoğunlaştırmış bulunuyorlar. Elinizdeki kitap, Hoca-efendimizin, muhtelif Avrupa ülkelerinde gurbetçilere yapmış oldukları konuşmalardan oluşuyor.
Konuşmalarda öncelikle sevgi ve kardeşliğin önemi üzerinde duruluyor, müslümanların birbirleriyle irtibatlı olmaları için toplumsal çalışmalara önem vermeleri gerektiği vurgulanıyor. Daha sonra yaratılışımızın gaye-sinin Allah'a güzel kulluk etmek olduğu, dünyaya dalıp da ahireti unutmamak gerektiği; Allah'ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olmak için tasavvufun yeri ve önemi anlatılıyor.
Yurdumuzda ve özellikle Avrupa ülkelerinde, yeni nesillerin İslâm'dan uzaklaştırılması için çok çeşitli çalışmalar yapıldığı anlatılıyor. Kendimizi ve nesillerimizi korumak, imanımızı ve müslümanlığımızı muhafaza etmek için ilim öğrenmek, zikre ve dervişliğe yönelmek gerektiği belirtiliyor. İslâm için çok çalışmak gerektiği, rahatlık zamanında gayret edilmezse, belâ geldiği zaman çok büyük fedâkârlık etmek zorunda kalınabileceği konusunda okuyucu uyarılıyor.
Konuşma üslûbunu muhafaza ederek hazırladığımız bu çalışmamızın, okuyucunun İslâmî gayretinin artmasına katkıda bulunacağını ümid ediyoruz. Kaset temininde yardımcı olan Rahmi Ünal ve Mehmed Elmas beylere; kaset çözümünde yardımcı olan M. Zâhid Erkaya'ya ve tashihte yardımcı olan Durmuş Gültekin beye teşekkür ediyoruz.
Dr. Metin ERKAYA
Sincan, Ekim 1997
PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN
(TERCEME-İ HAL)
1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.
Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.
1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.
İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.
Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.
Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.
Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.
Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.
Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.
Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.
Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).
Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.
Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).
Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.
Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.
Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.
İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.
Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.
Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.
Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.
Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.
Yayınlanmış Eserleri:
01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)
02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât
03. Gayemiz
04. İslâm Çağrısı
05. Yeni Ufuklar (1992)
06. Çocuklarla Başbaşa
07. Başarının Prensipleri
08. Türk Dili ve Kültürü
09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş
10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4
11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)
12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)
13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)
14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)
15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)
16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)
17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)
18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)
19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)
20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)
21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)
22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)
23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)
24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)
25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)
26. Haydi Hizmete!.. (1997)
27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)
28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)
29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)
30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)
31. Mi'rac Gecesi (1998)
32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)
33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)
SEVGİ VE KARDEŞLİK
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Üzerimize saçtığı sonsuz nimetlerinden dolayı Rabbimize tâkatimizce hadsiz hesapsız hamd ü senâlar olsun... Onun alemlere rahmet olarak gönderdiği habîb-i edîbi, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ'sına içten, candan salât ü selâmlar olsun...
Bugün burada en yaygın, en mühim, en tatlı duygulardan biri olan sevgi konusunda konuşmak üzere bulunuyorum. Sevgi müslümanın nazarında nasıl bir şeydir; makbul müdür, merdud mudur, yasak mıdır, haram mıdır, mübah mıdır, helâl midir?.. İslâm'da yeri var mıdır, yok mudur?.. Önemli bir konu.
Sevginin evrensel ölçüler içerisinde insana rûhî bakımdan, bedenî bakımdan ne kadar faydalı olduğu bilinen bir husustur. Sevgi ile beslenen bebekler, sevgiden mahrum büyütülen bebeklerden daha büyük bir gelişme gösterirler. Çok büyük bir doğumevinde, aynı günde doğmuş belli sayıdaki bebekleri ikiye ayırmışlar. Bir grubunu severek, okşayarak, şakalaşarak beslemişler bir kaç hafta... Bir kısmına da sadece aynı miktarda gıdaları vermişler. Çocuklar daha küçük, yeni doğmuş, aynı günde doğmuş, kiloları aynı; fakat sevgi ile beslenen çocuklar daha çabuk gelişmişler, sadece gıdası verilen çocuklardan daha hızlı neşv ü nemâ bulmuşlar.
Bu, sevginin bir maddî gücü olduğunu da gösteriyor. Sıhhî gücü olduğunu, rûhî bedenî gücü olduğunu gösteriyor. Bu belli... Ailevî ve ictimâî yönden de çok önemli olduğu, o da isbatlanmış bir husustur. Bu ilimlerle ilgilenen kimselerin bildiği bir husustur. Bütün suçlu insanlar, ailesinde sevgi görmemiş, toplumdan dışlanmış, sevgisiz ortamda yetişmiş insanlardır. Bütün başarılı insanlar sevgi ile büyümüş, çevresinde kendisini seven, destekleyen insanlar olan kimselerdir.
Böylece sevgi maddî yönü ile de ele alınması gereken bir konudur. Ayrıca dînî bakımdan da önemli bir konudur. Çünkü çok sevaplı bir konudur. Sevgiye sevap ve mükâfaat çok fazladır. Sevginin ahirette de çok büyük faydası olacaktır. O bakımdan bir müslüman olarak bu konuda düşüncelerimizin bilinmesi, müzakere edilmesi, tanıtılması önemlidir.
a. Sevgi Nedir?
Sevgi gönlün tad duyduğu, lezzet duyduğu, beğendiği bir şeye meylidir. Yâni, bir meyil var, bir akış var, ama bu beğenmekten, sevmekten kaynaklanıyor, lezzetten, tad duymaktan kaynaklanıyor. Arapçada sevgi, meveddet ve mahabbet kelimesiyle ifade edilir. Biz mahabbeti muhabbet yapmışız. Mim harfi dudak harfi olduğu için, Türk telaffuzu üstününü ötüreye çevirmiştir. Aslı mahabbettir. Çünkü masdar-ı mîmî sigasıdır, mimi üstünlüdür.
Meveddet ve mahabbet denildiği gibi, hubb ve vüdd de kullanılmıştır. Seven insana muhib denmiştir, sevilene mahbub denmiştir. Habib denmiştir, mevdûd denmiştir. Allah-u Teâlâ'nın esma-ü hüsnâsından birisi Vedûd ismidir. Ehab kelimesi hadis-i şeriflerde çok geçer, şu şundan daha sevgili, sevimli mânâsına... işte bu kelimelerle ifade edilen bir duygudur. Eğer bu duygu şiddetli ise, kuvvetli ise, buna aşk adı verilir. Bunun da doğrusu Arapçada esre ile ışk'tır ama, Türkçede onu aşk diye telaffuz etmiş büyüklerimiz. Galat-ı meşhur diyoruz böyle yaygın olan tatlı yanlışlıklara...
Şiddetli seven insana âşık derler. Sevilene mâşuk adı verilir. Edebiyatımızda bir Aşık Edebiyatı vardır; eline sazı alıp, diyar diyar gezip sevgisini sazıyla terennüm eden insanların ortaya koyduğu edebiyat... Divan Edebiyatı ondan hiç aşağıya kalmaz, aşk ve sevgi bakımından dopdolu şiirlerle lebâleb doludur.
Aşk duygusunun, sevgi duygusunun karşıtı Arapçada nefret vardır. Sevilmeyen şeye menfur derler. Biraz daha şiddetli ise bu duygu, buğz derler. Sevilmeyene mebğuz denilir, mahbubun zıddı olarak... Kızana mubğiz denilir, muhibbin zıddı olarak... Bu kızgınlık çok daha şiddetli ise, makt adını alır. Şiddetli kızgınlık, şiddetli sevmemek demek... Bir de bu sevmemekten doğan iç kaynamasına, sevmediği insana karşı insanın içinin kaynamasına gayz denilir. Bu gayzı tutmaya, insanın kendisine hakim olmasına kezmül-gayz; tutan insana kâzımînel-gayz derler. İnsanın kızgınlığını tutabilmesi, insanın duygusunda fren olması, güzel bir şey...
Tabii nihayet, sevginin karşıtı bir kelime olarak adâvet kelimesi vardır, düşmanlık etmek mânâsına... Düşmanlık edene adüv derler, çoğulu a'dâ gelir. İşte böyle kelimelerle bu konu kur'an-ı Kerim'de, hadis-i şerifte, İslâmî edebiyatta geçer.
Bu gönlün, kalbin meylinin mahiyetini tahlil ettiğimiz zaman, "Nerden çıkıyor insanın gönlünün böyle bir şeye akması bir şeyi beğenmesi, ondan lezzet alması nerden doğuyor?" diye sevginin felsefesini yaptığımız zaman, görüyoruz ki sevginin iki kaynağı var:
1. İnsanoğlu tam olan, kâmil olan, eksiksiz olan şeyi seviyor. Yâni bir şeye baktı da onda eksik görmedi mi, tam gördü mü, "Hah, tam istediğim gibi, hiç eksiği yok, kusuru yok!" diye öyle şeyi seviyor,tamlığı seviyor. Arapçası bunun kemâl'dir. İnsanoğlu kemâli seviyor, olgunluğu seviyor, tamlığı seviyor.
2. Bir de cemâli seviyor. Cemâl, güzellik demek...
Cemâli ve kemâli sevmekten, ona meyilden hasıl oluyor sevgi dediğimiz şey... Bazı şeyler, kendisi kâmil olduğundan veya cemil olduğundan, güzel olduğundan sevilir. Başka bir izahı yoktur. Meselâ: Şu rengi seviyorum, şu çiçeği seviyorum, şu manzarayı sevdim... gibi.
Böyle sevilen mahbublara, hiç başka bir sebep aranmadan, sırf kendisinden dolayı sevilen sevgililere mahbûbün li-aynihî denilir. Bir de, bazı şeyler insana bazı şeyleri kazandırır. İnsanoğlu kendisini seviyor. İnsanoğlunda kendisini sevmek, korumak, hayatını devam ettirmek, kendisini savunmak içgüdüsü var. Kendi varlığını seviyor ve korumağa çalışıyor. Yaradılışı itibariyle, Allah onun içine bu duyguyu koymuş. İnsan, kendisine faydası dokunan, menfaatine olan şeyi sever. Bir de menfaatten kaynaklanıyor Bir şeyden menfaatlendiği için, insan onu seviyor. Meselâ, gıda, hava, su gibi şeyleri sever. Malı sever, parayı sever. Halbuki doktorlar diyorlar ki, "Paranın üstünde ne kadar mikrop var, o mikropları görsen, eline almak istemezsin!" Ama parayı seviyor. Çünkü bir şeyleri kazanmasına, başka sevdiği şeyleri elde etmesine sebep olacaktır.
İşte böyle başka bir sebepten, faydası olduğu için, menfaatten dolayı olan sevgiye de mahbûbün li-gayrihî derler. Yâ bizzat kendisi sevimsiz bile olsa, başka sebepten seviliyor. Çünkü, onunla başka sevilen şeyler elde ediliyor. Meselâ:
(El-insânü abîdül-ihsân) [İnsan, ihsânın kölesidir.] İyilik yapanı sever insan... Bir insan seni sevmiyor, aranızda bir soğukluk var, bürûdet var, buzlar var, karlı dağlar var... Çare?.. Hediye ver!
(Tehâdev tehàbbû) "Hediyeleşin, birbirlerinizi seversiniz." buyuruyor Peygamber Efendimiz. Ne oluyor?.. Sağlanılan menfaatler yavaş yavaş sevgi uyandırıyor.
Bir de çok mühim olan bir mahbûbun, sevgilinin hatırı için sevilen şeyler vardır. Aslında sevilecek bir şey değildir de onun hatırı için sevilir. Meselâ, ilaç acıdır ama, sıhhatin hatırı için içilir. Eğer içine sevilecek şeyler konulmamışsa, ilâcın kendisini sevmek yok her zaman... Çocuk sevsin diye bazan kokular, tadlar ilâve ediyorlar; çukulata tadı, meyva tadı, şeker tadı... O zaman seviyor.
Ama ilacı doğrudan doğruya ilaç olduğu için sevmiyoruz, sıhhatimize yardımcı olduğu için seviyoruz. Kendi isteğimizle gidip ameliyat oluyoruz. Neden?.. Sonunda sıhhat kazanacağız diye. Aslında kanımız dökülecek, canımız yanacak, bayılacağız, ayılacağız; ama ne yapalım, istiyoruz, seviyoruz.
Sonra çalışmayı seviyoruz, yorulmayı seviyoruz. Adam erkenden eşofmanını giyiyor, koşuyor. Ter akıyor, kan ter içinde kalıyor, ama sıhhat kazanacağım diye yapıyor, seviyor. Yâni yorgunluğuna rağmen, adaleleri ağrımasına rağmen... Hattâ masaj yaptırıyor kurtulmak için...
Sonra cihadı seviyoruz. Allah'ın dini yayılsın diye, Allah'ın rızasını kazanalım diye şehadeti seviyoruz. Helâl olan şeyleri sevimsiz bile olsa, seviyoruz; haramlar sevimli bile olsa, sevmiyoruz, kızıyoruz. Adam zevkten içkiyi içiyor, ama biz içki içene kızıyoruz. Neden?.. Haram!.. Haram diye biz sevmiyoruz.
Demek ki Allah için, çok sevilen birisi için böyle sevimsiz bile olsa, bazı şeyler seviliyor.
b. Makbul Olan Sevgiler
İslâm'ın yapısı içinde sevginin çok yeri vardır. Makbul olan sevgiler vardır, makbul olmayan sevgiler vardır. Şöyle ilk tanıdığımız sevgiden itibaren sıralamaya başlayayım:
1. Anne Baba Sevgisi
Sevgiyi ilkönce annemizden öğreniriz; annemizin sıcak bağrından, yumuşak göğsünden tadarız. Annemizi severiz önce... Anne baba sevgisi çok makbul bir sevgidir. Allah'ın tavsiye ettiği, teşvik ettiği, sevap verdiği, razı olduğu bir sevgidir.
(Rıdar-rabbü fî rıdal-vâlideyn) "Allah'ın razı olması annenin, babanın razı olmasına bağlıdır." O kadar önemlidir.
(Elcennetü tahte akdâmil-ümmehât) "Cennet annelerin ayakları altındadır." Hani nerde, ayağına kapanmak lâzım!
Allah-u Teâlâ Hazretleri anne babaya iyiliği Kur'an-ı Kerim'de emretmiştir:
(Ve kadà rabbüke ellâ ta'büdû illâ iyyâhu ve bil-vâlideyni ihsânâ) [Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, an-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.]
(Ve lâ tekul lehümâ üffin ve lâ tenherhümâ ve kul lehümâ kavlen kerîmâ) [Onlara karşı 'Öf!' bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle!] diye, "Öf, aman!" bile demeyi yasaklamıştır.
Bir evlât babasına, anasına iyi bir davranışta bulunur da, kendisine sevgi ile bakmasını sağlarsa; o çocuk, bir köle azad etmiş gibi sevap kazanır, sırf o bakışı sağladığı için... Anası baktı diye, babası baktı diye, oğlana bir köle azad etme sevabı verilir. Bir köle kaç para eder bu devirde bilmiyorum ama, herhalde bir Mercedes eder en aşağı... Yâni çok büyük sevap kazanır.