261 ilâ 280. sayfalar

--Sakın ha! Bunu yapma günah olur. Zararlı. Onu yaparsan yaparsın ama sonra başın derde girer, hapse girersin, karakola düşersin, mahkemeye düşersin, fena olur...

Akla danışıncak, İslâm'a danışacak, o kötülüğü yapmayacak. İşin mekanizması budur. Yâni hayatta iyi müslüman olmanın mekanizması bu kadar basittir. Şeytan var, nefis ona kanıyor, güzel şeyleri gördü mü dayanamıyor, gevşiyor, yapacak gibi oluyor. Bir de akıl var, akıl da diyor ki: "Sakın ha!.."

--Müslümana her şey yasak mı? Yâni güzel şeyler yasak mı müslümana?..

Değil. Her şeyin bir serbest tarafı da var. Zina yasak, evlilik serbest. Helâl lokma yemek serbest, haram yasak. Başkasının hakkını çiğnemek yok ama kendi hakkından istifade etmek var. Bütün etler helâl, domuz eti haram. Sen de domuz yeme. Ne yapalım? Faiz haram, ticaret helâl. Ticaret yap, kazan, ye! Şarap haram, şurup serbest. Şurupların, şerbetlerin alâsından iç. Yâni kala kala bir şaraba mı kaldın, illâ Allah'a isyan mı etmen lâzım? O kadar güzel güzel meşrubat var, bırak, ta git oraya, Allahın kızacağı içkiyi iç... Ne lüzumu var?

281

Ne yapması lâzım insanın? Haramdan kendisini tutması lâzım. Helâl yoldan işini görmesi lâzım!.. Helâllerin sayısı istatistik yapılsa haramlardan kat kat fazladır. Ya bu insanoğlu amma acayip mahlûk; bu kadar çok olan helâlleri atlıyor atlıyor, geçiyor geçiyor, cup harama dalıyor. Helâllerle yetin! Hiç bir eksiği yok ki... Müslüman olan bir insanın bir eksik tarafı var mı? Öbür insandan ne farkı var? Ne mahrumiyeti var? Hiç bir mahrumiyeti yok. Allah'ın emrini tutarsa sevap kazanacak, bir de cennete gidecek. Şeytanın buyruğuna kanarsa, aldatmacasına kanarsa dünyası ahireti mahvolacak, cehenneme gidecek. Yâni katiller şeytana uyup yapmışlar o işi, memnunlar mı? Hırsızlar, hapistekileri memnunlar mı? Yuvası yıkılanlar, kumarbazlar, bilmem kimler memnun mu? Değil...

Bu kadar basit mesele ama, işte bunu bilmek lâzım. Yâni insanın içinde bir nefsi var, düşman... Bir de görünmeyen bir düşmanı var; önünden, arkasından, sağından, solundan gelir. Çelme takar, aldatır, kafasını çeler, her işi yaptırtır... Ona kanmamak lâzım. Kanmamayı öğrenmek lâzım, aldanmamayı öğrenmek lâzım muhterem kardeşlerim!

282

Bir hadis-i şerifi biraz böylece uzattık ama bu hadise değer. Bu hadis önemlidir. Allah insanın kaşına gözüne, boyuna posuna, yüzünün pembe yanaklarına, hilâl kaşlarına, kıvrım kirpiklerine bakmaz. Dış görünüşüne bakmaz, sûretine bakmaz. Gönlüne bakar, niyetine bakar, yaptığı işlerin iyi olup olmadığına bakar. Gönlümüzü temiz tutacağız, temizleyeceğiz. Tasavvufla gönlümüzü temizleyeceğiz. İşlerimizi de, Allah'ın emrettiği işleri yaparak güzel işler yapacağız. Bu kadar basit.

Bana sorun, ben ilâhiyat fakültesinden emekli profesörüm:

--Müslümanlıkta bir zarar var mı hocam? Bir mahrumiyet var mı? Aç mı kalıyor insan, açık mı kalıyor?..

Hayır! Hiç bir zarar yok. Bir sürü fayda var. Hadsiz, hesapsız, sayısız faydalar var... İslâm'ın emrettiği her şey faydalı, yasakladığı her şey de zararlı olduğu için yasaklamış. İçkinin vücuda zararı var. Kumarın topluma zararı var, aileye, keseye zararı var. Domuz etinin zararları var. Neyi yasaklamış?.. Faizin zararı var. Bazı insanlar beleşçi oluyor. Bankacılar, sigortacılar başkalarının sırtından kazanıyor. Helâl kazansın herkes, hak ettiği kadar alsın. Birileri ırgat gibi çalışıp, ötekiler beleşten yemesin. Toplum mahvoluyor.

283

İslâm'ın her emri güzeldir, uygundur. Her yasağı iyi ki yasaklanmıştır. Yasaklanmasının sebebi, hikmeti vardır. İslâm'a sarılacağız, öyle hareket edeceğiz.

İkinci hadis-i şerif:

d. İyiliğe Kat Kat Karşılık

ME. 302 (İnnallàhe ketebel-hasenâti ves-seyyiât, sümme beyyene zâlike fî kitabihî, femen hemme bihasenetin felem ya'melhâ ketebehallàhu indehû haseneten kâmileh, fein hemme bihâ feamilehâ ketebehallàhu indehû aşra hasenâtin ilâ seb'imieti dı'fin ilâ ed'àfin kesîreh, Ve men hemme biseyyietin felem ya'melehâ ketebehallàhu indehû haseneten kâmileh, fein hüve hemme bihâ feamilehâ ketebehallàhu aleyhi seyyieten vâhideh.)

Bu iki büyük meşhur, en kıymetli hadis alimi Buhâri ve Müslim tarafından rivayet edilmiş. Bu sözü Peygamber Efendimiz'den duyup da, bize nakleden de Abdullah ibn-i Abbas RA. Yâni Peygamber Efendimiz'in amcasının oğlu, yeğeni. Sağlam. Bu da defterimize yazıp ezberlememiz, unutmamamız gereken hadislerden birisi...

Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz bu mübarek sözleriyle:

(İnnellàhe ketebel-hasenâti ves-seyyiât) "Allah-u Teàlâ Hazretleri iyilikleri, kötülükleri yazdı levh-i mahfuza, yâni belirledi, şunlar iyi şeyler, bunlar kötü şeyler... (Sümme beyyene zâlike fî kitâbihî) Sonra bunu bize gönderdiği Kur'an-ı Kerim'le de bildirdi: "Şu haram yapmayın, bu helâl öyle yapın!" Bunları siz de Kur'an okuyan kimseler olarak biliyorsunuz.

284

"O halde, (femen hemme bihasenetin) kim bir iyi işi yapmaya niyetlenir, kalkışır da (felem ye'melhâ) yapamazsa..." Bir mani çıktıp filân yapamadı, olur ya özür, mazeret filân diyoruz. İnsan işe bile gidemiyor bazen, yapacağı şeyleri yapamıyor. Yapamadığı ama, yapmaya niyetlendiği şeye, (ketebehallàhu indehû haseneten kâmileh) Allah yapmış gibi yazar onun sevabını..."

--Yapamadı ama!

Olsun, yapmaya niyetlendi. Bir özürden dolayı iş engellendi, yapılmadı. Allah ona yapmış gibi sevap yazar. Misallendirelim, hatırda kalsın diye:

Bir yahudi müslüman olmuş, hastanedeymiş. Müslüman olduğu için, kardeşimiz... Cuma günü ziyaret edelim dedik. Perşembe gününden yarın ziyaret edelim diye niyetlendik. Fakat sonradan o gün bir işlem daha yapılacakmış, ziyaretçi kabulü filân yokmuş. Yapamadık ziyareti.

Şimdi biz ne yaptık? Niyetlenmiştik yapacaktık ama bir engel çıktı yapamadık. Biz o hasta ziyaretini yapmış gibi sevap kazandık. Neden? İşte bu hadisten dolayı... Allah vaad ediyor. Niyet ettiği zaman bir mazeretten yapamazsa yapmış gibi sevap veriyor. Bu bir...

285

(Sevfe in hemme bihâ feamilehâ) "Eğer bir şeyi yapmaya niyetlenir de yaparsa..."

--Tamam niyetlenmiştim, yaptım, bitirdim.

"Başarırsa, (ketebehallàhu indehû aşra hasenât) Allah onu bir sevap olarak yazmaz, on misli, on defa yapmış gibi yazar. (İlâ seb'i mieti dı'fin) Hatta bazen yediyüz misli kadar arttırarak; yâni yediyüz defa yapmış gibi, yediyüz misli gibi sevap yazar. Hatta bazen, (ilâ ed'àfin kesîretin) çok daha fazla sevap yazar."

Bak yapabildiğini bire bir mükâfatlandırmıyor. Bire on, bire yediyüz veya daha fazla... Bire on; diyelim ki birisine bir ebise aldın. Fakir bir çocuk gördün, acıdın, babasını da tanıyorsun. "Gel bakalım bayramda giyersin!" dedin, bir fakire elbise aldın. Veya okul çağında baktın çocuğun çantası eski; "Al evlâdım şu çantayı!" diye bir çanta aldın. On çanta almış gibi, on çocuğu giydirmiş gibi sevap kazandın.

Ya da bazen daha fazla olur. Meselâ Allah yolunda harcadın, Çeçenistan'daki müslümanlara: "Bu Ruslar üstünlüklerinden faydalanarak bu müslümancıkları eziyorlar. Ben de burdan İngiltere'den şunlara yardım edeyim!" dedin, yüz sterlin gönderdin. Cihada gönderilen paranın mükâfatı bire yediyüzdür. Yediyüzle yüzü çarparsan kaç olur? Yetmişbin paund göndermiş gibi sevap alırsın. Yediyüz misli... Çünkü cihada mükâfatı fazla veriyor Allah.

286

Cihada mükâfatı fazla verir, anaya babaya ikrama makâfatı fazla verir. Babana gidersin:

"--Babacığım, kış geliyor sana içi yünlü bir terlik aldım, al."

Yediyüz tane terlik almış gibi sevap kazanırsın.

"--Anacığım bak sana yünden bir başörtü aldım. Şöyle boynunu güzelce sar, karda kışta kulakların üşümesin!"

"--Sağol evlâdım, teşekkür ederim."

Tamam. Sanki yediyüz tane başörtü almış gibi sevap kazanırsın. Ana babaya yapılan ikramlar bire yediyüzdür, cihada sarfedilen paralar bire yediyüzdür. Başka? Ailesine götürdüğü yiyecek içecek bire yediyüzdür. Eve fileleri götürüyorsun, kapıyı burnunla çalıyorsun, anlınla çalıyorsun zili, ellerin dolu... Basıyorsun zırrr, hanım açıyor, al. Yediyüz file götürmüş gibi sevap kazanırsın. Eve ikram da böyle. Yediyüz file ne kadar eder bilmiyorum. Her file yirmişer kilo olsa, üüüf, ne kadar sevap kazanıyor insan eve götürdüğü zaman.

Bir şey daha var hadis-i şerifte söylenen; Ramazan bayramında insan evde kurban keserse, Kurban bayramında değil Ramazan bayramında, bayramdır diye kurban keserse, onun da mükâfatı bire yediyüzdür. Bir kuzu kestin çiflikte... Yediyüz kuzu kesmiş, kurban etmiş gibi sevap kazanırsın. Onu da bildiyor hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz.

287

Ben bunu yazıyorum, söylüyorum arkadaşlara: "Bakın, diyorum, bunu defterinize yazın. Açın takviminizi, 'Ramazan bayramında bir kurban keseceğim!' diye oraya yazın, yediyüz kurban kesmiş gibi sevap alacaksınız." diye. Bizim arkadaşlar yapıyor bunları. Türkiye'de bizim uyguladığımız şeyler bunlar.

--Pekiyi, (ilâ ed'àfin kesîretin) bundan da fazlasını verirmiş bazısına Allah. Bildiğiniz bir şey var mı hocam bundan fazla? Yediyüzü anladık, hoşumuza gitti. Tamam; eve götürdüğümüz yediyüz misli sevap, anamıza babamıza harcadığımız yediyüz misli, cihada verdiğimiz yediyüz misli... Daha yüksek bir şey var mı? Okduğun hadislerden böyle aklında kalmış bir şey var mı hocam?..

Var: Bir insan zikir yapars,a zikrin mükâfatı bire yetmişbindir. Bir kere "Allah" dese yetmişbin defa "Allah" demiş gibi. Bir kere "Lâ ilâhe illallah" dese yetmişbin defa "Lâ ilâhe illallah" demiş gibi; bir defa "Kulhuvallàhu ehad" okursa, yetmiş tane "Kulhuvallàhu ehad" okumuş gibi, o kadar sevabı çoktur. Zikrin sevabı yetmişbindir. Hadiste böyle geçiyor. Yetmişbini nerden çıkartıyormuşuz, o hadis-i şerifi de okuyalım:

288

(Zikrullahi teàlâ efdalü indallàhi minen-nafakati fî sebîlillâhi bimîeti derecetin) "Allah'ı zikretmek sevap bakımından Allah indinde cihada harcanan paradan, yapılan hayırdan yüz misli daha fazladır."

Cihadın kaç olduğunu söylemiştik? Yediyüz olduğunu söylemiştik. Onun yüz misli kaç eder? Yetmişbin... Zikrullahın sevabı bire yetmişbindir. Başka hadisler de var, yâni bu hesapla bulduğumuz gibi doğrudan doğruya bunu bildiren hadisler de var.

--Pekiyi hocam, bu da hoşumuza gitti. Zikir de yapalım, hem de kolay. Hem ben dükkanda çalışırım hem de "Allah derim", ne varmış yâni. Sevap kazanıp dururum. Hem yolda giderim, hem arabamı kullanırım hem: "Allah Allah..." derim ne olacak yâni. İşte gayet kolay. Tamam hocam, bu da kabul. Bundan da yükseği var mı? İştahlandırdın akşam akşam bizi...

Var: "Eğer bir insan zikri içinden yaparsa, onun sevabı diliyle yaptığı zikirden yetmiş kat fazladır." diyor Peygamber Efendimiz, o da bir hadis-i şerif.

Bak, bunları herkes bilmez. Ben iğneyle kuyu kazar gibi hadisleri okudukça bunları ezberledim, hatırımda tuttum. Hangi hocadan duydunuz bu kadar yüksek mükâfatları? Atmıyorum da, tutmuyorum da; önümde hadis kitabı var. Palavra da sıkmıyorum, hadis okuyorum. Rasûlullah'ın söylediğini size bildiriyorum.

289

Yetmişbinin yetmiş katı kaç eder? Dörtmilyon dokuzyüzbin eder. Beşmilyondan yüz eksik. Dörtmilyon dokuzyüzbin... Yâni ben içimden Allah dersem. Bak şimdi yüksek sesle Allah diyorum: "Allah... Allah... Allah..." Yetmişbin, yetmişbin, yetmişbin; ikiyüzonbin etti. İçimden diyeyim şimdi:

"........................"

Söyledim yine ama duymadınız. Çünkü içimden söyledim. Ben duyuyorum, ben anlıyorum, kimse bilmez bunu. Allah'tan başka kimse bilmez. Yâni söyleyen bilir, başkası bilmez. Melekler de bilmezmiş bunu. Bunun sevabı dört milyon dokuzyüzbin... O zaman ne yapmak lâzım? Mümkünse zikri sessizce yapmak lâzım. Kimse bilmesin.

Onun için bunları yapmaya gayret edin. Gelelim hadis-i şerifin okunmasına; demek ki Allah yapılan bir iyiliği bire bir mükâfatlandırmıyor, bire on verebiliyor, bire yediyüze kadar verebiliyor, bire yediyüzden fazla da veribiliyor. Misallerini ben söyledim. Bire yetmişbin aşikâre zikir... Bunun yetmiş kat fazlası kalbinden, içinden gizli zikir... Dört milyon dokuzyüz bin ediyor o da.

290

Bir şey daha söyle derseniz, bu da hoşunuza gidecek tahmin ediyorum. Bizim Hocamız cennet mekân Rh.A Efendimiz Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'yle Ankara'da bir ihvanımızın evine gitmiştik. Çankaya'da çok güzel bir evi vardı. Bütün Ankara, misafir salonundan tabak gibi görünüyor, benim şu halıyı gördüğüm gibi Ankara ayaklar altında... Tam Çankaya'nın altında, en güzel yer. Çok geniş salonu vardı. Hocamızı çağırdı evine, toplantı oldu, herkes kalabalık geldi. Başka bir hocanın dervişi de geldi. Yâni hocamıza intisablı değil, başka bir hocaefendiden geldi. Halen sağ, o hocaefendiyi de tanıyorum, ismini söylemeyeceğim. Ama hocamızı çok seviyor.

Hocamız, hocalar güzeliydi. Böyle bembeyaz sakalı vardı, kırmızı yanakları vardı, heybetliydi, güleç yüzlüydü, Gören: "Kim bu güzel adam?" derdi. O kadar güzeldi. Benim gibi böyle kara yüzlü değildi.

Soruyu soran Bağdat'ta filân okumuş, alim, Diyanet'te hocalık yapan bir kimse, kuvvetli hafız, Kur'an'ı da biliyor:

"--Hocam, dedi, şunun sevabı şu kadar, bunun sevabı bu kadar... Bunlardan daha çok sevaplı bir şey var mı?" dedi.

291

Benim de hoşuma gitti bu soru, herkesin de hoşuna gitti. Adam sevap kazanmak istiyor belli. Sevaplı şeyi soruyor. Hocamız sanki onun sormasını bekliyormuş gibi, ne başını böyle öne eğip düşündü, ne tereddüt etti; daha o sözünü tamamlarken dedi ki:

"--Evet var!.."

"--Nedir Hocam?" dedi.

Gözleri böyle hazine görmüş bir insan gibi açıldı. Tabii heveslendi. Meraktan, hani tam böyle kalenin önüne top gelmiş, vuruyor; "Gol mü değil mi?" filân der gibi, o kadar heyecanlı bir şey.

Dedi ki:

"--Bir insan tasavvufta zikre çalışırsa, zikre çalışa çalışa gelişme olur kendisinde. Sonra bu gelişmelerin sonunda, bir kere 'Allah' dedi mi, bütün vücudunun zerreleriyle beraber hep birlikte 'Allah' der. Bu çalışmadan sonra, zikir bütün vücuduna yayılır. Çalışmalarla gelişe gelişe parmakları zikreder, ayakları zikreder, saçları zikreder, her taraf zikreder... Sonra bir kere 'Allah' dedi mi, bütün zerreleriyle zikreder. İşte bu en sevaplıdır." dedi.

Bir insanın vücudunda ne kadar zerre olduğu hakkında doktor kardeşimiz hücreleri söyleyebilir. Bir insanın vücudunda kaç milyar hücre var, tahminen yuvarlak bir rakam söyle, top gibi yuvarlak olsun.

292

"--Milyardan çok fazla..." [dedi]

Kaç milyar hücre var. Bir de bu hücreler moleküllerden, atomlardan meydana geliyor. Yâni zerrelerin sayısını Allah bilir. Yâni bir insan kâmil bir derviş olup da, zikri ilerletip de bu hale ulaşıp da, "Allah" dediği zaman tüm zerreleriyle "Allah" diyecek hale geldi mi, bir "Allah" deyişte çok muazzam sevap kazanır. Müthiş bir şey olur.

Bu hale nasıl erişir insan?.. Çalışarak erişir.

--Sen bisikletle tel üzerinde gidebilir misin?

--Gidemem.

--E pekiyi, tel üzerinde yürüyebilir misin?

--Yürüyemem.

Bu bir çalışma işi, idman işi. Herkes yapamıyor.

--Sen bu adamın tramplenden atladığı gibi atlayıp da, üç defa parende atıp, iki defa burgu yapıp suya yine böyle çubuk gibi çuff diye girebilir misin?..

--Giremem. Olimpiyat şampiyonlarının işini söylüyorsun hocam. O çok çalışıyor, ondan öyle yapıyor.

Tamam. Çalışmadan olmuyor. Demek ki, bu hale ulaşmak da bir çalışma işi... Demek ki, daha büyük sevaplar da var. Evliya oldu mu insan daha büyük sevapları da kazanıyor. Yâni büyük zenginlerin büyük para kazandığı gibi, parası çok olanın, büyük sermaye sahiplerinin toptan büyük paralar kazandığı gibi, dini iyi bilen büyük şahısların da büyük kârları oluyor muhterem kardeşlerim!..

293

e. Kötülüğün Karşılığı

Hadis-i şerife devam ediyoruz:

(Ve men hemme biseyyietin) "Eğer bir insan, 'Yarın ben şu kötülüğü yapayım!' diye bir kötülük yapmaya niyet ettiyse; (felem ya'melhâ) ama sonradan vazgeçtiyse, (ketebellàhu indehû haseneten kâmileh.) Allah ona tam bir hasene yazar." Yâni insan, bir kötülüğü yapmaya niyet edip de vazgeçtiği zaman sevap alır.

Meselâ bir kimse, "Ben falancaya kızdım, niyetlendim: Yarın tabancamı belime takacağım, köşe başında onu bekleyeceğim. Daha herkes uyuyor, gecenin yarısında, sabahın erken vaktinde işine gidiyor, biliyorum. O tam benim atış mezilimin içine girdiği zaman, dükkânını açarken ateş edeceğim: 'Grav... Grav... Grav...' Ondörtlüyse ondört, yediliyse yedi, dokuzluysa dokuz... Kurşunların hepsini sıkacağım. Çok kızıyorum, öldüreceğim keratayı..."

Bugün adam niyetlendi, şarjörleri doldurdu, tabancasını yağladı, mağladı... Daha sonra geceleyin: "Hadi ben bu işi yapmayayım, Allah'ından bulsun. Bana çok kötülük yaptı ama neyse, ben affedeyim; Allah'ından bulsun!" dedi.

294

Bazen öyle diyorlar. "Allah'ından bulsun, cezalandırmaktan vazgeçtim." diyor meselâ.

Bazen böyle kan davaları oluyor Doğu Anadolu'da filân... Korkunç! Takip ediyorlar. Ta dünyanın öbür ucuna kaçsa kan davası diye kovalıyorlar, onu orda öldürüyorlar. Üstüne atlıyor, benim dediğim gibi yapıyor, kaç tane bıçak saplıyor. Yetmişbeş defa bıçak saplıyor. Öldürdüğü yetmiyor, saplıyor da saplıyor... Zor tutuyorlar, elinden alıyorlar, hapse götürüyorlar. Bu sefer öbür tarafın adamları da bunu öldürmek için bunun peşinde...

Böyle şeyler oluyor. Çok misalleri var yâni. Ama kimisi de diyor ki: "Allah'ından bulsun, tamam ben bu işi burda kesiyorum. Kan davası gütmüyorum. Allah ne yaparsa yapsın." Vazgeçiyor. Tamam. Bir kötülüğü yapmaktan vazgeçene Allah sevap verir, vazgeçtiği için.

(Fein hüve hemme bihâ feamilehâ, ketebehallàhu aleyhi seyyieten vâhideh.) Eğer bir kötülüğü yapmaya niyetlendi de, bir de yaptıysa onu..."

O zaman ne olur?.. Meselâ dedi ki: "Yarın pazar günü değil mi; ben gideceğim, falanca meyhaneye gireceğim, küpü bitireceğim. İçeceğim içeceğim, dibini buluncaya kadar içeceğim." dedi, kötülüğü yapmaya niyetlendi. Ertesi gün bunu yaptı. Ne olur?.. Bir günah yazar Allah... Yâni on misli, yüz misli, yediyüz misli filân değil, bir günah yazıyor.

295

Bak, günahından vazgeçerse sevap yazıyor, günahını işlerse bir günah yazıyor. Ama sevaplı işi yapmaya niyet eder de yapamazsa, bir sevap yazıyor. Sevaplı işi yaptığı zaman on sevap, yediyüz sevap, yetmişbin sevap, dörtmilyondokuzyüzbin sevap, milyar sevap yazıyor... Ama günahlı iş yaptığı zaman, bir günah yazıyor.

Pekiyi, bir insan cehenneme nasıl gider bu durumda?.. Çok günah işliyor da ondan giriyor kepaze... Yâni az az olmasına rağmen o kadar günahı birikiyor ki, cehenneme giriyor. Halbuki sevaplar kat kat toplanıyor, cennete gidebilmesi lâzım herkesin... Aslında herkesin cennete gidebilmesi lâzım! Çünkü sevaplar onar onar geliyor, yediyüzer yediyüzer geliyor, yetmişbiner yetmişbiner geliyor, dört milyon dokuzyüzbin dört milyon dokuzyüzbin geliyor, milyar milyar geliyor. Günahlar da bir bir ilerliyor. Bir bir ilerlediği halde insanın günahı ağır gelse ne demek?.. Bu adam iyice kepaze demek, bu adam iyice katran gibi kara kalpli bir insan demek. Pek çok kötülük işlemiş de ondan böyle oldu.

296

Bu hadis-i şeriften neyi anlıyoruz?.. Allah'ın rahmeti çok. Allah, kulları azaplandırmak istemiyor. Rahmetinden, azaplandırmak istemediği için peygamberler gönderiyor, haber veriyor: "Yapmayın, etmeyin, şu yoldan giderseniz uçuruma yuvarlanırsınız. Bunun arkası uçurum. Cehenneme düşersiniz, yanarsınız!" diyor. Kitap gönderiyor, peygamberler söylüyor, evliyalar söylüyor, hocalar söylüyor, vaizler söylüyor, müftüler söylüyor, hatipler söylüyor... İnsanlar da inatçı keçi gibi dinlemiyor, inatçı keçi gibi inat ediyor:

--İlle bu tarafa gideceğim!

--Hadi git bakalım...

Salıverdi mi cehenneme gidiyor. İpini bırakıverdin mi atlaya, zıplaya, hoplaya cump kaynar kuyusuna gidiyor. Akıllıca bir şey değil. Olacak gibi bir şey değil ama, insanlar böyle yaptığı için cehenneme gidiyor. Yâni hak ettiği için cehenneme gidiyor.

Tabii biz böbürlenmiyoruz. Kendimize güvenmiyoruz, iddialı değiliz. Şeytandan da korkuyoruz, nefsimizden de korkuyoruz. Kendimize de itimadımız yok. Çok zayıf olduğumuzu da biliyoruz: "Yâ Rabbi ben zayıfım, bana yardım et! Ben çok zavallı durumdayım, bana acı yâ Rabbi! Benim elimden tut yâ Rabbi! Beni bana bırakma yâ Rabbi! Bu şeytanlar beni mahveder, parçalar yâ Rabbi, koru beni yâ Rabbi! Bu nefsin eline beni bırakma yâ Rabbi!.. Bu beni aldatır, zaten şimdiye kadar aldattı yâ Rabbi! Aman yâ Rabbi! Yardım eyle yâ Rabbi! Tevfikini refik eyle yâ Rabbi! Bana kabiliyet ver, hakkı hak olarak göreyim, seveyim, hakkı işleyeyim; batılı batıl olarak göreyim, günahı günah olarak anlayayım da nefret edeyim! Bırakayım şu sigarayı, bırakayım şu içkiyi, bırakayım şu kumarı, bırakayım tembelliği, bırakayım şu namazsızlığı, bırakayım şu günahları... Aman yâ Rabbi yardım et!.." dememiz lâzım.

297

Yardım ederse Allah yardım eder. Dua edene de yardım eder. Amma gevşek davranırsak şeytan bizi aldatır, nefis bizi aldatır. Bir çok insanları aldattığı gibi...

Şimdi bizim Osman kardeşimiz soruyor:

"--Yâni bu kadar insan, hepsi cehenneme mi girecek?"

"--Evet" dedim, şaşırdı.

Bu kadar insan hep cehenneme mi girecek, yâni milyonlar, milyarlarca insan... Mü'min az çünkü... Müslümanım diyenlerin de yarısı çürük, yarısından fazlası çürük. Ayıkla ayıkla sağlam bir şey bulunmuyor, kurtsuz sağlam bulunmuyor. Ayıklıyorsun ayıklıyorsun... Elmaların yarısı çürümüş, tamamı çürümüş filân...

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Cennetlik insanlar, bütün tüm yaratılmış insanların içinde siyah bir öküz derisindeki bir beyaz kıl kadar azdır." Evet var mı bir diyeceğin, bir itirazın mı var?.. Ne yapalım? Çünkü dinlemiyorlar. Çünkü görüyorsunuz ekseriyet dinlemiyor. Bakın etrafınıza, sayım yapın, mahallenizde sayım yapın, bildiğiniz şehirde sayım yapın... Ekseriyet Allah'ın emrine aykırı hareket ediyor. Ne olacak şimdi? Cezayı yiyecek, besbelli... Kırmızıda geçerse ne olur? Kaza yaptı arkadan çarptı, ne olur. Ceza gelir, böyle olur. Kırmızı da geçmesin.

298

Ekseriyet günah yolunda. İşte buyurun...

--Burası İngiliz, İngiltere milletinin yaşadığı yer...

Türkiye'ye gel. Buyur, Ege'ye gidelim, Bodrum'a, Marmaris'e, İzmir'e, Kuşadası'na, Antalya'ya, Alanya'ya... Buyur orada görelim. İstanbul'a gel, Boğaziçi'ne gel, Emirgan'a gel, Beyoğlu'na çık... Onların kaç tanesi sağlam?

Türkiye'nin %99'u müslümanmış. Ne kadar müslüman?.. Ekseriyet şeytana kanıyor. Ekseriyet şeytanın oyuncağı, şeytanın maskarası, nefsinin esiri. Ekseriyet: "Biliyorum bu meret günah, içmemem lâzım!" diyor, içiyor. "Biliyorum bu kumar oynanmamalı..." diyor, ama oynuyor, dayanamıyor. İçiyor içkiyi, gidiyor at yarışlarına bütün parasını harcıyor. "Kazanırsam" diye hırsla...

Şimdi başka kumarlar çıktı. En büyük kumar hangisi bil bakalım? Kumar var, büyük kumar var, daha büyük kumar var, en büyük kumar var. Ben de bir mega kumar diye bir laf attım ortaya, uydurdum.

--En büyük kumar ne?..

--Borsa...

Milyonlarca insan yutuluyor. Yâni kediye bile yükletecek sermayesi kalmıyor. Ata, deveye filân değil, arabaya değil, kediye bile yükletecek sermayesi kalmıyor. Türkiye'yi bırakıp kaçan insanlar biliyorum. Neden? Borsa oyunu oynadığı için.

299

"--Oynamayın bunu!" dedim.

"--Ya hocam, müslüman şirketlerin hisse senedini alırsak..."

"--Bırak şu hikâyeleri, masalları!"

Kurnazlar kazanıyor, saflar yutuluyor. Hepsi alavere, dalavere... Saflar yutuluyor. Zaten gelse bile o paradan hayır gelmiyor. Onun için insanın gözünü açması lâzım! Ne bilelim, Allah herkese akıl vermiş. Herkesin aklı var, aklını kullanacak.

Allah bizi, aklını Kur'an'a uygun kullananlardan eylesin... Rızasını bulanlardan, rahmetine erenlerden eylesin... Gazabına uğratmasın, cehennemine atmasın, ateşlere yakmasın, cayır cayır kömür etmesin bizi. Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin...

Bihürmeti esrârı sûretil-fâtiha...

Eylül, 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

300
301 ilâ 320. sayfalar