181 ilâ 200. sayfalar

Asılmağa götürülüyorken görseniz ne yaparsanız?.. Meselâ, gözünüzün önünde çocuğuna otomobil çarpıyor kadının, nasıl feryâd ü figan ediyor, ne kadar acı bir durum!.. Ahiretteki azab da ebedî... Ebedî azaba uğramak daha acı... Kendiniz cennete gitseniz bile, evlatlarınızın cehenneme gitmesine nasıl razı olacaksınız, nasıl razı olabilirsiniz?.. Olunmaz.

Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, ben de o hakim arkadaş gibi söylüyorum: Evlâtlarınızı koruyunuz. Allah söylüyor zâten:

(K enfüseküm ve ehlîküm nârâ) "Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennemden koruyunuz, cehenneme düşmekten koruyunuz, cehenneme düşmemesini sağlayınız."

Şimdi bir arkadaşımız diyor ki:

"--Ben çocuğumu cumartesi pazar günleri Kur'an kursunua yatılı vermek istiyorum, ne dersiniz hocam?" diyor.

Güzel, çok iyi, tamam... Çünkü çocuğunu kurtarmak istiyor. Çünkü çocuk bazen, yaşı büyüdükten sonra anne-babasını dinlememe durumuna gelebiliyor burda... Hattâ kaçıyor, hattâ kiliseye sığınıyor, hattâ hükümet çocuğun parasını da babanın maaşından kesip alıyor. Almanya'nın kanunları böyle... Böyle olduğunu biliyorsunuz.

201

Onun için ikibin yılına iki sene, iki ay kala... Eylül bitti, eylülü saymayalım!.. Veyahut sayalım; iki sene, iki ay, iki gün, iki saat... Kendi çocuklarınızı korumak zorundasınız, kendinizi korumak zorundasınız.

e. Allah'ın Dini İçin Çalışın!

Kendinizin bile hidayeti, Allah'ın dini için çalışmanıza bağlı...

(Vellezîne câhedû fînâ lenehdiyennehüm sübülenâ) Allah'ın dinine çalışacaksınız! Allah'ın dinine çalışmak için Merih'ten Merihliler gelmeyecek; siz çalışacaksınız, biz çalışacağız. Biz çalışacağız da, Allah bize lütfedecek.

Onun için lütfen bu soruları düşünün! ben isterdim ki bu sorular için, burdaki toplantı bir hafta olsun. Ben size İstanbul'dan birinci sınıf ilim adamları, profesörler çağırayım, parti başkanları çağırayım, en salâhiyetli kimseleri çağırayım, konferanslar versinler; bir hafta burda bu işi enine boyuna müzakere edelim! Ama burda zaman müsait değil, bunu yapacak kadar zamanımız yok. Yalnız bu soruyu açıyorum. İkibin yılına iki yıl, iki ay kala bu soruyu size açıyorum:

"--Avrupa'da yaşayan müslümanlar olarak, ikibin yılında Avrupa'daki İslâm'ın ne olacağını düşünün, ne olması gerekiyorsa tedbirleri alın!"

202

Bakın ben beş aydır burdayım, bir de baktım beş ay geçivermiş. Mayısın başında İsveç'e aile eğitim toplantısı için gitmiştim, işte eylülün sonu, beş ay geçivermiş. İngiltere'ye gittim, Suud'a filân gittim, oralarda da vakit geçti ama, uzun zaman aranızda kaldım. Büyük tehlikeler var, büyük tehlikelerle karşı karşıyasınız; rüzgâra maruzsunuz, rutûbete maruzsunuz, mikroba maruzsunuz, ölüm tehlikesine maruzsunuz, radyasyona maruzsunuz... Bunlar mânevî radyasyon, mânevî rutûbet, mânevî hastalık... Çok büyük tehlikelere maruzsunuz. Bunlardan kurtulmak için çalışmanız lâzım!..

Çalışmak için derviş olmak zorundasınız, mecbursunuz. Neden?.. Dervişlik insanı korur, zikir insanı korur, ibadet insanı korur. Başka türlü korunamazsınız, erirsiniz burda... Bu toplum sizi yutar, bu fırın sizi yakar, bu değirmen sizi öğütür. Derviş olacaksınız, yâni sıradan müslüman değil, has müslüman olacaksınız. Takvâ ehli tam müslüman olacaksınız.

Derviş olmağa mecbursunuz, bir; Allah'ın dini için çalışmağa mecbursunuz, iki... Neden yapıyorsunuz bunu?.. Sırf kendiniz için bile yapmağa mecbursunuz; çünkü derviş olmazsanız, kendinizi koruyamazsınız. Allah'ın dini için çalışmazsanız, hidayet bulamazsınız. Şaşırırsınız, istemeden ayağınız başka tarafa gider, şeytana kurban olursunuz. Nefse esir olursunuz, mahvolursunuz.

203

Onun için, hem iyi müslüman olacaksınız, iyi derviş olacaksınız, takvâ ehli olacaksınız, takvâ yolunda yürüyeceksiniz.

--Yüzde on müslümanlık bana yeter...

Yetmez, yüzde doksanı bile yetmez, yüzde yüz müslüman olacaksın! Öyle yarım müslümanlık yok... Türkiye'mizde yarım müslümanlık isteniyor, çeyrek müslümanlık isteniyor; tam müslümanlık istenmiyor.

--O kadar da müslüman olma!..

--Müslümanlığa düşman mısın sen?..

--Hayır düşman değilim ama, o kadar da koyu müslüman olma!..

--Ne kadar olayım, yüzde kaç istiyorsun?..

--Yüzde beş, yüzde on olursa iyi olur.

--Yâni nasıl istiyorsun, birazdaha açıkla!..

--Benimle gel dans et, benimle içki masasına otur, bankadan benimle faiz al ye, benimle gez toz... Bayramda da camiye git, cumaya gitmene de müsaade edebilirim; bu kadar yeter.

--Bu az gelir.

--Hadi sana şu kadar daha ikram, bu kadar daha ikram... Yüzde onbeş, yüzde yirmi...

204

Yüzde yüz müslümana tahammülleri yok!..

--Tam Kur'an'ın ahkâmına uyalım...

--Ne diyorsun, bir daha söyle bakalım?.. "Tam Kur'an'ın ahkâmına uyalım!" mı dedin?.. Hakim bey, bu tam müslüman olmak istiyor, yapış yakasına, tık bunu hapse!..

--Neden, suçu ne?..

--Tam müslüman olmak istiyor bu adam, imam-hatip okulu açacak, Kur'an kursu açacak... Olur mu öyle şey, hakim bey, suç duyurusu... Savcı bey harekete geç!..

Neymiş kusuru?.. Tam müslüman olmak... Nasıl müslüman olacak?.. Yüzde on, yüzde onbeş, yüzde yirmi... Yüzde iki, yüzde bir, binde bir... Öylesini seviyorlar. Tam onlar gibi olacaksın.

Kâfirle müslümanı yan yana koyuyorsun, ikisi de birbirine benziyor. Bu müslüman da bu kâfir... Anlayamadım, çok yakın birbirlerine... Öyle şey olur mu; bu müslüman, bu da kâfir diye belli olmalı!.. Ne kıyafetinden belli oluyor, ne zerâfetinden belli oluyor, ne hareketinden belli oluyor; hiç bir şeyinden belli olmuyor.

Ne örfünden, ne adetinden, ne giyiminden, ne kuşamından, ne sözünden, ne fikrinden; hiç bir şeyinden müslüman olduğu anlaşılmıyor adamın... Ötekisi ile beraber. Hattâ bazen bu gàlibâ gayrimüslim diyorsun, sarışın, saçları da uzun, yüzü de traşlı, blue-jean pantolon da giymiş... Bakıyorsun camiye geliyor. "Tövbe tövbe, geri aldım sözümü, müslümanmış." diyorsun. Bazan o daha müslüman çıkıyor. Bazan beri taraftaki adam sandığın, adam çıkmıyor; öteki gayrimüslim sandığın müslüman çıkıyor, şaşırıyorsun.

205

Biz Mado dondurması yemeğe gitmiştik Levent'e... sahibi arkadaşımız. Dondurmacıya giderken, ben kara sakallı, kara yüzlü, kara gözlü Es'ad Coşan; yanımda da bizim sekreter, sakallı... Biz böyle yürüyoruz, karşıdan da zamane gençleri geliyor. Blue-jean pantolonlu, elleri cebinde zamane gençleri... Levent'te, lüks semtte gençler... Ne yaparsınız? Geç aslanım dedik. Gençler geliyor, biz de çağ dışı, ne zamandan kalmışsak?.. Bir grup genç karşıdan gelirlerken, benim gözüm hiç tutmadı; şöyle baktılar bize, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" demesinler mi?.. Hayret ettik.

Dördüncü Levent'te, çok modern giyimli kuşamlı gençler, Yirminci Yüzyıl'ın çağdaş gençleri bizi gördüler, bizi sevdiler; kara yüzümüzü, kara sakalımızı, takkemizi sevdiler, bir de "Esselâmü aleyküm!" dediler. "Tevbe tevbe, bundan sonra kimseye kem gözle bakmayalım!" dedik. Kimin ne olduğu belli olmuyor. "Para ile imanın kimde olduğu belli olmazmış." derler büyüklerimiz. Belli olmuyor, bazan iyi çıkıyor. Hele gençlerden çok iyi insanlar çıkıyor.

206

Babası, gölün kenarındaki manzaralı evlerinin altında kahvehane, çayhane gibi bir şey çalıştırıyor. İçki koymağa karar vermiş. Babası müslüman, şimdi böyle müslümanlar çok... Sakalı var, ünvanı var, hacca da gitmiş; amma bakkal dükânında içki şişesi de var... Halbuki içki satmak haram! İçkili olacak diyor.

Göl manzarası, şâhâne Sapanca gölü, karşıda karlı tepeler, yemyeşil orman, kartpostal gibi, çok güzel... Orada manzara güzel, yolun kenarında evleri var... Bahçesi de geniş, E-5'in kenarı, içki koyacak oraya, parayı çok kazanacak. Oğlu edeple gitmiş babasının yanına:

"--Babacığım, içkiyi koyacaksan, bana müsaade, ben senin evinde duramam! İçkiyi koyduğun anda, paraya haram karıştığı için senin evinde duramam; içkiyi koyacaksın, ben gidiyorum."

"--Evlâdım çok para kazanamıyoruz, idare etmiyor. İçki koyarsak şişeden şu kadar kazanırız..."

"--İçkiyi koyacaksan ben gidiyorum. İçki ile kazanç kazanılan bir evde, bir babanın yanında duramam!" diyor.

Baba daha akıllı, dünyayı görmüş. Evlât diyor ki:

207

"--Baba yapma, yaparsan ben evde duramam!"

Böyleleri de var.

Birileri bize zulmediyordu, Ankara'da bulunduğumuz sıralarda, haksızlık yapıyordu, başka bir şey değil. Hem de Diyanet'te çalışıyordu. Oğlu babasına demiş ki:

"--Baba böyle yapmayın, yaptığınız günah!" demiş.

Çocuk söylüyor babasına... Çocuk iyi olabiliyor.

Aziz ve muhterem kardeşlerim, hepimiz ölüp gideceğiz. Şimdiye kadarki yaşınızın gelişinden, bundan sonraki ömrünüzün gidişini anlayabilirsiniz. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Bu işin gidişi bellidir, istikameti bellidir. 21. Yüzyıl'a İslâm'a hizmet eden insanlar olarak girelim! Avrupa'da İslâm'ı güçlendirelim! Evlâtlarımıza cenneti kazanacak bir eğitim vermeğe çalışalım! Gözümüzün önünde zebaniler tarafından yakalanıp cehenneme sürüklenmelerine razı gelmeyelim, gevşek durmayalım!

Allah'ın dinine hizmet edelim ki, Allah bize de hidayet etsin, bizim de kalbimizi yumuşatsın, bizim de gönlümüzden gaflet perdesini kaldırsın... Bizi de sevdiği kulları arasına kabul etsin, bizi de evliyasından eylesin, sâlih kullarından eylesin, cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin...

208

"İhdinas-sırâtal-müstakîm" diye Allah'tan hidayet istiyoruz ama, hidâyete ermenin sebebi ne imiş?.. (Vellezîne câhedû fînâ lenehdiyennehüm sübülenâ) Allah'ın dinine hizmet etmek için cihad etmekmiş.

--Ne yapacağız hocam? Tabancamızı takalım, kılıç kuşanıp, bıçakları elimize alıp harb mi edeceğiz?..

Cihad harbden daha geniştir. Cihad, çok cehd sarfetmek demektir. İslâm'a yapılan hücumlara karşı koymak demektir. İslâm'ı yıkmak için, yok etmek için, müslümanları dinsizleştirmek için sarf edilen cehdleri, yapılan gayretleri bastıracak, karşılayacak, göğüsleyecek, onları yenecek çalışmayı yapmak demektir. Yâni aslında cehde karşı cehd demektir. Mücahede ne demek, cehde karşı cehd demek...

Yâni bir İslâm düşmanı var, şeytan var, münafık var, kâfir var, aleyhte çalışmalar var, cehd sarfediyorlar. Cihad, cehde karşı cehd demek... Müşâreket mânâsı vardır, Arapça bilenler bilir bunu...

Meselâ, döğmek diyoruz. Bir adamın birisini döğmesi... Döğüşmek, karşılıklı; o onu döğmeye çalışıyor, o onu döğmeye çalışıyor.

209

Savmak, bir şeyi başından uzaklaştırmak demek. Savaşmak ne demek, birbirlerini birbirlerinin başından karşılıklı uzaklaştırmağa çalışmak demek. Cihad da, karşılıklı cehd sarfetmek demek. İslâm'ı söndürmek isteyenler var. Onlara Kur'an'da ne deniliyor:

(Yürîdûne liyutfi nûrallàhi biefvâhihim) "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar." Hani kandili, mumu böyle söndürürler ya, Allah'ın mumunu, kandilini ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama Allah'ın nuru sönmeyecek. Sönmeyecek ama, çalışanlar mükâfât alacak, çalışmayanlar ceza cekecek, çalışmadığının hesabını verecek.

Sizin burada olmanız, atalarımızın başaramadığı bir şeydir. Atalarımız buralara girmek istediler, giremediler. Atalarımız Viyana'yı kuşattılar ama alamadılar. Ama bugün Viyana'da kaç tane cami var!.. Ben biliyorum, gezdim, namaz kıldım. Almanya'da da bir sürü cami var, her kasabada cami var, kaç tane cami var... Siz girdiniz, Allah nasib etti, şartlar değişti, dünya değişti. Şimdi Allah'ın dinine güzel hizmet etme çağı...

210

Şimdi bu insanların aletleri, cihazları, imkânları, tahsilleri, bilgileri, görgüleri kat kat fazla iken, biz bunların karşısısında Anadolu'nun köylü dayısı olarak çocuklarımızı yetiştirirsek olur mu?.. Olmaz. 21. Yüzyıl'da bunların karşısına evlatlarımızı bunlar kadar kuvvetli, bunlardan daha bilgili, daha görgülü çıkartmalıyız. Kendimizi de 21. Yüzyıl'a hazırlamalıyız.

Ben bugünden itibaren 21. Yüzyıl'a kendimi hazırlanmağa başlıyorum. Neler yapacağım, neler yapılabilir? Bunları düşünürüz, yazarız, çizeriz. 21. Yüzyıl'a iki sene iki aylık bir vakit var; o zamana kadar hepimiz hazırlıklarımızı yapalım!

İslâm için yapılacak şeylerin başında bir merkez oluşturmak gelir. Bulunduğunuz yerde bir yuva oluşturmak gerekir; bir yuva oluşturun! Ondan sonra o yuvada çalışmaları yapmak lâzım!

Bu yuvanın yanında camisi de olmalı. Ama sırf cami olması yetmez, caminin sıcak bir İslâm yuvası haline gelmesi lâzım! Sıcak yuvalar tesis etmezseniz çocuklarınızı toparlayamazsınız, kendinizi de toparlayamazsınız. Sıcak yuvalar oluşacak, dışarıda gezmektense bu tarafa gelmeğe can atacak çocuk... Sizin sıcak muhitinize gelmeye can atacak. Onu sağlayamazsanız, çocuklarınız da gelmez, başkaları da gelmez. Başkalarını da İslâm'a çekemezsiniz. Halbuki başkalarını da İslâm çekmek vazifesi ile vazifeli bulunuyorsunuz.

211

Bu hususları bazı arkadaşlar not aldılar. Bazılarının aklında kalır, bazılarının aklından biraz sonra gider. Çünkü yazmak lâzım! İnsanın aklı duyduğu şeyleri unutur. Ben akşamleyin çok güzel bir rüya görüyorum; ama çok güzel, bayılıyorum. Sabah kalktığım zaman rüyanın bazı yerlerini hatırlıyorum, bazı yerlerini hatırlayamıyorum. Yazmazsam, öğleye doğru hepsini unutuyorum. Unutuluyor.

Unutmak insan zihninin bir işi... O da lâzım, çünkü unutma olmazsa, yeniden alacak yer de kalmaz. Bazı şeylerin unutulması da bir nimet... Üzüntülerin unutulması lâzım, onların kafada yer etmemesi lâzım! Ama bazı şeyleri unutmamak için tedbir almak lâzım!

Unutmamak için tedbir almak, yazmaktır. Sabahleyin hanım, "Herif şunu al, bunu al!" dediği zaman, erkek yüzüğün parmağını değiştirir veya parmağına ip bağlar. "Hanımın dediklerini unutmayayım, eve götüreyim!" diye bir tedbir bu... Ama en iyisi yazarsınız. Şöyle bir kâğıdı olacak, şöyle bir kalemi olacak, yazacak. Hanımların da bazı mutfaklarda kâğıt kalemi olduğunu görüyorum, hoşuma gidiyor. İpe asılı bir kalem, duvara takılı bir kâğıt... Neden?.. Bulaşık deterjanı bitti, bir adet bulaşık deterjanı... Ondan sonra meselâ, tereyağı azaldı... Yâni unutulmasın diye yazılıyor. Ondan sonra onu kocasına verecek veya kendisi süpermarkete gidince, onları alacak.

212

Yazmak lâzım! Yazın, veyahut şimdi yazmadıysanız, odanıza gittiğiniz zaman benim ne söylediğimi düşünün, benim konuşmalarımdan izlenimlerinizi hatıra olarak kaydedin. "27 Eylül 1997 Cumartesi gecesi, Es'ad Coşan diye bir gariban hoca bize Kreglingen kasabasında, toplantı salonunda gariban gariban şunları şunları söyledi." diye hatıra defterinizin bir sayfasına yazarsanız, o da olur. Birbirinizle müzakere ederseniz, daha iyi olur.

Birbirinizle tanışmanızın sonunda, "Münih'te benim arkadaşım var, Hannover'de arkadaşım var, Hamburg'da arkadaşım var, Essen'de arkadaşım var..." diye birbirinizi tanır, adreslerinizi alır ve unutmazsanız daha iyi olur.

f. Allah İçin Birbirinizi Ziyaret Edin!

Bir müjdeli hadisi şerifle konuşmamı bitireyim. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:

(Hakkat mahabbetî lil-mütezâvirîne fiyye) "Benim için birbirini ziyaret edenlere benim muhabbetim hak olur, vacib olur, gerekli olur."

Birbirinizi Allah için ziyaret edin!.. Ben Hollanda'daki kardeşlerime sordum:

"--Salih hoca vardı, tanışmıştınız, onu ziyarete gittiniz mi?.."

213

"--Yok, gitmedik." dediler.

Bir cumartesi, bir pazar günü, çalışmadığınız bir gün üç arkadaş kalkar, Salih Hoca'ya gidersiniz. Adresi belli, camisi belli...

"--Selâmün aleyküm hocam, sizi ziyarete geldik! Buyurun Hollanda'nın çiçeklerinden bir buket... İyi misiniz, hoş musunuz?.. Hadi Allah'a ısmarladık!"

"--Durun bakalım yâ, niye geldiniz, niye gidiyorsunuz, hayrola, bir çayımızı bile içmediniz?" diyecektir o da...

"--Biz Allah rızası için seni ziyarete geldik. Bir menfaat için gelmedik. Allah birbirini ziyaret edenleri seviyormuş da, onun için geldik. Allah bizi sevsin yeter, çay kahve her yerde var, bizim evde daha çok var... Ben buraya gelmek için, o çay parasından çok daha fazla masraf ediyorum. Ben evimde o çayın daha iyisini içerdim, daha ucuza gelirdi. Benim maksadım çay içmek değil, benim maksadım Allah'ın rızasını kazanmak... Seni ziyaret ettim, o oldu. Sen de bize buyur. Bak, adresimi al, evimiz müsaittir, misafir odası geniştir." dersiniz.

Ben arkadaşlara takılıyorum:

"--Evin var mı?.."

214

"--Var..."

"--Misafir odası geniş mi, evin havuzlu mu?"

O da diyor ki:

"--Hocam tamam, havuz da yaptırırız." diyor.

Kolay; gidersin, marketten bir oyuncak havuz alırsın plastikten, onu takarsın. Hattâ çocuklara yüzme havuzu bile olabiliyor. Avustralya'da gördüm, burda da vardır herhalde...

Birbirinizi ziyaret edin! Birbirinizi ziyaret edip Allah'ın rızasını kazanın!..

Allah'ın dinine hizmet edin, Allah size hidayet yollarını açsın, mâneviyatınızı geliştirsin, cennet yolundan yürütsün, evliyâ eylesin... Evliyâ olmak istiyorsanız, Allah'ın dinine hizmet edin!..

Duyduklarınızı unutmamak için yazın, geceleri hatıra defteri tutun, oraya yazın!.. Birbirinizle konuşun, unutursanız birbirinize hatırlatın!..

Biz geldik, gidiyoruz işte... Biz buradan gider olduk, kalanlara selâm olsun!.. Pazartesi günü gidiyoruz burdan... Bir daha ne zaman geliriz; gelir miyiz, gelemez miyiz, sağ mı kalırız, ölür müyüz, kalır mıyız?.. Gelirsek bulur muyuz, bulamaz mıyız?.. Her şey mümkün, Allah hepimize hayırlı uzun ömür versin... Ama kardeşlik bâkî...

215

Peygamber Efendimiz vefat ettiği zaman ne demişler?.. Demişler ki: "Kim Muhammed'e tapınıyor idiyse, yanlış yapıyormuş, Muhammed'e tapınmak olmazdı, Muhammed öldü; ama Allah bâkî... Allah'a kulluğumuz devam ediyor. Hepimiz Allah'a güzel kulluk etmeğe gayret edeceğiz.

Sahabe-i kiram Allah yolunda çalıştılar, "Vellezîne câhedû fînâ" zümresine girdiler, ashab oldular, çok büyük şeyler kazandılar. Siz de sahabe yolunda çalışın, o sevapları alın!

Allah hayy ü bâkîdir. Kendisine kulluk edenleri yarı yolda bırakmaz.

Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

27. 09. 1997 - Kreglingen / ALMANYA

216

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

HER ŞEY ALLAH'I TESBİH EDİYOR

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Namazda, bugün cuma günü diye Cuma Sûresi'ni okumuştuk. Cuma Sûresi'nden bazı ayetlerin izahını yaparak, sizin istediğiniz şekilde zamanımızı sohbetle değerlendirmek istiyorum.

a. Mahlûkàtın Tesbihi

Bu sûrenin başında Allah-u Teàlâ Hazretleri bize esrarlı, acâib bir şeyi bildiriyor. Buyuruyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Yüsebbihu lillâhi mâ fis-semâvâti vemâ fil-ardıl-melikil-kuddûsil-azîzîl-hakîm.) "Göklerde, yerde ne kadar varlık varsa, her şey..." Ne yeri tam biliyoruz, ne göğü tam biliyoruz. Görünen valıklar var, görünmeyen varlıklar var. Bizim duygularımızın algıladığı varlıklar var, algılamadıkları var... Meselâ radyo dalgalarını biz algılamıyoruz da aletler algılıyor.

Bizim her duyduğumuz şey tamam da, duymadıklarımız yok mu?.. Duymadıklarımız da var. Bizim her gördüğümüz tamam da görmediklerimiz yok mu?.. Görmediklerimiz de var. Meselâ bir miktar havayı alıyorlar adamlar, mikroskop denilen aletlerin altında inceliyorlar, şöyle bir parmak ucu kadar havada beş milyon mikrop var diye sayıyorlar. Hiç onları görmüyoruz. Bir sürü mahlûk var yâni...

217

Bir de melekler dediğimiz, cinler dediğimiz mahlûklar var; onları da görmüyoruz, görünmeyen varlıklar...

"Göklerde ve yerde ne kadar mahlûk varsa, ne kadar yaratık varsa, göklerde ve yerde olan her şey Allah'ı tesbih ediyor." diyor ayet-i kerime. Hepsi "Sübhànallàh" diyor, hepsi Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin kudretini anlatıyor. Hepsi Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin şanının ne kadar muazam olduğunu, muhteşem olduğunu anlatıyor, söylüyor. Hepsi...

Sonra Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sıfatlarını sıralıyor ayet-i kerime: (Elmelikil-kuddûsil-azîzîl-hakîm) Melik olan, Kuddûs olan, Azîz olan, Hakîm olan yaradanı, yerde gökte ne varsa hepsi tesbih ediyor. Sübhànallàh!..

Melik ne demek, her şeye mâlik olan demek. Yâni söz onun, hüküm onun, her şeye mâlik, sahib... Bir ülkenin de her şeyine sahib en yüksek söz sahibi kimseye de melik diyorlar. Meselâ Melik Fehd bastırmış bu Kur'an-ı Kerim'i... Suudi Arabistan'ın kralı, en yüksek mevkîde, ne derse o oluyor. Dediğini hemen yapıyorlar. Neden?.. Söz onun elinde, her şeye sahip olan o, irade ve hüküm elinde...

218

Allah-u Teàlâ Hazretleri de kâinatın her şeyine sahip. Her şey onun dediğiyle, onun emriyle oluyor. Ol dediği şey oluyor. (Kün) "Ol!" diyor, (fe yekûn) oluyor. Ol dediği şey daha ortada yokken, olmadan evvel, Allah o işi planlıyor, öyle olmasını emrediyor. Daha ortada yok, "Ol!" diyor, oluyor. Olmamış olan, ilm-i ilâhîsinde olan şeye "Ol!' diyor, o ilm-i ilâhîsinde olan şey karşımızda oluşuyor. Söz onun, hüküm onun, emir onun, ferman onun...

(Vallàhu yuhyî ve yümît) "İnsanları yaşatan da, öldüren de Allah..." Demek ki, orda da hüküm onun. Yağmurları yağdıran, kar yağdıran, dünyayı döndüren; sübhànallàh, her şey onun... Demek ki Melik, tam her şeye mâlik, hüküm onun elinde, söz onun elinde, ne derse oluyor. Bir sıfatı bu...

Allah kelimesini kullanmıyor burda. Her şeye mâlik olana, yerde gökte ne varsa tesbih ediyor diyor. Sadece sıfatını söylüyor.

Kuddûs; her türlü kirden tertemiz demek... Hiç bir eksiği, kusuru, kiri, noksanı, ayıbı, eksiği olmayan demek. Mukaddes kelimesi de bu kelimeden, kökten geliyor. O da o mânâya... Her türlü noksandan müberrâ, üstün, yüksek mânâsına...

219

Bu mübalağa sîgası; "Hiç bir eksiği, ayıbı, kusuru, noksanlığı, insanın gözünde kir olarak, pas olarak görünecek hiç bir şeyi olmayan ve her türlü varlığa sahip, her sözün sahibi olan Allah'a yer gök tesbih ediyor." dnilmiş oluyor.

Üçüncü sıfatı da Azîz... Azîz de, çok izzetli demek. İzzetli demekten maksat, bir çok kıymetli demek... Bir de izzetli demek; karşı tarafa sözünü geçirir, dediğini yaptırır ve karşı tarafı yener, galebe çalar demek... İki mânâsı var.

Meselâ Araplar derlermiş ki, (Azzel-metâu fis-sûk) "Çarşıda mal kıymetlendi, izzetlendi, yâni az ve pahalı..." Herkes müşteri oldu, fiat yükseldi, mal az, kıymetlendi.

Bir de, (Leazzenî fil-hıtâb) şeklinde geçiyor. Dâvud AS'ın huzuruna birileri gelmiş, konuşmuşlar. Diyor ki birisi:

"--Ben bu arkadaştan dâvâcıyım, bizim aramızda hükmet!.. Benim bir tane koyunum var, bunun 99 tane koyunu var; 'O bir koyunu da bana ver!' dedi."

Allah Allah, yâ 99 tane koyunun var, bir de onunkini ne istiyorsun?.. Olsun, onu da istiyor. Malı çoğaldıkça, insanın mala karşı iştihası artıyor. Azalmıyor da...

220
221 ilâ 240. sayfalar