101 ilâ 120. sayfalar

Demek ki bizim yolumuzun birinci esası Kur'an-ı Kerim'e ve sünnet-i seniyyeye tebeiyyettir.

Hangi hadis kitabını okusanız, hangi sünnet eserini takib etseniz, hepsi makbulümüzdür. İster Râmûzül-Ehâdîs okuyun, ister İmam Nevevî'nin Riyâzus-Sàlihîn'ini okuyun, isterseniz Muhtârul-Ehàdîsin-Nebeviyye'yi okuyun, isterseniz İmam Buhârî'yi okuyun, isterseniz İmam Müslim'i, İmam Tirmizî'yi, İmam Neseî'yi, İmam Ebû Dâvud'u, İmam İbn-i Mâce'yi, İmam Ahmed ibn-i Hanbel'i okuyun!.. İsterseniz İmam Mâlik'in Muvatta'ını okuyun!.. Hepsi makbulümüzdür, başımızın tacıdır, kabulümüzdür, tavsiyemizdir.

2. Niyetin Hâlis Olması

İkinci esasımız ihlâs-ı niyyettir, niyetin hâlis, muhlis olmasıdır. Çünkü amellerin kabul olması, niyetin ihlâslı, hâlis olmasına bağlıdır. Ameller ihlâssız olursa, --ihlâssızlığın adı riyâdır, süm'adır-- riyâkârca olursa, amel şeklen güzel olsa bile bir sevap kazanılmaz. Allah riyâ ile yapılmış, ihlâssız yapılmış ameli kabul etmez. Onun için bizim bir esasımız da ihlâstır. İhlâs-ı niyyete, niyetin hâlis yapılmasına, hâlis olmasına dikkat edeceğiz.

121

Her işimizde niyeti gözetiriz. Evvelâ yaptığımız işte hangi niyeti besliyoruz diye düşünürüz, dilimizle de ifade ederiz. "Yâ Rabbi, niyet ettim öğle namazının farzını kılmağa... Yâ Rabbi, Peygamber Efendimiz'in sünnetine itibâen öğleden evvel dört rekât sünnet kılmaya niyet ettim..." deriz, namaza dururuz. "Yâ Rabbi, ramazan orucunu tutmağa niyet ettim." diye ağzımızı çalkalar oruca başlarız.

Her işimizi iyi niyetle yapmağa, hâlis niyetle yapmaya dikkat etmemiz lâzım geldiğini de gösteriyor bu... Temennîmiz bu, kararımız bu, esasımız bu... Bizim de her işi yaparken niyetimizi yoklamamız esastır. İkinci esas bu...

Yaptığımız şey iyi niyetle olsa da sünnete ve Kur'an'a uygun olmasa kıymeti yoktur. Çok iyi niyetle, gözyaşları içinde Helvacı Baba'nın kabrinin etrafında dokuz defa dolaşmış. Çok ihlâslı kadıncağız, hüngür hüngür ağlıyor... Kabul olmaz! Neden?.. Bid'atı Allah sevmez. Dinimizde Helvacı Baba'nın kabrinin etrafında dokuz defa dolaşmak diye bir şey yoktur. Olmayan şeyi ihdas etmek bid'attır, binâen aleyh kıymeti yoktur. "Nerden çıkarttın sen kabrin etrafında dolaşmayı?" derler.

122

Herkes kafasına göre, iyi niyetine göre bir bid'at ortaya çıkartırsa, bu din daha önceki dinlerin mensuplarının yaptığı gibi olur, bozulur, çığırından çıkar.

Hazreti İsâ AS mı tavsiye buyurdu insanlara haça tapmayı, puta tapmayı?.. Çarmıha tapmayı Hazret-i İsâ mı buyurdu?.. Hayır. Hazret-i İsâ zamanında yoktu çarmıh, Hazret-i İsâ böyle bir şey söylemedi.

Hazreti İsâ AS mı, "Bana tapının, benim anama tapının, resimlerini yapın, karşısına geçin!" dedi?.. Hayır!..

(E ente kulte lin-nâsittehizûnî ve ümmiyye ilâheyni min dûnillâh) "Allah'ı bırakıp da beni ve anamı tanrı edinin, ona tapının diyen sen misin yâ İsâ?.."

Hayır, Hazret-i İsâ dememiştir. İnsanlar sonradan kendi akıllarından olsa olsa şöyledir, olsa olsa böyledir diye kendileri o karara varmışlardır.

Hazret-i İsâ dua ediyor, hastalar iyi oluyor; "Demek ki o tanrıdır." diyorlar. Öyle şey olur mu? Allah'ın evliyâsı da dua eder, Allah lütfederse hasta şifa bulur. Ordan

Hazret-i İsâ'nın mucizelerini görüp, Allah'ın oğlu demişlerdir. Hâşâ, sümme hâşâ!.. Allah oğu edinmemiştir. Oğul edinmek için evlilik olması lâzıl, evlilik olması için hanım olması lâzım, zifaf olması lâzım, gerdek olması lâzım, düğün olması lâzım, dernek olması lâzım!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri bunlardan münezzehtir. Hâşâ, sümme hâşâ, büyük iftiradır.

123

Onun için sünnet-i seniyyeye uymak çok mühim bir esastır. Niyet de çok mühim bir esastır. Sünnet-i seniyyeye uygun işleri, insan kötü niyetle yapsa sevap kazanır mı?.. Meselâ sakal bırakmak sünnet de, hırsızın birisi diyor ki: "Sakal bırakayım, filânca zengin adamın hizmetine gireyim, tesbih çekeyim; gözüne iyice girdikten sonra, münâsip bir fırsatta bu adamın kasasını soyar kaçarım, mücevheratını alır kaçarım."

Şimdi bu sünnete uygun işleri kötü niyetle yaptı. Bu sevap alır mı?.. Almaz. Niyet bozuk olup, iş güzel olsa da kıymeti yok; niyet iyi olsa, iş bozuk olsa da kıymeti yok. İkisi de önemli.

Birisi Arabistan'a gitmiş, zenginlerden birisine hizmetçi girmiş. Herhalde Filipinli birisi... Ondan sonra, iyice orayı öğrendikten sonra evin bütün mücevheratını toplamış, almış, kaçmış. gitmiş. Bütün Suud polisi peşinde ama, yok, gitti. Bir prensin, bir prensesin mücevheratı çok büyük şey... Şimdi o adamın Suud'a gittiği zaman gösterdiği güzel haller, kıldığı namazlar ve sâire niyetine tâbîdir. "Ben burda bunun teveccühünü kazanayım, ondan sonra soyayım." diye ibadet yapmışsa; yaptığı şeylerin hiç kıymeti yok... Hac etmiş olsa da kıymeti yok, namaz kılsa da kıymeti yok; çünkü niyeti bozuk.

124

Niyetin ihlâslı olması çok önemli, yapılan işin Kur'an-ı Kerim'e, sünnet-i seniyyeye uygun olması çok önemli!.. İki mühim esas.

3. İtikadın Doğru Olması

Sonra, itikadın doğru olması lâzım! İtikad bozuk olursa, Allah-u Teâlâ Hazretleri hiç bir ameli kabul etmez.

(İnnallàhe lâ yağfiru en yüşreke bihî ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ') Allah kendisine şirk koşulmasını aslâ mağfiret etmez, affetmez, bağışlamaz. Onun dışındaki her günahı bağışlayabilir. Gaffârüz-zünûbdur, Settârül-uyûbdur, afüvdür, affetmeyi sever, Mücîbüd-deavâttır, duaları kabul edicidir; amma şirki kabul etmez. İtikad bozukluğunu kabul etmez.

Belki makbul olur noksan-ı amel,
Olmasın lîkin akîdende halel.

"Çok fazla ibadet yapamamak bile bazan insanı kurtarır belki ama, aman dikkat et itikadında bozukluk olmasın!"

Adam bozuk bir itikad üzere... Zamanımızda bu itikadlardan Kadıyânîlik diye (Ahmediyye diye de isimlendiriyorlar) bir mezheb türemiş, ingilizler türetmişler, uydurmuşlar. Namaz kılmıyorlar, hac etmiyorlar. Cihadı farz bilmiyorlar, yoktur öyle şey diyorlar. Allah'ın bir tek farzını insan inkâr etse, imandan çıkar, cehenneme gider.

125

Cihadı kabul etmiyorlar. Çünkü İngilizler Hindistan'daki müslümanların cihad aşkını söndürmek istemişler. Bu husustaki çalışmalarını kökten yok etmek istemişler, ondan çıkartmışlar bu yolu...

Amerika'daki bir arkadaşımız sıkışmış, namaz vakti geçecek. Görkemli güzel bir bina görmüş cami şeklinde... Kapıyı çalmış. Neden sonra kapı açılmış.

"--Ne istiyorsun?" demiş adamın birisi...

Demiş:

"--Ben sıkıştım, eve kadar gidecek halim yok... Buraya geldim, abdest alıp namaz kılacağım. Cami değil mi burası?.."

"--Hayır, cami değil, burda namaz kılınmaz!" demiş, "Pat!"kapatmış.

Şaşırmış; şeklen cami gibi görünüyor, minaresi var, kubbesi var, ama burası cami değil diyorlar, kapıyı kapatıyorlar yüzüne... Bakmış kadıyânîlerin, Ahmedîlerin yeri...

Neden?.. Müslüman değil. Şeklen aldatmak için, başkalarını avlamak için öyle görünüyor ama, kendisi aslında namazlı niyazlı değil... Demek ki sahih itikadlı olmak da çok önemli... İtikadı bozuk oldu mu bir insanın, bütün amelleri, işleri, icraatı, hayratı, hasenatı, harcamaları hebâen mensûrâdır. Havaya saçılmış, dağılmış gitmiştir, boşa gitmiştir. İtikadı bozuk oldu mu, hiç bir şeye yaramaz.

126

Şimdi bu hristiyanların, budistlerin, kadıyânîlerin zenginleri var, hayır yapıyorlar, masraf ediyorlar. Avustralya'da gezerken gördük Volgolga'da, Volongong'da ne kadar güzel binalar yapmışlar, ne kadar muhteşem budist mâbedleri yapmışlar. Millet kesesini açıyor, parayı veriyor, hayır yapıyor... Kıymeti var mı bu hayrât ü hasenâtın?.. Hebâen mensrâ... Havaya, boşuna gidiyor, hiç kıymeti yok... Neden?.. İtikadları bozuk. İtikad sağlam olmayınca her şey boşunadır.

Peki bu zengin hristiyanların, ağlaya zırlaya papazlara, kiliselere bağışladıkları bu binalar, bu mülkler, okullar, hastaneler ve sâire?.. Hebâen mensûrâdır. Kur'an-ı Kerimde Allah-u Teâlâ Hazretleri, kendisine sahih bir inançla bağlanılmadığı zaman, şirk koşulduğu zaman affetmeyeceğini bildiriyor.

--E peki, bunlar ehl-i kitap... Bu ehl-i kitap olan hristiyanlar Hazret-i İsâ'ya, Hazret-i Mûsâ'ya inanıyorlar. Biraz bunların bir kurtuluş kapısı görünmüyor mu?..

Hayır! Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Lekad keferellezîne kàlû innallàhe hüvel-mesîhibnü meryem) "Meryem'in oğlu İsâ tanrıdır, mâbuddur diyenler muhakkak ki kâfir oldular." Demek ki gitti.

127

(Lekad keferellezîne kàlû innallàhe sâlisü selâseh) "Triniteye inananlar, Allah üçün üçüncüsüdür. Rûhül-Kudüs, ekânim-i selâse vs. onlar da kâfir oldular.

İslâm'da öyledir. Bir insan bütün ayetleri kabul etse de, bir tanesine ben bunu kabul etmiyorum dese, kâfir olur. İstemeden kâfir olur, kâfir olduğunu bilmeden kâfir olur. Böyle sözler vardır, elfâz-ı küfür derler. Söylediği zaman insan farkında olmadan imandan çıkar, mü'min insan olmaktan dışarıya düşer. Onun için, iş şakaya gelmez, aman herkes itikadını iyi korusun diye, bu hususta kitaplar yazılmıştır.

Demek ki, burda da şek ve şüphe yok ki, sahih bir itikad sahibi olmamız lâzım!.. Sahih itikad sahibi olacağız, Kur'an ve sünnet-i seniyyeye uyacağız ve niyetimiz hâlis olacak.

4. Zikir

Sonra, bu girdiğimiz tasavvuf yolunda ilerleyip de Allah'ın sevgili kulu olmak için, evliyâ olmak için, insân-ı kâmil olmak için, cennetlik kul olmak için, cehennemden kurtulmak için neler yapmalıdır?..

Cehenemden bir kurtulsak ah... Aman yâ Rabbi, beni cehennemden âzâd eyle... Aman yâ Rabbi, beni nâr-ı cahîminden emin ve uzak eyle... Baîd ve berî eyle... Aman beni cehenneme atma yâ Rabbi!.. Rahm eyleyip, dûzahlara atma yâ Rabbi!.. Cehennemden beni kurtar yâ Rabbi!.. cennetine girenlerden eyle yâ Rabbi!.. Cemâlini görenlerden eyle yâ Rabbi!.. Herkes bunları istiyor. Hepimizin de amacı bu:

128

(İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî) Niyetimizi böyle ifade ediyoruz: "Senin rızana ermektir benim amacım yâ Rabbi!" diyoruz.

Bunlar için neler yapmamız lâzım: Zikir vazifelerini yapmamız lâzım!.. Çünkü zikir çok sevaplı, çok şerefli, çok kıymetli, çok kolay, çok önemli bir ibadettir. En kolay ibadet zikirdir, en zor ibadet cihaddır. Çünkü cihadda can da mal da tehlikededir. Belki ölebilir insan... Can da, mal da tehlikede olunca en önemli ibadet cihad oluyor. Kalkıyor gidiyor savaşa, ondan sonra haber geliyor: "Şehid oldu, al kanlara boyandı." diye.

Arada hac vardır. Hem bedenî, hem mâlî bir ibadettir. Hem sıhhate ihtiyaç gösteriyor, hem paraya ihtiyaç gösteriyor. O da zordur. Ama zikir, hacdan da, cihaddan da daha sevaplı diye hadis-i şeriflerde bildiriliyor.

Zekât var, namaz var... Namaz bize kolay geliyor, bir de kılmayanlara sor... O kadar zor geliyor ki, günde beş vakit namaz kılmak çok fazla geliyor. "Yâ bunun sayısını indirsek, haftada bir cumaya gitsek... Senede iki defa bayram namazlarına gitsek..." filân diyorlar. Zor geliyor. Aslında zor değil, aslında sevimli, aslında şerefli bir ibadet...

129

Oruç... O da bir gün sürüyor. Sıcağı var, soğuğu var, kolay değil...

En kolay ibadet zikirdir. Hasta insan da, felçli insan da, yatalak insan da, ihtiyar insan da, genç insan da zikir yapabilir.

--Hocam, bu hasta üç senedir yatakta...

Allah afiyet versin, zavallıcık... Esîr-i firâş olmuş diyoruz; yatağın esiri, kalkamıyor. Yüznumaraya gidemiyor da, altına sürgü sürüyorlar... Allah insanı o duruma düşürmesin, elden ayaktan düşürmesin, başkasının bakımına muhtaç hale getirmesin... sıhhat afiyetle yaşamayı, iman-ı kâmil ile ölmeyi nasib etsin... Büyüklerimiz demişler ki: "Üç gün yatak, dördüncü gün toprak..."

Bazıları öyle yatakta yatıyorlar, kalçaları yara oluyor, sırtları yara oluyor. Yattığı yerler deliniyor, cerahat oluyor. Hadi bakalım onları pansuman et. Yüzükoyun yatamıyor, yan yatamıyor, sırtüstü yatamıyor, inliyor, ağlıyor sızlıyor ama, çare yok...

Öyle insan da zikir yapar. "Allah... Allah..." der, "Estağfirullah... Estağfirullah..." der, "Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammed" der... En kolay ibadet...

130

Namazın abdestli olma şartı vardır. Orucun, haccın, zekâtın şartları vardır. Zikrin hiç bir şartı yoktur; abdestli iken de zikir yapılır, abdestsiz iken de zikir yapılır.

--Hocam şu anda maalesef abdestim kaçtı, elim kanadı, zikir yapabilir miyim?..

Yaparsın hiç bir mâni yok... Kolay bir ibadettir, kolay olmasına rağmen sevabı çoktur.

Ayrıca tasavvuf yolunda, kemâle erme yolunda, Allah'ın rızasını kazanma yolunda, Allah'ın evliyası olma yolunda, yâni cennet yolunda en kıymetli mânevî gıda, zikirdir. Onun için derviş zikrini yapacak! Zikrini yaptığı zaman feyzini alacak, arzu edilen sonuçlara ulaşacak.

Bu bakımdan yolumuzun esaslarından bir tanesi de zikir yapmaktır, ihmal etmemektir. Zikirlerine müdavim olmaktır. Aşk ile, şevk ile zikir vazifelerini yapmaktır.

Zikir Allah'ı hep hatırda tutma kabiliyetini kazanmak içindir, o melekeyi elde etmek içindir. Bir sonuca götürür insanı...

(El-ilmü bit-taallümi el-hilmü bit-tahallümi ez-zikrü bit-tezekküri) buyrulmuştur.

Bilgisi yokken taallüm ede ede, öğrene öğrene alim insan olur. Küçüktü, bilmiyordu, elif-be'den başladı; şimdi profesör, üstad, hocalar hocası...

131

Adam halim selim bir insan değil. Ama halim selim insan gibi davrana davrana, kendini zorlaya zorlaya, sonradan halim insan olur. Sinirlenmemeyi öğrenir.

Yetmiş küsur yaşlarında bir arkadaş diyor ki:

"--Allah bizden kızmayı aldı, elhamdü lilâh kızmıyoruz."

Bizim yanımızda kızacak bir şey söylediler, yüzünün hatları bile değişmedi. "Allah bizden kızmayı aldı." diyor. Halbuki, bana yapsalar barut gibi patlar, kızarım. O da eskiden kızardı, derece-i harâret yukarıya çıktığı zaman, "Bak kızıyorum ha, dikkat et!" derdi karşısındakine... Kızıyorum ha demesi, kızmasından daha çok korkuturdu karşısındakini... Ama şimdi kızmak alındı diyor. Demek ki, öğreniyor insan... Halimmiş gibi davrana davrana, halim selim insan olmuş oluyor.

Allah'ı hiç unutmamak, hep hatırında tutmak; o da nasıl olur?.. Zikirle olur. Sonra zikrin sevabı vardır, insanlar üzerinde te'siri ve sonucu vardır. O sevaplar biriktikçe, insan uçmağa başlar.

Balonun içine cihazı koyuyorlar. Balonun atından içeriye hafif gazı üfürmeğe başlıyor. Yavaş yavaş balon şişmeğe başlıyor. Altı sepetli balonlar var ya, inbsanla beraber uçan... O gazı vermeğe devam ettikçe, üstteki balon şişiyor. Sonunda sepet sallanıyor, havaya kalkmağa başlıyor.

132

İşte onun gibi, zikir yapa yapa, birike birike, derviş de yavaş yavaş sonucunu görmeğe başlar. O bakımdan zikir vazifesine devam esastır. Demek ki derviş olan, intisab eden, bizim aramıza giren, ders alan kardeşlerimiz zikir vazifelerini yapmalı!

Bir ev sohbetinde, bizden yaşlı ağabeylerle oturmuştuk. O zaman arkadaşlar kendi hallerinden şikâyet ettiler: "İşte tad alamıyoruz, feyz alamıyoruz. Görenler var, biz niye böyle eksiğiz?" filân diye böyle konuştular.

Ben de sonra Hocamız (Rh.A)'e, "Filânca akşam filânca yerdeydik. Böyle böyle konuştular." diye naklettim durumu... Dedi ki Hocamız:

"--Ne yapayım, kendilerine verilen zikir vazifelerini yapmıyorlar." dedi.

Halbuki Hocamız tasarrufat sahibi, evirip çevirdiği insanlar var, biliyoruz. Zikir vazifesini yapmayınca olmaz. Tesbihi olacak, zikri olacak; dersine, vazifelerine, üstüne aldığı zikirlere müdavemet edecek! Bu önemli...

5. Murâkabe

Ondan sonra murâkabe dediğimiz işi devamlı yapacak. Murâkabe, Allah'ın her yerde hàzır ve nâzır olduğunu ve seni gördüğünü, senin Allah'ın huzurunda olduğunu hissetmen... "Allah beni görüyor, o benim yanımda, her yerde hàzır ve nâzır..." diye, Allah'ın rızasına uygun hareket etmeğe dikkat etmek, günah ve isyan olacak işi yapmamağa gayret etmek...

133

Bu da olması lâzım!.. Çünkü Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: "İmanın en yüksek derecesi nerede olursan ol, Allah'ın seninle olduğunu hissetmendir, anlamandır."

(Ve hüve meaküm, eyne mâ küntüm) "Ey insanlar, siz nerde olsanız, Allah sizin yanınızdadır." buyruluyor ayet-i kerimede...

(Vallàhu bimâ ta'melûne basîr) "Allah sizin yaptığınızı görüyor, işlediklerinizi görüyor."

(Lâ tüdrikühül-ebsàr, ve hüve yüdrikühül-ebsàr) "Gözleri onu göremez ama, o gözleri görür."

Gözler bir çok şeyleri göremiyor. Işık gitti mi, zâten olanları da göremiyor. Biliyor ki burda duvar var, burda eşya var, burda masa var; ışık gitti mi onları bile göremiyor. Göz çok mahdut... Şu havadaki zerreleri göremiyor, belli bir ışık boyundan yukarıdaki ışınları göremiyor, daha aşağıdakileri göremiyor. Aciz... Ama Allah hper şeyi görür.

Her şeyde Allah'ın tecellisi olduğunu görecek ve bu şuurda olacak. Dervişlik o zaman edebe uygun olarak yapılır. Çünkü, "Allah beni görüyor, aman ayağımı uzatmayayım... Allah beni görüyor, aman şu sözü söylemeyim... Allah beni görüyor, işitiyor, aman şu edepsizliği yapmayayım, aman şu günaha dalmayayım, aman şu saçma işi yapmayayım!" der.

134

6. Vukf-u Kalbî

Sonra, kitaplarımızda söylenen şartlardan birisi vukf-u kalbî'dir. Vukf-i kalbî demek, insanın gönlüne sahib olması demek, gönlüne bakması demek, gönlüne hakim olması demek, gönlünü gözlemesi demek...

Çünkü, demin okuduğum ayet-i kerimede duyduğunuz gibi, Allah bu gözle görülmez. Bu gözün Allah'ı görmeğe tâkatı yoktur. Tecellî etse, bakamaz; güneşe bakamadığı gibi...

Kur'an-ı Kerim'de Mûsâ AS'ın hali anlatılıyor, biliyorsunuz. Dedi ki:

(Kàle: Rabbi erinî enzur ileyk) "Yâ Rabbi! Sesini duyuyorum, vahyin geliyor bana; ama lütfeyle, müsaade eyle, cemâlini göreyim!" dedi.

(Kàle: Len terânî) "Göremezsin! (Velâkinünzur ilel cebeli) Bunun böyle olduğunu anlamak istiyorsan, şu Tur Dağı'na bak!" Tur Dağı'nda münacaat ediyor ya o esnada... (Feinistekarra mekânehû fesevfe terânî) "Ben şimdi oraya bir tecelli edeyim, gör bakalım benim tecellim karşısında dağ ne olacak?.. Eğer yerinde durabilirse, tecellî-yi ilâhîyi idrak ettikten sonra dağ yerinde durabilirse, o zaman sen de beni görebilirsin belki... Bak dağ ne olacak?" dedi.

135

(Felemmâ tecellâ rabbühû lil-cebel) "Rabbi, tecellî-yi ilâhîsiyle Tur Dağı'na bir tecellî etti. (Cealehû dekkâ) Dağ parça parça parçalandı. Bir tecelliye Tur Dağı tahammül edemedi, taşlar patır patır patladı, parça parça parçalandı. (Ve harra mûsâ saikà) Mûsâ AS o manzaranın heyecanından, o parçalanma ona da tesir ettiğinden, baygın yere düştü."

Peygamber Efendimiz'e vahiy geldiği zaman, devenin üstünde ise, devenin ayakları kıvrılırdı, küt yere düşerdi deve... Vahiy tecellîsini bile deve taşıyamıyor. Ayakları kıvrılır yere otururdu. Allah'ın vahyi tecelli ediyor, tahammül edilir bir şey değil...

Gözler göremediğine göre, Allah nasıl bilinir, ma'rifetullaha nasıl erilir?.. Nasıl görülür?.. Gönülle bilinir. Ma'rifetullah'ın, Allah'ı bilmenin, idrakin uzvu, aracı, bizdeki aleti, duyusu kalbdir. Kalb, gönül demek... Gönülle bilinir Allah...

Şuramızda tık tık atan bir şey var... Bu maddî kalbdir. Hadis-i şeriflerde ve ayet-i kerimelerde anlatılan bu değildir. Kalb-i mânevi, Türkçede gönül diye adlandırılan şeydir. Mekân olarak bura ile irtibatı vardır ama, bu et parçası değildir. Akıl ve idrak aracıdır, mânevî sezinleme, kavrama aracıdır. Kur'an-ı Kerim kötü insanları anlatırken:

136

(Lehüm kulûbün lâ yefkahûne bihâ) "Onların kalbleri var ama, o kalblerle işleri ince ince anlamıyorlar, kalblerini kullanamıyorlar."

Demek ki kalb anlama, sezinleme, kavrama aracıymış; şu et parçası değil... Bunu açıkça yazar tasavvuf kitapları, alimlerin eserleri... İmam Gazâlî İhyau Ulûm'un başında da bunu kesin olarak belirtir.

İşte bu kalbi gözlemek lâzım! Be adam, mübarek, demin söylemedin mi: "Allah'ı görmek istiyorum, tanımak istiyorum, bilmek istiyorum, sevmek istiyorum, rızasına ermek istiyorum..." demedin mi?.. Bak işte oraya!..

Onun için insanın bu ekrana bakması lâzım! Eski tabirlerle söylemek gerekise, bu pencereden bakması lâzım!.. Pencereden bakmayan, manzarayı görmez. Ekrana bakmayan manzarayı görmez. Kalbine bakmayan tecellîyi anlamaz. Kalbe yönelmek lâzım, nazarını kalbinin içine çevirmesi lâzım!.. Gürültüden uzak, sakin tenha bir yerde kalbine teveccüh edip, kalbini seyretmesi lâzım!..

Bir şairin bir sözü var, burada uygun düşer. Yeni şairlerden birisi, cumhuriyet devri şairlerinden... Diyor ki:

137

Nasıl sığmış benim içim dışıma,
Baktıkça hayret ediyorum.
Dünyalar dar geliyor bakışıma,
İçimi seyrediyorum.

İç dediği şey gönül, kalb... İnsan içini seyrederse, gözü kapalı iken seyreder, başı eğikken seyreder. Dışarıyla ilişkisini kesebildiği zaman seyreder. Onun için olgun bir derviş, bakarsın şöyle başı önüne eğik duruyor.

--Uyuyor mu acaba?..

Hayır, kalbine nazar ediyor. Tecellîleri seyretmek için pencereden seyrana çıkmış, ona bakıyor. Bu da lâzım!

--Ben televizyonun karşısına geçtim ama, gündüz çok yorulmuşum, uyudum, kaldım. Neler söyledi?..

--Bakmazsan görmezsin kardeşim! Uyuklarsan, gözünü kapatırsan görmezsin.

Mâdem ki Allah kalble, gönülle tanınabiliyor, müşahedesi orada oluyor; o zaman insanın kalbine, iç alemine yönelmesi lâzım!

Allah insanın kalbine tecelli eder. Yerlere göklere sığmayan azametli Mevlâmız, mü'minin kalbine sığar, gönlüne tecelli eder. O zaman gönlüne bak, seyreyle! Seyreyle ki göresin... Bu da lâzım!..

Hiç kalbine bakmıyor, hep kalbi dışarda... Kuşlar, ağaçlar, çiçekler, gelenler, geçenler, olanlar, olaylar... E mübarek biraz da içine bak, biraz da içini seyret!.. Seyretmezsen içerde olanları göremezsin. Bu da lâzım, vukuf-u kalbî...

138

7. Hıfz-ı Nisbet

Sonra hıfz-ı nisbet lâzım!.. Bizim yolumuzda ve bütün yollarda böyledir. Derviş mürşid-i kâmile bağlanmışsa, o mürşid-i kâmil Peaygamber Efendimiz'in vazifelendirdiği bir vekili ise, verese-i nebî ise, Peaygamber Efendimiz'in mânevî varislerinden ise, sahih bir el ile vazife almış bir mürşid ise; o zaman ona hürmet etmek lâzım, onunla bağlılığı koparmamak lâzım, tarikatın silsilesine yapışmak lâzım!.. İpini elden bırakmamak lazım!..

Uçurumdan yukarı çıkacak. Aşağıdan ipi tuttu, yukarıya doğru çekiyorlar. Aman ipe sıkı tutun! Bırakırsan tekrar aşağı gidersin.

Hıfz-ı nisbet çok önemlidir. O olmazsa, sanki bina yapılmış, kablolar döşenmiş, düğmeler hazır, lambalar takılı, amma ışıklar yanmıyor... Bir şey var, bir eksiklik var, ne eksikliği var?.. Neden yanmıyor?.. Şebekeye bağlı değil. Şebekeye bağlantı yapılmamış, sigorta takılmamış, şebekeye bağlı olmadığı için ışık yanmıyor. Hıfz-ı nisbet budur. Yâni bağlanacak ki mübarek mânevî yoluna, bağlantısı sağlam olacak ki, ışık gelsin.

139

Bağlantısı yok... Bağlantısı yoksa, o zaman ışık yanmaz. Bu lambalar nerden yanıyor?.. Işık kaynağından şehir cereyanına bağlantı yapılmış, ondan yanıyor. Doğrudan doğruya lambanın kendisi yanmıyor ki, bir şey geliyor da ondan oluyor.

Öyle bir bağlılık olmazsa, feyz alınamaz.

8. Râbıta-i Muhabbet

Sonra râbıta-i muhabbet... Şeyhine muhabbetle bağlanması da bir esastır. Şeyhini beğenmez, şeyhini tenkid eder, şeyhine güvenmez, şeyhini küçümser, şeyhini düzeltmeğe çalışır... Bu zamanın şeyhleri neler işitiyorlar! O rabıta-i muhabbet, şeyhine muhabbetle, sevgi ve saygı ile bağlanmak yok... Olmazsa olmaz. Bu hangi esasın tecellisidir?..

Peygamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifi var, Peygamber SAS buyuruyor ki:

(Vellezî nefsî biyedihî) "Şu nefsim, canım, hayatım elinde olan Rabbime yemin olsun ki; dilerse beni yaşatacak, dilerse beni öldürecek olan, hayatım, memâtım, her şeyim elinde olan Rabbime yemin olsun ki, (lâ yü'minü ehadüküm) sizden biriniz mü'min olamaz; (hattâ ekûne ehabbe ileyhi min vâlidihî ve veledihî) ben peygamber olarak ona babasından da, evlâdından da daha hürmetli, muhabbetli, sevimli, sevgili olmadıkça..."

140
141 ilâ 160. sayfalar