• /
  • Kütüphane
  • /
  • Hz. Ali Efendimiz'den Vecizeler
  • /
  • 61 ilâ 80. sayfalar
41 ilâ 60. sayfalar

Bir de îsâr denilen bir şekil var --elif, peltek se, elif, re-- kardeşini kendisine tercih ediyor. Kendisi yemiyor, karşısındakine yediriyor. Giymiyor, giydiriyor.

İmam Gazâlî anlatır: Çok fakir bir aile, günlerce aç kalmışlar. Çocuk inliyor, çoluk çocuk ağlaşıyorlar: "Anne, baba, yiyecek isteriz!" Yok bir şey... --İşte görüyorsunuz Somali'nin halini, Afrika'nın halini!.. Zamanımızda da var böyle şeyler...-- Bir hayvan kesilmiş; onun kellesini bir hayır sahibi getiriyor, buna veriyor.

Adam kelleyi alıyor. Tamam; ütüleyecek ateşte, çoluk çocuk yiyecekler. "Yiyecektik ama, benim falanca yerde bir arkadaşım var; o daha muhtaç... Ben biraz daha sabredeyim. Allah başka yerden bana verir, başka bir şey bulurum belki... O daha aç kardeşime göndereyim!" diye kelleyi ikinciye gönderiyor. İkinci şahıs, daha başka birisini hatırlıyor, ona gönderiyor. O ona, o ona... Altıncı şahıs aldığı zaman kelleyi diyor ki: "Benden daha muhtaç falanca aile var!" diyor, ona gönderiyor. O da ilk şahısmış meğerse... Yâni yedi kişiyi dönüyor kelle...

61

Bu nedir?.. Îsâr... Yâni, kendisi muhtaç olduğu halde,

(Ve yü'sirûne alâ enfüsihim velev kâne bihim hasâsah) "Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar." Böyle idiler.

Hazret-i Ali Efendimiz'in ayet-i kerime ile sabit böyle bir menkabesi vardır, kahramanlığı vardır: Akşam yemek yiyecekler...

(Ve yut'imûnet taâme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ) "Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, öksüze ve esire yedirirler."

Bir akşam bir miskin geliyor, kapıyı çalıyor. "Açım, bi şeyler verin Allah için!.." diyor. Allah için deyince durulur mu, sofrayı alıyorlar veriyorlar. Gündüz oruç tutmuşlardı. Yiyeceklerini miskine veriyorlar, aç kalıyorlar.

Ertesi güne aç kalıyorlar, yine oruç tutuyorlar. Ertesi akşam bir şeyler hazırlıyorlar. Bir esir geliyor. Köle... Kendisinin mülkiyeti yok, birisinin mülkü altında... Parası pulu yok... O kapıyı çalıyor. "Allah rızası için, açım bir şey verin!" diyor. Sofrayı bu sefer ona veriyorlar. Üçüncü gün... İkinci gün yetim geliyor, üçüncü gün esir geliyor.

62

Hazret-i Ali Efendimiz, söylediği şeyi hayatında kendisi zâten yapmış; ayet-i kerime ile sâbit...

Hükmünde adâlet eden, azığından başkasına yediren ve üçüncüsü: (ve zahara min dünyâhu liâhiretihî) "Dünyasından ahiretine zahîre gönderen, hazırlık yapan, birikim yapan..." Bu neyle olur?.. İyilik yaparak, amel-i sâlih işleyerek, hayır hasenât yaparak... "İşte böyle bir insan ebediyyen dünyada ahirette mahrum, pişman ve perişan olmaz." diyor Hazret-i Ali Efendimiz...

Demek ki, nasıl bir insan olmamızı istiyor?.. Adaletli, cömert, ahireti düşünüp ibâdet ve tâat eden bir insan olmamızı istiyor. Bu sözünden onu anlıyoruz.

Bir tane daha okumağa herhalde vaktimiz olur. Üçüncü sözünü okuyalım bu günlük:

3. (Üfdul alâ men şi'te tekün emiruhû, vestağni ammen şi'te tekün nazîrehû, vahtec ilâ men şi'te tekün esîrehû) Bu müsecca' bir nesirdir. Sanatkârâne bir üslupla söylenmiş bir cümledir.

(Üfdul) "Fazilet eyle, fazleyle, iyilik yap, ikramda bulun! (alâ men şi'te) Dilediğin kimseye... Herhangi bir kimseye bir iyilik yap; (tekün emîruhû) onun emiri olursun, komutanı olursun. Birisine iyilik yaparsan, onun emiri olursun, efendisi olursun."

63

(vesta'ni ammen şi'te) "Bir kimseye hiç ihtiyaç arzetme, müstağni ol, aldırma; (tekün nazîruhû) dengi olursun.

(vahtec ilâ men şi'te) "Bir kimseye de muhtaç isen, (tekün esîruhû) esiri olursun."

Yâni, "İstediğine iyilik yap; komutanı olursun. İstediğine hiç aldırma; nazîri, dengi olursun. İstediğine muhtaç ol; onun esiri olursun." .

Bu bir sosyal durumu anlatıyor. İnsanoğlunun yapısını anlatıyor. İnsanoğlu birisinden bir iyilik kabul etti mi, yükü altına giriyor onun; minneti altına giriyor. Artık o iyilik yapan emir oluyor.

Peygamber Efendimiz'in bir sözünü hatırlatıyor Hazret-i Ali Efendimiz'in bu ifadesi... Bugün okumuştum. Radyoda konuşma olacak, onu seçeyim diye düşünmüştüm. Diyor ki Peygamber efendimiz:

"Şu insanlara şaşıyorum. Giderler, paralarıyla köle alırlar, azad ederler sevap kazanmak için... Paralarıyla gidip köle alıp azad ederler de, iyilik yapmak sûretiyle hürleri kendilerine köle etmezler." Niye böyle yapmıyorlar?.. Para da yok ortada... Para vermek de yok... Köleyi hür etmek için para veriyorsun, satın alıyorsun, azad ediyorsun. Burda para da yok... Bir iyilik yaptın mı, o senin kulun kölen oluyor. İşte bu mânâ...

64

Bir kimseye iyilik yap; sen onun emiri olursun, komutanı olursun. Bir kimseden müstağnî ol; onun nazîri olursun. Bir kimseye hele bir muhtaç ol; o zaman onun esiri olursun.

Yâni bu ne demek?.. Mümkün olduğu kadar kimseye muhtaç olma ki, yük altına girmeyesin demek...

Üç tane sözüyle bugün böyle tamamlayalım veya isterseniz, azımsadıysanız bir tane daha okuyalım. Veya iki tane daha ekleyelim de, böyle azımsama olmasın.

4. (İhmed men yağlüzu aleyke ve yaizük, lâ men yüzekkîke ve yetemellakuk) Öv, medhet o kimseyi ki, sana sert konuşup hakkı tavsiye ediyor. Sana sert konuşup da hakkı tavsiye eden kimseyi medhet, öv, beğen!.. (lâ men yüzekkîke ve yetemellakkük) Seni temize çıkarıp, sana dalkavukluk yapanı değil..." Yâni seni temiz gösterip, iyisin hoşsun deyip de sana dalkavukluk yapanı değil; sana sert tavır koyup da hakkı söyleyeni öv!.. Hoşuna gitmese bile onu öv!.. Ötekisi, dalkavuğun sözü hoşuna gider ama, o doğru değil...

5. (İhter en tekûne mağlûben ve ente munsıf, velâ tahter en tekûne gâliben ve ente zâlimen) "Sen adâletli iken mağlub olmayı, zâlim iken galip olmana tercih et!.. Zâlim durumda, zâlim sıfatında iken galip olmayı isteme; haklı o da istersen mağlub ol!.. Haklı olduktan sonra mağlub olmayı, zâlim olup galip olmaya tercih et!.."

65

Bu da tabii, bir fazîlet duygusudur ki, ancak Allah'a çok inanan insanlar böyle hareket edebilirler. Yâni, insan umûmiyetle nefsinin arzusu olarak galibiyet ister, üstünlük ister. İşin öbür tarafına bakmaz. Ama, galibiyeti sağlarken de çok kere zâlimlik olur, baskı olur, haksızlık olur. "Hayır! Sen zâlim olup da galip geleceğine, haklı ol da mağlub ol!.." buyurmuş.

İşte Hazret-i Ali Efendimiz böyle fazîlet prensiplerini düşünebilen, dile getirebilen, fesahat ve belâğat sahibi, böyle mübârek, muhterem bir zât...

Allah nasihatlerinden istifâde edip, bunları hayatımızda prensipler olarak değerlendirip, sevap kazanmayı nasîb eylesin... Ahirette de onun yanında, ona komşu olmayı nasîb eylesin...

Allah hepinizden razı olsun...

Soru:

Kurban bayramında alevî ile sünnîlerin ortak kurban kesmeleri olabilir mi?..

Ortak kurban kesme --biliyorsunuz-- sığırda ve devede olabilir. Sığır yedi haktır, deve de yedi haktır. Ya herkes tek tek koyun veya keçi kesecek; ya da koyun ve keçi yok, yedi kişi bir araya gelip de sığır kesebilirler. Yedi kurban kuvvetindedir sığır veya deve...

66

Demek ki, "Büyük baş bir hayvan kesileceği zaman, şahıslardan birisi alevî olsa kesilebilir mi?" diyor. Kesinlikle, rahatlıkla kesilebilir. Çünkü mü'min kişi, kurbanın vacip olduğuna inanmış ve o işe davranmış ve kurban kesme çaresine bakıyor. O zaman, niyet müttehid oluyor. Niyetler aynı olduğu zaman kişiler beraber kurban kesebilirler. Kesebilir.

Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh...

14 Nisan 1994 - Bakırköy

67

ALLAH'A KUL OLMAK ŞEREFİ

Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidil evvelîne vel âhirîn, muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid dîn... Emmâ ba'd:

Aziz ve muhterem kardeşlerim!..

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...

Burada ikametimiz, bu kampta kalışımız esnasında, akşam namazlarından sonra yarım saat kadar Hazret-i Ali --RA ve kerremallahu vecheh-- Efendimiz Hazretleri'nin sözlerini okuyup izah edeceğim. Elimde Hazret-i Ali Efendimiz'in sözlerini toplayan bir kitap var; o kitaptan onun mübarek hikmetli sözlerini size nakledeceğim.

Sahabe-i Kirâm'ın içinde Hazret-i Ali Efendimiz'in sözlerini seçmemin sebebi, en başta gelen sebep: Türkiye'mizde ve İslâm Alemi'nin bir çok ülkesinde Hazret-i Ali RA Efendimiz'i özellikle çok seven ve ona candan bağlı olan insanlar var... Tabii böyle mübarek, Aşere-i Mübeşşere'den cennetlik bir büyüğümüzü sevmek güzel bir vasıf, iyi bir sıfat... Fakat, "Hazret-i Ali RA Efendimiz'i seviyorum, ona bağlıyım... Onun yolundayım, onun fırkasındayım, onun zümresindeyim." diyen kardeşlerimizin bir kısmı Hazret-i Ali Efendimiz'i tanımıyor. Hazret-i Ali Efendimiz'i kendisine nümûne-i imtisâl edinmiyor; model insan olarak onu alıp, onun izinden gitmiyor. Onun yaptığı ibadetleri yapmıyor. Onun yapmadığı, yapmayacağı, memnun ve razı olmayacağı işleri yapıyor.

68

Yâni, Hazret-i Ali Efendimiz çıksa gelse, onların bu halini görse, aslâ memnun olmaz. Meselâ, namaz kılmamaları gibi... Meselâ, içki içmeleri gibi...

Hattâ, ben geçtiğimiz günlerde burada bir şehirde, Hazret-i Ali Efendimiz'i seven zümreye mensub bir derneği ziyarete gittim, davetlerine icâbet ettim. İki üç saat kadar konuştuk. Öyle sözler söylediler ki, öyle ifadeler kullandılar ki; değil Hazret-i Ali Efendimiz'i seven bir insan söylesin, herhangi bir mü'min aslâ söylemez o sözü!.. O söz imana sığmaz, İslâm'a sığmaz ve o sözü söyleyen İslâm'dan dışarı çıkar... İmanını kaybeder, küfre düşer. Ben onlara dedim ki: "Bakın, sizin bu sözünüz İslâm'a sığmıyor, imandan bile çıkıyorsunuz."

Meselâ, Allah-u Teâlâ Hazretleri hakkında çok yanlış sözler söylediler. Dedim ki: "Bu sizi doğrudan doğruya küfre düşürür. Hazret-i Allah CC aleyhinde söz söylemek sizi cehennemlik eder; bunu yapamazsınız!.. Hazret-i Ali'ye dayanarak hiç yapamazsınız, Hazret-i Ali'yi seviyorum diyerek hiç yapamazsınız. Herhangi bir şekilde de yapmanız mümkün olmaz."

69

Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini tenkid ediyor. "Ayetleri tenkid edemezsiniz. Buna sizin içinde bulunduğunuz pozisyon ve intisab ettiğinizi söylediğiniz şahıs müsâit değil..." dedim.

Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini kabul etmiyor. Meselâ,

(Küllü mevlûdin yûledü alel fıtrati) "Her doğan fıtrat-i İslâmiye üzere doğar." hadis-i şerifini de itirazla karşılıyor, hadis-i şeriftir dediğimiz halde...

"Benim şimdi namaz kılmam lâzım!" diyorum; "Kılma, ne olacak?.. Bize faydalı konuşmalar yapıyorsun, konuşmaya devam et, sonra kılarsın!" diyor. Ben de diyorum ki:

(İnnes salâte kânet alel mü'minîne kitâben mevkûtâ) "Namaz insanların boynuna belirli zaman dilimleri içinde îfâ etmeleri gereken bir farzdır. Bunu te'hir etmek, kazaya bırakmak olur mu?.. Mümkün değil!.." diyorum.

Yâni Hazret-i Ali Efendimiz'i seven insanların grubu öyle bir hale gelmiş ki; içinde kâfiri barındırıyor, ateisti barındırıyor, inançsızı barındırıyor, kucaklıyor... Onunla yanyana olmuşlar, onunla hemfikir olmuşlar... Tabii, böyle bir şey onların aleviliklerine uymuyor, Hazret-i Ali Efendimiz'e mensub oluşlarına uymuyor. O halde, Hazret-i Ali Efendimiz'den bahsetmemiz lâzım, Hazret-i Ali Efendimiz'in sözlerini anlatmamız lâzım, hayatını anlatmamız lâzım ki, onu gerçekten sevenler onun yolunda yürüsünler.

70

Bu bakımdan Sahâbe-i Kirâm'ın içinden Hazret-i Ali Efendimiz RA'ın sözlerinden, burada kaldığımız her akşam inşaallah birkaç tanesini --zaman ne kadarına müsaade ederse, o kadarını-- açıklayacağım. Çünkü, burdaki bizim konuşmalarımız sadece size münhasır kalmıyor, sadece siz dinlemiyorsunuz. Bunlar ses bantlarına geçiyor, video bantlarına geçiyor; Türkiye'ye gidiyor, dünyanın her yerine dağılıyor. Bir çok yerde dinleniyor, okunuyor.

Binâen aleyh, biz imanla ilgili bir ders yaptık sabahleyin... Bunu sırf sizin için yapmadık. Buradaki bu dekor içinde, bu zaman içinde, bu program içinde bu konuşmayı yapıyoruz ama; bu bir çok zamanlar için, bir çok bölgeler için, bir çok insanlar için önemli bir konudur. İman konusudur, Allah'a iman konusudur, herkes için çok önemlidir. Onun için Amerika'ya da gidecek, Pakistan'a da gidecek, Malezya'ya da gidecek, Türkiye'ye de gidecek, Almanya'ya da gidecektir. Biz o şuurla bu konuşmalarımızı yapıyoruz. Akşamları yapacağımız bu konuşmalar da bir çok yere dağılacağı için, dağıtılacağı için, tevzî edileceği için, burada bu günleri ganimet bilerek bu konuyu seçtik.

71

Tabii, bu konuda konuşmak bizim boynumuzun borcudur. İnsanları doğru yola çekmek, bizim vazifemizin gereğidir. Bizim hasbel kader, --Allah'a hamd ü senâlar olsun kader bizi böyle eylemiş-- Hazret-i Ali Efendimiz'in evlâdı, torunu olma durumumuz da vardır. Yâni, Hazret-i Ali Efendimiz'i uzaktan bir kimse olarak anlatmıyoruz, dedemizden bahsediyor olarak anlatmış oluyoruz.

Ayrıca Hazret-i Ali Efendimiz'in "Eimme-i İsnâ Aşer: Oniki İmam" denilen evlâtları ve onların içinden İmam Ca'fer-i Sâdık Hazretleri de bizim tasavvufî yolumuz olan Nakşî tarikatının ve diğer tarikatların silsilesinde olan pirlerimizdendir, mürşidlerimizdendir. İmam Ca'fer-i Sâdık Hazretleri, İmam-ı Âzam'ın da hocasıdır. O bakımdan, çeşitli yönlerden yakınlığımız olduğu için böyle bir konuyu açıyoruz.

Çünkü, müslümanları parçalamak, birbirlerine düşman etmek, birbirlerine düşürmek, birbirleriyle döğüştürmek isteyen bir plan var!.. Bunu görüyoruz. Irak'ı İran'a saldırttılar, Irak'ı Kuveyt'e saldırttılar... Irak'ı Türkiye ile kötü duruma düşürttüler, Suriye'yi Türkiye ile kötü duruma düşürttüler... Libya'yla Mısır'ı kötü duruma düşürttüler, Cezayir'le Tunus'u kötü duruma düşürttüler... Yâni tek bir yerde olsa, tesadüf diye düşünülebilir amma, planlı bir şekilde dünyanın her yerinde müslümanları birbirine düşürme çalışması var!.. Bizim de bunun aksini yapmamız lâzımdır.

72

Ayrıca temelsiz olan fikirleri, küfrü, inkârı, şirki kökleyip atmak vazifemizdir. Yetişmemizin gereğidir, aldığımız mânevî görevin gereğidir. O bakımdan bu konuyu açıyoruz. Besmeleyle bu akşam, burada, bu kampın ilk konuşmasına; Hazret-i Ali Efendimiz'in sözleriyle ilgili ilk konuşmaya şu anda böylece başlamış oluyoruz.

Okuduğumuz eser, Hazret-i Ali Efendimiz'in sözlerini toplayan bir eserdir. Necef'te basılmıştır. Elfü kelimetin liemîril mü'minîne ve seyyidil büleğa vel mütekellimîn el'imâm ali ibn-i ebî tâlib aleyhis selâm başlığını taşıyor. Bunun ilk sayfasından okuyorum:

1. (Kâne aleyhis selâm kesîren mâ yekulü) "Ona selâm olsun Hazret-i Ali şöyle söylerdi. Ne zaman?.. (izâ ferağa min salâtil leyl) Gece namazını kıldıktan sonra şu sözleri söylerdi.

Salâtül leyl, teheccüd namazıdır. Geceleyin takvâ ehli insanların, salihlerin, abidlerin uykusunu fedâ edip kalkıp kıldığı bir namazdır. Peygamber SAS Efendimiz'e Kur'an-ı Kerim'de, bismillâhir rahmânir rahîm:

(Ve minelleyli fetehecced bihî nâfileten lek, asâ en yeb'aseke rabbüke makamen mahmûdâ) diye teheccüd namazı kılması tavsiye buyurulmuştur Allah tarafından... Peygamber SAS de bizlere tavsiye etmiştir gece namazı kılmayı... Çünkü, gecenin çok büyük feyzi vardır, çok büyük bereketi vardır.

73

"Gece vaktinde mânevî bakımdan göğün kapıları açılır ve Allah-u Teâlâ Hazretleri kullarına: 'Yok mu benden af isteyen?.. İstesin affedeceğim!.. Yok mu benden bir talebi olan?.. Dilesin, dilediğini vereceğim!.. Yok mu benden mağfiret taleb eden?.. Onu afvü mağfiret eyleyeceğim!..' diye kullarına seslenir." diyor Peygamber Efendimiz... Bu seslenme bütün gece devam eder, imsak kesilinceye kadar... İmsak kesildikten sonra biter.

Demek ki, imsak kesilmezden önce geceleyin kalkıp ibadet eden, Allah'a yalvaran; Allah'tan arzusunu, talebini, duasını, niyazını isteyen muradına erer. Allah'ın affına mazhar olur, lütfuna ihsanına nâil olur.

Onun için biz de sizlere Peygamber Efendimiz'in sünneti olan gece namazını, salihlerin adeti olan gece kalkıp teheccüd namazı kılmayı tavsiye ederiz. Evet, şu yaz günlerinde gece kısa olduğundan, gece namazına kalkış biraz zordur amma, bunun kışı da vardır. Şimdi biraz zor yapılsa bile, şimdi de sabah namazından sonra dinlenme imkânınız vardır. Yine de yapmanızı tavsiye ederim.

74

Peygamber Efendimiz yapardı, Hazret-i Ali Efendimiz yapardı... Salihler, evliyâullah büyüklerimiz geceleri böyle kalkar, yana yakıla ibadet ederlerdi. Yunus Emre'nin ilâhisini hemen hatırlıyoruz; ne diyor:

Dağlar ile, taşlar ile,
Çağırayım mevlâm seni!..
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım mevlâm seni!..

Seher dediği, işte bu teheccüd namazı kılınan gecenin son vaktidir. Yâni sahura kalktığımız, oruç için yemek yediğimiz zamanlardır. "Seherlerde kuşlar ile, / Çağırayım mevlâm seni!.." Kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmeğe başlar; ben de kalkayım, dua edeyim!" diyor.

(Vel müstağfirîne bil eshâr) diye seher vakitlerinde kalkıp tevbe eden Sahabe-i Kirâm'ın sevabının çok olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildiriliyor.

Müzzemmil Sûresi'nde de Allah-u Teâlâ Hazretleri bu ümmete, selef-i salihînimize tavsiye eylemiş ki:

(Kumil leyle illâ kalilâ. Nısfehû evinkus minhu kalîlâ. Ev zid aleyhi ve rattilil kur'âne tertîlâ.) "Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl! Gecenin yarısını kıl! Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku!"

75

Sonra:

(İnne rabbeke ya'lemu enneke tekumu ednâ min sülüseyil leyli ve nısfehün ve sülehû ve tâifetün minellezîne meake) diye son ayet-i kerimesinde de Sahabe-i Kirâm'ın bu emri tutarak, geceleri kalkıp çok çok ibadet ettikleri, uykularını çok fedâ ettikleri ifade ediliyor. Bu kadar da aşırı yapmalarına lüzum olmayıp daha hafif bir tarzda gece ibadetini yapmaları tavsiye ediliyor.

Hazret-i Ali Efendimiz (Radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh)... Hazret-i Ali Efendimiz'e biz "Radıyallahu anh" diyoruz. Çünkü:

(Radıyallahu anhüm ve radû anh) diye ayet-i kerimede Allah'ın onlardan --Sahabe-i Kiram'dan-- razı olduğu işaret edilmiş. Ayrıca "Kerremallahu vecheh" diyoruz. Çünkü, Allah-u Teâlâ Hazretleri ona büluğa ermeden İslâm'ı nasib ettiğinden, onun yüzü tertemiz kaldı; hiç küfre yönelmedi. Yâni, cahiliye çağını yaşayıp da, ondan sonra müslüman olan insanlar gibi değil... Büluğa ermeden, daha çocuk yaştayken Peygamber Efendimiz SAS'e iman etti. çocuklardan ilk iman edendir. Böylece yüzü pırıl pırıl, tertemiz kaldı. Yüzünde hiç bir mahcûbiyet durumu olmadı. Allah onun yüzünü ak etti. Onun için "Kerremallahu vecheh: Allah onun yüzünü asilleştirdi" diyoruz.

76

Şia'da ona "Aleyhis selâm" derler. Biz "Aleyhis selâm" sözünü sadece enbiya ve mürselîn için kullanırız. İsâ Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâm... gibi. Sahabe-i Kiram için "Radıyallahu anh" deriz. Ama Hazret-i Ali Efendimiz için husûsî olarak bir de "Kerremallahu vecheh" diyoruz.

Hazret-i Ali Efendimiz geceleyin kalkardı, teheccüd namazı kılardı. Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifini bu arada hemen hatırlatayım size:

(Rek'atâni minel leyl) "Geceleyin kılınan iki rekâtcik bir namaz, uykuyu bölüp de kılınan bu namaz; (hayrün mined dünyâ ve mâ fîhâ) bütün dünyadan ve dünyanın içindeki her türlü mal, mülk, zenginlik ve servetten daha hayırlıdır, daha kıymetlidir.

İşte Hazret-i Ali Efendimiz de gece kalkar ibadet ederdi; bir çok Sahabe-i Kiram gibi, bir çok sâlihler gibi, evliyâullah gibi... Namazından sonra da şöyle dua edermiş: --Ben sabahleyin, "Allah'ın varlığını ilmen, scientific olarak insanın anlaması lâzım!.. Aklen ve mantıken bulmak durumunda ve o kabiliyettedir insan... Mutlaka bulması lâzım!.. Alimler de tabii, çok daha iyi bir şekilde Allah'ın varlığını kavrarlar. Kur'an-ı Kerim bize etrafı ibret gözüyle seyretmeyi ve ordan Allah'ın varlığına deliller çıkartmayı tavsiye ediyor." demiştim. Bakın, Hazret-i Ali Efendimiz de tevâfuken aynı konuyu işliyor.--

77

(Eşhedü ennes semâvâti vel arda ve mâ beynehümâ ayatün tedillu aleyke) "Yâ Rabbbi! Şehadet ederim ki, gökler ve yer, bunların arasındaki bütün yaratıklar, senin varlığını gösteren delillerdir. Bütün gökler delildir, yeryüzü delildir... Bunların arasındaki bütün varlıklar, senin varlığına şehadet eden, gösteren delillerdir." Yâni, parmak izi gibi küçük bir iz, emâre aramağa lüzum yok; şehadet ederim ki her şey, bütün varlıklar senin varlığını gösteren delillerdir.

(ve şevâhidü teşhedü bimâ ileyhi deavte) "Bunlar aynı zamanda senin çağırdığın, dâvet ettiğin konulara şahitlik eden şâhitlerdir." Yâni, sen doğru imana dâvet ediyorsun... Peygamber gönderip, Kur'an indirip, insanlara varlığını birliğini, esmâ-i hüsnâ'nı anlatıyorsun... Dünyayı, ahireti bildiriyorsun... İnsanların din konusunda bilmediği hususları bildiriyorsun... İşte bütün bu varlıklar senin söylediğini doğrulayan şahitlerdir.

(küllü men yüeddi ankel hüccete ve yeşhedüleke birubûbiyyeti mevsûmün biâsâri ni'metike) "Senden bize delil mahiyetinde olan her şey ve senin rubûbiyyetini, alemlerin rabbi olduğunu; yaratıcısı ve yöneticisi, besleyicisi ve geliştiricisi, ihtiyaçlarını karşılayıcısı olduğunu gösteren şeyler, şahitler, senin nimetlerinin eserleri olarak işaretlidirler."

78

Rubûbiyyetin mânâsı geniş... Rab demek; alıp geliştiren, yaratıp ondan sonraki ihtiyaçlarını da görüp büyüten, geliştiren demek...

(ve meâlimü tedvirü alemike) "Senin kâinatı yönettiğinin, kâinatın sahibi, idarecisi ve mâliki olduğunun kesin göstergeleridir. Büyük işaretlerdir bu varlıklar... (bihâ an halkıke) Bu yaratıklarından, mahlûkatından ne kadar yüce olduğun görülüyor, anlaşılıyor."

(fe erselte ilâ kulûbihim min ma'rifetik) "Bu varlıklara bakınca, sen onları müşâhede eden, onları güzel gören insanların gönlüne ma'rifetullahı gönderiyorsun. (mâ anesehâ min vahşetil fikir) Fikirdeki yalnızlıktan o gönderdiğin irfan bilgileri, irfan hazineleri onları kurtarıyor. (ve kefâhal ihticâc) Ve delil gösterme konusunda yeterli oluyor bu gönderdiğin şeyler..."

(fe inne şâhidetün) "Bütün bu varlıklar şâhittir ki; (bi enneke lâ te'huzükel evhâm) sen o kadar yücesin ki, insanların vehimleri seni tam anlayamaz." İnsan acizdir, insan aklı yeterli değildir. (ve lâ tüdrikükel ukul) "Akıllar seni tam mânasıyla kavrayamaz, senin büyüklüğünü idrak edemez. (ve lâ reel ebsâr) Gözler de seni göremez."

79

Yâni, "Bu yerleri, gökleri ve yerlerin göklerin içindeki varlıkları incelediğimiz zaman görüyoruz ki; gözler seni göremez, akıllar senin yüceliğini, büyüklüğünü, künhünü, mahiyetini tam mânâsıyla anlayamaz. İnsanın düşünceleri ki, nihâyet birer vehim sayılır. Aciz insanın aciz düşüncesi; ne olacak?.. Doğruluğu da kesin değildir. İnsanoğlunun düşüncelerinin hepsi doğru diye bir şey yoktur. Nihâyet kendi aklı seviyesi, irfanı seviyesindedir; vehimdir. Bu vehimler seni tam mânâsıyla kavramağa yeterli değildir." Bu anlaşılıyor.

"Şu gökyüzüne baktığımız zaman, yâ Rabbi görüyoruz ki, sen yücelerin yücesisin!.. Bu kadar muazzam varlıkları böyle yarattığına göre, senin büyüklüğün ne kadar, sen ne büyüksün yâ Rabbi!.. Nasıl emsalsiz bir hâliksın!.. Bunlara bakıyoruz, aklımızın seni tam mânâsıyla idrak edemiyeceğini anlıyoruz; gözümüzün seni göremeyeceğini anlıyoruz." demek istiyor.

Hakîkaten de Mûsâ AS'a Tur Dağı'nda vahiy geldiği zaman; "Ben senin rabbinim yâ Mûsâ!" diye Allah-u Teâlâ Hazretleri ona vahyetti, emirlerini bildirdi. O, peygamber olarak o ilâhî tecellîye mazhar olunca, --tabii sevgisinden, saygısından, merakından, aşkından, aşkullahtan, muhabbetullahtan-- dedi ki:

80
81 ilâ 100. sayfalar