Evet, bir tane daha okuyalım... Herhalde müddeti biraz geçtik ama, üç olması güzel oluyor; bir tane daha okuyalım... Üçüncü vecizesi Hazret-i Ali Efendimiz'in:
3. (İzâ erâdallahu biabdin hayran hale beynehû ve beyne şehvetihî ve hâcebe beynehû ve beyne kalbihî ve izâ erâde şerren vekkelehû ilâ nefsihî) Hazret-i Ali Efendimiz'in tecrübesi bu... Böyle bildiriyor.
(İzâ erâdallahu biabdin hayran) "Allah bir kulunun hayrını istedi mi, o kulun hayrını murad etti mi;" Ne yapar?.. (hale beynehû ve beyne şehvetihî) "O kulun kendisiyle şehveti arasına, şehevât-ı nefsaniyyesi arasına girer." Yâni, şehevât-ı nefsaniyyesini yaptırtmaz, engeller. Allah bir kulun hayrını istedi mi, onu şehvetlerine esir etmez. Araya girer şehevât-ı nefsaniyyesini, hevesât-ı nefsâniyyesini yaptırtmaz. (ve hâcebe beynehû ve beyne kalbihî) "Ve gönlü ile kendisi arasını manialar, engeller." Yâni, kötülük yapmağa müsaade etmez, kötü tarafa kaymasına müsaade etmez.
(ve izâ erâde şerren) "Bir kulun kötülüğünü murad etti mi, (vekkelehû ilâ nefsihî) kendi haline bırakıverir, ipini salıverir." O zaman insan, Allah'ın yardımı olmadı da salıverildi mi, artık nereye gideceği belli olmaz. Kafasının uygun gördüğü yere gider, nefsinin arzu ettiği yere gider. Günahlara girer, belâsını bulur, cezâsını çeker.
Demek ki iyilik yapmak, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin özel bir yardımıyla, gayretiyle oluyor. Yoksa normal olarak, insan kendi haline kaldı mı, günahlara dalar. Onun için Allah'tan yardım isteyeceğiz.
Peygamber Efendimiz el açmış, ne dua etmiş biliyor musunuz?.. "Yâ Rabbi! Beni, göz yumup açıncaya kadar şu nefsime bırakma!.." Bir göz yumup açıncaya kadar... "Şıp!" diye bir objektifin açılıp kapanışı gibi... "Bir göz yumup açıncaya kadar, beni şu nefsime bırakma yâ Rabbi!.. Bana yardım et, bana tevfikiki refik eyle... Mânevî bakımdan beni destekle yâ Rabbi!.. Hayırları yapmama yardımcı ol, beni nefsime bırakma yâ Rabbi!.." diyor.
Nefis ne demek?.. Nefis, insanın kendisi, iki omuzunun arası... İnsan kendisine kaldı mı, kendi başına kaldı mı, mahvolur. Onun için "Ben.. Ben... Ben..." diyenler mahvolurlar. İşe yaramaz, eğilmez, doğrulmaz, yontulmaz berbat bir şeydir insanın nefsi... Kendi nefsine kaldı mı insan, mutlaka hata işler. Neden?..
(İnnen nefse leemmâreten bis sûi illâ mâ rahime rabbî) "İnsanın nefsi insana şehevât-ı nefsâniyyesini, kötülüğü emreder." Kim söylüyor bu sözü?.. Yusuf Aleyhisselâm söylüyor. Yusuf AS peygamber... Peygamberlik eğitimi görmüş, Allah'ın seçkin kulu... Sıradan bir kul değil, çarşıdaki pazardaki adam değil, dinî bilgisi olmayan bir insan değil...
(Vemâ überriü nefsî) "Ben kendimi medhetmiyorum, temize çıkarmıyorum. (innen nefse leemmâreten bis sûi) İnsanın nefsi insana kötülükleri çok emreder." diyor.
Bir yalnız başına kal evde... Bir delikanlı yalnız başına kalsın; kötülüğü emreder nefsi... Camdan baktırır, şunu yaptırır, bunu yaptırır... Kendi başına bıraktığın zaman kumara gönderir, gezmeğe gönderir, harama gönderir. Bu nefsi azgındır insanın... Allah insanı şu nefse esir etmesin...
Kadının birisi gelmiş rahmetli bir hocaefendiye... "Hocam! benim bir köpeğim var, zabtedemiyorum; sağa saldıryor, sola saldırıyor." Hakîkaten bir köpeği olsa insanın, gelip de hocaya mı sorar bu sözü?.. Anlamış hoca, arif... Gülmüş. "Kadın!" demiş, "Benim de bir köpeğim var, hem de kurt köpeği gibi, Kangal köpeği gibi..." demiş. Kasdettiği ne?.. Nefsi...
Diyor ki şâir:
"Nefis kundaktaki bebek gibidir. Sen onu bırakırsan, kazık kadar oluncaya kadar emer. Memeyi bırakmaz. Memeye biber sürersin, acı sürersin; kestin mi, kesilir.
Geçen gün biz yolda gidiyoruz. Yukarıda etrafı, çevreyi görmeğe gidiyoruz arabayla... kenarda çiftlikler var, sığırlar var; iri, besili, kocaman inekler... Holşitayn --Hollanda-- inekleri, cüsseli inekler... Koca dana, anası kadar olmuş; gelmiş orda memeden süt emiyor. Sahibi görse sopayla kovalar.
Koca dana olur, öküz olur, boğa olur; hâlâ o arzusunun peşinde gider. Terbiye edersen, düzelir. Terbiye etmezsen, zabtedemezsin artık... Küçükken zabtedersin, büyüdüğü zaman zabtedemezsin.
Onun için, nefsin terbiyesi şarttır. Kur'an-ı Kerim diyor ki:
(Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ) "Nefsini terbiye eden kurtulur. Nefsini terbiye edemeyen mahvolur." Nefsi canavarlaştı mı, artık zabtedemez onu; hayatı mahvolur. Nefis bir kere canavarlaştı mı, onu terbiye etmek için padişahın küçük oğlu lâzım!.. Elinde kılıç olacak, ejderhanın yedi başını birden kesecek. Masallarda o öyle... Kolay mı, canavar gibi olmuş olan nefsi yenmek?.. Kaç kişi yenmiş?..
--Hocam, işte ben eskiden azgındım da, hayduttum da, uslandım...
--Kaç yaşında uslandın?.. Zaten iş işten geçti... Altmışa geldin, yetmişe geldin, zâten uslanacaksın!.. Akan sular durulacak tabii... Hadi sene göreyim seni, yirmi yaşındayken uslan bakalım!.. Yirmiiki yaşındayken, yirmibeş yaşındayken uslan bakalım!..
O zamanlar söz dinlemiyordun; ak sakallı babanı dinlemiyordun, başörtülü anneni dinlemiyordun. Elliye altmışa geldin, tevbekâr oldun, hacca gidiyorsun. Tabii, zâten öyle olacak yaşın icabı!.. Erkeksen delikanlılık çağındayken, başında kavak yelleri estiği zaman uslansaydın, dursaydın!..
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, hiç kendimize güvenemeyelim!.. Allah bizi nefsimize bırakmasın... Şimdiki halimize de hiç mağrur olmayalım!.. Elhamdü lillâh şimdi, Coburg Camii Cemiyeti'nin yaptırdığı aile kampındayız. Cemaatle namazları kılıyoruz, akşamları tesbihleri çekiyoruz. Sen şimdiyi bırak, istikbalde ne olacak, son nefeste ne olacak?.. O önemli...
Çünkü işin önemi en son nefeste... Ahirete nasıl göçeceksin, ondan sonra ne yapacaksın?.. İmanla göçmek mühim... Onun için en son nefese kadar Allah'a sığınacağız, yalvaracağız, korkacağız, çekineceğiz. "Şeytan bir oyun edebilir bize..." diyeceğiz. "Nefis ayağımıza bir çelme takabilir, bizi şaşırtabilir." diyeceğiz.
Burdaki bilgiler, burda size öğrettiğimiz şeyler, ilerdeki hayatınızda tehlikelerden korunasınız diye... Yoksa, şimdi korunmuşsunuz bir şey değil... Burda kim olsa korunur. Zâten kötülük yapmak istesen, ne yapacaksın?.. Yok ki; burası üniversite kampüsü... Asıl bundan sonra, önemli olan...
Ramazanda insanın teravih namazı kılması, oruç tutması bir şey değil... Ramazandan sonraki onbir ayda ne yapacak bakalım dışarda; mühim olan o!.. Camide insanın tesbih çekmesi mühim değil... Camiden çıktığı zaman ne yapacak; önemli olan o!..
Yâni, biz bu eğitimleri neden yapıyoruz?.. İleriye doğru kuvvetlenin diye, aşı olsun diye... İlerde şaşırmayın diye, evinizde şaşırmayın diye, mahallenizde şaşırmayın diye... Bundan sonraki hayatınızda şaşırmayın diye gösteriyoruz. Öğretiyoruz, okuyoruz, dinliyoruz...
Hepimiz Allah'ın aciz kuluyuz. Hepimiz Allah'ın rahmetine muhtacız. Hepimiz Allah'a sığınmak zorundayız. Hepimiz Allah'a kendimizi sevdirmek zorundayız. Allah severse, yardım ederse; ne mutlu bize!.. Allah'ın sevmediği bir kul oluruz da, Allah bizi ipimizi salıverip kendi halimize bırakırsa; uçuruma yuvarlanıp gideriz.
Onun için, Allah'ın sevdiği şeyleri yapmak zorundayız!.. Allah'ın sevgisini kazanmak, hayatımızın gayesi!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemize tevfikını refik eylesin... Rabbimiz bizi, bir göz yumup açıncaya kadar nefsimize bırakmasın... Bizi şeytanın eline düşürmesin, şeytanın maskarası etmesin... Şeytanı bize musallat edip de, --kedinin yumakla oynadığı gibi-- bizi şeytanın elinde oyuncak durumuna düşürmesin... Şu fâni dünyanın fâni lezzetlerine kaptırmasın... Bu zevkli, eğlenceli, keyifli, yılbaşılı, barlı, pavyonlu, içkili, kumarlı, plajlı, süslü dünya hayatı bizi aldatmasın... Bu esen küfür rüzgârları, Ahiret yolundan bizi çevirmesin, Allah'ın rızasına aykırı yollara sürüklemesin...
Rabbimiz bizi sevdiği kul olarak yaşatsın... Bir sonraki günümüz, bir önceki günümüzden dâimâ daha hayırlı, daha ileri, daha güzel, daha sevaplı olsun... Böyle, günden güne sevaplarımızı arttıra arttıra, nihâyet en son demimizde Allah'ın sevdiği bir kul olarak ruhumuzu teslim etmeyi nasib eylesin...
Çok hoşuma gidiyor; bizim fakültenin bir sekreteri vardı rahmetli, o anlatmıştı: Elazığ'da bir adamcağız varmış, hastalanmış. Komaya girmiş. başında bekliyorlar. Kendi şuurunda değil... Gözleri kapalı... "Iııh... Iııh..." Ölümü bekliyor artık, komada... Böyle komadayken, birden muazzam bir saygıyla, son bir gayretle doğrulmuş yataktan, oturmuş; "Zahmet buyurdunuz yâ Rasûlallah!.." demiş. Sonra, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" demiş, ruhunu teslim etmiş.
Demek ki, en son anda Rasûlüllah Efendimiz göründü kendisine, geldi yanına... O da, "Yâ Rasûlallah! Niye zahmet ettiniz, benim gibi fakirin yanına..." diye, "Zahmet buyurdunuz yâ Rasûlallah!" diyor. Ne güzel!.. Allah böyle güzel hüsn-ü hâtimeyle, sevdiği bir kul olarak şu emânetimizi noktalayıp, huzuruna sevdiği razı olduğu bir kul olarak varmayı nasîb etsin...
Hiç mağrur olmayın!.. Hiç gevşemeyin, hiç dikkatinizi dağıtmayın!.. Dâimâ müteyakkız olun, dâimâ söylediğiniz söze dikkat edin!.. Yaptığınız hareketin, Allah'ın rızasına uygun olup olmadığına dikkat edin, aziz ve muhterem kardeşlerim!..
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû...
El Fâtiha!..
28. 12. 1993 - Melbourne
ÖLÜMÜ UNUTMAMAK
Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm...
Bismillâhir rahmânir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Nahmeduhû bicemîi mehamidih... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidil evvelîne vel âhirîn, tâci ruusinâ ve tabîbi kulûbinâ ve üsvetünel haseneti muhammedinil mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil cezâ... Emmâ ba'd:
Aziz ve muhterem kardeşlerim!..
Zeminin ve zamanın gereği olarak, Hazret-i Ali Efendimiz'in mübârek vecîzelerini okumağa başladık. Çünkü, Sivas'ta birtakım olaylar olmuştu. Bu olayların sonunda bir otelin yakılması dolayısıyla bazı kimseler kazaya uğramıştı. Kurtarmağa çalışanlar yine bizim sünnî kardeşlerimiz olduğu halde, olay sünnî alevî çatışması haline getirilmişti. Onun akabinde hemen Başbağlar'da, "Siz bizim Sivas'taki kardeşlerimizi yaktınız!" diyerek, bizim camimizi yakmışlar ve kardeşlerimizi şehid etmişlerdi.
Ondan sonra da; o olaylar, o kadar fitne fesat, zulüm orada yetmiyormuş gibi, bir de buraya taşınmış. Burada da, Avustralya'nın muhtelif şehirlerinde alevî sünnî ayrılığı körüklenmiş. Bu arada da radyolarda, yayınlarda sünnîliğe çatacağız derken imana, şeriata, İslâm'a saldırılar olmuş.
Tabii bu, gerçek bir alevînin, Hazret-i Ali Efendimiz'e hakîkaten bağlı bir insanın yapacağı bir şey değil... Ayrıca sünnî ve alevî grupların birbirleriyle böyle uğraşmaları ve işi böyle kin ve nefret ile keskin çizgiler haline getirmeleri doğru değil... Uzlaşmanın sağlanması, aradaki ihtilâfların çözülmesi lâzım!.. Herkesin hak olan çizgiye gelmesi gerekiyor.
İhtilâfların çözümünde ilim, irfan, araştırma, inceleme, akl-ı selim, mantık hakem olmalı; ona göre mesele çözümlenmeli!.. Meseleler körüklenmemeli, yara daha fazla kanatılmamalı, daha fazla büyütülmemeli!.. Onun için, biz Hazret-i Ali Efendimiz'in vecizelerini bahis konusu alan konuşmalar yapmayı başlattık. Mildura'da başlattık, burada devam ediyoruz.
Hazret-i Ali Efendimiz, bizim başımızın tâcı... Sünnilerin de, alevîlerin de hürmet ettiği bir kimse... İmam Ca'fer-i Sâdık Efendimiz, bizim tarikatımızın silsilesinde yeri olan pirlerimizden, büyüklerimizden birisi... İmam-ı Azam Efendimiz'in hocası... Oniki İmam'a sevgimiz, saygımız var... Çünkü, tarikat silsilelerimizin bir kolu da, onlar üzerinden bize kadar geliyor. Ayrıca akrabalık bağları var...
Bu bakımdan bu meselenin, Hazret-İ Ali Efendimiz'in razı olacağı şekilde çözümlenmesine hiç kimsenin itirazı olamaz. Tarafeynden hiç bir kimse, buna bir şey diyemez. Biz, İmam Ca'fer-i Sâdık Efendimiz'in ve Hazret-i Ali Efendimiz'in razı olacağı bir çözüm arzu ediyoruz. Onun için, Hazret-i Ali Efendimiz'in vecizelerini bahis konusu ediyoruz, okuyoruz, anlatıyoruz ki, Hazret-i Ali Efendimiz bilinsin... Hazret-i Ali Efendimiz'in zihniyeti, imanı, nasihatları duyulsun ve her iki tarafça tutulsun istiyoruz.
Bir kaç tanesini okuduk vecizelerin... Okuduğumuz sayfadan geriye kalanlardan bugün yine, Allah kısmet ederse, bir kaç tanesini daha okuyacağız. Hazret-i Ali Efendimiz (RA ve kerremallahu vecheh), bir vecizesinde buyurmuşlar ki:
1. (Adâvetüd duafâi lil akviyâi ves süfehâi lil hukemâi vel eşrâri lil ahyâri tab'un lâ yüstetâu tağyîruhû.)
Arapçasını okuyoruz. Gramer izahını da yeri geldikçe yaparak, mânâsını söylüyoruz. Açıklamasını yapıyoruz. Hazret-i Ali Efendimiz, bu vecizesinde buyuruyorlar ki:
(Adâvetüd duafâi lil akviyâi) "Zayıfların kuvvetlilere düşmanlığı, husûmeti; (ves süfehâi lil hukemâi) akılsız, beyinsiz insanların hakîm, bilge, alim, fâzıl insanlara düşmanlığı; (vel eşrâri lil ahyâri) şerlilerin hayırlılara düşmanlığı, (tab'un) bir tabiattır, doğal bir kanundur. (lâ yüstetâu tağyîruhû) Değiştirilmesi mümkün olmayan bir tabiattır."
Bu öyle olacak, çâre yok... Zayıf kuvvetliye düşman olacak... Aptal, beyinsiz; hakîm, akıllı, alim, fâzıl kimseye hasım olacak... Şerli insan, hayırlı insana hasım olacak, düşman olacak... Çünkü, ayrı kutupların insanlarıdır. Bunun değiştirilmesi mümkün değil!..
O halde, bu vecizeden ne yapmamız gerektiği çıkıyor?.. Bunlara karşı tedbir almamız gerektiği çıkıyor ortaya... Yâni sen, "Elhamdü lillâh ben hak yoldayım! Elhamdü lillâh ben doğruyum! Elhamdü lillâh ben hayırlıyım, ben haklıyım!" diye gevşek durmamalısın!.. Tabiaten (naturally), normal olarak, kötü olduğun için değil de iyi olduğun için sana düşman olan gruplar olabilir. Uyanık bulunmak lâzım, dikkatli olmak lâzım!..
Gücün kuvvetin varsa, zayıf sana düşmandır. Burda sıralanmamış ama, fakirlerin zenginlere düşmanlığı gibi şeyler de olabiliyor. Bazı ülkelerde sınıf kavgaları da olabiliyor.
Akılsız insanın, hakîm insana düşmanlığı... Hakîm; her şeyi yerli yerinde, hikmetle yapan kimse... Sefih de; akılsızca, düşünmeden yapan insan...
Şerli insanlar da hayırlılara düşmandır. Binâen aleyh, mâdem onların tabiatı normal olarak böyledir, bu böyle olacak!.. O halde hayırlı insanlar, hakîm insanlar; aklı başında, maddeten ve mânen her yönden kuvvetli insanlar bu kanunu bilmeli, buna karşı tedbirini almalı, çaresini düşünmeli, kendisini korumağa gayret etmelidir!..
Bir de üzülmemek lâzım!.. Sosyal bir çok olaylar oluyor... Cami olayları oluyor, cemaat çatışmaları oluyor... Cemaatin içinde nefsânî, şeytânî bir şeyler olabiliyor... Olur böyle şeyler... Ne yapalım işte, insanın tabiatında var... Böyle şeyler olur, yılmamak lâzım!.. Yöneticilerin yılmaması lâzım, başkasının da bıkmaması lâzım!.. Her toplumda, her cemiyette, cemaatte buna benzer şeyler olabilir. Bunlara basîretle el koymak lâzım!..
2. (Rahimallahu abden itteka rabbehû ve nasaha nefsehû ve kaddeme tevbetehû ve galebe şehvetehû feinne ecelehû mestûrun aleyhi ve emelehû hâdiun lehû veş şeytânü müvekkelün bihî.)
Dua ile başlıyor Hazret-i Ali Efendimiz: (Rahimallahu abden) "Allah şöyle bir kula rahmeylesin, rahmeti ile muamele eylesin... Rahmetine daldırsın, rahmetine erdirsin şu vasıflara sahip olan kulu..." diye dua ediyor.
--Hangi vasıflara sahip kulu?..
(itteka rabbehû) "Rabbinden korkup sakınan; (ve nasaha nefsehû) ve nefsine münâsaha eden, nasihat eden; (ve kaddeme tevbetehû) ve tevbesini çabuk yapan, acele eden, geriye bırakmayan, tehir etmeyen; (ve galebe şehvetehû) şiddetli nefsânî arzularına el koyup galip olan, onların peşinde sürüklenmeyen, onları zabt ü rabt altına alabilen kimseye Allah rahmeylesin, lütfeylesin, rahmetine daldırsın... Ne mutlu o insan, ne iyi böyle yapan kimse... Böyle yapması ne kadar güzel!.." diye dua ediyor Hazret-i Ali Efendimiz...
(feinne ecelehû mestûrun aleyhi) "Çünkü, ömrünün müddeti ne kadardır, ne zaman sona erecek; kendisi bilmiyor.Allah biliyor ama, kendisinin mechulüdür, birden geliverir. (ve emelehû hadiun lehû) Ve yaşam ümidi, emeli, temennîsi onu aldatmaktadır, aldatıcıdır. Tûl-i emel onu aldatmaktadır. (veş şeytânü müvekkelün bihî) Şeytan da onun peşindedir, ona musallat kılınmış bir yaratıktır."
Binâen aleyh, üç tehlike var insanın karşısında... Birincisi: Ömrü ne zaman bitecek bilmiyor, hemen bitebilir. Bir an içinde, bir an sonra, bir adım ötede bile bitebilir.
Bizim fakültede sekreterimiz vardı. Çalışkandı rahmetli... Dindardı, namazında niyazında bir insandı. Altıda, yedide, sekizde gelir çalışırdı. Mesâiyle, mesâi saatleri ile mukayyet olmazdı. Çalışmış, fakültenin bahçesinden çıkmış; kaldırımdan öbür kaldırıma geçerken, arabanın birisi çarpmış, devirmiş.
(İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn...) Öldü gitti. İyi bir insandı Fevzi Efendi... Böyle öldü gitti.
Yâni, bir adım ötesi ecel... İşini yaptı, evine gitmeyi düşünüyor, yemek yemeyi düşünüyor. kaldırımın burasında sağ, bir adım ötesinde ecel... Ecelin ne zaman geleceği belli değil, mechul... Hemen gelebilir, bir an sonra gelebilir.
Eceli mechul olduğundan, yaşama ümidi, temennisi insanı aldatmaktadır. Bu temennî, emelin ümidin insanı aldatması, çok büyük bir düşman olarak görülmüştür İslâm alimleri tarafından... Tûl-i emel büyük bir gaf, büyük bir hata olarak tesbit edilmiştir. Ne demek tûl-i emel?.. İnsanın emelinin uzunluğu; iyi tarif edilmiyor, bilinmiyor, anlaşılmamış, doğru anlatılmamış.
Tûl-i emel demek; "Ben nasıl olsa daha yıllarca yaşarım!" diye ümid etmek, temennî etmek ve öyle olacağını sanmak... "Nasıl olsa daha çok yaşarım ya... İşte, bir emekli olayım, emeklilik ikramiyemi alayım; o zaman hacca giderim, sakal bırakırım, kılmadığım namazları kılarım, yapmadığım işleri yaparım, şöyle ederi, böyle ederim, bilmem ne..." Kaç sene sonrasını düşünüyor. Halbu ki ne mâlûm?..
İşte bu düşünce, bu temennî, bu ümit, bu emel aldatıcı bir şey... Halbuki, asıl âbid, zâhid, fâzıl, kâmil insanlar hiç tûl-i emele sâhib olmamış, öyle umutlara kapılmamış. Râbia-i Adeviye, sabahleyin uyandığı zaman dermiş ki: "Bak Râbia, kendine gel! Bugün son günün, bugün öleceksin haa!.. Ona göre çalış!" dermiş. Akşama kadar Allah'ın yolunda ibadet taat edermiş. Akşam olunca, "Hadi bugün gündüz ölmedin ama, bu gece öleceksin!.. Aklını başına topla, ona göre çalış!" dermiş. Yâni, eceli hemen gelir diye ümide kapılmamak, işi tehir etmemeyi sebep olduğu için, güzel bir duygu...
(Helekel müstesvifûn) buyurmuş Peygamber Efendimiz. Yâni, "İşini, vakit geniştir, zaman vardır diye sonraya bırakanlar helâk olur." (Sevfe ef'alü) "İlerde yapacağım!" diyenler helâk olur. Yapacaksan, hemen yap!.. Çünkü, bilmiyorsun ki, ümid ediyorsun yaşarım diye ama; belki yaşamazsın!..
Tûl-i emel, insanı aldatıcı bir duygudur. Onun için, düşman olarak görülmüş, tehlikeli olarak görülmüş. Diyor ki: "Ecelin mechuldür, ne zaman geleceği belli olmaz!.. Ümide düşmek, 'Çok yaşarım, şöyle yaparım, böyle yaparım...' diye ümitlenmek seni aldatmaktadır. Şeytan da etrafında dolaşmaktadır. Şeytan da seni aldatabilir haa, dikkat et!.." diyor.
Onun için, dua ettiği kimsenin ne yapmasını istiyor:
1. (itteka rabbehû) Rabbinden korkacak, sakınacak. Neden?.. Rabbinin azabı, ikabı, cezası, hesabı vardır... Cehennemi vardır. Korkacak, sakınacak; o durumlara, kötü durumlara düşmemek için gayret edecek insan... Akıllı insanın kârı takvâdır, ittikadır, sakınmadır, çekinmedir.
2. (ve nasaha nefsehû) Ve nefsine de içten, samîmî nasihat edecek. Onun kötülüğünü istemeyecek, iyiliğini isteyecek; zabt ü rabt altına alacak.
İnsanın nefsi, insanı keyifli şeylere, zevklere, sefalara, eğlencelere sürükler. "Fâni dünya hoştur amma, akıbet mevt olmasa!" demişler. Burada güle güle günahları işleyen, ahirette ağlaya ağlaya cezâsını çekecek. Onun için, bu nefse hâkim olmak lâzım!..
Ne mutlu o kimseye ki, Allah ona rahmeylesin ki, Rabbinden korkar; nefsine samîmi davranıp, iyiliğini isteyip onu kötü yollara bırakmaz, tutar.
3. (ve kaddeme tevbetehû) Tevbesini hemen yapar, takdim eder, öne alır. Tevbe ne demek?.. "Estağfirullah el'azîm..." demek değil tevbe!.. Asıl tevbe; bir dönüş yapıp hayatını Cenâb-ı Hakkın rızasına uygun tarafa çevirmek demek...
Herkes tevbeyi, dille yapılan bir şey sanıyor. Eline tesbihi alıp "Estağfirullah..." diyen, "Tevbe yâ Rabbi!.." diyen, "seyyidül istiğfar" duasını okuyan, işi bitirdim sanıyor. Halbuki, bu işin lafı... Lafla peynir gemisi yürümüyor; biliyorsunuz. Ne lâzım?.. İş lâzım... Yâni, ne lâzım tevbe eden insana?.. Kötü yolu bırakıp, doğru yola girmek lâzım!.. Girmedikten sonra kırk defa, elli defa, yüz defa, bin defa "Tevbe yâ Rabbi!" dese, kıymeti yok...
"--Tevbe ediyorsun ama günaha devam ediyorsun ey kulum!.. Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu?.. Hani dönmüştün? Akşamdan söz verip de, sabaha tekrar vaz mı geçeceksin? Böyle şey mi olur?.." demez mi Allah...
Tevbe demek, "Döndüm yâ Rabbi!" demek... Ne yapacak?.. Dönüş yapacak, yaşamı değişecek; günahkâr yaşamdan sevaplı yaşama gelecek... İbadetsiz yaşamdan, ibadetli yaşama gelecek... Haramlı yaşamdan, helâlli yaşama gelecek... Açık saçıklıktan, kapalılığa gelecek... İçki içiyorsa, içkiyi bırakacak... vs. Yâni, dönecek. İşte onu erken yapmak lâzım!..
Kimisi tehir ediyor. "Yapacağım, yapacağım hocam!" diyor, "Tamam, tamam..." diyor. Söylüyorsun, sıkıştırıyorsun; sıkıştığı zaman "Tamam..." diyor. "Tamam..." diyor ama, yapmıyor. Ne düşünüyor?.. İleride yaparım diye düşünüyor. Ama Hazret-i Ali Efendimiz ne diyor: "Tevbesini öne alması lâzım, hemen yapması lâzım!" diyor.
Dönüyor musun; hemen şu anda dön!..
"--İşte Melbourn'e gideceğim de, şöyle yapacağım da, bundan sonra şöyle olacak da... Falancayla konuşacağım da, karşılıklı pazarlığa oturacağız da, şöyle yapacağız da, böyle yapacağız da o zaman döneceğim!"
Oooo... O arada şeytan senin başına ne çoraplar örer, seni tevbenden nasıl vaz geçirir; sen bile şaşırınsın. Sonradan, tevbe ettiğine kendin bile pişman olmağa başlarsın. Tevbe edeceğine, kendin kaçarsın tevbenden... Döneceksen, hemen dön!..
Şairin birisinin hayatını okudum; diyor ki:
Tevbe ettim ki, etmeyem tevbe...
Tevbeye tevbe-i nasûh olsun!..
İçki içiyormuş herif... Sonra anası, babası, yakınları, hocaları, etrafı sıkıştırmışlar, tevbe dedirtmişler. Ama sonra pişman olmuş. Bahar gelmiş, çimenler başlamış yeşermeğe... Kuşlar başlamış "Cik... Cik..." ötmeğe... Arkadaşları gidiyor sefâ sürmeğe; kırlara bayırlara, gül bahçelerine eğlenmeğe... Çalgılar, sazlar, gazeller...
Gâh şarkı okuyup gazelhân olalım,
Gidelim serv-i revânım yürü sa'dâbâde!..
Onlar Sa'dâbâde giderken, bunun içi başlamış kıpırdanmağa... Ne yapmış?.. Pişman olmuş. "Tevbe ettim ki, etmeyem tevbe..." diyor, "Bundan sonra tevbe etmeyeceğim!" diye kararlılığını bildiriyor. "Tevbeye tevbe-i nasûh olsun!" diyor. Yâni, "Bir daha aslâ tevbe etmeyeceğim!" diye kat'î söz veriyor. Haa, tamam; sen misin bu lafı söyleyen?!.. Meyhânede ölmüş bu şair, içki içerken...
Şairler, laf olsun diye şiir yazıyorlar. Mizahçılar laf olsun diye, insanları güldürmek için, mizah kaleme alıyorlar ama, sonu kötü oluyor. İnsan kendi diliyle yakalanır. Sen misin tevbeye tevbe eden, sen misin "Bir daha tevbe etmeyeceğim!" diye kendi kendine söz veren?.. Tamam, buyur; ben de seni meyhânede günah üzereyken canını alırım, canın cehenneme gidersin!..
Onun için tevbeyi iyi yapmak lâzım!.. Hemen yapmak lâzım, sonraya bırakmamak ve tam yapmak lâzım!.. Tevbe ettikten sonra, bir daha kötü yola dönmemek lâzım!..
4. (ve galebe şehvetehû) Ve arzularına da galip olmak lâzım, mağlûb olmamak lâzım!.. İsteklerine, arzularına galip olması lâzım bir insanın... Neden?.. Şehevâtına mağlûb olursa, şehevâto onu günahlara sürükler. Günahlara sürükleyince de mahvolur.
Onun için; "Ne mutlu o kimseye, Allah ona rahmeylesin, Allah ondan razı olsun, onu rahmetinin deryasına daldırsın ki; Rabbinden korkar, nefsine samîmî davranıp onu günahlardan alıkoyar, tevbesini hemen yapar, şehvetine hakim olur, galip olur. Ne güzel!.. Böyle yapması lâzım!.. Çünkü, ecelinin ne zaman geleceği onun mechulüdür. Tûl-i emel, yâni "Yaşarım nasıl olsa..." diye düşünmesi onu aldatıp durmaktadır. Şeytan da etrafında, ona gözünü dikmiş, aldatmak için dolaşıp durmaktadır; dikkatli olması lâzım!.." diyor Hazret-i Ali Efendimiz (RA ve kerremallahu vecheh)...
(Merre bimakberetin fekal:) Bir kabristanın yanından geçmiş de Hazret-i Ali Efendimiz, şöyle buyurmuş: