25. ALLAH’I ÇOK ZİKREDİN!

26. ORUCUN FAZÎLETLERİ VE İNCELİKLERİ



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili kardeşlerim!

Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri, dünya ve ahiretin hayırlarına cümlenizi erdirsin...

Bu cuma sohbetimi, Ramazan’ın bu hafta içinde başlaması dolayısıyla, oruçla ilgili hadisler üzerinde yapmak istiyorum. Peygamber SAS Efendimiz’in oruçla ilgili hadis-i şeriflerinden bir kısmını okumak istiyorum.


a. Ramazan’da Mânevî Değişiklikler


Önce şunu beyan edelim ki, oruç ayı Ramazan geldiği zaman, çevremizdeki mânevî alem değişikliğe uğrar. Bu hususta çeşitli hadis-i şerifler var. Onlardan bir tanesini, Râmuz’dan okuyorum. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:142


إِذَا جَاءَ شَهْرُ رَمَضَانَ، فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنةِ، وَغُـلِّـقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ، وَ




142 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.132, no:326; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.II,s.156, no:1563; Utbe ibn-i Ferkad es-Sülemî RA’dan.

Lafız farkıyla: Neseî, Sünen, c.IV, s.130, no:2108; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.311, no:18816; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.67, no:2418; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1302; Utbe ibn-i Ferkad es-Sülemî RA’dan.

Kısmen: Müslim, Sahîh, c.II, s.758, no:1079; Tirmizî, Sünen, c.III, s.66, no:682; Neseî, Sünen, c.IV, s.126, no:2097; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.526, no:1642; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.I,s.310, no:684; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.357, no:8669; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.188, no:1882; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.202, no:7695; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.64, no:2408; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.306; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.III, s.188, no:1882; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.753, no:23702; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.30, no:1732.

450

صُفِّدَتِ الشَّيَاطِينُ، وَنَادٰى مُنَادٍ: يَا طَالِبَ الْخَيْرِ هَلُمَّ، وَيَا طَالِبَ


الشَّرِّ أَقْصِرْ، حَتَّى يَنْسَلِخَ الشَّهْرُ (طب. عن عتبة بن عبد)


RE. 40/9 (İzâ câe şehru ramedàn, füttihat ebvâbü’l-cenneh, ve gullikat ebvâbü’n-nâr, ve suffideti’ş-şeyâtînu, ve nâdâ münâdin: Yâ tàlibe’l-hayri helümme, ve yâ tàlibe’ş-şerri aksır, hattâ yensaliha’ş- şehr.)

Utbetü’bnü Abd’den Taberânî rivayet eylemiş. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

(İzâ câe şehru ramadàn) “Ramazan ayı geldiği zaman, (füttihat ebvâbü’l-cenneh) cennetin kapıları açılır.” Bu bir değişiklik, mânevî âlemin en büyük değişikliklerinden. (Ve gullikat ebvâbü’n- nâr) “Cehennemin kapıları kapatılır, (suffideti’ş-şeyâtîn) ve şeytanlar zincirlere vurulur, yâni zincirlerle bağlanılır.” Böylece üç tane değişikliği ifade etmiş oluyor bu hadis-i şerif.

(Ve nâdâ münâdin) “Bir seslenici seslenir ki, bir münâdî nidâ eyler ki: (Yâ tàlibe’l-hayr) ‘Ey hayrı taleb eden, ey hayır isteyen, (helümme) gel! (Ve yâ tàlibe’ş-şerri) Ey şerri isteyen, (aksır) geri dur, yapma kötülüğü!’ (Hattâ yensaliha’ş-şehr) Bu mübarek ay gidinceye kadar, bu durum böyle devam eder.”


Diğer bir hadis-i şerifinde Peygamber SAS buyurdu ki:143


إِذَا دَخَلَ شَهْرُ رَمَضَانَ، أمَرَ اللهُ حَمَلَةَ الْعَرْشِ، أَنْ يَكُفُّوا عَنِ


التَّسْبِيحِ، وَ يَسْتَغْفِرُوا لأُِمَّةِ مُحَمَّدٍ وَالْمُؤْمِنِينَ (الديلمي عن علي)




143 Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.757, no:23716; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.131, no:1906.

451

RE. 45/4 (İzâ dehale şehru ramadàn, emera’llàhu hamelete’l- arşi, en yeküffû ani’t-tesbîhi, ve yestağfirû li-ümmeti muhammedin ve’l-mü’minîn.)

Hazret-i Ali Efendimiz RA’dan rivayet edilen bu ikinci hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:

(İzâ dehale şehru ramadàn) “Ramazan ayı girdiği zaman, (eme- ra’llàh) Allah-u Teàlâ Hazretleri emir buyurur, ferman buyurur; (hamelete’l-arş) Arş-ı A’zam’ı, Arşu’llah’ı taşıyan Hamele-i Arş isimli meleklere emreder.” Onların işi, görevleri “Sübhàna’llàh” diyerek Cenâb-ı Hakk’ı dâimâ tesbih etmek. (Yeküffû ani’t-tesbîh) “O tesbihi bırakmalarını, (ve yestağfirû li-ümmeti muhammedin

ve’l-mü’minîn) Muhammed SAS’in ümmeti için ve mü’minler için istiğfar etmelerini emreder.” Yâni, bu ay geldiği zaman, Hamele-i Arş melekleri, muazzam melekler, büyük melekler mü’minler için dua ederler.

Oruç ta eskilerden beri, Adem AS zamanından beri, mü’minlere emredilen bir büyük ibadet. O zamandan bu yapıla

gelmiş. Onun için, mü’minlere Arş-ı A’zam’ın Hamele-i Arş melekleri, o Arş’ı taşıyan melekler tevbe ve istiğfar ediyorlar. Tabii, afv ü mağfiret taleb ediyorlar. Meleklerin afv ü mağfiret taleb etmesi, çok büyük bir değişiklik, Cenâb-ı Hakk’ın mü’minlere ulaşması için güzel bir vesile, mübarek bir vesile. Tabii Peygamber Efendimiz’in devresi geldiği zaman da, artık o zamanın mü’minleri Ümmet-i Muhammed olmuş oluyor. Onlar için dua ediyorlar.


İşte bu mübarek ay, bu mânevî değişikliklerin, daha başka mânevî değişikliklerin, yerlerdeki, göklerdeki değişikliklerin olduğu ay, pazartesi günü inşâallah başlayacak. Pazar günü akşam, akşam ezanıyla beraber Ramazan girmiş olacak. Ramazan girince akşamüstü, tabii yatsı namazının arkasından, Ramazan’ın kendine mahsus ibadeti olan terâvih namazı kılınacak. O da artık camilerin şenlenmesi, minarelerin kandillerle donanması, salât ü selâm ve diğer tesbihat ve güzel Kur’an-ı Kerim kıraatleriyle şenlenmesi başlayacak.

Böyle teravih namazını kıldıktan sonra, gecesinin teravihten sonraki zamanda yapılacak iş, oruç için sahura kalkmak... Sahura kalkmak sünnettir ve berekettir. Peygamber SAS az bir şeyle dahi

452

olsa, hafif bir şey atıştırmak tarzında bile olsa, sahurun yapılmasını tavsiye buyuruyor.

Bazıları diyorlar ki:

“—Uykuyu bölmeyelim, işte akşamdan yediğimiz yeter, ben dayanabilirim...”

Halbuki ibadet kasdıyla, “Allah’ın rızasını kazanmak Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymakla olacak!” diyerek, “SAS Efendimiz’in sünnetidir.” diyerek sahura kalkacağız. Dinleyen kardeşlerimin de, kalkmaları uygun olur.


Bir de sahura kalkınca, tabii bir şey daha kazanmış oluyor insan; gece namazını kılmak için uyanmış oluyor, yatağından kalkmış oluyor. Gece namazı da, yâni geceleyin kılınan teheccüd namazı da, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı olan bir namaz. İnsanı çok büyük manevî kârlara erdiren bir namaz...

Onun için, akşamdan yer yatarsan, uykuyu bütün tutmuş olursun ama; hem sahurun bereketini kaçırmış olursun, hem de gece namazını, teheccüdü kaçırmış olursun.

İnsan iki büyük kârı düşünmeli: Birisi, teheccüd namazı. Hemen kalkar kalmaz abdest alıp, teheccüd namazını kılmalı. Ondan sonra, sahuru küçük veya büyük bir hazırlıkla, az veya çok bir şeyle yapmalı. Yâni, bir hurma da olsa, bir bardak su veya süt gibi bir şey de olsa, tabii sahur olur. Artık hanım filân da kalkar da, güzel, aile boyu, bir tatlı manevî lezzet içinde güzel bir sahur yapılırsa, o da olur. Çocukların hafızasında, silinmez izler bırakır böyle güzel şeyler.

Böylece pazartesi günü, teravihi kılınmış olan, sahuru yapılmış olan, niyetlenilmiş olan oruç başlayacak, akşama kadar... Akşam ezanı okununca iftar edilecek ve bir gün bitmiş olacak. İkinci gün başlamış olacak. Çünkü ibadetlerde günün başlangıcı akşam namazıdır. Demek ki, pazar günü akşam namazı, Ramazan’ın başlangıcı olmuş oluyor, başlaması oluyor. Teravihi kılıyoruz, sahura kalkıyoruz. Ondan sonra pazartesi günü oruçlu oluyoruz.

453

Oruç çok önemli bir ibadettir. Üzerinde ne kadar, ne kadar izahat versek az gelir. Peygamber SAS’in, yine Râmuz’da rivayet edilen, Abdullah ibn-i Mübarek’in bizim neşrettiğimiz Kitâbü’z- Zühd isimli eserinde de olan bir hadis-i şerifi var:144


إن لِكُلِّ شَيْءٍ بَابًا، وَبَابُ الْعِبَادَةِ الصِّيامِ (هناد عن ضمرة بن حبيب مرسلا)


RE. 128/9 (İnne li-külli şey’in bâben, ve bâbü’l-ibadeh, es- sıyâm.) “Her şeyin bir kapısı vardır, bir girişi vardır, bir yolu yöntemi vardır, başlangıcı vardır usulüne uygun olarak. İbadetin



144 Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.500, no:1423; Hünnâd, Zühd, c.II, s.358, no:679; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.128, no:1032; Damre ibn-i Hubeyb Rh.A’ten.

Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.330, no:4992; İbn-i Hacer, Metâlib-i Âliye, c.III, s.320, no:1049; Ebü’d-Derdâ RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.713, no:23586; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.164, no:8150.

454

kapısı da oruçtur.” Yâni, oruçla Cenâb-ı Hakk’ın istediği güzel ibadetler yapılmış olur.


b. Orucun Allah İndindeki Değeri


Oruç çok önemli bir ibadettir. Allah-u Teàlâ Hazretleri insanın arzularını, yeme içme arzusunu, şehvetini kendi rızası için, hakkı olduğu halde, yâni meşru olduğu halde, haram olmadığı halde bırakmasından çok çok razı oluyor, hoşnut oluyor. Buhàrî ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte buyruluyor ki:145


والذي نفسي بيده، لَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ رِيحِ


الْمِسْكِ. يَقُولُ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ: إِنَّمَا يَزَرُ شَهْوَتَهُ، وَطَعَامَهُ، وَشَرَابَهُ


لأَِجْلِي؛ فَالصَّوْمُ لِي، وَأَنَا أَجْزِي بِهِ (خ. م. عن أبي هريرة)


(Ve’llezî nefsî bi-yedihî, lehulûfu femi’s-sàimi atyebu inda’llàhi min rîhi’l-misk. Yekùlü’llàhu azze ve celle: İnnemâ yezeru şehvetehû, ve taàmehû, ve şerâbehû li-eclî, fe’s-savmu lî ve ene eczî bihî)

Yeminle başlıyor Peygamber SAS Efendimiz: (Ve’llezî nefsî bi-yedihî) “Canım kudreti elinde olan Rabbime, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne yemin olsun ki...” Allah’a böyle yemin ediyor. “Nefsim elinde olan Allah’a” demenin mânâsı ne?.. Yâni, “Dilerse hayatımı sürdürür, dilerse sona erdirir. İsterse yaşatır, isterse öldürür, isterse hayra sevk eder. Her şey Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin elinde olduğu için, (ve’llezî nefsî bi-yedihî) diye böyle bu tarzda yemini çok yapardı.



145 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.670, no:1795; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.I, s.310, no:683; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.465, no:10000; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.304, no:8291; İbn-i Amr eş-Şeybânî, el-Âhàd ve’l-Mesânî, c.III, s.269, no:1649; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.714, no:23589.

455

“Şu canımın, nefsimin elinde olduğu Allah’a, Rabbime yemin ederim ki, (lehulûfu femi’s-sàim) oruçlunun ağzının kokusu...” Çirkin bir kokudur o. Ağzı aç kalınca insanın tabii biraz koku yapar. (Atyebu inda’llàhi min rîhi’l-misk) “Ama bu ağız kokusu, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin nazarında, ind-i ilâhisinde misk kokusundan bile daha hoştur.”

Evet dünya gözüyle, maddi gözle insanın keyfine, zevkine, bakışına göre kokladığı zaman hoşuna gitmeyen bir kokudur oruçlunun, aç bir insanın nefesinin kokması, ağzının kokması... Ama Allah indinde, misk kokusundan daha makbuldür. Çünkü, Allah için yemeğini yemedi. Açlığı Allah için...


(Yekùlu’llàhu azze ve celle) Çok aziz ve pek celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri der ki:

(İnnemâ yezeru şehvetehû, ve taàmehû, ve şerâbehû) “Bu kulum şehvetini, yemek yemesini ve su içmesini terk ediyor; (li-eclî) benim rızam için, benim için terk ediyor.” Onun için Allah seviyor.

(Fe’s-savmu lî) “Binàen aleyh, benim için terk ettiğinden; bu yemesini, içmesini ve şehvetini benim için bıraktığından, oruç benim içindir, benimdir. (Ve ene eczî bihî) Ve orucu ben mükâfatlandıracağım!”

İnsan Allah rızası için aç durduğu için, Rabbimiz Tebâreke ve Teàlâ oruçluyu seviyor. Bu hadis-i şerifte de, beyan olunmuş oldu bu durum.


Demek ki; ibadetin kapısı, girişi oruçtur, Cenâb-ı Hakk’a güzel kul olmanın yolu budur. Onun için, orucu bir ay Cenâb-ı Hak mü’minlere farz kılmıştır. Çok güzel bir mevsim oluyor bu. Bir ay oruç tutarak bu değişik havaya girmek; insanın nefsinin ıslâhı ve ibadetlerinin makbul olması ve büyük sevaplar kazanması; mânevî bakımdan terakkî etmesi, ıslâh olması, şöyle kendisini süzmesi, sâfileştirmesi bakımından çok güzel, uzun bir eğitim zamanı oluyor bu 29 veya 30 gün.

Arabî ayların tabii bazen 29, bazen 30 olmasına göre, bir hilalin görünmesinden başlanıyor; o akşam teravih kılınıp sahura kalkılıyor. Bir ay devam ediliyor. Akşam güneş battıktan sonra tekrar nev hilâlin, yeni hilâlin görünmesi üzerine, artık Ramazanın bittiği, ondan sonraki ayın, Şevval ayının başladığı

456

anlaşılıyor. Böyle iki hilalin görünmesi arasındaki zaman, bazen 29 olur, bazen 30 olur. Çünkü ayın dünya etrafındaki dönüşü 29,5 gündür. Bu buçuk bazen bir tarafa eklenir, bazen öbür tarafa eklenir. Öbür tarafa eklendiği zaman bu taraf 29 kalır, eklenen kısım 30 olur, mesele bu. İntizamsızlık gibi görünen bu durum, ayın dünyanın etrafındaki dönüşünün tam 30 günde olmayıp, 29,5 gün olmasındandır.


Bir aylık, güzel bir ciddi eğitim. İbadetin kapısından içeriye giriyoruz oruçla. Tabii ibadet, ondan sonra da Ramazan’ın günlerinin geçiriliş şekli ile ilgili oluyor. Yâni, sen oruç tutuyorsun, kapıdan girdin... Tamam Cenâb-ı Hakk’ın rızası alemine kapıdan girdin; ibadet, güzel kulluk başladı. O zaman güzel kulluk yapacaksın. Sabahtan akşama sözüne, hareketine dikkat edeceksin, neyle meşgul olduğunu gözleyeceksin, azalarını günahlardan koruyacaksın. Haramlardan kendini şiddetli bir şekilde hıfzedeceksin ki, o zaman, içine girdiğin ibadet aleminde, yaptığın güzel şeylerle orucun kıymetlensin ve senin afv u mağfiretine sebep olsun.

Biliyorsunuz, oruç güzel tutulursa; Ramazan ayı Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sevdiği vech ile ifa edilir, başarılırsa; bunun mükâfâtı çok büyük... Kulun cennetlik olmasına, bütün günahlarının afv u mağfiret olmasına sebep olur.


c. Orucun Sevabını Kaçırtan Şeyler


Tabii dikkat edilmesi gereken, hemen işin başında, kuvvetli bir şekilde vurgulayıp hatırlatmamız gereken bir husus var, onu mutlaka söylemeliyiz. Peygamber SAS; Câbir RA’dan, Enes RA’dan rivayet edildiğine göre buyurmuş ki:146




146 İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.II, s.86, no:347; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.II, s.197, no:2979; İbn-i Ebî Hàtim, İlel, c.I, s.258, no:766; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.752, no:23813 ve s.795, no:23820; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.318, no:11993; RE. 279/7.

457

خَمْسٌ يُفَطِّرْنَ الصَّائِمَ: اَلْكَذِبُ، وَالْغِْيبَةُ، وَالنَّمِيمَةُ، وَالْيَمِينُ


الْكَاذِبَةِ، وَالنَّظَرُ بِالشَّهْوَةِ (الديلمي عن أنس)


(Hamsün yufettırne’s-sàim: El-kezibü, ve’l-gıybetü, ve’n- nemîmetü, ve’l-yemînü’l-kâzibeti, ve’n-nazaru bi’ş-şehveh.)

Biliyorsunuz oruçlu, su içmeyecek bir, yemek yemeyecek iki. Bir de hep sorarlar, şimdi mevsimi değil:

“—Denize girilir mi, girilmez mi?..”

Geçen gün hadis-i şerifte geçti. Tabii, girilmemesini Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifte bildiriyor. Kimse de hadis-i şerifleri dikkatli okumadığı için, halkımız da onları bilmiyorlar. Gazetelerde, “Olur mu, olmaz mı?” diye akıl yürütüyorlar. Halbuki Peygamber SAS Efendimiz hükmünü zaten söylemiş, beyan etmiş.

Demek ki teferruatı, incelikleri öğrenecek yer, Peygamber SAS Efendimiz’in mübarek hadis-i şerifleri. Ona müracaat etmedi mi, insanlar ortada kalıyor, ne yapacağını bilemiyor, hatalı işler de yapıyorlar.


Şimdi yemeyecek, tamam. Yemek yemeyecek, ağzına lokma koymayacak. Teferruatı, incelikleri, hudutları, sınırları artık fıkıh kitaplarında anlatılan şekilde... Su da içmeyecek, şehvetini de terk edecek. Evliyse hanımına yaklaşmayacak, bekârsa başka türlü yönlerden kendisini tehlikeye düşürecek işler yapmayacak. Şehvetini de engelleyecek. Başka?..

Bu kadar sanıyor ahali, sadece bu üçü var zannediyor. Çok meşhur olan üç tanesi olduğundan, başka bir şey düşünmüyor. Halbuki kapı içine girdiğin alem de ibadet alemi. İbadet sadece aç kalmak, susuz kalmak, şehvetinden uzaklaşmak değil, daha başka şeyler de var. Azalarını günahlardan korumak da ibadet… Buna takvâ deniyor; sakınmak, korumak... Onu yapmadığı zaman, orucun sevabı kaçıyor.

Nitekim, bu okuduğum hadis-i şerifte nasıl buyurmuş SAS Efendimiz:

458

(Hamsün) “Beş şey var ki, (yufettırne’s-sàim) oruçluyu iftar ettirir, orucunu bozar. Yâni, iftar etmiş gibi oruçlunun sevabını kaçırttırır.”

Şimdi burada orucunun bozulduğunu söyleyince; bunları yapan kimse, “Nasıl olsa benim orucum bozuldu.” der de, bir de yemeğe içmeğe kalkarsa; bu sefer kefaret de gerekir. Mânevî bakımdan bozuluyor, onu hatırlatıyorum. Önce okuyalım:

Beş şey oruçluya orucunu bozdurtur, iftar etmiş gibi yaptırtır. (Yufettırne’s-sàim) “Oruçluyu iftar ettirtir.” Akşam değil, günün ortasında iftar ettirtir. Yâni orucunu bozdurmuş olur.

1. (El-kezibü) "Kezb, yalan." Yalan söyledi mi, iftar etmiş gibi olur, yemiş içmiş gibi olur. Orucun sevabı gider.

2. (Ve’l-gıybetü) "Gıybet." Yâni mecliste olmayan bir mü’min kardeşinin ayıplarını fâş etmek, söylemek, dedikodu yapmak.

3. (Ve’n-nemîmeh) Yâni, birisinin lafını alıp ötekisine götürmek, ikisinin arasının bozulmasına sebep olacak haberi ona ulaştırmak. Koğuculuk yapmak deniliyor eski Türkçe’de buna.


4. (Ve’l-yemînü’l-kâzibeh) “Bir de mahkemede, veyahut herhangi bir işin inandırıcı olması için, yalan yere yemin etmek.”

Tabii, mahkemede olursa adaleti saptırtıyor. Herhangi bir muamelede olursa karşı tarafı aldatıyor, aldatmaca olmuş oluyor. Öbür tarafa da gadir oluyor. Mahkemede olunca, yemin etti tamam, ötekisinin hakkını gasbetti. Zulüm ve gadir olmuş oluyor.

5. (Ve’n-nazaru bi’ş-şehveh) “Ve şehvetle bakmak.” Yâni, bakmaması gereken bir cinse; erkekse kadına, kadınsa erkeğe şehvetle bakması da orucu bozdurur. İftar etmiş gibi yapar oruçluyu.


Tabii şimdi birisi düşünelim öğleyin açtı televizyonu, oradaki bir şeye şehvetle baktı; yahut bile bile yalan söyledi birisine; veyahut bir toplantıda gıybet etti, veyahut yalan yere yemin etti ticarethanesinde; veyahut birinin lafını ötekisine taşıdı. Yâni, burada yasaklanan kötü şeylerden birisini yaptı farz edelim, düşünelim böyle bir durumu.

Sonra bu hadis-i şeriften dolayı, “Ay benim orucum gitti!” dedi, tabii üzüldü, pişman oldu. “Ben artık oruçlu değilim!” dedi, gitti, yedi, içti. Ne olur?.. Bu mânevî bakımdan sevabı kaçırtıyordu;

459

orucu maddi bakımdan da bozmuş olduğundan, bu sefer kefaret gerekir. Böyle maddi bakımdan orucunu insan bozarsa, ceza olarak altmış gün oruç tutması lâzım, bir gün de kaza etmesi gerekiyor; altmış bir gün ediyor.

O bakımdan bunları yapmayacağız, ama bunlar kazârâ yapıldıysa, “Nasıl olsa orucum bozuldu...” diye de, artık orucunu maddî bakımdan da yeyip içmeyeceğiz. Bunlar manevî iş, yâni ahlâkî kusur. Ötekisi maddî bir şey... Böyle yaptığı zaman, orucunu tamamen bozmaya kalkmayacak.


d. Oruçta Dikkat Edilecek Konular


Tabii başka şeyler de var, başka hadis-i şerifler var. Bir hadis-i şerif daha okuyalım:147


إِنَّمَا الصَّوْمُ جُنَّةٌ؛ فَإِذَا كَانَ أَحَدُكُمْ صَائِمًا فَلاَ يَرْفُثْ، وَلاَ


يَجْهَلْ؛ وَإِنِ امْرُؤٌ قَاتَـلَهُ، أَوْ شَاتَمَهُ، فَلْـيَـقُلْ: إِنِّي صَائِمٌ، إِنِّي صَائِمٌ! (خ. م . عن أبي هريرة)


(İnneme’s-savmu cünnetün; feizâ kâne ehadüküm sàimen felâ yerfüs, ve lâ yechel; ve ini’mruün kàtelehû, ev şâtemehû felyekul: İnnî sàimün, innî sàimün!)

Buhârî ve Müslim’de, Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiş bir hadis-i şerif bu da. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:



147 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.670, no:1795; Müslim, Sahîh, c.II, s.806, no:1151;

Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.720, no:2363; Neseî, Sünen, c.IV, s.163, no:2216; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ) Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.257, no:7484; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.205, no:3416; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.156, no:2775; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.IV, s.191, no:7443; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.315, no:3639; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.269, no:8093; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.239, no:3252; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.IV, s.278, no:3284; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.714, no:23589; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.620, no:1633.

460

(İnneme’s-savmu cünnetün) “Oruç kalkandır.” Cünne, savaşta insanın kendisi oktan, kılıçtan koruması için kullandığı âlet, kalkan mânâsına. “Oruç kalkan gibidir, kalkandır.” demek, yâni teşbih maksadıyla böyle söyleniyor. Nasıl kalkan insanı kılıçtan, oktan, düşmanın saldırısından koruyorsa, siper oluyorsa, oruç da öyle bir şeydir. Fenalıktan insanı korur, cehennemden de korur. Yâni cehenneme düşmemesini, cennete girmesini de sağlar.

(Feizâ kâne ehadüküm sàimâ) “O halde, yâni bu işin olabilmesi için, va’dedilen mükâfata erilebilmesi için, sizden biriniz oruçluyken, (felâ yerfüs) kötü, küfürlü, müstehcen lâf söylemesin!..” Türkçe’si, küfretmesin! Türkçe’de küfretmek, ağzını bozmak mânâsına. Refese-yerfüsü de, o fuhşiyâtı işlemek veya sözünü söylemek mânâsına geliyor. Böyle yapmasın! Yâni ağzını derli toplu tutacak, bozmayacak.

(Ve lâ yechel) “Cahillik de etmesin!” Cahillik ne demek?.. Yâni âlim, fâzıl, kâmil bir insanın yapmasını doğru görmediği bir şeyi, bunları düşünmediği için yapmak demek. Cahillik demek, okuma yazma bilmemek değil; kendisini günaha sokacak şeyin günah olduğunu bilmeyip, günahı işlemek mânâsına.

“Cahillik etmesin, ağzını bozmasın, küfretmesin!” İşte bunlar da, görüyorsunuz deminki yalan ve gıybet gibi, orucun sevabını kaçıran şeyler.


(Ve ini’mruün kàtelehû) “Pekiyi karşı taraftaki bir adam bununla dalaşırsa, mücadele ederse, kavga ederse; (ev şâtemehû) küfür etmeye kalkarsa, ağzını o bozarsa...” Cevap verecek mi?.. (Felyekul) “Desin ki: (İnnî sàimün, innî sàimün!) ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum!’ desin.” Yâ kendi kendine desin, tutsun kendini; ya da karşı tarafın da duyacağı şekilde; artık onun nasıl olacağını söylemiyor Efendimiz. “Ben oruçluyum, ben oruçluyum!” desin diye, iki defa tekrar buyurmuş. Yâni kendisine:

“—Aman ben kendimi tutayım, bu adamın kötü davranışına kötü bir muamele ederek, orucumun sevabını kaçırtmayım!” demiş oluyor.

Veyahut karşıdaki adama da:

“—Ben oruçluyum, ben oruçluyum, sana uymam!” demiş oluyor.

461

Onun için, orucun tutulması esnasında bu gibi hususlara dikkat etmek lâzım! Etmezse ne olur?.. Eline bir şey geçmez. Yâni oruçtan hasıl olacak muazzam kârları, sevapları, kazançları kaybeder. Bir de tabii, işlediği günahın cezalarını da çeker.

Onun için Peygamber SAS, İmam Neseî ve İbn-i Mâce’nin Ebû Hüreyre RA’dan rivayet ettiğine göre buyurmuş ki:148


كَمْ مِنْ صَائِمٍ، لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إِلاَّ الْجُوعُ وَالْعَطَشُ (ن. ه. عن أبي هريرة)


(Kem min sàimin) “Nice oruç tutan insan vardır ki, (leyse lehû min sıyâmihî ille’l-cûu ve’l-ataş) onun tuttuğu oruçtan kendisine, aç kalmaktan, susuz kalmaktan başka bir şey yoktur. Yâni, bir kârı yoktur, bir sevabı yoktur.”

O halde, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Orucu güzel tutalım! Ahlâkî şartlara, esaslara uyarak, dilimizi tutarak, gözümüzü koruyarak; her âzâmızı, her çeşit günahtan sakınarak ve ibadetin kapısı olduğunu bilerek, günümüzdeki diğer bütün hareketlerimizin de orucumuzun sevaplı olmasına, veyahut sevabının kaçmasına tesir edeceğini bilerek, cahillik etmeden, ağız



148 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.539, no:1690; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.373, no:8843; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.257, no:3481; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.596, no:1571; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.242, no:1997; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.429, no:6551; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.316, no:3642; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.270, no:8097; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.239, no:3249; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.309, no:1425; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.78, no:77; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXVII, s.346; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.268, no:3248; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.250; Ebû Hüreyre RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.382, no:13413; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.309, no:1424; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.401; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.853, no:7491; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.348, no:1365; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.101, no:12658, 12661; Münzirî, et-Tergîb, c.II, s.94, no:1646.

462
27. RAMAZAN’IN GÜZELLİKLERİ