9. ALLAH’A TEVEKKÜL EDİN!

10. MÜSLÜMANA DÜŞMANLIK ETMEK



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Cumanız mübarek olsun...

Allah-u Teàlâ Hazretleri cuma gününün güzelliklerinden, nimetlerinden, rahmetlerinden, lütuflarından, ecir ve sevaplarından sizleri de hissemend ve hissedar eylesin...


a. Şer’î Cezâyı Engellemek


Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerinden, kur’a ile açtığımız bir sayfadan, birinci hadis-i şerifi okuyarak mealini vermeye geçelim:59


أيُّما رَجُلٍ حَالَتْ شَفاعَتُهُ دُونَ حَدٍّ مِنْ حُدُودِ الله، لمْ يَزَلْ فِي سَخَطِ


اللهِ حَـتَّى يَنْزِعَ . وَ أَيـُّمَا رَجُلٍ شَدَّ غَضَبًا عَلٰى مُسْلِمٍ فِي خُصُومَةٍ لاَ


عِلْمَ لهُ بِهَا، فَقَدْ عَانَدَ اللهَ حَقَّهُ، وَحَرِصَ عَلٰى سَخَطِهِ، وَعَلَـيْهِ لَـعْـنَـةُ


اللهِ الـتَّابِـعَـةُ إلٰى يَوْمِ اْلـقِيَامَـةِ . وَ أَيــُّمَا رَجُلٍ أَشَـــاعَ عَـلٰى رَجُلٍ مُسْـلِمٍ


بِكَلِمَةٍ، وَهُوَ مِنْهَا بَرِيءٌ، يَشِينُـهُ بِـهَا فِي الدُّنـْيَا؛ كَانَ حَق اً عَلَى اللهِ


تَعَالٰى، أَنْ يُدْنِـيَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِي النَّارِ، حَتَّى يَأْتِيَ بِإِنْفَاذٍ مَا قَالَ

(طب. عن أبي الدرداء)



59 Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.363, no:7040; Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.58, no:43837; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.414, no:9928.

185

RE. 181/9 (Eyyümâ racülin hàlet şefâatühû dûne haddin min hudûdi’llâh, lem yezel fî sahati’llâhi hattâ yenzia. Ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husùmetin lâ ilme lehû bihâ, fekad àneda’llàha hakkahû, ve harise alâ sahatihî, ve aleyhi la’netu’llahi’t-tâbiatü ilâ yevmi’l-kıyâmeh.

Ve eyyümâ racülin eşâa alâ raculin müslimin bi-kelimetin, ve hüve minhâ berîün, yeşînühü bihâ fi’d-dünyâ; kâne hakkan ale’llàhi teàlâ, en yüdniyehu yevme’l-kıyâmeti fi’n-nâri, hattâ ye’tiye bi-infâzin mâ kàl.) Taberânî Ebü’d-Derdâ RA’dan rivayet eylemiş ki, Peygamber SAS şöyle buyuruyorlar:

(Eyyümâ racülin hàlet şefâatühû dûne haddin min hudûdi’llâh, lem yezel fî sahati’llâhi hattâ yenzia.) Birinci cümle bu.

(Eyyümâ racülin) “Her bir adam ki” diyor ama, kadın olsun erkek olsun, cinsiyet önemli değil, kişi mânâsına; Allah-u a’lem. “Her bir kişi ki, (hàlet şefaatühü dûne haddin min hudûdi’llâh) Allah’ın dininin ahkâmından dolayı bir kimse cezaya uğramış, ona hadd-i şer’i terettüb etmiş, şeriatin emrettiği ceza verilecek. Bunun engellenmesi için, Allah’ın hükmünden doğan cezanın yapılması önüne şefaatini koyarsa; (lem yezel fi sahati’llâhi hattâ yenzia) bu işten kendisini geri çekinceye kadar Cenâb-ı Hakk’ın kızgınlığına, gazabına mâruz olur. Kızgınlığında olur, kahrı, gazabı içerisinde olur.”


Şimdi açıklayalım: İnsanlar kurallara göre yaşayacaklar. Bu kuralları Allah-u Teàlâ Hazretleri dininde, kitabında peygamberiyle bildirmişse, dînî kurallar oluyor, onlara uymak gerekiyor. İnsanlar da kendileri kurdukları toplumlarda kanunlar, kurallar koymuşlardır. O toplumdaki yöneticiler de, onlara uyulmasını ister.

Bu kuralların uygulanması bir takım müeyyideler ile, yâni zorlayıcı etkenler ile sağlanmağa çalışılır. “Bu kurallara uymayan şu kadar para cezası yer, şu kadar hapis cezası yer... Şu haklarından mahrum olur, bu haklarından mahrum olur...” gibi. Bunlara cezalar diyoruz. Hukuk fakültelerinde ceza hukuku diye, uzun uzun öğretilir bunlar.

186

Allah’ın cezalarından bir cezanın, hadlerinden bir haddin önüne, kendi şefaatini bir kişi koyarsa yâni; “Bu ceza uygulanmasın bu adama, ne olur...” diye şefaat etmeye kalkıyor suçluya, cezayı yemiş olan kimseye. Şefaatini bu işin yapılmasının önüne koyarsa, yâni engel olursa, arabanın tekerine taş koymak gibi; Cenâb-ı Hak’ın gazabında olur bu şefaatinde ısrar ettiği müddetçe...

“—Yâhu bu benim tanıdığımdır, ahbabımdır, bu şöyledir,

böyledir.” diyor ve hukukî cezanın uygulanmasını, Allah’ın hükmünün uygulanmasını şefaatiyle atlattırmak, geçiştirmek, yaptırtmamak, uygulattırmamak istiyor. Tabii bu Allah’ın hükmüne karşı olduğundan, Cenâb-ı Hak kızar.

(Fî sahati’llâhi) Sahat, sin-hı-tı harfleriyle kızgınlık demek. “Allah’ın kızgınlığına muhatap olur. Kızgınlığı dairesinde olur, kızgınlığı altında, içinde olur. (Hattâ yenzia) Kendisini bu yanlış tutumdan geri çekinceye kadar, Cenâb-ı Hak ona kızar.”

Hukuk önemlidir. Haklar ve kurallar önemlidir. Tabii, burada bahis konusu olan, Cenâb-ı Hakk’ın dininin kuralları oluyor.


İnsanlar da kurallar koyarlar. İnsan toplumları kurallar koyar. En ilkel kabilelerden, en gelişmiş ülkelere kadar, her toplumun kuralı vardır. İsviçre medenî hukuku, Alman hukuku, Amerikan hukuku... Birbirinden de farklıdır. Çünkü insanlar toplanıyorlar, “Şu şöyle olsun, bu böyle olsun...” diye kararlaştırıyorlar.

Her toplumda kanun vardır, ama her kanun âdil değildir. Kanun devletidir ama, hukuk devleti değildir. Yâni haklara riayet eden kanunlar yok, hakları çiğneyen kanunlar var. Şöyle yapan şöyle olur, böyle yapan böyle olur. Ama kurallar isabetsiz, yanlış konmuş. Bunu da bilmek lâzım!

Elli kişi, yüz kişi toplanıyor. Amerikan kanunu başka oluyor, Alman kanunu başka oluyor, Fransız kanunu başka oluyor... Rus kanunu başka oluyor, Çin kanunu başka oluyor. Bakıyorsunuz, olmayacak bir sebepten adamı öldürüyor. Olamaz! Yâni insan bundan dolayı öldürülmez meselâ. Cezaların da suçla mütenâsib olması lâzım, orantılı olması lâzım.

187

Bir suçun büyüklüğünün de, tarafsız tesbiti zordur. Tam ölçeğin ölçülmesi zordur. Ama şu da muhakkaktır ki, bazı zâlim hükümdarlar da zâlim kanunlar çıkartırlar, zâlim vergiler koyarlar; milleti inim inim inletirler. Bazıları da adaletlidir.

Burada tabii Allah’ın hadd-i şer’îleri söz konusu. Hudûd-u şer’iyye deniliyor buna. Buradaki hudud, sınır mânâsına değil. Tabii sınır kavramından çıkmış ama, Cenâb-ı Hak’ın yasakları ve o yasakların çiğnenmesinden doğan cezalar mânâsına.

Bu Allah’ın cezalarından bir cezanın yapılmaması için şefaat etmeye kalkışan kimse, şefaati bu uygulamanın önünü kesen bir kimse, dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın gazabı içerisinde olur, gazabı dairesinde, gazabı altında olur; bu işten vazgeçinceye kadar...

Demek ki, haksız şefaatler yapılmayacak. Cenâb-ı Hak’ın ahkâmına, emrine aykırı ukalâlıklar yapmayacak kullar. Cenâb-ı Hakk’ın buyruğunu tutacak.


b. Müslümana Düşmanlık Etmek


وَ أَيُّمَا رَجُلٍ شَدَّ غَـضَـبًا عَلٰى مُسْـلِمٍ فِي خُصُومَةٍ، لاَ عِلْمَ لهُ بِهَا،


فَقَدْ عَانَدَ اللهَ حَقَّهُ، وَحَرِصَ عَلٰى سَخَطِهِ، وَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللهِ التَّابِعَةِ


إِلٰى يَوْمِ الْقِيَامَةِ.


(Ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husùmetin, lâ ilme lehû bihâ, fekad àneda’llàha hakkahû, ve harisa alâ sehatihî, ve aleyhi la’netu’llahi’t-tâbiati ilâ yevmi’l-kıyâmeh.)

İkinci bir hususu beyana geçiyor Peygamber SAS Efendimiz:

(Ve eyyümâ racülin) “Her bir adam ki, her bir kişi ki, (şedde gadaban alâ müslimin) bir müslümana kinde, gazaplanmada şiddetlendi. (Fî husùmetin) Bir konudaki farklı düşünmeden, husûmetten, düşmanlıktan, muhaliflikten dolayı şiddetlendi. (Lâ ilme lehû bihâ) Ama o konuyu, tam da iyi bilmiyor. Bilmediği bir konuda farklı düşündüğü için, bir müslümana karşı şiddetli bir gazab gösteren kişi, (fekad àneda’llàh) Allah’la inat etmiş olur, inatlaşmış olur.” Subhàna’llàh... Tabii, bu çok kötü bir şey...

188

(Ve harisa alâ sehatihî) “Ve Cenâb-ı Hakk’ın gazabı kendisine gelsin diye, Allah’ın gazabını çekmek konusunda sanki gayret göstermiş olur, hırs beslemiş olur, çanak tutmuş olur bu kötü davranıştan dolayı... Nedir bu kötü davranışı?.. Bilmediği bir konuda, bir müslümana şiddetle gazap ediyor. Halbuki, mesele onun düşündüğü gibi değil, başka bir şey... Bu gazab ettiği kimse haklı ama, bu bilmediği için ona düşmanlık ediyor. O zaman Allah’la inatlaşmış olur. Çünkü bilmediği şeye burnunu sokup, yanlış düşündüğü için.


Ve Allah’la inatlaşmaktan ayrı, bir de Allah’ın cezasını çekmeğe, kızgınlığını çekmeğe çanak tutmuş olur. Sanki onu arzuluyormuş gibi olur. “Arı kovanına çomak sokmak.” dedikleri gibi, kışkırtma gibi, kaşınma gibi... Hani, “Adam kaşındı.”derler, kendisi istemiş olur.

(Ve aleyhi la’netu’llàhi’t-tâbiati ilâ yevmi’l-kıyâmeh.) “Ona tâbî olan Allah’ın lâneti, kıyamete kadar devam eder. Allah’ın lâneti sürüp gider ona karşı...”

Demek ki, bir konuyu iyi bilecek. Bilmediği konuda da, öyle ona buna düşmanlık etmeyecek. Ben bunları, toplumla ilgili çalışmalarımız olduğu için çok gördüm, çok muhatap oldum. Çok böyle acaib şeylere tesadüf ettim. Böyle şeyler oluyor. Bilmiyor, uzaktan uzağa tenkit ediyor, gıybet ediyor, dedikodu yapıyor, yıkıcılık yapıyor. Halbuki mesele hiç de onun dediği gibi değil... Ah bir gelse, işin iç yüzünü bir sorsa da anlatsak; o zaman, ne kadar yanlış yaptığını anlayacak.


وَأَيُّمَا رَجُلٍ أَشَاعَ عَلٰى رَجُلٍ مُسْلِمٍ بِكَلِمَةٍ، وَهُوَ مِنْهَا بَرِيءٌ،


يَشِينُهُ بِهَا فِي الدُّنْيَا، كَانَ حَق اً عَلَى اللهِ تَعَالٰى أَنْ يُدْنِـيَهُ يَوْمَ


الْقِيَامَةِ فِي النَّارِ، حَتَّى يَأْتِيَ بِإِنْفَاذِ مَا قَالَ .


(Ve eyyü mâ racülin) “Herhangi bir adam ki, (eşâa alâ raculin müslimin) bir müslüman kimsenin aleyhine yayıyor, (bi- kelimetin) bazı iftiralar, bazı yanlış sözler yayıyor; (ve hüve minhâ

189

berîün) halbuki o müslümanda bu kusurlar yok… O bu suçlamalardan uzak, temiz, pak...”

Bunu niye yapıyor bu müslümana, niye böyle aleyhinde sözler yayıyor?.. (Yeşinuhû bihâ fi’d-dünyâ) “Dünyada onu karalamak için, lekelemek için yapıyor.”

(Kâne hakkan ale’llàhi teàlâ) “Allah-u Teàlâ Hazretleri üzerine hak olur, (en yüdniyehû yevme’l-kıyâmeti fi’n-nâr) kıyamet günü onu cehenneme yaklaştırmak... (Hattâ ye’tiye bi-infâdi mâ kàle.) Söylediği şeyin aslı olmadığını itiraf edinceye kadar, cehenneme yaklaştırıp azaba tâbi tutmak, Allah üzerine hak olur.” buyuruyor.


Demek ki bu hadis-i şeriften çıkan şu üç konu var:

1. Şeriatin, Allah’ın kanunlarının, emirlerinin cezalandırdığı bir kimsenin cezası kaldırılsın diye, suçlu bir kimsenin cezası kaldırılsın diye araya girmek doğru değil. Çünkü Allah kızıyor. Böyle merhametlerden maraz olur.

Hırsıza acırsın, rüşvetçiye acırsın, hayduta acırsın... Ondan sonra toplum bozulur. Toplumun düzeni bozulur, kötüler hàkim olur, cesaret alır. İyiler mağdur olur. Toplum yıkılır gider. Haksız

kimse lehine şefaatte, aracılıkta, ricacılıkta bulunulmayacak.


2. İkincisi; herhangi bir müslümana bilmediği bir konuda şiddetle gazap etmeyecek. Çünkü aslında o müslüman o suça sahip değil ama bu yanlış biliyor. Uzaktan yanlış biliyor, yanılabilir. Pek çok kimse kendi fikirlerini doğru sanır, ama yanılabilir. Yanıldığını çok geç anlar.

Bazen hàkimler yanılıyor, adlî hata deniliyor. Ama adam idam edilmiş oluyor, iş işten geçmiş oluyor, hiç bir suçu olmadığı anlaşılıyor. Bazen gazeteler birilerini suçluyorlar, suçluyor, suçluyorlar, suçluyorlar... Halkın nazarında batırıyorlar, çıkarıyorlar. Ondan sonra o işi onun yapmadığı, başkasının yaptığı anlaşılıyor. Yüzleri kızarmıyor bile o suçlayanların... İşte onların cezalarının ne olduğunu burada görüyoruz.


3. Üçüncüsü de; bir kimseyi lekelemek, onun aleyhine sözler yaymak... Bu da dünyada onu lekelemek için, kadrini tenzil etmek, indirmek için, itibarını kırmak için yapılıyor aleyhine ama aslında öyle bir suçlu durum, haksız vasıf onda yok... “O zaman

190

Allah-u Teàlâ Hazretleri onu cehenneme yaklaştırır, yaklaştırır. ‘Söylediğim şeyler onda yok!’ deyinceye kadar, nedâmet duyup vazgeçinceye kadar cehenneme yaklaştırır.” diye bildiriyor Peygamber Efendimiz SAS.

Bunlar önemli şeyler. Yâni, bir müslümana haksız suçlamada bulunmak, bir müslümanın şanını, namusunu, itibarını lekeleyecek lâflar yaymak, bir suçluyu da korumağa kalkışmak; bunlar kötü şeyler...

Bakın İslâm ne kadar asil, ne kadar hukuka saygılı, ne kadar toplum lehine düşünüyor. Hukuk hatalarını, hukuktaki

hastalıkları ne kadar güzel tesbit etmiş... Peygamber SAS Efendimiz, asırlar önce, çok yüzyıllar önce yaşamış olmasına rağmen, ne kadar yüksek fikirler öğretmiş, ne güzel terbiye etmiş... Peygamberliğini ne güzel yapmış, vazifesini ne güzel îfâ eylemiş... Ümmet-i Muhammed’i haklara riayet eden, ne kadar olgun insanlar olarak yetiştirmiş.


d. Allah Yolunda Cihad


Diğer hadis-i şerif. Bu da uzunca bir hadis-i şerif. Yine aynı minval üzere aynı şekilde başlıyor:60


أيُّمَا مسْلِمٍ رَمٰى بِسَــهْمٍ فِي سَـبِيلِ اللهِ، فَبَلَغَ مُخْطِئًا أَوْ مُصِيباً، فَلَهُ


مِنَ الأجْرِ كَرَقَبَةٍ أَعْتَقَهَا مِنْ وُلْدِ إِسْمَاعِيلَ. وأيُّمَا رَجُلٍ شَابَ فِي


سَبِيلِ اللهِ فَهُوَ لَهُ نُورٌ. وَأَيـُّمَا رَجُلٍ أَعْتَقَ رَجُلاً مُسْلِماً، فَكُلُّ عُضْوٍ


مِنَ الْمُعْـتَقِ بِـعُـضْوٍ مِنَ الْمُعْتِقِ فِدَاءً لهُ مِنَ النَّارِ . وَ أَيـُّمَا رَجُلٍ قَامَ


وهُوَ يُرِيدُ الصَّلاةَ، فأَفْضَى الْوَضُوءَ إِلٰى أَمَاكِنِهِ، سَلِمَ مِنْ كلِّ ذَنْبٍ




60 Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1312, no:43434; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.434, no:9979.

191

وَخَطِيئَةٍ هِيَ لهُ؛ فإِنْ قَامَ إِلَى الصَّلاَةِ، رَفَعَهُ اللهُ بِهَا دَرَجَةً؛ وَإِنْ رَقَدَ


رَقَدَ سَالِمًا (طب. عن عمرو بن عبسة)


RE. 182/2 (Eyyümâ müslimin ramâ bi-sehmin fî sebîli’llâh, febeleğa muhtıen ev musîben, felehû mine’l-ecri kerakabetin a’tekahâ min vüldi ismâîl. Ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîli’llâhi fehüve lehû nûrun. Ve eyyümâ racülin a’taka racülen müslimen, feküllü udvin mine’l-mu’taki, bi-udvin mine’l-mu’tikı fidâen lehû mine’n-nâr. Ve eyyümâ raculin kàme ve hüve yürîdü’s-salâte, feefda’l-vudùe ilâ emâkinihî, selime min külli zenbin ve hatîetin hiye lehû; fein kàme ile’s-salâti, refeahu’llàhu bihâ dereceten; ve in rakade, rakade sâlimâ.)

Bu da müjdeli... Hadis-i şerifteki sayılan hususlar müjdeli, sevindirici; çünkü onları yapmaya çalışıyoruz. Ümitlendirici cümleler. Buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz:

192

(Eyyümâ müslimin ramâ bi-sehmin fî sebîli’llâh) “Herhangi bir müslüman ki, Allah yolunda bir ok attıysa; (febeleğa muhtıen ev musîben) ya hedefine isabet etmedi, kaydı, ya da isabet etti. İster isabet etsin, isterse etmesin. (Felehû mine’l-ecri kerakabetin a’tekahâ min vüldi ismâìl) O bir ok için, İsmâil AS’ın mübarek, asil evlâtlarından birisi esir düşmüş de, onu esaretten kurtarıp azad etmiş gibi bir sevap verir Allah.”

Yâni, savaşta bir ok, isterse isabet etmesin; ille karşı tarafa isabet edip öldürme şartı da istenmiyor. İsabet etse de, etmese de bu sevabı alır.


(Min vüldi ismâìl), “İsmâil AS’ın evlâdı” demek. Bu (min veledi ismâìl) de okunabilir. İsmâil AS, Arapların en şerefli ataları, ailesi. Onun evlâdından olunca, ailenin şerefine göre köleyi azad etmek için, esiri kurtarmak için, fidye vermek için miktar tabii çoğalır. Yâni, en kıymetli esirler demek istiyor.

Demek ki, Allah yolunda savaşmak, silah atmak önemli... “—E hocam, şimdi ok kullanmıyoruz?..”

Evet, doğru. Şimdi ok kullanmıyoruz, kurşun kullanıyoruz, mermi kullanıyoruz, top kullanıyoruz, füze kullanıyoruz. Yine onları kullananlar, —Allahu a’lem— o sevapları alırlar. Çünkü durum aynı.


(Ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîli’llâh, fehüve lehû nûrun) “Herhangi bir müslüman ki Allah yolunda saçı sakalı ağardı. Yâni bir müslüman, Allah yolunda saçı sakalı ağarmış da ihtiyarlamışsa, ömrü Allah yolunda geçmişse; (fehüve lehû nûrun) bu ihtiyarlığı onun için makbul bir nurdur. O nurlu bir kimsedir, nûrâni bir kimsedir, Allah’ın sevgili, mübarek bir kuludur.”

(Ve eyyümâ racülin a’taka racülen müslimen) “Herhangi bir kimse ki, müslüman bir köleyi azad etti ise, (feküllü udvin mine’l- mu’teki bi-udvin mine’l-mu’tikı) azad edilen kölenin her bir uzvu mukabilinde, (fidâun lehû mine’n-nâr) azad eden kimsenin o uzvu, cehennemden azad olur. Onun yerine fidye yerine geçer. Bu kölenin her uzvuna karşılık, köleyi azad eden kimsenin her uzvu cehennemden fidye ile kurtulmuş olur. Yâni, köle azad eden kimse cehenneme girmez.”

193

(Ve eyyümâ raculin kàme ve hüve yürîdü’s-salâh) “Herhangi bir adam ki, namaz kılmak niyet ederek, arzu ederek kalktıysa; (feefda’l-vadùa ilâ emâkinihî) ve abdest suyunu abdest azalarına döktü ve güzelce her tarafını, yüzünü, ellerini, ayaklarını yıkadıysa; başına, boynuna meshettiyse; (selime min külli zenbin ve hatìetin hiye lehû) işlemiş olduğu, kendisinin hatası olan her hatadan, her günahtan selâmet bulur, işlediği günahlardan kurtulur. (Fein kàme ile’s-salâh) Bir de, bu abdest almanın arkasından namaza kalkarsa; (refeahu’llàhu bihâ dereceten) namaz kıldı diye, Allah onu derece itibariyle yükseltir.”

Zaten abdest aldı, günahları affoldu. Günahları affolunca ne kalıyor?.. Derece yükselmesi. Namaz kılınca da derecesi yükselir.

(Ve in rakade) Rakade, uyumak demek.


وَهُمْ رُقُودٌ (الكهف:١٣)


(Ve hüm rukùd) [Onlar uyuyorlardı.] (Kehf, 18/18) diye Kehf Sûresi’nde de geçiyor. Râkıd uyku uyuyan demek, rukùd onun çoğulu oluyor.

“Eğer yatağa yatıp uyursa, (rakade sâlimen) her türlü günahtan salim olarak, kurtulmuş olarak, tertemiz olarak uyur.”

Ne kadar güzel! Allah bizi, evlâtlarımızı, eşlerimizi, sevdiklerimizi ibadetlerinde dâim eylesin... Namazlı, niyazlı, abdestli, oruçlu, böyle iyi kullar eylesin...


Tabii cihad çok önemli. İslâm’da saçın sakalın ağarması çok güzel... Bu saç ve sakal ağarınca, bazıları sakalını bıyığını boyar. Bazıları da; “—Ay, bu ihtiyarlık alâmeti!.. Ben gencim daha, bu nereden çıktı?” diye beyaz kıllarını kopartırlar.

Halbuki hadis-i şerifte:61




61 Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.986, no:17280; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.2055, no:3054; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.423, no:9950.

194

أَيـُّمَا رَجُلٍ نَتَفَ شَعْرةً بَيْضَاءً مُتَعَمِّدًا، صَارَتْ رُمْحًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ


يُطْعَنُ بِهِ (الديلمي عن أنس)


RE. 182/7 (Eyyümâ racülin netefe şa’raten beydàen müteammiden) [Herhangi bir kimse ki, ihtiyarlığını saklamak için beyaz kıllarını yolarsa; (sàret rümhan yevme’l-kıyâmeti yut’anü bihî) bu kıllar kıyamet gününde süngü olur ve ona batırılır.] diye bildiriliyor. Yâni, kıllarını koparmayacak.

Bazı insanları görüyoruz, bazı geçmiş ihvanımızı, amcaları hatırlıyoruz; bembeyaz sakallı, ibrişim gibi. Hocamız da çok imrenirdi, böyle bazı tertemiz, sakalı ağarmış kimseleri görünce... Hakîkaten güzel oluyor.

İşte bu, böyle İslâm’da yaşaya yaşaya, İslâmî ibadetleri yapa yapa tamâmen nûrânîleşmek... Allah hepimize onu nasib etsin...


e. Yöneticinin Yumuşak Davranması


Üçüncü hadis-i şerif:62


أيُّما وَالٍ وَلِيَ فَلاَنَ وَرَفَقَ، رَفَقَ اللهُ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (ابن أبي الدنيا في ذم الغضب عن عائشة)


RE. 182/5 (Eyyümâ vâlin veliye felâne ve rafeka, rafeka’llàhu bihî yevme’l-kıyâmeh.) Hazret-i Aişe-i Sıddîka Vâlidemiz’den. Bu hadis-i şerifi o nakletmiş. Peygamber SAS Efendimiz’den işitmiş, bize bildirmiş, rivayet eylemiş:

(Eyyümâ vâlin) “Herhangi bir vali ki, (veliye) valilik yaptı, bir işin başına geldi...” Burada vâli, ille vilayetin başına geçen kimse



62 Lafız farkıyla: Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.241, no:383; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.166, no:271; Hz. Aişe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.100, no:5410; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.438, no:9988.

195

demek değildir Arapça’da. Yâni, ilçenin başına da geçse, herhangi bir idarenin başına da geçse ona vâli derler. Yâni veliyy-i emr, işi yüklenmiş kişî mânâsına Arapça’da bu.

“Herhangi bir görevli; resmî, idârî görevli bir görevi yüklendi...” Ya komutan oldu, ya vali oldu, ya kaymakam oldu, ya genel müdür oldu, ya şu oldu, ya bu oldu diyelim. Hepsine şâmildir bu. Yoksa ille bir eyalet olacak, vilayet olacak, onun başında vali olacak; belediye başkanı olursa olmaz gibi bir şey yok yâni. Bütün başkanlar, yöneticiler bu kelimenin altına geliyor, giriyor. Bu kelime onların hepsini kapsıyor, ifade ediyor.


“Bir kişi böyle bir görevle görevlenmiş ise...” (Felâne) Buradaki fe kelimenin aslından değil. Lâne, leyyin olmak, yâni yumuşak davranmak demektir: “Bu yönetici, idareci, başkan yumuşak davranıyorsa; (ve rafeka) ve rıfk ile muamele ediyorsa... Tatlı davranıyor, yumuşak davranıyor, muhataplarını hoş tutarak davranıyor, yönetimini güzel yapıyor. (Rafeka’llàhu bihî yevme’l- kıyameti) Allah-u Teàlâ Hazretleri de kıyamet gününde ona rıfk ile, yumuşaklıkla, tatlılıkla muamele eder. Yâni onu mükâfatlandırır ve taltif eder.”

Allah-u Teàlâ Hazretleri eğer idareciysek, bize böyle rıfk ile, sevgi ile, halkı severek ona hizmet etmeyi, görevi öyle yapmayı nasib etsin... Bütün İslâm ülkelerine de, böyle hayırlı idareciler ihsân eylesin...

Allah hepinizden razı olsun...

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..


07. 07. 2000 - AVUSTRALYA

196
11. ZÂHİDİN ÖZELLİKLERİ