23. DECCAL’İN FİTNESİNDEN KORUNMAK
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyicileri!
Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Cenâb-ı Hak dünya ve ahiretin hayırlarına cümlenizi erdirsin...
Ramazan’da kazandığınız güzel evsafı, güzel alışkanlıkları Ramazan’dan sonra elden kaçırmamayı ve onları güzelce uygulamaya devam etmeyi nasîb etsin, muvaffak etsin cümlenizi... Sevdiği kul eylesin, sevdiği işleri yapmayı nasîb eylesin...
a. Kehf Sûresi’ni Okumanın Fazîleti
Bu cuma sohbetinde okuyacağım hadis-i şeriflerden birincisi şöyle:121
أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِسُورَةٍ مَلأَتْ عَظَمَتُهَا مَابَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلأَرْضِ، شَيَّعَهَا
سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ سُورَةُ الْكَهْفِ؛ مَنْ قرَأَهَا يَوْمَ الْجُمُـعـَةِ غَفَرَ اللهُ لَهُ
بِهَا إلَِى الْجُمُعَةِ اْلأُخْرٰى، وَ زِيَادَةِ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ مِنْ بـَعْدِهـَا، وَأُعْـطِيَ
نُورًا يَبْلُغُ السَّمَاءَ، وَ وُقِيَ مِنْ فِتْنَـةِ الدَّجَّـالِ؛ وَمَنْ قَرَأَ خَمْسَ آيَاتٍ
مِنْ خَاتِمَهَا حِينَ يَأْخُذُ مَضْجَعَهُ مِنْ فِرَاشِهِ، حُفِظَ، وَبـُعِثَ مِنْ أَيِّ
اللَّيْلِ شَاءَ (ابن الضريس عن إسماعيل بن رافع مرسلاً)
121 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.906, no:2595 ve 2602; Câmiü’l-Ehàdîs, c.V, s.438, no:4447.
RE. 164/2 (Elâ uhbiruküm bi-sûretin meleet azametühâ mâ beyne’s-semâi ve’l-ard, şeyyeahâ seb’ùne elfe melekin sûretü’l-kehfi;
men karaehâ yevme’l-cumuati gafera’llàhu lehû bihâ ile’l- cumuati’l-uhrâ, ve ziyâdeti selâseti eyyâmin min ba’dihâ, ve u’tıye nûran yeblüğu’s-semâ’, ve vukıye min fitneti’l-deccâl. Ve men karea hamse âyâtin min hàtimehâ hîne ye’huzü madceahû min firâşihî hufiza, ve buise min eyyi’l-leyli şâ’.) Güzel bilgiler ihtiva eden bir rivayet. İbni’d-Darîs İsmâil ibn-i Râfî’den mürsel olarak rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
(Elâ uhbiruküm) “Dikkat edin, ben size haber veriyorum!” veya “Ben size haber vermeyeyim mi?” diye teşvik mânâsına, uyarı mânâsına bir edat bu elâ. Edat-ı tenbih deniliyor. (Bi-sûretin) “Öyle bir sûreyi size haber vereyim ki, (meleet azametühâ mâ beyne’s-semâi ve’l-ard) azameti, ululuğu gök ile yerin arasını doldurmuş olan bir sûre... Çok kıymetli, azametli, muazzam bir sûre... (Şeyyiahâ seb’ùne elfe melek) Yeryüzüne inişinde yetmiş bin melek onu uğurluyor, teşyî ediyor. O kadar şerefli... Bu sûre hangisidir?.. (Sûretü’l-kehfi) Kehf Sûresi’dir.” (Men karaehâ yevme’l-cumuati) “Kim cuma günü bu sûreyi okursa...” Ben de cuma sohbetinde size bu bilgiyi sunmuş oluyorum, hemen okursunuz inşâallah... Kim bu sûreyi cuma gününde okursa, ne olur?.. (Gafara’llàhu lehû bihâ) “Bu okuduğu sûrenin mukabilinde, mükâfât olarak Allah onu mağfiret eder. (İle’l-cumuati’l-uhrâ) İlerideki cuma gününe kadar, ileriye dönük günlerdeki günahlarını mağfiret eder.” Çok ilginç! (Ve ziyâdete selâseti eyyâmin min ba’dihâ) “Ondan sonra da ileriye doğru üç gün fazlasıyla; yâni on günlük günahını affeder.”
Tabii, bu ileriye dönük günahların affedilme meselesi, bir de Arafe günü orucunda karşımıza çıkmıştı:
“—Kim hacıların Arafat’a çıktığı Arafe gününde, Kurban bayramından önceki gün —hacı olmayanlar memleketlerinde—
Arafe günü orucu tutarsa, —ki önümüzde, iki ay bir hafta sonra gelecek bu Arafe günü— geçmiş bir senelik günahı affolur, bir de gelecek bir senelik ileriye dönük günahı affolur.” (*) buyurmuştu. Arafe günü hakkında Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifi öyleydi.
Bu ne demek? Önündeki bir senelik günahının affolması ne demek?.. Bir sene daha Cenâb-ı Hak ömür verecek, ömrü bereketlenecek demek. Hem de oradaki hatalarını da affedecek. Çünkü hatasız kul olmuyor, çeşitli günahlar, hatalar her zaman işlenebiliyor. Ya kızılıyor, ya unutuluyor, ya bir cahillik oluyor, bir şeyler oluyor. Cenâb-ı Hak o hataları, günahları mağfiret eder demişti.
Şimdi burada da, buna benzer bir durumla karşılaşıyoruz: “Kehf Sûresi’ni okuyan kimsenin, (ile’l-cumuati’l-uhrâ) ileriki cumaya kadarki günahları affoluyor; (ve ziyâdeti selâseti eyyâmin min ba’dihâ) ondan sonraki üç gün fazlasıyla...”
Demek ki, ileriye dönük on günlük günahı affoluyor. Hem yaşayacak, Allah ömür verecek; hem de hataları, günahları silinecek, affolacak. Bu güzel bir müjde... Bu hadis-i şerifi duydunuz. Onun için, Kehf Sûresi’ni ezberleyin, cuma günleri okuyun!
Sonra başka özelliği nedir bu sûrenin?.. (Ve u’tıye nûran yeblüğu’s-semâ’) “Bu Kehf Sûresi’ni okuyana, göklere kadar çıkan, göklere ulaşan bir nur da verilir.”
Tabii, insanın nurlu olması, nura sahip olması, nurla aydınlanmış olması çok önemli... Bu, çok mânâlar ifade ediyor. Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği bir insan olmanın alâmeti... Ondan sonra günahlardan uzak olmasının alâmeti... Nereye basacağını, ne yapacağını Cenâb-ı Hak gösterecek, hatâlı işler yaptırtmayacak, tevfîkini refîk edecek demek olabilir. Yâni, göklere ulaşan bir nur da veriliyor kendisine...
Sonra, daha önemli bir başka özelliği: (Ve vukıye min fitneti’l- deccâl) “Deccal fitnesinden de korunur bunu okuyan insan...” Bu da çok önemli... Bugünlerde burada Brisban’dayken Deccal’le ilgili hadis-i şerifleri sahih kitaplardan okumuştuk. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki, o sahih hadis-i şeriflerde:
“—Adem AS’ın yaratılmasından kıyamet kopuncaya kadar Deccal’in fitnesinden büyük bir fitne yeryüzünde vukù bulmamıştır, bulmayacaktır.”
Yâni en büyük fitne... Neden?.. Çünkü, Deccal bir takım olağanüstü meziyetler, gösteriler, göz boyayıcı başarılar
gösterecek insanlara; insanlar da ona kanacaklar, dinlerini bırakıp Deccal’e tabi olacaklar. Halbuki Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“—Ey Allah’ın kulları! Dininizde sapasağlam durun, sebat edin, ayrılmayın!” diyor.
Bu Deccal’in fitnesi çok aldatıcı bir fitne... Çünkü, Deccal’e tâbî olanlar maddî çok refaha kavuşacaklar; Deccal’in Deccal olduğunu anlayıp da ona itiraz edenler, çok sıkıntılar çekecek diye bildiriliyor. Tabii, sıkıntı çekecek ama, ahirette cennete girecek. Dininde sabit olan, Deccal’e kanmayan, göz boyayıcı başarılara, refaha ve sâireye aldanmayan, dinine bağlı olan cennete gidecek; onun güzel gösterdiği şeylere kanıp, başarıları başarı sanıp ona tabi olanlar da cehenneme gidecek, yâni ahireti mahvolacak. Onun için Deccal fitnesine kanmamak çok önemli!..
Kehf Sûresi’ni okuyan, Deccal’in fitnesinden de emin olur buyruluyor. Onun için Kehf Sûresi’nin mânâsını düşüne düşüne, tefsirini okuya okuya, güzelce öğrenmemiz, ezberlememiz lâzım diye düşünüyorum ben. Hoca kardeşlerimiz de cemaate, ahaliye Kehf Sûresi’nin tefsirini güzelce anlatsınlar!..
Kehf Sûresi’nin baş tarafında, ilk ayetlerinde:
اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي أَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلـَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا
(الكهف:٤)
1. (El-hamdü li’llâhi’llezî enzele alâ abdihi’l-kitâbe ve lem yec’al lehû ivecâ.) (Kehf, 18/1)
قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَاْسًا شَدِِيدًا مِنْ لِدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الـْمُؤمِنُونَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ
الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (الكهف: ٢)
2. (Kayyimen li-yünzire be’sen şedîden min ledünhü ve yübeşşire’l-mü’minîne’llezîne ya’melûne’s-sàlihàti enne lehüm ecran hasenâ.) (Kehf, 18/2)
مَاكِثِينَ فِيهِ اَبَدًا (الكهف٣)
3. (Mâkisîne fîhi ebedâ.) (Kehf, 18/3)
وَيُنْذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللهُ وَلَدًا (الكهف٤)
4. (Ve yünzire’llezîne kàlü’ttehaze’llàhu veledâ.) (Kehf, 18/4)
مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلاَ لاِۤبـَائِهِمْ، كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ،
اِنْ يَقُولُونَ اِلاَّ كَذِبًا (الكهف:٥)
5. (Mâ lehüm bihî min ilmin ve lâ li-âbâihim kebüret kelimeten tahrucü min efvâhihim, in yekùlûne illâ kezibâ.) (Kehf, 18/5) [Hamd olsun o Allah’a ki, o insanları kendi tarafından çetin bir azab ile ikaz etmek, sàlih amel işleyen mü’minlere, kendileri için, içinde ebedî kalacakları cennette güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek ve “Allah evlât edindi.” diyenleri de uyarmak için kuluna (Muhammed SAS’e) kendisinde hiçbir tezat ve eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.
Ne onların (Allah evlât edindi diyenlerin), ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.] (Kehf, 1-5)
“Bu yanlış dinlere girenler yalan söylüyorlar, bunların inançları yanlış, halkı kandırıyorlar. İşin doğrusu tevhid dinidir.” diye, öyle başlıyor ilk ayet-i kerimeler.
Biz de Tevhid senesine girdik. İki bin yılı Tevhid Yılı’ydı, iki
bin yılıyla başlayan 21. Asır da Tevhid Asrı’ydı. Onun için siz de Kehf Sûresi’ni birinci ayetinden itibaren güzelce öğrenmeye
başlayın! Kimlerin yalan söylediğini, insanları nasıl kandırdıklarını Cenâb-ı Hak orada bildiriyor. Oradan başlayın!..
Sonra ne var?.. Bu ayetlerin arkasından birtakım mübarek insanların —ki onlar Ashab-ı Kehf dediğimiz insanlar— zamanındaki putperestliğe tâbî olmadıklarını, onu reddettiklerini ve dinlerini korumak için mağaraya sığındıklarını anlatıyor. Allah’a olan sağlam, doğru, dürüst, hak imanlarında baskıya boyun eğmeyip sebat gösterdiklerini, onun için mağaraya girdiklerini anlatıyor. Cenâb-ı Hakk’ın da onların bu hallerine mûcizevî birtakım özellikler verdiğini anlatıyor.
Ashàb-ı Kehf, hani Tarsus’ta Ashàb-ı Kehf mağarası var. Maraş’ta ve sâirede, daha başka yerlerde olduğu söyleniyor. Yâni, Ashàb-ı Kehf hikâyesi de önemli... Devirlerinin putperest hükümdarına tabi olmuyorlar, boyun eğmiyorlar; günahı, haramı, yanlış dini reddediyorlar, kendi doğru dinlerinde sebat ediyorlar.
Hattâ ölümden kurtulmak için de mağaraya sığınıyorlar. O da önemli...
Bu Kehf Sûresi’nin başındaki ayetlere fevâtihu sûreti’l-kehf deniliyor hadis-i şeriflerde; bunu okuyanlar Deccal’in fitnesinden korunur. Demek ki, tevhidi öğrenince korunur; Ashàb-ı Kehf’in fedâkârlığını öğrenince korunur. Yâni, Ashàb-ı Kehf gibi her ne pahasına olursa olsun hak yolda sebat göstermek, sımsıkı İslâm’a sarılmak, hak imandan ayrılmamak...
İşte bu sûreyi okuyan Deccal’in fitnesinden de korunur ki çok büyük bir fitnedir. Belki de biz şu anda, bu fitnenin başlamış olduğu bir zamanda yaşamaktayız. Pek çok kimse batı medeniyetine inanıyor, batı medeniyetinin üstünlüklerine kanıyor ve İslâm’ı bırakıyor; batı medeniyetinin maddî başarılarından dolayı, yanlış mânevî inancına da meylediyor.
Halbuki maddî başarı ayrı şey; mâneviyâtının, fikirlerinin, inancının doğru olması tamamen farklı bir şey... İslâm Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu yegâne din!
إِن الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ اْلإِسْلاَمُ (آل عمران: ١٤)
(İnne’d-dîne inda’llàhi’l-islâm) “Allah’ın indinde makbul olan din, geçerli din sadece İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ اْلإِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ، وَهُوَ فِي اْلآخِرَةِ مِنَ
الْخَاسِرِينَ (آل عمران: ٥١)
(Ve men yebtaği gayre’l-islâmi dînen felen yukbele minhü) “İslâm’dan gayri bir din edinmeğe kalkışanın dindarlığını, ibadetlerini, hayrâtını Allah kabul etmeyecek. (Ve hüve fi’l-âhireti mine’l-hàsirîn.) Ahirette kendisini de çok büyük ziyana uğramış bir kimse olarak bulacak. Hesapta iş anlaşılacak.” (Âl-i İmran, 3/85) buyruluyor.
O bakımdan bu sûreyi çok iyi öğrenin!..
(Ve men karea hamse âyâtin min hàtimehâ hîne ye’huzü madceahû min firâşihî) “Kim de Kehf Sûresi’nin sonundaki beş ayeti yatağına yatacağı zaman, yatağına uzanacağı zaman okursa,
(hufiza) o gece her türlü yönden mahfuz olur, hıfz u himâye olunur.” Yâni tehlikelerden, korkulardan, üzüntülerden, zelzele, yangın ve sâireden korunur, mahfuz kalır. (Ve buise min eyyi’l- leyli şâe) “Gecenin hangi vaktinde kalkmak isterse, o zamanda kalkabilir.” Bazan insan, “Gece kalkayım da bir teheccüd namazı kılayım, sevap alayım!” diyor ama, uykusunu yenemiyor, uykusundan dışarı çıkamıyor. Çünkü, uyku içinde insan şuuruna sahip değil; uyku bastırırsa derin derin uyuyor. Geceleyin teheccüde kalkmak değil, sabah namazına camiye gelmeyi bile kaçırıyor. Onun için, bu bilgiden de istifade etmek lâzım!.. Gece istediği vakitte kalkabilmek de çok önemli bir husus olmuş oluyor. O bakımdan bu son beş ayeti de ezberleyerek, onları da gece yatarken okumalı!..
Bu ayetleri okuyorum:
ذٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (الكهف: ٦٤٠)
1. (Zâlike cezâühüm cehennemü bimâ keferû ve’ttehazû âyâtî ve rusulî hüzüvâ.) “İşte inkâr ettikleri, ayetlerimi ve rasûllerimi alaya aldıkları için o kâfirlerin de cezası cehennemdir.” (Kehf, 18/106)
إِن الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاً
(الكهف: ٦٤١)
2. (İnne’llezîne âmenû ve amilü’s-sàlihàti kânet lehüm cennâtü’l-firdevsi nüzülâ.) [İman edip sàlih ameller işleyenlere gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır.]
(Kehf, 18/107)
خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً (الكهف: ٦٤١)
3. (Hàlidîne fîhâ lâ yebğùne anhâ hivelâ.) [Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.] (Kehf, 18/108)
قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنفَدَ
كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (الكهف: ١٦٤)
4. (Kul lev kâne’l-bahru midâden li-kelimâti rabbî lenefide’l- bahru kable en tenfeda kelimâtü rabbî velev ci’nâ bi-mislihî mededâ.) [De ki: Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce denizler tükenecektir.] (Kehf, 18/109)
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ، فَمَنْ
كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحًا وَلاَ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ
رَبِّهِ أَحَدًا (الكهف: ٤٦٤)
5. (Kul innemâ ene beşerün mislüküm yûhà ileyye innemâ ilâhüküm ilâhün vâhid, femen kâne yercû likàe rabbihî felya’mel amelen sàlihan ve lâ yüşrik bi-ibâdeti rabbihî ehadâ.) [De ki: Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki, bana ilâhınızın sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, sàlih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!] (Kehf, 18/110)
Size bir güzel hediye paketi, bayramdan sonra... Bu sûreyi, başını sonunu ezberler, güzelce okursanız Deccal’in fitnesinden korunursunuz, ahir zamanın fitnelerinden korunursunuz. Sonundaki beş ayeti de okuduğunuz zaman, geceleyin mahfuz kalırsınız; gecenin istediğiniz saatinde de uyanabilirsiniz.
Kehf Sûresi Kur’an-ı Kerim’in ortasında, 15. cüzde, İsrâ Sûresi’nden sonra yer alıyor. [Sayfa: 292–303, 18. sûre.] İnşâallah bu hadis-i şerife göre hareket edersiniz.
b. Hazret-i İsâ’nın Yeryüzüne İnmesi
Geçelim ikinci hadis-i şerife... İkinci hadis-i şerifi Ahmed ibn-i Hanbel (Rh.A), Hanbelî mezhebinin imamı, müctehidi, büyük zât-ı muhterem, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.
Ebû Hüreyre’ye Peygamber Efendimiz, “Ebû Hir” dermiş. Ben onun için, bundan sonra Ebû Hir dersem şaşırmayın, çünkü Efendimiz öyle isimlendirmiş. Ebû Hüreyre, dişi kedicik babası demek; Ebû Hir olunca, erkek kedi babası demek oluyor. İkisi de aynı kökten geliyor. SAS’in ifadesi öyle olmuş, o da hatırınızda kalsın.
Onun rivayet ettiği hadis-i şerif şöyle başlıyor:122
اَلأَنْبِيَاءُ إِخْوَةٌ لِعَلاَّتٍ، أُمَّهَاتُهُمْ شَتَّى وَدِينُهُمْ وَاحِدٌ؛ وَإِنِّي أَوْلَى النَّاسِ
بِعِيسَى ابْنِ مَرْيـَمَ، لأَنــَّهُ لَمْ يَكُنْ بَيْنِى وَ بَـيْـنَهُ نَبِىٌّ، وَ إِنَّـهُ نَازِلٌ؛ فَإِذَا
رَأَيْتُمُوهُ فَاعْرِفُوهُ؛ رَجُلٌ مَرْبوُعٌ، إِلَى الْحُمْرَةِ وَ الْـبَيَاضِ، عَلَيْهِ ثَوْبــَانِ
مُمَصَّرَانِ، رَأْسَهُ يَقْطِرُ وَ إِنْ لَمْ يُصِبْـهُ بَلَلٌ . فَيَدُقُّ الصَّـلـِيبَ، وَ يَقْــتُـلُ
الْخِنْزِيرَ، وَيَضَعُ الْجِزْيـَةَ، وَيَدْعُو النَّاسَ إِلَى اْلإِسْلاَمِ، فَيُهْلِكُ اللهُ فِي
زَمَانِهِ الْمِلَلَ كُلَّهـَا إِلاَّ اْلإِسْلاَمَ؛ وَ تَرْتــَعَ اْلأُسُودُ مَعَ اْلإِبِلِ، وَ الـنِّمَارُ
مَعَ الْبَقَرِ، وَالذِّئَابُ مَعَ الْغَنَمِ، وَتَلْعَبَ الصِّ ـبـْيَانُ بِالْحَيَّاتِ فَلاَ تَضُرُّهُمْ ؛
122 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.406, no:9259; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XV, s.233, no:6821; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.124, no:43; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XVI, s.509; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIV, s.173; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.389, no:38856; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.44, no:10214.
وَيَمْكُثُ أَرْبَعِينَ سَنَةً، ثُمَّ يُتَوَفَّى وَ يُصَلِّى عَلَـيْهِ الْمُسْلِمُونَ (حم. عن أبي هريرة)
RE. 191/5 (El-enbiyâü ihvetün li-allâtin, ümmehâtühüm şettâ ve dînühüm vâhid; ve innî evle’n-nâsi bi-ise’bni meryem, li-ennehû lem yekün beynî ve beynehû nebiy, ve innehû nâzilün; feizâ raeytümûhu fa’rifûhu; racülün merbûun ile’l-humrati ve’l-beyâd, aleyhi sevbâni mümassarâni, re’sühû yakturu ve in lem yusibhu belel.
Feyedukku’s-salîbe, ve yaktülü’l-hınzîra, ve yedau’l-cizyete, ve yed’un-nâse ile’l-islâm; feyehlikü fî zemânihi’l-milele küllühâ ille’l- islâm, ve tertau’l-üsûdü mea’l-ibili, ve’n-nimâri mea’l-bakari, ve’z- ziâbü mea’l-ganemi, ve tel’abü’s-sıbyânü bi’l-hayyâti felâ tedurruhüm; ve yemküsü erbaîne seneten, sümme yüteveffâ ve yusallî aleyhi’l-müslimûn.) Bu da ilginizi toplayacak, merakla dinleyeceğiniz bir hadis-i şerif. Diyor ki Peygamber Efendimiz:
(El-enbiyâü ihvetün li-allât) “Peygamberler baba bir kardeşler gibidir.” Anneler ayrı babalar bir olursa, öyle kardeşlere bu isim veriliyor. Bir adamla evlenmiş müteaddit hanımlara allât
deniliyor. Oradan kardeştirler, yâni baba bir kardeşler. Peygamberler hepsi kardeştir, yakın kardeştir. Biliyorsunuz anneden kardeşlik, babalar farklı olunca biraz daha zayıf oluyor, ama baba kardeşlik daha kuvvetli oluyor. Evet, tam değil ama olsun, gene de kardeşler, hem da kuvvetli kardeş bunlar.
“Peygamberler birbirleri ile kardeştir.” diyor Efendimiz, böyle başlıyor. (Ümmehâtühüm şettâ ve dînühüm vâhidin) “Anneleri ayrı, ama dinleri bir.” Yâni bu ne demek: İnanç bakımından bir ama, şeriatları farklı. Anneler farklı demek, uygulamalar, şeriatlar farklı; ama, esas inançları itibarıyla hepsi aynı. Baba mesabesinde olan inançları aynı...
(Ve dînühüm vâhidin) “Dinleri bir...” Bütün peygamberlerin hepsinin içinde olduğu din nedir?.. İslâm dinidir. Adem AS da, Nuh AS da, İbrâhim AS da, Mûsâ ve İsâ AS da, Peygamber Efendimiz de, hepsi İslâm peygamberidir. Peygamberlerin
hepsinin dinleri bir tek dindir, İslâm’dır. Allah’a teslim olunan, Allah’ın birliğinin kabul edildiği, Allah’tan gayriye ibadet edilmeyen din demek o...
(Ve innî evle’n-nâsi bi-ise’bni meryem) Efendimiz çok tatlı, milyarları ilgilendiren güzel bir söz söylüyor: “Ben Meryem’in oğlu İsâ’ya insanların en uygun, en yakın, en dost olanıyım!” Yâni, ona en evlâ olan, uygun olan, en dost olan, en yakın olan benim! Onun en çok himaye edicisi benim, onu en çok koruyan benim! Aramızdaki bağlar en kuvvetli olan benim demek bu.
Biliyorsunuz, İsâ AS’ın sadece annesi olması dolayısıyla, korunması gerekiyor. Hak yoldadır. Annesi mâsum bâkire Meryem Validemiz’dir. Kendisi de mâsum, tertemiz, Allah’ın bir peygamberidir. Allah-u Teàlâ Hazretleri Adem AS’ı annesiz ve babasız olarak topraktan yarattığı gibi, İsâ AS’ı da Meryem Validemiz’den babasız olarak yaratmıştır. Her şeye kàdirdir.
Hayat bilgisinde de, yâni canlıları inceleyen ilimlerde de biliyoruz ki, çiftli, erkekli dişili olan yaratıkların üremeleri, bazen dişi veya erkek olmadan da olabiliyor. Ama aşılandığı zaman daha güzel oluyor. Meselâ, hurmalarda aşılanmadan da yine hurma oluyor, fakat küçük oluyor ve dökülüyor.
“Cenâb-ı Hak her şeye kàdir, onu da babasız yaratmış.” diye savunulması lâzım, korunması lâzım, müdafaa edilmesi lâzım! Peygamber SAS Efendimiz bunu üzerine almış, yâni onun hak peygamber olduğunu savunmuş. İslâm onu kurtardı, İslâm ona en güzel şekilde savunma sağladı.
(Li-ennehû lem yekün beynî ve beynehû nebiyyün) “Onunla benim aramda başka bir peygamber yoktur, birbirimizle peş peşe gelen iki peygamberiz.” diyor Peygamber Efendimiz.
(Ve innehû nâzilün) “Ve o ahir zamanda inecektir de yeryüzüne... (Feizâ raeytümûhu) Onu gördüğünüz zaman, (fa’rifûhü) bilin onu, ben size belirteyim, şaşırmayın, evsafını size bildireyim: (Racülün merbûun) Merbû demek, mûtedil, orta boylu demek; ne çok fazla ince uzun, ne de kısa, ne çok şişman. “Orta boylu, (ile’l-humrati ve’l-beyâd) rengi kırmızı-beyaz, pembe- beyazdır.
(Aleyhi sevbâni mümassarâni) Üzerinde Mısır kumaşından iki parçalı elbisesi vardır. (Re’sühû yakturu) Alnından, başından boncuk boncuk, inci inci terler görülür. (Ve in lem yusibhu belelün) Yağmur olmadığı halde, su gelmediği halde damlar, damlalar görülür.”
(Feyedükku’s-salîb) “Geldiği zaman salîbi kıracak, haçı kıracak. ‘Ne bu böyle? Ben bunu demedim ki, nereden çıkarttınız bunu?’ diye salîbi kıracak. (Ve yaktulü’l-hınzîr) Domuzu öldürecek.” Yâni, İslâm’da ve yahudi dininde hınzırın yenilmemesi bildirildiği halde, hristiyanlıkta bu bir sembol, bir işaret gibi benimsenmiş, tutulmuş. Halbuki tıbbî pek çok zararları var. Hınzırı da öldürecek.
(Ve yedau’l-cizyete) “Ve cizyeyi de kaldırır. Yahut, “Müslüman olmayanlara vergi koyar.” mânâsına da gelebilir. Şu anda yanımda bakacağım geniş kitaplar olmadığı için, bu iki ihtimali de söylüyorum. (Ve yed’u’n-nâs ile’l-islâm) “Bütün insanları İslâm’a
çağırır. ‘Hak din İslâm’dır. Ey insanlar, ey beni sevenler, ey ben İsa’ya mensubum, İsevî’yim diyenler! Hepimiz gelin bakalım İslam’a!’ diye hepsini İslâm’a çağırır.”
(Feyehlekü fî zemânehe’l-milelü küllühâ) Burada milel dediği, bütün başka dinler. Millete ibrâhîme denildiği gibi, millet bazen din mânâsına kullanıyor Arapça’da. “Onun bu indiği zamanda, bütün başka dinler hepsi birden yok olur, helâk olur; (ille’l-islâm) sadece İslâm kalır.” İslâm’dan başka dinlerin batıl olduğu; putlara tapılmayacağı, haçlara tapılmayacağı, insanların elleriyle yaptığı taşlara, ağaçlara, dağlara, şu veya bu yaratıklara, yaratılmışlara tapılmayacağı anlaşılır.
Öyle bir sulh, öyle bir güven gelir ki dünyaya, o zaman; (Tertaü’l-üsûdü mea’l-ibil) “Arslanlar deve ile beraber otlar. Devenin üstüne saldırıp da onun etini yemez.” Rataa-yertau, otlamak, yayılmak demek. Artık arslan da o zaman ot mu yiyecek bilmiyorum ama, deveyi yemeyecek. Yâni, deve ile beraber yayılır çayırda...
(Ve’n-nimâru mea’l-bakar) Nimâr, nemir kelimesinin çoğulu. Nemir de kaplan demek. “Kaplanlar da sığırlarla beraber otlayacak.” Bir tarafta Bengal kaplanı, üç metre boyunda, korkunç, güçlü bir yaratık; öbür tarafta sığır... Başka zaman olsaydı, atlardı. Ama artık o sulh ve sükûn devresinde, kaplanlar sığırlarla beraber yayılırlar.
(Ve’z-ziâbü mea’l-ganem) Ziâb da zi’b kelimesinin çoğulu; kurtlar demek. “Kurtlar da koyunlarla beraber aynı yerlerde dolaşırlar, otlaklarda yayılırlar, birbirlerini yemezler.” Yâni, o kadar sulh ve sükûn var ki, tabiat itibariyle birbirlerine düşman olan, saldıran varlıklar bile birbirlerine saldırıp canlarını yakmıyor. Tam bir güzel asûde sulh ve sükûn dünyası.
(Ve yel’abü’s-sıbyânü bi’l-hayyât) “Çocuklar yılanlarla oynarlar; (felâ tedurruhüm) yılanlar onlara zarar vermez.” O kadar güzel bir devre olacak. (Feyemküsü erbaîne seneten) “İsâ AS kırk sene kalacak insanların arasında, (sümme yeteveffâ) sonra vefat edecek. (Ve yusallî aleyhi’l-müslimûn) Müslümanlar da onun üzerine cenaze namazı kılacaklar.“
Bu da böyle ilginç bir hadis-i şerif.
c. Alimlerin Şerefi
Üçüncü hadis-i şerif de Allah’ı arslanı, Hayber fatihi, seyyidlerin, şeriflerin dedesi, Esedu’llàhi’l-gàlib, Hazret-i Ali ibn-i Ebû Tàlib (RA ve KV)’den. Deylemî Müsnedü’l-Firdevs kitabında rivayet etmiş. Bu hadis-i şerif de ana konuları derli toplu, özlü bir şekilde anlattığı için, can kulağıyla dinleyin! Bunları da iyice hatırınızda tutun!
Buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz:123
َاْلأَنْبِيَاءُ قَادَةٌ، وَالْفُقَهَاءُ سَادَةٌ، وَمُجَالَسَتُهُمْ زِيَادَةٌ؛ وَ أَنـْـتُمْ فِي مَمَرِّ
اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ فِي آجَالٍ مَنْقُوصَةٍ وَأَعْمَارٍ مَحْفُوظَةٍ، وَالْمَوْتُ يَأْتِيكُمْ
بَغْـتَةً، فَمَنْ زَرَعَ خَيْرًا يَحْصُدُ رَغْبَةً، وَ مَنْ زَرَعَ شَرًّا يَحْصُدُ نَدَامَةً
(الديلمي عن علي)
RE. 191/6 (El-enbiyâü kàdetün, ve’l-fukahâü sâdetün, ve mücâlesetühüm ziyâdetün; ve entüm fî memerri’l-leyli ve’n-nehâr, fî âcâlin menkùsah, ve a’mârin mahfûzah, ve’l-mevtü ye’tîküm bağteten, femen zeraa hayran yahsudü rağbeten, femen zeraa şerran yahsudü nedâmeten.) buyuruyor Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali RA’ın rivayet ettiğine göre.
Şimdi bu güzel hadis-i şerifin, inci ve mücevher gibi olan cümleciklerinin anlamlarını verelim, size anlatalım:
(El-enbiyâü kàdetün) Kàdetün kelimesi, kàid kelimesinin çoğuludur. Kıyâdet ediciler, yâni toplulukları yöneten, sevk eden büyük yöneticiler demektir. “Peygamberler, komutanların bir
123 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.359, no:10580; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.I, s.118, no:402; Hz. Ali RA’dan.
Yalnız ilk cümlesi: Dâra Kutnî, Sünen, c.III, s.80 no:295; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.I, s.203, no:307; Hz. Ali RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1373, no:43603; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.45, no:10216.
orduyu yönettiği gibi, toplumları yöneten, hayra sevk eden, cennete sevk eden, Allah’ın rızasına sevk eden büyük yöneticilerdir, büyük kılavuzlardır, önderlerdir.”
(Ve’l-fukahâü sâdetün) Sâdetün, seyyidler demek. Seyyidler de, bir kavmin önde gelen eşraf ve âyânı, gözde ve baş üstünde olan saygıdeğer insanlar demek. “Peygamberler toplumları yönelten
büyük önderlerdir. Din alimleri de toplumun en gözde, en soylu, kıymetli varlıklarıdır, en kıymetli insanlardır.” Din alimleri, dini iyi bilen alimler; başkaları değil...
Bunların kıymeti, efendilikleri, asaletleri soylulukları neden?.. Çünkü insanları Allah’ın yoluna sevk ediyorlar, öğretiyorlar, yönlendirmeğe çalışıyorlar, bilgilendiriyorlar:
“—Ey insanlar yanlış yollara gitmeyin, sapıtmayın, şaşırmayın! Bak biz tarihi biliyoruz, coğrafyayı biliyoruz, mâzîyi biliyoruz, dini biliyoruz, dünyayı biliyoruz. Aman ha başka yanılmış kavimler, geçmişte tarihte helâk olmuş kavimler gibi yapmayın, etmeyin!” diye, onları cennete götürmek için uğraşıp duruyorlar.
Peygamberlerin gösterdiği yolu onlara göstermeğe çalışıyorlar.
(Ve mücâlesetühüm ziyâdetün) “O alimlerle beraber oturmak her yönden kârlı ve her yönden birtakım şeyler kazanma vesîlesidir, artma vesîlesidir.”
Neler artar?.. Onlarla oturan insanların bir kere bilgisi artar, cahillikten kurtulur. İkincisi, sevabı artar. Çünkü ilim meclislerine devam etmek, o alimleri dinlemek, ilim öğrenmek, İslâm’ın en önemli faaliyetidir.
Ondan sonra başka neler artar?.. Nuru artar. Başka nesi artar?.. Maddî, mânevî kazancı da artar. Çünkü böyle dindar oldu mu, insanın rızkı da temiz olur. Cenâb-ı Hak müttakî kullarına,
ummadığı yönden kapılar açar, malı mülkü de çok olur. Allah yoluna gittikçe, Allah-u Teàlâ Hazretleri hayrını arttırır. Hıyanet ettikçe, Allah’ın emrini tutmadıkça da, fakirlik gelir.
“—Evdeki pislik pasaklılıktan, süprüntüden, evdeki bereket gider.” diyor Peygamber Efendimiz.
َاْلأَمَانَةُ تَجُرُّ الرِّزْقَ، وَالْخِيَانَةِ تَجُرُّ الْفَقْرَ (القضاعي عن علي)
RE. 191/2 (El-emânetü tecürrü’r-rizk) “Emin olmak rızkı celb edere, çeker; (ve’l-hıyânetü tecürrü’l-fakr) hain olmak, emin kimse olmamak fakirliği çeker, getirir.” diyor.124 Yâni, ahlâkın rızıkla ilişkisi var. Cenâb-ı Hak veriyor veya vermiyor. Veren Cenâb-ı Hak olduğu için, insanın sapasağlam insan olması lâzım!
İşte o alimlerin meclislerine katılanlar her yönden kazançlı çıkarlar, her bakımdan zenginlikleri artar. Maddî mânevî, görünür görünmez, dünyevî uhrevî zenginlikleri artar.
Onun için, alimlerin çevresinden ayrılmayın! Hakîkî, rabbânî, müttakî alimlerin sözünün dairesinin dışına kaçmayın! Gösterdiği istikametten yanlış yöne gitmeyin! Onlardan uzak düşmeyin! Sonra sizi mâsum kuzucuklar gibi, dağdaki yalnız kalmış
124 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.72, no:64; Hz. Ali RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.61, no:5499; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.38, no:10198.
kuzucuklar gibi kurtlar parçalar. Kandırır, siz anlayamazsınız, siz cevabı veremez-siniz. O alimler anlatırdı, söylerdi, yanlıştan korurdu. Onların yanında olmadığınız için kanarsınız, şeytanın fitnesine kapılırsınız, Deccal’i fitnesine kapılırsınız, ahiretiniz mahvolur. Aman onların meclislerine devam edin!..
(Ve entüm fî memerri’l-leyli ve’n-nehâr) Bu çok umûmî ve biraz da uyarıcı bir hakîkat, bir söz: “Siz gecenin, gündüzün akıp gittiği bir yol üzerindesiniz.” Yâni gece ve gündüz sanki akıp gidiyor. Zaman akıp gidiyor, siz o akışın içindesiniz, o akışın üstündesiniz. Nehrin üstündeki yaprak gibisiniz, zaman sizi alıp götürüyor.
Nereye doğru götürüyor?.. (Fî âcâlin menkùsetin) “Gittikçe azalan bir hayat devresi var. Her gün her gün biraz daha azalıyor sermayeniz. (Ve a’mârin mahfûzatin) Sınırlı ömürlerle bu zamanın akışının üstünde bir yaprak gibisiniz.” Gece ve gündüz sizi bir yere doğru götürüyor, akıp gidiyorsunuz.
(Ve’l-mevtü ye’tîküm bağteten) “Böyle akıp giderken, ölüm birden bire size geliverir.” Yâni, nehir giderken giderken bir uçurum, bir girdap, bir şelâle, güldür güldür mahvolur gidersiniz. Hayat bitiverir, ömür bitiverir, ecel ansızın geliverir.
Ölüm geldi, ömür bitti; sonuç?.. Sonuç, insanın bu dünyada yaptıkları işlere bağlı. (Femen zeraa hayran yahsudü rağbeten) “Bu dünyada hayır eken, Cenâb-ı Hakk’ın iltifatına mazhar olur, rağbet kazanır ahirette. Hayır eken rağbet biçer, ahirette itibarlı bir kul olur. Allah’ın sevdiği, teveccüh buyurduğu bir kul olur.
(Ve men zeraa şerran yahsudü nedâmeten.) Şer eken, bu dünyada iken şerli bir şekilde kötü işler yaparak, günahlar işleyerek ömür geçiren de ahirette pişmanlık biçer. ‘Ah keşke öyle yapmasaydım, vah keşke böyle yapmasaydım!’ der.”
Bitti. Dünya imtihandı, hayat imtihandı. Sen imtihanda hatalı işler yaptın, şimdi ah vah ediyorsun. Kıymeti yok!..
شَر النَّدَامَةِ يَوْمُ الْقِيَامَةِ (القضاعي عن عقبة بن عامر)
(Şerrü’n-nedâmeti yevme’l-kıyâmeti)125 “Pişmanlıkların en kötüsü, kıyametteki pişmanlıktır.” Çünkü çaresi olmayan bir pişmanlık...
Ey kardeşler, ey mü’minler, ey dinleyiciler, ey insanlar! Son pişmanlığa düşmeden aklınızı başınıza toplayın! Bu hadis-i şerifler çok önemli ikazları içeriyor; bu ikazlardan müteyakkız
olun, ne söylenmek istediğini anlayın! Peygamber Efendimiz’in size neyi gösterdiğini anlayın, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesine uyun! Ahirette onunla buluşun, cennette onun komşusu olun!.. Cehenneme düşüp de cayır cayır yanmak, çok büyük nedâmet getirir.
Allah-u Teàlâ Hazretleri hepinizin ve hepimizin yardımcısı olsun... Hepimize hak yolu göstersin... Hepimizi yanılmalardan, fitnelerden, aldatılmalardan, baskılardan, zulümlerden, gadirlerden korusun... Hepimizi sevdiği yolda yürütsün, sevdiği işleri yapmağa muvaffak eylesin... Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı nasîb eylesin...
Bu konuşmamı bir de güzel bir müjde ile, bayram sonrası bayram hediyesi gibi bir müjde ile bitirmek istiyorum. Şu anda ben Avustralya’nın bir başka şehrindeyim. Brisban’da değilim, başka bir şehirdeyim. Neden?.. Çünkü, oradaki kardeşlerimiz —
Allah razı olsun— gayret ettiler, himmet ettiler, bir güzel bahçeli bina aldılar. İçinde yapıları, bölmeleri var. Ve cami açtılar. Avustralya’da Sydney’den sonra ikinci Mehmed Zâhid Kotku dergâhı açıldı. Hem cami, hem dergâh... El-hamdü lillâh ona kavuştuk.
Çok çok sevinçliyim, çok mutluyum. Hocamız’ın ruhu şâd olsun, bize bu yolları işaret buyuran o olduğundan, camilere onun
125 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.269, no:1337; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.II, s.371, no:3659; Ukbetü’bnü Àmir RA’dan. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.296, no:35694; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.343, no:702; Zeyd ibn-i Hàlid el-Cühenî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1367, no:43587, 43595, 44391; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.527, no:1541.
ismini veriyoruz. Ruhu şâd olsun, makàmı a’lâ olsun...
Himmetlerini Allah bize erdirsin...
Bu biraz da sizden gurbette, ayrı oluşumun sebebini de sanıyorum size birazcık izah eder. Yâni yurtdışında inşâallah daha nice nice böyle camiler, dergâhlar açarız. Cihana İslâm’ı yayarız. Zâten Türkiye yüzde doksan dokuzu müslüman, elhamdü lillâh... Yüzde yüzü müslüman olsun, inşâallah; hiç itiraz eden kimse kalmasın... Tereciye tere satmağa lüzum yok, zâten herkes orada İslâm’ı biliyor. Dünyanın başka yerlerinde inşâallah İslâm’ı bilmeyenlere İslâm’ı anlatarak İslâm’ı yayalım!..
Cenâb-ı Hakk’ın dinine hizmet edenlerden olalım!.. Güzel hizmetlerimiz sebebiyle Rabbimiz bizim kusurlarımızı bağışlasın, rahmetine erdirsin... Cümlemizi ve cümlenizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin... Peygamber Efendimiz’e komşu olun... Peygamber Efendimiz’in iltifatına mazhar olun... Cenâb-ı Hakk’ın selâmına erin... Rıdvân-ı ekberine nâil olun ve olalım...
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili kardeşlerim!
14. 01 2000 - AVUSTRALYA