33. ZULMÜ ENGELLEMEK

ÇOCUKLAR



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Allah cümlenizden râzı olsun, cumanız mübarek olsun... Almanya’nın Wuppertal diye, Köln’e yakın bir şehrinden size cuma konuşmasını yapıyorum.

Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerinin metinleri, yâni Arapçaları elimde yok, mevcut kitapta Arapçalarını yazmamışlar. Sizlerden veyahut İstanbul'daki kardeşlerimizden, her zaman oturduğumuz semtteki kardeşlerimizden uzakta olmak bir hasretlik ama, bir ilim adamı için bir de kütüphanesinden, kitaplarından ayrı olmak ayrı bir hasretlik oluyor, bu da bir çeşit mahrumiyet oluyor. Çünkü aradığını bulma imkânı mahdutlaşıyor. Bana da, hadis-i şerifin kendi metni olmadan konuşmak biraz zor gelecek ama, bu sefer, bugünkü konuşmamızda Arapça metinleri okuma imkânımız yok...

Elimin altında Hayâtü’s-Sahàbe isimli kitap var, neşredenlerden Allah râzı olsun! Ondan bazı hadis-i şerifleri size okumak istiyorum, Peygamber SAS Efendimiz’den, onun ahlâkından, davranışlarından bahsetmek istiyorum:


a. Ashabın SAS Efendimiz’e Hizmeti


Enes RA biliyorsunuz, Peygamber SAS Efendimiz’in hizmetinde olan kişilerden biriydi. Henüz on yaşlarında iken, erginlik çağına gelmemiş çocuk iken Rasûlüllah SAS Efendimiz’e hizmet ederdi. Peygamber Efendimiz Bedir’e hareket ettiğinde, Enes RA da onunla beraber gitmişti. Peygamber SAS Efendimiz’in Medîne-i Münevvere’de on yıl hizmetinde bulundu. Vefatında da yirmi yaşındaydı. Kendisine hizmet etmekle şeref bulanlardan birisi... Enes RA diyor ki:173



173 Bezzâr, Müsned, c.II, s.363, no:7511; Ziyâü’l-Makdîsî, el-Ehàdîsü’l- Muhtâre, c.II, s.488, no:2230; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

643

كَانَ عِشْرُونَ شَبَابًا مِنَ اْلأنَــْصَارِ يَلْزَمُونَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ


وَسَلَّمَ لِحَوَائِجِهِ، فَإِذَا أَرَادَ أَمْرًا بَعَثَهُمْ فِيهِ (البزّار عن أنس)


(Kâne işrûne şebâben mine’l-ensàri yelzemûne rasûlü’llàhi salla’llàhu aleyhi ve selem) “Ensardan yirmi genç sürekli Rasûlüllah SAS’in yanında bulunurdu, onun hizmetini görürlerdi. (Feizâ erâde emran beasehüm fîhi) Efendimiz herhangi bir işi yaptırmak isterse, onlardan birisini o hizmete gönderirdi.”


Abdurrahman ibn-i Avf RA, biliyorsunuz o da Aşere-i Mübeşşere’den... O da naklediyor:174


كَانَ لاَ يُفَارِقُ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَوْ بَابَ النَّبِيِّ صَلَّى


اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ، خَمْسَةٌ أَوْ أَرْبَعَةٌ مِنْ أَصْحَابِهِ (البزار عن عبد الرحمن بن عوف)


(Kâne lâ yüfâriku’n-nebiyye salla’llàhu aleyhi ve selem, ev bâbe’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selem, hamsetün ev erbaatün min ashàbihî) “Sahabeden en aşağı dört-beş kişi Rasûlüllah

SAS’in yanından veya kapısından ayrılmazdı.” Hattâ bazen bazı kimseler kendisine ricâ ederlerdi. Meselâ, Ebû Zerr-i Gıfârî Hazretleri demiş ki:

“—Müsaade buyurun, bu gece sizin kapınızda ben bekleyeyim. Uyur kalırsam, bir ihtiyacınız olursa beni uyandırın, hizmeti ben yapayım!” demiş.


Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.588, no:14234; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahabe, c.IV, s.73.


174 Bezzâr, Müsned, c.I, s.183, no:1006; Abdurrahman ibn-i Avf RA’dan.

Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.589, no:14235; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahabe, c.IV, s.73.

644

Böyle ricâ ederlerdi, hizmeti şeref bilirlerdi. Tabii gerçekten de çok sevap, çok büyük bir şeref ve düşünün gençlerden yirmi kişi Peygamber SAS Efendimiz’in çevresinde... İşte hizmet böyle olur.

Düşünün ki, o zaman nüfus kalabalık değil... O beldeler şimdi bizim gittiğimiz hacda, umrede gördüğümüz zamanki kadar kalabalık yerler değil, küçük birer köy havasında küçük yerleşim yerleri ama, en aşağı yirmi kişi Efendimiz’in etrafında, yalnız bırakmıyorlar. Seferde yalnız bırakmıyorlar, hazerde yalnız bırakmıyorlar. Hazer ne demek? Sefer olmadığı zaman, insanın evinde olduğu zaman demek... Demek ki, bu da bir edeb... İnsanın kendisine bağlı olduğu kimseye karşı vazifesi, onu koruması, kollaması gayet güzel bir şey...


b. Çocuklara Şefkat ve İlgi


Peygamber SAS Efendimiz yolculuktan dönerken de, ta uzaklardan karşılarlardı. Meselâ, Abdullah ibn-i Ca’fer RA anlatıyor:175


كَانَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ، تُلُقِّيَ بِصِبْيَانِ


أَهْلِ بَيْتِهِ، وَإِنَّهُ قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ فَسُبِقَ بِي إِلَيْهِ، فَحَمَلَنِي بَيْنَ يَدَيْهِ،


ثُمَّ جِيءَ بِأَحَدِ ابْنَيْ فَاطِمَةَ الْحَسَنِ، أَوِ الْحُسَيْنِ رضي الله عنهم،


فَأَرْدَفَهُ خَلْفَهُ، فَدُخِلْنَا الْمَدِينَةَ ثَلاَثَةً عَلٰى دَابَّةٍ (م. ه. حم. ق.


كر. عن عبد الله بن جعفر)



175 Müslim, Sahîh, c.XII, s.171, no:4455; İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.211, no:3763; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.203, no:1743; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.V, s.260, no:10675; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.258, no:5810, 5811; Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XIII, s.448, no:37165; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXV, s.407, no:38416; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahàbe, c.IV, s.75.

645

(Kâne’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selem, izâ kadime min seferin) “Peygamber Efendimiz SAS, yolculuktan döndüğü zaman, Medine’ye girmeden, (tülukkıye bi-sıbyâni ehli beytihî) yakınlarının çocukları tarafından karşılanırdı.” diyor. Yâni, “Hoş geldin, uzaktaydın, sefâ getirdin!” diye karşılanırdı.

(Ve innehû kadime min seferin fesübika bî ileyhi) “Bir defasında sefer dönüşünde, herkesten önce karşılamağa ben götürülmüştüm. (Fehamelenî beyne yedeyhi) Beni aldı, bineğinin ön tarafına oturtturdu. (Sümme cîe bi-ehadi’bney fâtımete’l-hasen evi’l-huseyni radıya’llàhu anhüm) Az sonra torunlarından, Fâtıma’nın çocuklarından Hasan veya Hüseyin geldi, Allah onlardan razı olsun…(Feerdefehû) Onu da arka tarafına aldı. (Fedühilnê’l-medînete selâseten alâ dâbbetin) Üçümüz Medine’ye aynı bineğin üstünde geldik.”

Bu Abdullah ibn-i Ca’fer, yanımda kütüphanem olmadığı için araştırma imkânım yok, sanıyorum Abdullah ibn-i Ca’fer-i Tayyar’dır. Yâni, Peygamber Efendimiz’in amcası oğlu Ca’fer’in oğludur. Böylece Peygamber SAS Efendimiz’in yeğeni olur. Tabii, Hazret-i Ca’fer’in cennetlik olduğunu, “Şehid olan Ca’fer’in

646

cennette uçtuğunu görüyorum.” diye Efendimiz bildirdiği için, Ca’fer-i Tayyâr adını almıştır. Allah şefaatine erdirsin... Tayyâr, uçan demek… Uçaklara tayyâre diyoruz.

Demek ki, Rasûlüllah SAS Efendimiz böyle karşılanırdı, hizmette de kusur edilmemeğe çalışılırdı. Tabii bu rivâyette Peygamber SAS Efendimiz’in çocuklara şefkatini, sevgisini, yakınlığını da izlemek mümkün oluyor.


Peygamber SAS Efendimiz, bir keresinde akrabalarının çocukları sokakta oynarken; Hazret-i Abbas’ın iki oğlu var, birisi Kusem, birisi Ubeydullah; onlar oynuyorlarmış. Ca’fer-i Tayyar’ın oğlu Abdullah da varmış, üçü oynuyorlar...

Bu arada bu Kusem hakkında da bilgi vereyim, Semerkand’a gittiğimiz zaman, orada çok güzel bir kabristanı ziyaret etmiştik. Semerkand’ın meşhur kabristanı, tuğlalardan, çinilerden yapılmış çok güzel türbeler vardı. Orada el-Kusem ibnü’l-Abbas, yâni Hazret-i Abbas’ın oğlu Kusem’in kabrini de ziyaret nasib oldu.

Kusem kaf’la ve peltek se ile yazılıyor. Bazıları bunu herhalde

bilmiyorlar. Meselâ Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar

kitabının içinde, bunun “Kasim” filân diye yanlış yazıldığını görmüştüm. Harekesiz olduğu için doğru okuyamamışlar.

Hazret-i Abbas’ın oğlu, tabii Peygamber Efendimiz’in de amcası oğlu, yâni yeğeni... Demek ki, oynayanlar hep Peygamber Efendimiz’in başka başka amcası oğulları, ama hepsi yeğenleri; Abbas’ın iki oğlu Kusem ve Ubeydullah; Ca’fer’in bir oğlu Abdullah... Bunlar sokakta oynarken, Peygamber Efendimiz binek üzerinde geliyor. Bu Ca’fer-i Tayyar’ın oğlu Abdullah’ı göstererek:

“—Şunu bana verin!” demiş.

Bir ihtiyaç yok, sefer yok, bir şey yok ama, çocukların gönlünü yapmağa gayret ediyor, dikkat ediyor, yâni çocukları seviyor. Bizim için örnek...176



176 Ziyâü’l-Makdîsî, el-Ehàdîsü’l-Muhtâreh, c.III, s.429, no:147; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.II, s.918, no:1007; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.VII, s.194, no:863; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.254, no:5807; Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XIII, s.446, no:37161; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahàbe, c.IV, s.75.

647

Bu Abdullah anlatıyor:

“Beni ön tarafına oturttu, Kusem’i de göstererek, ‘Şunu da kaldırın!’ dedi, terkisine aldı.” diyor. Terki atın arka tarafı veya devenin arkası demek. Yâni süvarinin bindiği yerin arkasına, terkisi denir. Onu da oraya almış. “Sonra da üç defa benim başımı okşayıp, her okşayışında da: ‘Allah’ım Ca’fer’in çocuklarına sen sahip çık!’ diye dua buyurdu.” diyor.

Herhalde babaları şehid olduğu için, şehid oğlu olmaları dolayısıyla saçlarını okşayıp, üç defa böyle dua buyurmuş. Yâni sokakta oynuyorlar, bineğine alıyor, başlarını seviyor, dua ediyor.

Peygamber SAS Efendimiz’in şefkatine, ilgisine, sevgisine, merhametine bakın! Akrabasını kayırmasına kollamasına, şehidlerin çocuklarına bakmasına, rikkatine nazar edin, ibret alın!


Hz. Ömer RA anlatıyor:177



177 Bezzâr, Müsned, c.I, s.73, no:293; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.362; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.162; Hz. Ömer RA’dan.

648

رَأَيْتُ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا عَلَى عَاتِقَيِّ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ


عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَقُلْتُ: نِعْمَ الْفَرَسُ تَحْتَكُمَا! فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ


وَسَلَّمَ: وَنِعْمَ الْفَارِسَانِ هُمَا! (ع. عن عمر)


(Raeytü’l-hasene ve’l-hüseyne radıya’llàhu anhümâ alâ àtıkayyi’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme) “Bir keresinde Peygamber SAS Efendimiz’i, iki omuzunda torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’le gördüm.

(Fekultü: Ni’me’l-feresü tahtekümâ) “Aman, altınızdaki bineğiniz de ne kadar güzel!” dedim.

(Fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve selleme) Peygamber Efendimiz de buyurdu ki:

(Ni’me’l-fârisâni hümâ) “Bunların ikisi de ne şâhâne süvari!..”

Torunlarını medh ediyor, onların da güzel olduğunu söylüyor. Bunlar, Peygamber SAS Efendimiz’den güzel, ibretli hatıralar…


Ya’lâ ibn-i Mürre es-Sakafî RA şöyle anlatıyor:178


كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَدُعِينَا إِلَى طَعَامٍ، فَإِذَا الْحُسَيْنُ



Kenzü’l-Ummâl, c.XIII, s.658, no:37670; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IX, s.291, no:15078; Câmiü’l-Ehàdîs, e.XXVII, s.259, no:30018; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahabe, c.IV, s.76.


178 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.165, no:141; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.172, no:17597; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.133, no:364; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XV, s.428, no:6971; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XII, s.102, no:32860; İbn-i Ebî Şeybe, Müsned, c.III, s.53, no:810; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.32. no:2586; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.184, no:2043; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s- Sahàbe, c.XIX, s.315, no:6040; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.150, no:3464; Ya’lâ ibn-i Mürre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XIII, s.662, no:37687; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXIII, s.362, no:36417; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahabe, c.IV, s.77.

649

رَضِيَ اللهُ عَنْهُ يَلْعَبُ فِي الطَّرِيقِ مَعَ صِبْيَانٍ، فَأَسْرَعَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ


عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَامَ الْقَوْمِ، ثُمَّ بَسَطَ يَدَيْهِ، فَجَعَلَ حُسَيْنٌ يَفِرُّ هٰهُنَا، وَ


هٰهُنَا، وَيُضَاحِكُهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى أَخَذَهُ، فَجَعَلَ


إِحْدَى يَدَيْهِ في ذَقْنِهِ، وَاْلأُخْرٰى بَيْنَ رَأْسِهِ وَأُذُنَيْهِ، ثُمَّ اعْتَنَقَهُ وَقَبَّلَهُ،


ثُمَّ قَالَ: حُسَيْنٌ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ، أَحَبَّ اللهُ مَنْ أَحَبَّهُ، َالْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ


سِبْطَان مِنَ اْلأَسْبَاطِ (طب. عن يعلى بن مرة)


(Künnâ mea’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme) “Bir keresinde Peygamber SAS Efendimiz’le beraberdik. (Fedüînâ ilâ taàmin) Bir yemeğe davet edildik. (Feize’l-hüseynü radıya’llàhu anhü yel’abü fi’t-tarîkı mea sıbyânin) Davet mahalline giderken, Hazret-i Hüseyin yolda çocuklarla oynuyordu. (Feesraa’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve selleme emâme’l-kavmi, sümme besata yedeyhi) Peygamber SAS Efendimiz kalabalığın önü sıra koşarak, kollarını açıp torunu Hazret-i Hüseyin’e doğru gitti.”

(Feceale hüseynün yefirru hâhünâ, ve hâhünâ) “O da bir o tarafa, bir o tarafa kaçıyordu.” Yâni torun, sevildiğini bildiği için, dedesi geliyor kendisini yakalayacak diye, bir o tarafa, bir o tarafa kaçıyor. (Feyudàhikühû rasûlü’llah salla’llàhu aleyhi ve selleme) “O kaçtıkça, Rasûlüllah SAS Efendimiz de gülüyordu. (Hattâ ehazehû) Derken Hazret-i Hüseyin’i yakaladı. (Feceale ihdâ yedeyhi fî zaknihî) Bir elini çenesinin altından tutttu, (ve’l-uhrâ beyne re’sihî ve üzüneyhi) diğer eliyle de başı ve kulakları arasından, ensesinden tuttu. (Sümme’tenekahû ve kabbelehû) Sonra boynuna sarıldı, öptü. (Sümme kàle) Sonra buyurdu ki:

(Hüseynün minnî ve ene minhü) “Hüseyin benden, ben de ondanım! (Ehabba’llàhu men ehabbehû) Onu seveni Allah sevsin! (El-hasenü ve’l-hüseynü sıbtàni mine’l-esbâti) Hasan ve Hüseyin, soy devam ettiren torunlardan iki torundur.” diye medhetti.

650

Yâni etrafındakilere benimsediğini ifade ediyor. Biz de Rasûlüllah Efendimiz’in sevdiği, mübarek torunları diye Hazret-i Hasan’ı ve Hazret-i Hüseyin’i seviyoruz.


Tabii, bu sözümle herkes memnun olmuştur. Yâni ben bütün ahâlinin hoşuna gidecek bir söz söylemiş oluyorum. Türkiye’de sünnîler var, alevîler var... Sünnîler de memnun olmuştur, alevî kardeşlerimiz de memnun olmuştur, “Tamam, bu hoca Hazret-i Hüseyin Efendimiz’i seviyor.” diye.

Elbette severiz, Peygamber Efendimiz’in torunu, sevmez miyiz, başımızın tâcı...

Hazret-i Hüseyin’i öldürenler Emevîler... Yâni Hazret-i Hüseyin’i şehid edenlerin acısını sünnîlerden çıkartmak doğru değil ki... Sünnîler de Peygamber Efendimiz’in torunu Hazret-i Hüseyin’in bağrı yanık aşıklısı, onun fedâisi... Bizim de o hadiseye yüreğimiz yanıyor, ciğerimiz parçalanıyor. Bu ayrılık gayrılığın mesnedi, esası yok, alevînin sünnîye düşman olmasına sebep yok... Herkes Kur’an-ı Kerim’in çizgisine gelmeli, Rasûlüllah SAS’in yoluna girmeli, sünnetine uymalı, öyle yürümeli!

Ne kadar güzel rivâyetler, ne kadar tatlı şeyler, işte bizim kitaplarımızda böyle yazılı... Biz Hazret-i Hüseyin Efendimiz’i severiz; dedemizdir, büyüğümüzdür, başımızın tâcıdır.


Peygamber Efendimiz SAS’in böyle çocuk kovalaması, kucağını açması, gülmesi; yâni sahneyi gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz, bilmiyorum. Daha önceki konuşmalarımda da anlatmıştım, torunları bir keresinde yanına gelmişler de:

“—Komşunun devesi var, bizim devemiz yok!” demişler. “—Ben sizin deveniz olayım!” demiş.

Torunların omuzlarına almış:

“—Ama onların devesi bağırıyor...” demişler.

O da deve taklidi yaparak:

“—Bak ben de bağırıyorum.” demiş.

Yâni maksat, çocukların gönlünü almak... Her zaman söylediğim gibi, çocuklarımız istikbâlin hazineleri, onları istikbâle göre yetiştireceğiz. Peygamber Efendimiz bize, çocuklarımıza kerîm insan muamelesi yapmamızı tavsiye ediyor. Kerîm insan ne demek?.. Kerem sâhibi, asâletli, soylu insan demek.

651

Çocuklarımıza asâletli, soylu insan muamelesi yapacağız ki, asâletli, soylu olsunlar. Öyle bağırıp, çağırıp, söğüp, döğüp, itip, kakıp, onun kalbini kırıp, ahlâkını bozup, ters muamele etmememiz gerekiyor. İşte Rasûlüllah Efendimiz’in hayatından örnekler...

Peygamber Efendimiz’in böyle çocuklarla olan muamelesi, kendi çocukları veya şehid çocukları veya sıradan herhangi bir kimsenin çocuğuna, küçüklere karşı davranışları, belki tahmin etmediğiniz hususlar... Böyle yapacağını tahmin etmezdiniz. Bundan sonra, biz de inşâallah bunlara dikkat edelim!..


c. Hanımlara Güzel Muamele


Tabii, evli eşlerin birbirlerine karşı davranışlarında da Peygamber SAS Efendimiz’in tavsiyeleri var. Onların da üzerimizde hakkı olduğunu, onlara iyi davranmamız gerektiğini bildiriyor. Bunu da zaman zaman vaazlarımda, konuşmalarında

652

bildiriyorum. Çünkü bizde bir Anadoluluk havası var, bir kazaklık sözü var, kılıbıklık sözü var; kılıbık olunca adama kızılıyor.

Tabii ölçünün dışına çıkınca doğru değil; yâni hanımın dümen suyuna girip, ne söylerse yapmak doğru değil... Çünkü evin sorumlusu, kazancı getiren erkek...


الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ (النساء:٤٥)


(Er-ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâ’) [Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.] (Nisâ, 4/34) Çocuklardan, hanımlardan sorumlu olan, onları koruyup kollayacak olan, dinî bakımdan geçimini sağlamakla mükellef olan erkek; tabii kılıbık olmayacak. Ama kılıbık olmayacak demek, kazak olacak demek değil... Vuracak, kıracak, hiç kadını dinlemeyecek ve ilgilenmeyecek demek değil... Öyle de anlamamak lâzım! İslâm bize daima güzel ahlâk, aşırılıktan uzak, orta yolu, itidalli yolu tavsiye ediyor.

Bunun iki misalini söyleyerek, anlatarak sohbetimi bu iki konuyla tamamlamak istiyorum. Yâni, Peygamber Efendimiz’in çocuklara karşı sevgisi muhabbeti, hanımlara iyi davranılmasını tavsiyesi... Tabii daha önce konuşmamın başında, bir de Rasûlüllah Efendimiz’in etrafında ashabının hâlelenmesi, halkalanması, onu koruması, başında, hizmetinde el pençe durması, geceleyin kapısında nöbetçi beklemesi, koruması ve sâireden bahsettik. Bunlar da ayrı konu sayılabilir. Yâni, nasıl muhabbetli bir ümmetiz el-hamdü lillâh...


Urvetü’bnü Zübeyr (Rh.A) şöyle rivayet ediyor:179


دَخَلَتْ امْرَأَةُ عُثْمَانَ بْنِ مَظْعُونٍ أَحْسِبُ اسْمَهَا خَوْلَةَ بِنْتَ حَكِيمٍ عَلَى




179 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.226, no:25935; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.185, no:9; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, no:8319; Abdürrezzak, Musannef, c.VI, s.167, no:10375; Hz. Aişe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.565, no:45887; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XLI, s.7, no:44171.

653

عَائِشَةَ، وَهِيَ بَاذَّةُ الْهَيْئَةِ، فَسَأَلَتْهَا: مَا شَأْنُكِ؟ فَقَالَتْ: زَوْجِي يَقُومُ


اللَّيْلَ، وَيَصُومُ النَّهَارَ . فَدَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَذَكَرَتْ


عَائِشَةُ ذَلِكَ لَهُ؛ فَلَقِيَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عُثْمَانَ، فَقَالَ:


يَا عُثْمَانُ! إِنَّ الرَّهْبَانِيَّةَ لَمْ تُكْتَبْ عَلَيْنَا، أَفَمَا لَكَ فِيَّ أُسْوَةٌ؟ فَوَاللهِ


إِنِّي أَخْشَاكُمْ لِلَّهِ، وَأَحْفَظُكُمْ لِحُدُودِهِ (حم. عن عروة)


(Dehaleti’mreetü üsmâne’bni maz’ùnin ahsebü’smehâ havlete binte hakîmin alâ àişeh) Bir gün Osman ibn-i Maz’un RA’ın hanımı, zannedersem ismi Havle bint-i Hakîm idi, Hazret-i Aişe RA’ın yanına geldi. (Ve hiye bâzzetü’l-hey’eti) O üzgün ve perişan bir haldeydi.

(Feseelethâ: Mâ şe’nüki?) Hz. Aişe “Nedir bu perişanlığın?” diye hayretle ona sordu.

(Fekàlet: Zevcî yekùmü’l-leyle, ve yesùmü’n-nehâr) O, “Ne yapayım, kocam geceleri namaz kılıyor, gündüzleri de oruç tutuyor.” diye cevap verdi. Yâni, “Kendisini ibadete verdi, eve, işe, güce, kazanca, çarşıya, pazara, ziraata, ticarete pek aldırdığı yok! Tabii kazanç olmayınca da, evin hâli böyle perişan oluyor.” demek istedi.

Tabii, orası Peygamber Efendimiz’in zamanında çok zengin bir ülke değildi ama anlaşıldığına göre, ölçülü orta bir kıyafet de vardı. Demek ki bu hanım, Hz. Aişe RA’nın yanına çok perişan, hırpâni, parça parça, dikkat çekici, eski püskü bir giyimle gelmiş.


(Fedehale’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve selleme, fezekeret àişete zâlike lehû) Peygamber SAS Hazretleri eve gelince, Hz. Aişe bunu, yâni Hz. Havle’nin halini ona anlattı. (Felekıye rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve selleme usmâne, fekàle) Daha sonra, Rasûlüllah SAS Osman ibn-i Maz’un RA’ı görünce, onu azarladı:

654

يَا عُثْمَانُ! إِنَّ الرَّهْبَانِيَّةَ لَمْ تُكْتَبْ عَلَيْنَا، أَفَمَا لَكَ فِيَّ أُسْوَةٌ؟ فَوَاللَّهِ


إِنِّي أَخْشَاكُمْ لِلَّهِ، وَأَحْفَظُكُمْ لِحُدُودِهِ


(Yâ usmânü) “Ey Osman! (İnne’r-rehbâniyyete lem tükteb aleynâ) Muhakkak ki bize ruhbanlık yazılmamıştır. Bizim dinimizde rahiplik yoktur; yâni ibadete düşüp dünyayı terk etmek yoktur.”

(E femâ leke fiyye üsvetün) “Ben senin için örnek değil miyim, ben böyle mi yapıyorum? (Fevallàhi innî ahşâküm li’llâhi) Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’tan sizin en çok korkanınızım, Allah’ı en çok bileninizim; (ve ahfezuküm li-hudûdihî) onun emirlerine, yasaklarına, kanunlarına en fazla riayet etmekte olanınızım!” buyurdu.

O zaman, Osman ibn-i Maz’un RA demiş ki:

“—Evet ya Rasûlallah, benim için en güzel örnek sensin! Allah beni sana kurban etsin...” diye cevap veriyor.

Yâni, o azarlamadan payını almış, dersi çıkartmış, “Baş üstüne!” demiş. Bu hadiseden sonra Havle RA, Peygamber Efendimiz’in yanına ne zaman gelse, düzgün kıyafetle gelirmiş. Hem de böyle güzel elbiseler giyinmiş olarak gelirmiş... Demek ki, ölçülü davranıp hanımları da kollamak, onları da üzmemek, mahrum bırakmamak gerekiyor. Bu onu gösteren bir olay...


Bu konuyla ilgili olduğu için bir başka olayı daha anlatalım: Biliyorsunuz, zaman zaman râvilerin isimlerini söyleyince onlar hakkında bazı bilgiler de söylüyorum. Mısır’ı Amr ibnü’l-As RA fethetmişti. Bu daha sonra, hakem olayına da ismi giren bir sahabi... Bir de onun oğlu Abdullah vardı. Bu Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA, kabri Mısır’da, bize ziyaret nasip oldu; Allah şefaatine erdirsin, cennete buluştursun...

Dört Abdullah’tan birisi, yâni ashabın içinde genç olan ama, dinine, ibadetine bağlı, bilgisi yüksek dört tane meşhur Abdullah isminde kişi vardı. Yâni bir tane değil, iki tane değil, dört tane Abdullah... Birisini ötekisinden nasıl tanıyacağız, nasıl fark

edeceğiz?.. Her birisi ayrı meziyetleri olan kimselerdi. Bu dört Abdullah’a (Ebâdile-i Erbaa) “Dört Abdullahlar” denilirdi. Birisi

655

bu Amr ibn-ül Âs’ın oğlu, birisi Peygamberimiz’in amcası Abbas’ın oğlu Abdullah ibn-i Abbas, bir tanesi de Abdullah ibn-i Mes’ud, birisi de Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah ibn-i Ömer ibni’l-Hattab RA...


Bu Amr ibnü’l-As, Kureyş’in ileri gelenlerinden idi. İtibarlı, akıllı, uslu, ferâsetli, gayretli, sohbeti dinlenen, görgülü, bilgili bir kimseydi. Mısır’ı da fethetmek ona nasib oldu. Oğlu Abdullah’ı Kureyş kâbilesinden, bir iyi aileden kadınla evlendirmiş. Fakat bu dört Abdullah’tan birisi olan Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As, namaza, oruca çok düşkünmüş. Mübarek, düğün olmuş dernek olmuş, evlilik olmuş, gerdek olmuş; namazdan oruçtan başını çekmiyor, hanımı ile pek ilişki içinde olmuyor.

Bir gün babaları Amr ibnü’l-As evlerine gelmiş, gelinine sormuş:

“—Kocanı nasıl buldun, nasılsınız?..” filân diye.

Gelin de kayın pederine şöyle bir îmâlı söz söylemiş:

“—İyi bir koca, ne örtümüzü açıyor, ne yatağımıza yaklaşıyor.” demiş.

Kocasını methetmiş ama, bir taraftan da huyunu şikayet yollu söylemiş. Çünkü evlilikte karşılıklı haklar var, vazifeler var. Sonra evlilik insanın nesli devam etsin diyedir, Allah hayırlı evlâtlar versin diyedir. Onlar insanın semere-i fuâdıdır, yâni gönlünün meyvalarıdır. Elbette evlâtları olacak, soyu devam edecek, nesli genişleyecek. Bu sevaplı bir şey, kıymetli bir şey...

Peygamber Efendimiz:

“—Evlenin, çoluk çocuk sahibi olun, çoğalın; ben sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim!” buyuruyor.

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri, yâni Peygamber Efendimiz doğum kontrolüne karşı... Vehbi Koç Vakfı ilgilileri ne kadar kızsalar da, işin doğrusu böyle...


“—İyi bir koca ama, ne örtümüzü açıyor, ne yatağımıza yaklaşıyor.” diye cevap verince, Amr ibnü’l-As RA sinirlenmiş, oğluna ağzına geleni söylemiş, ağır ağır sözler söylemiş:

“—Ben sana gelin olarak Kureyş’ten soylu, soplu, itibarlı, kıymetli bir kadın alayım, sen de onun yanına yanaşma, namaz kıl, oruç tut...” filân diye epeyce bir kızdıktan sonra, Rasûlüllah

656

SAS Efendimiz’in yanına gelmiş. Oğlunun bu hâlini Peygamber Efendimiz’e şikâyet yollu anlatmış.

Siz olayın sonunu önceden tahmin etmeye çalışın! Yâni acaba Rasûlüllah Efendimiz, oruç tutuyor namaz kılıyor diye Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As’ı mı müdafaa edecek, ne olacak?..

Peygamber Efendimiz bu oruç ve namaz düşkünü mübarek sahabiyi, genç damat Abdullah’ı yanına çağırmış:

“—Gündüzleri hep oruç mu tutuyorsun?”

“—Evet...” demiş.

“—Geceleri hep namaz mı kılıyorsun?”

“—Evet...”

“—Ama ben bazen oruç tutuyorum, bazen tutmuyorum, yâni her gün oruç tutmuyorum. Geceleri de hem namaz kılıyorum, hem de bazen uyuyorum. Kadınlarıma da ilgi gösteriyorum. Kim benim yolumdan uzaklaşırsa, benden değildir. Benim gibi yap!” diye tavsiye buyurmuş.180


Sonra demiş ki:

“—Kur’an-ı Kerim’i her ay bir defa hatmet, yâni bir ayda Kur’an-ı Kerim’i oku bitir.”

Tabii Kur’an-ı Kerim’in bir ayda bitmesi demek, günde bir cüz okunması demektir. Bakın, kendinizi bu söz karşısında tartın! Günde bir cüz okuyabiliyor musunuz, yoksa yılda bir hatim indirebiliyor musunuz, yoksa on yılda daha hatim indiremediniz mi?.. Kendinizi sorguya çekin!

Demiş ki:

“—Yâ Rasûlallah, ben kendimi bundan daha fazlasını yapabilecek kuvvette hissediyorum.”

Peygamber Efendimiz:

“—Öyleyse on günde hatmet!” demiş.

Yâni önce, “Ayda bir hatmet” diye kolaylığı gösteriyor. On günde hatim edince, günde üç cüz okuyacak, yâni altmış sayfa okuyacak.

“—Ben bundan daha fazlasını da yapabilirim...” deyince:



180 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.285; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahabe, c.IV, s.79.

657

“—O halde üç günde hatmet.”

Yâni günde on cüz okuyacak, üç günde bir hatim indirecek.


Sonra demiş ki:

“—Her aydan üç gün oruç tut!”

Kardeşlerimiz tasavvufî vazife alırken, benden zikir telkini, tarikata giriş dersi alırken, Efendimiz’in tavsiyelerini, ettiği zikirleri, tavsiye ettiği namazları, tavsiye ettiği oruçları söylüyorum. “Ramazan’ın dışında da, sünnet olan oruçları tutun!” diyorum. Peygamber Efendimiz nasıl yapardı?.. “Her ayın başında, ortasında oruç tutarsanız; üç gün oruç, on misli fazlasıyla bir ay oruç tutmuş gibi sevap olur.” diye tavsiye ederdi.

Veyahut her ayın on üç, on dört, on beşi vardır, yâni mehtaplı gecelerin gündüzleri, eyyâm-ı biyz denir; Peygamber Efendimiz o günlerde oruç tutarlardı. Eyyâm-ı biyz orucunu kendisi hiç bırakmamış. O da üç gün eder, on misli sevap fazlasıyla gene otuz gün eder. Hafta içinde pazartesi, perşembe oruçlarını tutarlardı. Ama demiş ki:

“—Her ayda üç gün oruç tut!”

Amr ibnü’l-As’ın oğlu Abdullah, genç, dinç, ibadete kuvveti var, şevki var:

“—Ben bundan fazlasını yapabilirim.” demiş.

Böyle dedikçe:

“—O zaman daha fazlasını tut, şu kadar tut, bu kadar tut... “ demiş.

“—Daha fazlasını yapabilirim” deyince, en son noktaya gelmiş demiş ki:

“—Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün oruç tutma, ye!”

Yenilmeyen güne o gün iftar etti deniliyor. Biz iftar deyince, orucun arkasından akşamleyin yenilen yemeği anlarız, Araplar bu mânâya da kullanırlar. Bir gün iftar etmek demek, yâni o gün oruç tutmamak demek:

“—Bir gün ye, bir gün tut! Bu oruçların en üstünüdür, kardeşim Dâvud Peygamber’in orucudur.”

Savm-ı Dâvûdî derler, Dâvud AS bir gün yermiş, bir gün tutarmış. “Mâdem o kadar kuvvetlisin, bâri öyle yap, onun gibi yap! Ama her ibadetin bir rağbetli olduğu zaman vardır, bir de isteğin gevşekliği vardır. Yâni her rağbetin bir fetreti vardır, bir

658

zaman gelir yapmayacak duruma gelirsin. Bu sünnete uygun olması daha iyidir, aksi takdirde bid’at olur. Sünnete aykırı tarzda yapmamak lâzımdır.” diye tavsiyede bulunmuş.

Yâni, sünnete uymayı tavsiye etmiş. Sünnet nedir?.. Peygamber SAS Efendimiz’in yolu... Tabii Peygamber Efendimiz’le konuştuğu zaman genç, yeni evlenmiş Abdullah böyle konuşmuş ama, yaşlandığı zaman bu oruçları tutamamağa, Kur’an-ı Kerim’i bu kadar çabuk okuyamamağa başlamış:

“—Keşke Rasûlüllah’ın verdiği müsaadeyi, yâni ruhsatı kabul etseydim de, keşke fazla arttır demeseydim de, şimdiki gibi yapamaz duruma düşmeseydim!” diye pişmanlık duyduğunu ifade etmiş.

Demek ki, ibadetlerde aşırılık uygun değil, ölçülülük ve devamlılık uygun... Yâni çok yapıp da, sonra bıkıp bırakmak vebal; ölçülü yapıp da devam etmek güzel... İbadetlere devam etmek lâzım! Tabii bu benim konuştuklarından sonra, tahmin ediyorum dinleyen kardeşlerimin zihninde bir izlenim meydana gelecek, belki şöyle diyecek olduklarını sezinler gibi oluyorum, hissediyorum:

659

“—Dinimiz ne kadar güzelmiş! Dinimiz benim tahmin ettiğim gibi değilmiş. Haa, ben İslâm’ın böyle olduğunu bilmiyordum. Peygamber SAS Efendimiz’in böyle olduğunu bilmiyordum.” diyecekler.


Aziz ve sevgili kardeşlerim! Kütüphanelerimizde çok güzel kitaplar var, gayet güzel ciltlenmiş, dizi dizi dizilmişler. O kitaplar bize bakıyorlar ama, biz o kitaplara bakmıyoruz. Onlar bize bakıyor, biz onları açmıyor, okumuyoruz. Ne kadar güzel basılmış, ne zahmetler çekilmiş. Allah’ın emirleri ne güzel anlatılmış, Peygamber Efendimiz’in hayatı ne güzel belirtilmiş, ne kadar geniş incelenmiş. Ama bizim dinimizden haberimiz yok. Hazineye sahibiz, hazinenin farkında değiliz.

Hindistanlı bir fakir varmış, tarlası taşlıymış. Ekin ektiği zaman mahsulü kıt verirmiş, az verirmiş. Fakr u zaruret çekmiş, para kazanayım, geçimimi sağlayayım diye terk-i diyar eylemiş, başka yerlere göçmüş... Ama sonradan anlaşılmış ki, o taşlı tarlasında elmas varmış. Orası sonradan elmas madeni olmuş, dünyanın en büyük elmasları, en kıymetli elmasları da oradan çıkmış diye, Dale Carnegie’nin bir kitabında okumuştum.

Yâni, tarlasında elmaslar olup da, fakirlik içinde ölen kimselerden olmamak lâzım! İslâm bir hazine, İslâm bir şifa kaynağı, İslâm bir feyiz kaynağı... İslâm bizim en kıymetli varlığımız, ama müslümanlar İslâm’dan, îmandan, ihlâstan, irfandan, ilimden, edebden, ahlâktan, İslâm’ın öğrettiği güzelliklerden habersiz... Millet yönünü Batıya dönmüş, “Batı... Batı... Batı... Batı...” diye batıp gidecekler.


Batının içindeyiz. Ben bu vaazı Wuppertal’dan yapıyorum, Almanya’dan yapıyorum. Gündüz biraz alış-verişe çıktık, ev sahibinin amcası diyor ki:

“—Bu mevsimde çarşıya, pazara çıkılmaz! Çünkü hava yaz olduğundan, bu herifler, bu kadınlar açık saçık gezerler.” diyor.

Görüyoruz ki, bizim bunlardan bir eksikliğimiz yok; bizim bunlara üstünlüklerimiz var, iman üstünlüğümüz var, ahlâk üstünlüğümüz var... Medeniyetimiz dünyanın en güzel medeniyeti, irfanımız en derin irfan, her şeyimiz güzel... Ama millet başını hep Batıya çevirmiş, doğuya bile çevirmiyor, güneye

660

hiç çevirmiyor, güneye çevirmekten ödü patlıyor. Ya kuzeye Rusya’ya çevirmiş, ya kuzeybatıya Avrupa’ya çevirmiş, batıdan başka bir şey bilmiyor...

Reisicumhur bir keresinde doğuya Honkong’a gitti de: “Yâ bunlar 21. Yüzyıl’a girmişler!” diye hayret etti. Nihayet orada da medeniyet olduğunu, oralarda da Batı medeniyetinden farklı medeniyetlere sahip insanların başarılı işler yaptığını, nihayet bizim halkımız fark eder gibi ama, bir kısmı hâlâ fark edememiş durumda... Kendisinin nimetlerinden, hazinelerinden habersiz; dışarının süflî hayatını hayat sanıyor, gàfillikle, câhillikle ömrünü geçiriyor. Allah cümlesini uyandırsın...


Tabii onlar da yalan yanlış yolda giderlerse sonunda pişman olurlar, perişan olurlar, çoluk çocuğunun hayrını görmezler, zararını görürler. O kötü yaşantılarının, içkilerinin, kumarlarının, dinden imandan uzak yaşayışlarının dünyada da, ahirette de cezâsını çekerler elbette... Onların da öyle olmasını istemiyoruz.

Allah cümleyi nevm-i gafletten îkàz eylesin, yâni gaflet uykusundan uyandırsın... Cümleye hakkı hak olarak görmeyi ve uymayı nasib etsin... Bâtılı bâtıl olarak görüp ondan korunmayı nasib etsin... Allah-u Teàlâ Hazretleri sevdiklerinizle, çoluk çocuğunuzla, dostlarınızla beraber iki cihan saadetine erdirsin... Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin, aziz ve sevgili Akra dileyicileri...

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..


15. 08. 1997 - Wuppertal / ALMANYA

661
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2