24. ALLAH’IN RIZASI VE İNSANLARIN RIZASI
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!
Size Danimarka Kopenhag’dan sesleniyorum. Cumanız mübarek olsun... Allah nice mübarek günlere sağlık ve afiyetle sevdiklerinizle beraber cümlenizi eriştirsin...
a. Hamd ve İstiğfar
Ebû Hüreyre RA’dan bir hadis-i şerifle başlamak istiyorum. Hadis-i şerifin bir kısmını hızlı okuyacağım, bir kısmını da geniş geniş izah etmek niyetindeyim.
Peygamber SAS Efendimiz, İbn-i Asâkir’in ve Taberânî’nin Evsat’ında rivâyet ettiği bu hadis-i şerifinde buyuruyor ki:125
مَنْ أَلْبَسَهُ اللهُ نِعْمَةً، فَلْيُكْثِرْ مِنَ الْحَمْدِ ِللهِ؛ وَ مَنْ كَثُرَتْ هُمُومُهُ،
فَلْيَسْـتَـغْفِرِ الله، وَ مَنْ أُبْطِأَ عَلَيْهِ رِزْقـُهُ، فلـيُكْثِرْ مِنْ قـَوْلِ لاَ حَوْلَ
وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ؛ وَمَنْ نَزَلَ مَعَ قـَوْمٍ، فَلاَ يَصُـم إِلاَّ بِإِذْنـِهِمِ؛ وَ مَنْ
دَخَلَ دَارَ قَوْمٍ فَلْيَجْلـِسْ حَيْثُ أَمَرَهُ، فَإِنَّ الْقَوْمَ أَعْلَمُ بِعَوْدَةِ دَارِهِمْ؛
وَإِنَّ مِنَ الذَّنْبِ الْمَسْخُوطِ بِهِ عَلٰى صَاحِبِهِ: الْحِقْدَ، وَالْحَسَدَ، وَ
125 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.333, no:6555; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXXVII, s.58, no:5458; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1376, no:43612; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.65, no:21518.
الْكَسَلَ فِي الْـعِبَادَةِ، وَالضَّنْكَ فِي الْمَعِيشَـةِ (طس. كر. عن أبي هريرة)
RE. 409/9 (Men elbesehu’llàhu ni’meten, felyüksir mine’l-hamdi li’llâh) “Allah kime bir nimet ikram etmişse, giydirmişse...” Burada elbese–yulbisu–ilbas; giydirmek ve vermek mânâsına geliyor. “Allah kime bir nimet vermişse, giydirmişse; libas cinsinden, elbise cinsinden, kumaş cinsinden; yâni mal, mülk, mutluluk sebebi olan başka bir şey... Allah kime bir nimet vermişse, (felyüksir mine’l-hamdi li’llâh) El-hamdü lillâh’ı çok etsin, Allah’a hamd ü senâyı çok eylesin!
(Ve men kesüret hümûmuhû felyestağfiri’llâh) Sıkıntısı, derdi, üzüntüsü çok olan kimse de Estağfiru’llàh’ı çok eylesin! ‘Aman yâ Rabbî, afv ü mağfiret istiyorum ya Rabbî, tevbe ya Rabbî, estağfiru’llàh yâ Rabbî!’ desin!”
Demek ki, nimete mazhar olan Allah’a hamd edecek. Hamd edince ne ne olur?.. Nimet artar. Üzüntüsü, gamı, kederi, hümûmu olan ne yapacak?.. “Estağfiru’llàh” diyecek. Estağfiru’llàh diyen, günahına tevbe eden, kederlerden üzüntülerden kurtulur. Türkiye’de, Dünya’da herkesin başında kederler, üzüntüler vardır. Demek ki nimet olduğu zaman, hamdi çok yapacağız; üzüntümüz olduğu zaman da, Estağfiru’llah’ı çok çekeceğiz.
Zaten ben her zaman dinleyicilerime söylüyorum: “Benden size yâdigar olsun, günde yüz defa ‘Estağfiru’llàh’ deyin, yüz defa ‘Lâ ilâhe illa’llàh’ deyin, yüz defa Kul hüva’llàhu ehad okuyun, yüz defa salevât-ı şerife getirin, çokça ‘Allah... Allah...’ deyin!” diye... Burada da Peygamber Efendimiz tavsiye buyuruyor: Allah’ın kendisine nimet verdiği kimse, “El-hamdü lillâh” demeyi, hamd
etmeyi, şükretmeyi çok eylesin! Çünkü şükrederse nimeti artar. Üzüntüsü olan kimse de, “Estağfiru’llàh”ı çok söylesin! Çünkü, “Estağfiru’llàh” deyince üzüntü dağılır, günahlar affolur. Günahlardan dolayı başa gelen sıkıntılar def olur.
(Ve men übtıe aleyhi rızkuhû, felyüksir min kavli lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh) Önümdeki metin harekeli, burada ebtea diye
harekelenmiş, übtıa diye mechul sîgasıyla okunsa daha iyi olur, düzeltmeyi tavsiye ediyorum.
“Kimin rızkı geciktirilirse...” Herkesin bir rızkı var, alnına yazılmış, kaderi olan kısmeti olan, nasibi olan rızkı var. Bazen insan bunu, eline hemen geçmedi diye, yok sanır, gelmeyecek sanır, telâşlanır. Herhangi bir sebeple onun tahmin ettiği zamanda değil de, ondan sonra gelecek. Tabii, neden öyle olduğunu Allah bilir. Demek ki onun umduğu zaman, Allah’ın vereceği asıl zamanı değil, İşte rızkı böyle geciktirilmiş gibi gelen kimse ne yapsın? (Felyüksir min kavli lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh) “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh sözünü çok söylesin!”
Bu ne demek?.. “Güç kuvvet Allah’ındır; Allah’ın gücünden, kuvvetinden başka güç kuvvet yoktur.” demek. Bu da çok sevaplı bir söz… Bu sözü söylediği zaman insan çok hayırlara nâil olur. Bu Arş-ı A’zam’ın hazinelerindendir. Demek ki böyle dediği zaman rızkı da bollaşır.
Bunlar hatırınızda kalsın! Yâni, hangileri hatırınızda kalsın:
1. Nimetlere erdiğiniz zaman çok hamd ü senâ edin, şükredin! 2. Tasanız, gamınız kederiniz çok olduğu zaman çok “Estağfiru’llàh” deyin!
3. “Rızkım az, sıkıntıdayım, geçimim zorlaştı, kazancım azaldı...” gibi düşüncelere düşen insan da, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh”ı çok söylesin!
Bu üç zikri SAS Efendimiz tavsiye buyuruyor. “El-hamdü lillâh” demek, “Estağfiru’llàh” demek, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ
bi’llâh” demek... Ama, mânâlarını derin derin düşüne düşüne derse, çok daha iyi olur, tesiri çok daha fazla olur.
Efendimiz sonra başka tavsiyelere geçiyor:
وَمَنْ نَزَلَ مَعَ قـَوْمٍ، فَلاَ يَصُـم إِلاَّ بِإِذْنـِهِمِ؛
(Ve men nezele mea kavmin, felâ yesum illâ bi-iznihim) “Bir kavme misafir giden insan, onlara konuk olarak giden bir insan, onların izni olmadan oruç tutmağa kalkmasın!”
Zaten misafirin orucu, yolcunun orucu öyle çok sevaplı, çok takvâlı sayılmaz. Yolcu, yolculukta oruç tutmaktan muaftır. Farz olan Ramazan orucunu bile, yolculuk sebebiyle tutmayabilir; ama, tutacak tâkati varsa, tutsun! Fakat nafile olan, sevaplı olan oruçları tutması da gerekmiyor. Efendimiz, “Bir topluluğa, bir eve, bir şahsa misafir olmuş olan kimse, onun izni olmadan oruç tutmasın!” diye tavsiye buyuruyor.
Bu misafirliğin edebindendir, yâni misafir oluşun âdabındandır. Ev sahibine teslim olacak, ev sahibinin irâdesine göre hareket edecek. Ev sahibinin ikramına sed çekmeyecek, mâni olmayacak. Orucu o izin verirse tutacak, izin vermezse tutmayacak.
وَمَنْ دَخَلَ دَارَ قَوْمٍ، فَلْيَجْلـِسْ حَيْثُ أَمَرَهُ، فَإِنَّ الْقَوْمَ
أَعْلَمُ بِعَوْدَةِ دَارِهِمْ؛
(Ve men dehale dâra kavmin, felyeclis haysü emerahû) “Birisinin evine misafir giden kimse, onun gösterdiği yere otursun. Yâni, bir başka yere oturmasın! (Feinne’l-kavme a’leme bi-avdeti dârihim) Çünkü evin sahibi o insanlar, evinin durumunu, o gelenden daha iyi bilirler.” Şuraya oturması uygun, buraya oturması uygun değil diye... Tabii çeşitli sebepleri olabilir. Onun için, “Onun emrettiği yere otursun!” diyor.
Şimdi bu tavsiyeler hatırımızda kalsın, Efendimiz’e salât ü selâmlar edelim! Allah şefaatine erdirsin, her işimizi onun rızâsına uygun yapmamızı nâsib eylesin. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, bu hadis-i şerifin son cümlesindir. Başını kesip de sadece sonunu okumayı uygun görmediğim için, sonuna kadar böyle tek tek izâh edip, sonundaki cümleyi okumak istiyorum:
b. Günahın Kötü Sonuçları
وَإِنَّ مِنَ الذَّنْبِ الْمَسْخُوطِ بِهِ عَلٰى صَاحِبِهِ: الْحِقْدَ، وَالْحَسَدَ،
وَالْكَسَلَ فِي الْـعِبَادَةِ، وَالضَّنْكَ فِي الْمَعِيشَـةِ.
(Ve inne mine’z-zenbi’l-meshùti bihî alâ sàhibihî el-hıkde, ve’l- hasede, ve’l-kesele fi’l-ibâdeti, ve’d-danke fi’l-maîşeh.) Bu önemli bir cümle, bunun üzerinde biraz durmak istiyorum: “Sahibine, işleyen kimseye Allah’ın kızgınlığındandır, kızgınlık duyduğu işlediği bir günahtan dolayıdır, bu sonuçlar...” diye Efendimiz bunları sayıyor. Yâni Allah işlediği bir günahtan dolayı bir kula kızmışsa, gazab etmişse, o günahı işleyen kişiye, işlediği günahtan dolayı neler olurmuş, onları Peygamberimiz bildiriyor:
1. (El-hıkde ve’l-hased) Hased kıskanmak demek, hıkd da kin tutmak demek. Bu ikisi kötü birer huy... İnsanın karşısındaki kimseye karşı içinde kin tutması, hased etmesi, kıskanması iyi değil... İnsanın içinde bu duygular doğuyor. Neden doğuyormuş?
Bir günah işledi de, Allah o günahtan dolayı o kulunu sevmedi de, ondan böyle kin tutmak, hased etmek gibi kötü duygular gönlünde doğdu. Bu anlaşılıyor, bu önemli...
2. (Ve’l-kesele fi’l-ibâdeh) “İbadette tembellik.” Namaz kılmak istemiyor, zikir yapmak istemiyor, Kur’an okumak istemiyor, ilim öğrenmek istemiyor, dinini öğrenmek istemiyor, vaaza gitmek istemiyor, tembellik var... O da işlediği bir günahtandır.
3. Başka: (Ve’d-danke fi’l-maîşeh) “Geçimindeki darlık.” Geçiminde darlık var, kazancı azalıyor, dükkânda alış-veriş olmuyor, akşama mahzun geliyor. “Hay Allah bugün dükkânın masrafını bile çıkartamadık!” gibi geçimdeki, kazançtaki eksiklik, darlık...
Bütün bunlar neden oluyormuş?.. Kulun işlediği günahtan oluyormuş. Allah bu kötü huyları, kin ve hasedi niye veriyor? Kin ve hased sahibi olan insanın ibadetleri yanar, evvelce işlemiş olduğu ibadetlerin sevapları da gider. Hased eden bir insanın sevapları, odunun yanıp kül olduğu gibi kül olur. Cezâ veriyor, yâni işlediği günahtan dolayı, gönlünde eski sevaplarının da gitmesine sebep olacak kötü huylar gelişiyor. “Bunların hepsi, Allah’ın o kula işlediği günahtan dolayı kızdığının alâmetidir.” diye Efendimiz bildiriyor.
Bu bir mânevî husus olduğu için, kaide olduğu için, ilâhî kanun olduğu için bunu size bildirmek istedim.
Demek ki günah işlemekten son derece kaçınmalıyız. Aksi takdirde, Allah içimize kötü duygular, hased, kin duyguları veriyor, intikam duyguları veriyor, ibadete tembellik veriyor. Ayrıca bir de maddeten de geçimde darlık oluyor, evde
bereketsizlik oluyor, kesede sıkıntı oluyor, bütçede sıkışıklık oluyor. Neden oluyor?.. Günahtan oluyor.
Bütün bunlardan çıkan sonuç nedir?.. Kişi haramları yapmamağa çok dikkat etmesi lâzım! Aziz ve sevgili kardeşlerim, hepimiz buna gayret etmeliyiz!
Bunu her zaman söylüyorum: Bir insanın günah işlememesi için, günahların neler olduğunu da iyice bilmesi lâzım! Çoluk çocuğumuza ve kendimize ilk önce, neler günahtır diye öğretmeliyiz. Pek çok kimse günahın ne olduğunu bilmiyor.
Hattâ bazen gazeteleri takib ediyorum, televizyonları takip ediyorum, söylenen sözlerden; hattâ keyif olsun diye, zevk olsun diye okunan şarkılardan, kulağıma gelen sözlerden, tüylerim ürperiyor, korkuyorum; söylediği sözler küfür... Küfür ağzı bozmak değil, imanın gitmesi, insanın kâfir olması... Öyle söz söylüyor ki, Allah’a àsî olacak, kâfir olacak söz söylüyor. Biliyorum ki o şahıs, aslında Allah’a inanan kimse, Allah’a kâfir olmak istemiyor, İslâm’dan çıkmak istemiyor. Bunu biliyorum, seziyorum, veya tanıyorum o şahsı... Ama bilmediği için, o sözleri sarf edince istemese de, farkında olmasa da kâfirlik durumuna düşüyor, îmandan çıkıyor. İman darılıp kendisinin gönlünden gidiyor. Bunlar câhillikten oluyor.
Onun için önce günahların neler olduğunu iyice öğrenmek lâzım!.. Yâni nasıl bir vatandaşın, kanunları öğrenmesi gerekiyorsa, bir avukatın kanunları öğrenmesi gerekiyorsa; anayasayı öğrenecek, cezâ kanunu öğrenecek, ticaret kanunu öğrenecek... vs. Müslümanın da Allah’ın emirlerini öğrenmesi ve yasaklarını bilmesi gerekiyor. Hangisinin günah olduğunu bilmesi gerekiyor.
Günahı bilmeyerek de işlese günah oluyor. Bilerek işlediği zaman, daha büyük suç oluyor. O günahın çeşitli sonuçları beliriyor. Bu sonuçların bir kısmı maddî; maaşında darlık, evde
bir bereketsizlik gibi elle tutulur maddî bir cezâ, kötü bir cezâ... Yâni günahın maddî cezâsı, geçimde darlık...
Sonra mânevî bir başka bereketsizlik oluyor, ibadeti sevmiyor. Bir insan var; Kur’an’ı zevkle okuyor, göz yaşları içinde lezzet duyarak okuyor, ibadeti zevkle yapıyor, namazını huşû içinde kılıyor; çok güzel duygulara sahip, iyi bir müslüman, mütebessim, yüzü nurlu, pırıl pırıl... Ötekisi hiç ibadetten zevk almıyor, ite kaka gitse bile, zevk almıyor. Neden?.. Allah ibadetten zevk almamayı bir cezâ olarak ona vermiş de, işlediği günahtan dolayı ibadete karşı tembellik, isteksizlik belirmiş.
Zikir yapmıyor, Kur’an okumuyor, zekât vermiyor, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor. Topluma faydalı, insanlara faydalı ibadet diye, sevaplı diye bildirilmiş bir çok şeyler var, bunları bilmesi lâzım. Bunları yapmıyor, günahları da işliyor. Tabii bu ibadete tembellik ne oluyor? Manevî kazanç kazanmamasına sebep oluyor.
Demek ki, günah hem maddeten dükkânının kazancını azaltıyor, hem de mânevî bakımdan sevap kazanmasını engelliyor. Bu çok fenâ... Ayrıca bir şey daha öğreniyoruz ki; kalbindeki kin ve hased duyguları kendisini tutamadan içinde belirmiş olan bir takım duygular, esen fırtınalar da, işlediği günahtan oluyormuş.
O halde çok dikkat etmemiz gerekiyor. Günahları işlememeğe Allah’a iyi kulluk yapmağa gayret etmemiz gerekiyor. Bunun için de hangi şeylerin günah olduğunu öğrenmemiz lâzım, bunun listesini yapmamız lâzım, çoluk çocuğumuza öğretmemiz lâzım!..
c. Allah’ın Rızası ve İnsanların Rızası
Gelelim bu hususu te’yid eden, Hazret-i Aişe Anamız RA’dan rivâyet edilmiş bir diğer hadis-i şerife:126
مَنِ الْتَمَسَ رِضَا اللَّهِ بِسَخَطِ النَّاسِ، رَضِيَ اللهُ عَنْهُ وَأَرْضٰى عَنْهُ
126 İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.510, no:276; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.300, no:499; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.66, no:199; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIV, s.20, no:6558; Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.169, no:5960; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.67, no:21523.
النَّاسِ؛ وَ مَنِ الْتَمَسَ رِضَا النَّاسِ بِسَخَطِ اللَّهِ، سَخَطَ اللهُ عَلـَيْهِ
وَأَسْخَطَ عَلَـيْهِ النَّاسِ (حب. كر. عن عائشه)
RE. 409/10 (Meni’ltemese rıda’llàhi bi-sehatı’n-nâsi, radıya’llàhu anhü ve erdà anhü’n-nâs; ve meni’ltemese rıda’n-nâsi bi-sehati’llâh, sehata’llàhu aleyhi ve eshata aleyhi’n-nâs.)
Hatırda mutlaka kalması gereken bir diğer hadis-i şerif bu... Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Meni’ltemese rıda’llàhi) “Kim Allah’ın rızâsını, Hoşnutluğunu, kazanmayı ümid ederse, niyet ederse; (bi-sehati’n-nâs) insanlar kızsa bile, insanlar hoşlanmasa bile, yaptığı iş insanları kızdıracak bir şey bile olsa, Allah’ın rızâsını kazanmayı tercih ederse...” Allah’ın sevdiği, râzı olduğu, sevaplı güzel bir iş, ama çevresindekiler memnun olmayacak... Olsun... İnsanları kızdırmak pahasına bile olsa, Allah’ın rızâsını arayan, onu isteyen, ona niyet eden bir kimse ne olur?.. (Radıya’llàhu anhu) “Allah ondan râzı olur.” Neden?.. Allah’ın rızâsını istiyordu. Benim rızâmı istiyor diye, Allah ondan râzı olur.
Başka?.. (Ve erdà anhu’n-nâs) “Allah insanları da ondan râzı hâle getirir, insanlara da onu sevdirir, insanlar da onu severler.” Halbuki bu şahıs, insanların hoşnutluğunu düşünmemişti, hattâ insanları kızdıracak bir şey bile yapmıştı; ama insanlar yine onu sever. Neden?.. Gönülleri yönlendiren Allah’tır. Allah insanlara onu sevdirir. Kızdıracak iş yaptı ama, Allah’ın rızâsını kazanmak için yaptı.
Diyelim ki, bir toplantıda doğru sözü söyledi. Adam doğruyu söyleyince dokuz köyden kovacaklar, insanlar sevmeyecek ama, doğruyu söyledi. Bunu Allah sevsin, Allah râzı olsun diye, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptı. Tamam, Allah onu sever, Allah ondan râzı olur; bir...
“—İnsanlar kızabilirdi...”
Hayır!.. Allah insanların gönlüne sahip olur, hâkim olur. İnsanları da ondan hoşnut ve râzı eder. Evet, ilk başta biraz kızarlar ama, sonra; “Yâ bu adam doğru söylüyor, dürüst adam,
dobra dobra hakîkati söyledi. Evet biz hoşlanmadık ama, adam haklı...” derler, severler. “Bu adam dürüst, bu adam itimâda şâyan, bu adam iyi adam!” derler. Bak, Allah sevdirir.
Demek ki, insanları kızdırmak pahasına bile olsa, Allah’ın rızâsını kazanmak isteyen insandan Allah râzı olur. İnsanları da, o doğruyu söyleyen, doğru işi yapan, iyi işi yapan, Allah’ın rızâsını kazanmak için davranan insandan râzı eder, onu sevdirir.
Bunun aksi: (Ve men iltemese rıda’n-nâsi bi-sehati’llâh) Allah’ın kızması pahasına, insanları hoşnut etmek isteyen insanlar da olabilir. Meselâ ne olur?.. Kalkar bir fıkra anlatır, bir komiklik yapayım der. Bunu neden yapıyor? İnsanları güldürmek için, hoşnut etmek için, insanların gözüne girmek için... Tamam, ama yaptığı şey günah, söylediği söz günah; Allah’ı kızdıracak bir şey, Allah’ın sevmeyeceği, râzı olmayacağı bir şey...
İnsanların hoşnutluğunu, rızasını kazanmak için, kalbini kazanmak için Allah’ı kızdıracak işi yapanlar ne olur?.. (Sehata’llàhu aleyh) “Allah’ın gazabına mâruz olurlar. Bir kere Allah onlara kızar ve yaptığı rızâsına aykırı işten dolayı onu cezâlandırır. (Ve eshate aleyhi’n-nâs) İnsanları da ona kızdırtır.”
Üç beş kişiyi güldürecek, hoşnut edecek bir iş yaptı ama, güya onların hoşnutluğunu kazanacaktı ama; Allah’ın hoşnutluğunu da kazanamaz, öteki insanların da hoşnutluğunu kazanamaz. Sonuç itibariyle, hiç birisi sevmez. “Bu adam kötü bir adam, bu adam dalkavuk bir adam...” filân derler, insanlar yine sevmezler. Halbuki onların kalbini kazanmak için, Allah’ın sevmediği işleri yapmağa kalkışmıştı. İnsanlar da sevmez, Allah da sevmez.
Onun için, her yaptığımız işte Allah’ın rızâsını kazanmayı düşüneceğiz, aziz ve sevgili kardeşlerim!.. Yâni insanların sevgisini, hoşnutluğunu kazanmak için, alkışını kazanmak için; veyahut oy kazanmak için, kendisinden hoşnut olan insanların adedini arttırmak için, sözü eğip bükmeğe lüzum yok!.. Doğruyu söylemek lâzım, hakkı söylemek lâzım, hakkı tutmak lâzım!..
“—İnsanlar severse sevsin, sevmezse sevmesin; kızarsa kıssın, kızmazsa kızmasın; o bana âit değil! Benim vazifem hakkı söylemek, doğruyu söylemek, güzeli söylemek, haktan yana
olmaktır, doğrudan yana olmaktır.” diyecek, öyle hareket edecek. Bu çok önemli bir kanun...
Türkiye’nin %99’u müslüman biliyoruz, ama ben diyar-ı gurbette Türkiye’deki olayları takip ediyorum. İnsanda vatan hasreti daha cûşa geliyor, “Türkiye’de ne oluyor, ne bitiyor?” diye, dışarıdan televizyonları, radyoları, gazeteleri dikkatle takip etmeğe çalışıyorum. Çok ahlâksızca işler oluyor, çok edepsizce işler oluyor, çok yanlış hareketler oluyor. Bu böyle gün gibi âşikâr, halkın gözü önünde, halkın sahnesinde herkes oynuyor, görüyoruz. Yapılan işleri görüyoruz, söylenen sözleri duyuyoruz, kimin hangi dalavereleri çevirdiğini görüyoruz.
Bu ülkenin %99’u müslüman, kimse de kalkıp, “Ben kâfirim, ben Allah’ı inkâr ediyorum!” demiyor; veya diyecek olan kimseler yok denecek kadar az, diyemiyorlar. O yalan yanlış işleri yapanları da biliyoruz, aslında kâfir değil ama, bu yetmiyor.
Bu hadis-i şerif önemli bir kural, Müslümanların bunu öğrenmesi lâzım!.. Allah’ın rızâsını kazanmağa çalışmalı; insanlar isterse memnun olsun, isterse hoşlanmasın... Doğruyu söylemeli, doğruyu işlemeli. İnsanların hoşnud edeceğim diye de Allah’ın rızâsına aykırı, yanlış yollara sapmamalı, yanlış işleri yapmağa girişmemeli!..
Bu çok önemli bir kural! Onun için biz tasavvuf yolunda kardeşlerimize öğretmeye çalışıyoruz. Diyoruz ki:
“—Her işinizi Allah rızâsı için yapın;
إِلٰـهِي أَنْتَ مَقْصُودِي، وَرِضَاكَ مَطْلُوبِي!
(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) ‘Yâ Rabbî, benim maksûdum sensin! Ben seni seviyorum, senin rızânı kazanmağa çalışıyorum, her yaptığım iş senin rızân için!’ deyin, ve öyle hareket edin! Bu sözü söyleyin ve bu sözün eri olmağa çalışın!” diyoruz.
Öyle dalkavukluğa, yalan yanlış işlere, kimse kaymamalı! Hele müslümansa, Allah’ın azabından, gazabından korkmalı, yanlış işlere girişmemeli!..
Aziz ve sevgili kardeşlerim, bu çok önemli bir kaide... Aksi takdirde, aksine hareket edersek, günah işlemiş oluruz. Günah işleyince de ruhu, kalbi, işi, gücü, maddesi, mânâsı mahvoluyor. Bir önceki hadis-i şerifte onu anlatmıştım; hem kalbi kararıyor, hem içinde kötü huylar doğuyor... Hem ibadete tembellik olduğundan, hayırları, sevapları işlemekte geri kalıyor; hem da geçimi daralıyor, maaşı azalıyor, kesesi boşalıyor, bereketsizlik oluyor. Onun için, her şeyi Allah’ın rızâsına uygun yapmağa çalışmalı!
Bu sözlerime bir iki hadis-i şerif ekleyerek, bu konuyu bunlar da tamamlayacağı için, bunlarla bitirmek istiyorum.
d. Haram Lokma
İbn-i Mes’ud RA’dan rivâyet edilmiş, bir hadis-i şerif okumak istiyorum. Bu çok önemli bir hadis-i şerif... Hadis-i şeriflerin hepsi önemli de, bazı hadis-i şerifler bize hayatımızda ışık tutacak çok önemli ana kuralları öğretiyor. O bakımdan ana kural öğreten hadis-i şerif demek istiyorum. Bu hadis-i şerifi onun için yine can kulağıyla dinleyin! Hattâ elinizde kalem olsun, bu söylediklerimi not alın! Çünkü bunlar ilâhî kanunlar... Ben sizin günaha girmemenizi, dünyada, ahirette mutlu olmanızı istediğim için, onları gösterecek hadis-i şerifleri özellikle seçmeğe çalışıyorum:127
مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ، لَمْ تُـقْبَل لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَـةً، وَلَمْ
تُسْــتَـجـَبْ لـَهُ دَعْوَةٌ أَرْبَعـِينَ صَبَاحًا؛ وَكُلُّ لـَحْمٍ يُنْبِــتـُهُ الـْحَرَامُ
فَالنَّارُ أَوْلٰى بِهِ، وَ إِنَّ اللُّقْمَةَ الْوَاحِدَةَ مِنَ الْحَرَامِ لَتُنْبِتُ اللَّحْمَ
(الديلمي عن ابن مسعود)
127 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.591, no:5853; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.28, no:9266; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.55, no:21483.
RE. 409/4 (Men ekele lokmaten min harâmin) Haram kazanıyor, kazandıktan sonra da onunla yiyor, içiyor, geziyor, tozuyor. “Bir adam haramdan bir lokma yerse...” Ne olur?.. (Lem tukbel lehû salâtün erbai’ne leyleten) “Kırk gece namazı kabul olmaz; (ve lem tüsteceb lehû da’vetün erbaîne sabâhan) ve kırk sabah duası kabul olmaz.” Gece gündüz ibadeti, duası kabul olmuyor. Neden? Bir lokma haram yedi diye...
Aziz ve sevgili kardeşlerim, bu çok önemli. Bir lokma haram yedi, kırk gece namazı kabul olmuyor, kırk sabah duası kabul olmuyor. Dua ediyor, Allah duaları kabul edici ama, kabul olmuyor. Neden? Haram yediği için...
(Ve küllü lahmin yünbitühü’l-harâm) “Haram yedikten sonra hâsıl olan her et ki, yediği haram lokmadan hâsıl olmuştur, meydana gelmiştir. (Fe’n-nâru evlâ bihî) Haramdan oluşan bir ete, cehennem ateşi daha lâyık olur; yâni mutlaka cehennemde yanar.” Haram yeyip de vücudunda haram lokmadan et hâsıl olan kimsenin, o eti mutlaka cehennemde yanar, cehenneme daha lâyıktır.
(Ve inne’l-lokmate’l-vâhidete mine’l-haram) “Şu da bilinsin ki, haramdan bir lokma bile yese...”
“—Canım bu azdır, bunun ne kadarı vücuda geçiyor, ne kadarı sindiriliyor, ne kadarı dışarıya atılıyor; yâni bundan ne olacak, ne kadarcık et hâsıl olacak, kaç tane hücre hasıl olacak?..”
Hayır! (Ve inne’l-lokmate’l-vâhidete mine’l-haram) “Haramdan bir lokma bile, (letünbitü’l-lahm) bir et meydana getirir, et hâsıl eder, haramdan bir parça hâsıl olur.” Haramdan bir parça hâsıl olduğuna göre, o da cehennemde yanacağına göre, cehenneme lâyık olduğuna göre, kişi cehenneme atılacak demektir.
O halde sevgili kardeşlerim, aman tarikatın, tasavvufun, İslâm’ın, imanın, ihlâsın, ihsânın temeli olan helâl lokma yemeğe çok dikkat edin! Kazancınız helâl olsun, elinizin emeği olsun veya meşrû yoldan kazanılmış olsun, yaptığınız işi hakkıyla yapın, aldığınız parayı hak edin. Harama dönmeyin, harama göz dikmeyin, harama el uzatmayın, haramdan gelecek kazancı kabul etmeyin, haram lokma yemeyin! Size bulaşmasın diye haramı gözleyin, haramdan sakının!..
Hani çok salgın, çok bulaşıcı hastalıklar oluyor. İnsan o hastalığın mikrobunu aldığı zaman ölüyor, halbuki bir şey yoktu. Meselâ, Mekke-i Mükerreme’de bir talebe kardeşimiz vardı, bir sebeple hastaneye düştü, kanını değiştirdiler. Kanını değiştirirken hastalıklı bir kan vermişler, kardeşimiz öldü; Allah rahmet eylesin... Halbuki öldürücü hastalığı yoktu, yeni aldığı kandaki öldürücü hastalık dolayısıyla öldü. Böyle öldürücü hastalıkları duyanlar oraya yaklaşmıyor, kaçıyorlar.
Bir cildiye, deri hastalıkları mütehassısı kardeşimiz [Dr. Tahsin Kara] anlatıyor. Antalya’da kendisine bir hasta gelmiş, öteki doktorlar bilememişler, nâdir görülen bir hastalık.
“—Nedir bu?.. Nedir bu?..”
Bizim arkadaş iyi, mesleğinde mâhir… El-hamdü lillâh, bizim kardeşlerimiz hep böyle mesleklerinde ileri oluyorlar. Öteki doktorlara:
“—Kardeşim, bu cüzzam hastalığı...” demiş.
“—Hiii, cüzzam mı?!..”
Herkes bir tarafa dağılmış. Yâni cüzzam çok kötü bir hastalık olduğundan, korkunç bir hastalık olduğundan, herkes bir tarafa kaçmış. Bizim kardeşimiz hastayla meşgul olmuş.
Ne yapalım?.. Doktorluk bir kere şerefli bir meslektir. Hastaları doktorlar tedâvi etmese, tabipler tedâvi etmese kim tedâvi edecek?.. O kaçmamış, “Allah’ın kaderidir, Allah korur.” diye tedâvisi neyse onu yapmış. Ama ötekiler kaçmışlar.
Demek ki günahtan nasıl kaçacağız?.. Cüzzamdan kaçar gibi kaçacağız, aslandan kaçar gibi kaçacağız, öldürücü mikroptan kaçar gibi kaçacağız, düşmandan kaçar gibi kaçacağız. Haram lokma gerçekten düşman!
e. Hırsızın İkramı
Bu konuyu tamamlayan bir hadis-i şerif daha söyleyerek bu cuma sohbetimi bitirmek istiyorum. Demek ki, aşağı yukarı günah işlememek, haram lokma yememek, Allah’ın rızâsını kazanmağa çalışmak; “Onların gönlünü alacağım, hoşnutluğunu kazanacağım!” diye insanlara dalkavukluk etmemek, helâl lokma yemekle ilgili hadis-i şeriflerle bir bütünlük gösterdi konuşmamız... Sonuncu hadis-i şerifle bugünkü sohbetimizi tamamlayalım:128
مَنْ أَكَلَهَا وَهُوَ يَعْلَمُ أَنَّهَا سَرِقَةٌ، فَقَدْ أَشْرَكَ فِي إِثْمِ سَارِقِهَا (طب . عن مــيمونة بنت ســعد)
RE. 409/7 (Men ekelehâ ve hüve ya’lemü ennehâ serikatün, fekad eşreke fî ismi sârikıhâ) “Kim birisinden kendisine ikram edilen yemeği, o yenilen şey haramdır, çalmadır, hırsızlıktan alınmadır diye bildiği halde; haramdan kazanıldığını, hırsızlık
128 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXV, s.35, no:61; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s- Sahàbe, c.XXIV, s.5, no:7199; Meymûne bint-i Sa’d RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.15, no:9267; Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.523, no:18107; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.65, no:21517
olduğunu bile bile yerse, o hırsızlığı yapanın günahına iştirak etmiş olur.”
Demek ki, bir yerde bize bir şey ikram olunduğu zaman, “Al, buyur, iç, ye... vs.” denilince, o ikram edenin de kazancının nereden olduğunu, o ikramı nereden yaptığını düşünmemiz gerekiyor. Eğer haram olan bir şeyi bize ikram ediyorsa; komşunun bahçesinden elmayı çaldı, “Al kardeşim, ben seni çok seviyorum, yarısını da sen ye!..” diyor.
Öyle şey olur mu?.. Kendisi hırsızlık yapmasa bile, hırsızlıktan alınmış elmanın yarısı, bir dilimi kendisine sunulduğu zaman onu yerse, o da hırsızlık yapmış gibi olur. Hırsızlığa ortak gibi olur.
Tabii bu hırsızlıklar şimdi elmayla filan olmuyor, elma çok basit kalıyor. Kimisi o kadar büyük hırsızlıklar yapıyor ki, deveyi hamuduyla, katırı semeriyle yutar gibi çok büyük gidiyorlar. Hazine-i hümâyuna, devletin, fakirin, fukaranın, yoksulun hakkına hortumu salıyorlar, hortumluyorlar. Hortumlamak sözü, hoşuma gidiyor. İtfaiyenin hortumu havuza sokup da, bir taraftan alıp öbür taraftan fışkırttığı gibi haramı yiyorlar, yiyorlar ama kendilerini mahvediyorlar.
Bu adam haramdan kazanmış, çok zengin, milyonları var, milyarları var, lüks arabaları var, yatları var, gemileri var, kotraları var, imkânları var. Herkes de başına toplanıyor... Hayır! Bu adam bu parayı nereden aldı diye düşüneceksin, oradan bir lokma bile yemeyeceksin...
Bakın, İslâm toplumu kötüleri nasıl engelliyor, hiç bir şekilde kötülüğü devam ettirmesine izin vermiyor, kötüye iltifat etmiyor. İslâm’da zâlim bir insana, “Efendim!” bile demek yok... Suçluya dalkavukluk yapmak yok, hakkı söylemek var. Sultan zàlim ise, zàlim sultanın karşısında hak sözü söylemek gerekiyor.
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimizi paslanmaz çelik gibi, kırılmaz sapasağlam müslümanlar eylesin... Paslanmayan, kırılmayan, dökülmeyen, bozulmayan, sağlam müslümanlar eylesin...
Güzel ahlâklı olalım, temiz kazanç kazanalım, temiz işler yapalım, mert olalım, hakkı söyleyelim, hakkı işleyelim, günahlardan uzak duralım, sevaplı işleri işleyelim! Allah bize
nimet verdi mi hamd edelim! Bir sıkıntımız olursa, “Estağfiru’llàh” deyip Mevlâmıza iltica edelim! Herhangi bir geçim darlığına uğramışsak “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh” diyelim! Efendimiz’e salât ü selâmı çok eyleyelim, Peygamber Efendimiz’i sevelim!..
Bakın bir sohbette dört hadis-i şerifinden size bazı bölümler okudum ki, onlarda ne kadar güzel, ne kadar kıymetli bilgiler var; gördünüz. Artık bir kaç cümlesinde bu kadar güzel, kıymetli, ahlâk esasları olan hadisler deryasının, kendisinin ne kadar güzel olduğunu düşünün. Bu deryada nice inciler, mercanlar, mücevherler olduğunu anlayın. Rasûlüllah SAS Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılın!..
Kur’an-ı Kerim’i sevin ve Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeğe çalışın! Her birinizin evi Kur’an-ı Kerim kursu olsun, çoluk çocuğunuza Kur’an’ı öğretin, kendiniz öğrenin! Kur’an’a göre, sünnete göre yaşayın, Allah’ın rızasını kazanın, iki cihanda aziz ve bahtiyar olun, aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
06. 06. 1997 - Kopenhag / DANİMARKA