20. İLİM ÖĞRENMENİN FAZÎLETİ
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!
Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihanın hayırlarına, mutluluklarına sizleri ve cümle Ümmet-i Muhammed’i, bizleri lütfuyla, keremiyle erdirsin...
Hafta içinde çeşitli sebeplerle Anadolu’da seyahatlerimiz oluyor, biliyorsunuz. Yurt içi, yurt dışı seyahatlerimiz de olduğunu biliyorsunuz. Ben de bulunduğum yerden, nerede olduğumu bildirerek size konuşmamı yapıyorum. Bu cuma konuşmamı Bolu’dan yapıyorum. Halkımızla iç içe, onların arasında, köylerini, yaylalarını görerek gezmiş ve bilgimizi arttırmış oluyoruz.
Çünkü, hadis-i şeriflerde bildirildiğine göre:101
وَمَا الْتَقَى الْمُؤْمِنَانِ، قَطُّ إِلاَّ أَفَادَ اللهُ أَحَدُهُمَا مِنْ صَاحِبِهِ خَيْرًا
(Ve me’lteka’l-mü’minâni, kattu illâ efâda’llàhu ehadühümâ min sàhibihî hayrâ) “İki müslüman birbiriyle karşılaşırsa, Allah mutlaka birinden ötekisini faydalandırır.” Yâni, ille bilgili olan ötekisine bir şey öğretir diye bir şey yok, herkes birbirinden bir istifade ediyor, karşılıklı çeşitli istifadeler oluyor. Bazen küçük bir çocuktan insan neler öğrenir. Bazen bir küçük olaydan neler öğrenir. Bazen Allah’ın yarattığı bir mahlûkun, bir hayvanın davranışı bile neler gösterir insana, neler öğrenebilir.
Evet, Bolu’nun güzel yaylalarını, çamlık, temiz havalı yerlerini görünce, ecdadımızı hayır duayla andım, dualar eyledim. Allah râzı olsun... Onlar geldiler, bu diyarlara İslâm’ı getirdiler. Hem bu diyarların insanlarını mutlu ve bahtiyar eylediler; çünkü İslâm’la tanıştırmak, İslâm’ı öğretmek, İslâm’ı getirmek çok güzel... Hem de, kendileri aziz ve bahtiyar oldular. Ne güzel ömür geçirmişler,
101 Irakî, Tahrîc-i Ehàdîs-i İhyâ, c.IV, s.250, no:1750.
ne kadar verimli çalışmışlar, İslâm’ı dünyanın her yerine yaymışlar. Allah râzı olsun...
Bizlere de çok güzel miras bırakmışlar, çok güzel emanet bırakmışlar, çok güzel yâdigâr ve tezkâr bırakmışlar. Nur içinde yatsınlar... Makamları âlâ olsun... Cuma günleri, insanın geçmişleri kendisinden dua beklermiş sevgili Akra dinleyicilerim, geçmişlerinizi duadan unutmayın! Benim vaazım bittikten sonra, —ben de o niyetteyim— Yâsin okuyun, Fatihalar okuyun, on birer İhlâs-ı Şerif’ler okuyun! Geçmişlerinizi hayır ile yâd edin!
Çok çalışmışlar, çok güzel çalışmışlar, çok hayırlar bırakmışlar. Biz de onları görünce seviniyoruz. Allah bu diyarları bizim kusurlarımızdan, günahlarımızdan, hatalarımızdan, yanlışlıklarımızdan dolayı bize kızıp da bizim elimizden almasın... Belâ musibet yağdırmasın, bizi cezalandırmasın... Allah bizi yolunda dàim, zikrinde kàim eylesin... Sevdiği amelleri yapmağa muvaffak eylesin...
Bunları böyle niçin düşündüğümü soracak olursanız; halkımızın %99’u müslümandır, biliyorsunuz. Hepimizin istatistik, ihsâiyât ilminden bildiğimiz bir husus bu. El-hamdü lillâh müslümanları en yoğun, en kesif olan ülkelerden biriyiz. Hepimiz çok şükür müslümanız. Bir kısım ahâli, %1 kadar ahâli bundan önceki peygamberlerin, kitapların yolunda; yâni Yahudi veya hristiyan...
Tabii onlara da çeşitli zamanlarda ihtar ediyorum:
“—Siz ehl-i kitapsınız; kendisine Allah’ın peygamber gönderdiği, kitap indirdiği kavimsiniz. İslâm sizi öteki insanlardan ayırıyor. Siz imanı tatmış, tanımış insanlarsınız. Allah-u Teàlâ Hazretleri, sizin peygamberinizden sonra, ahir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ SAS Efendimiz’i göndermiş, onu Habîbullah eylemiş. O sizin kitaplarınızı da, peygamberlerinizi de sevgiyle, saygıyla yâd edip bize öğretmiş. Biz, bizden önceki dinleri de, peygamberleri de, kitapları da seviyoruz. Sizin de âhiretiniz yanmasın, mahvolmayın, perişan olmayın, kâfir kalmayın; imana gelin!” diye, onlara tabii hatırlatıyoruz.
“—Mûsâ AS nasıl Allah’ın peygamberiyse, Muhammed-i Mustafâ AS’da Allah’ın peygamberi, ahir zaman peygamberi... Hem de Tevrat’ta geleceği müjdelenen peygamber.
İsâ AS nasıl Allah’ın kulu ve peygamberiyse, Muhammed-i Mustafâ AS da Allah’ın peygamberi... Siz de Allah’ın kulunu tanrı yerine koymayın, put diye karşınıza alıp tapmayın! Allah’ın kulunu kul olarak bilin! Allah’ın kulu, sevgili bir kulu, mübarek bir kulu ama siz yanlışlık yapıyorsunuz, beşere tapılmaz! O Allah’ın kulunu biz peygamber olarak biliyoruz, o nasıl Allah’ın peygamberiyse, sizin de tanıdığınız birçok peygamberler var.” diyoruz onlara...
“—Hani İbrâhim AS’ı kitaplarınızda anıyorsunuz. Adem AS’dan, Nuh AS’dan sizin kitaplarınızda da bahisler geçiyor. İşte İsa AS’da öyle bir peygamber, onların devamı. Mucizeler vermiş Allah, ne güzel mucizelerle taltif eylemiş. O da hakkı anlatmış, o da müjdeci bir peygamber. O da bizim Peygamberimiz’i, ahir zaman peygamberini çok sevdiği için, tabii bütün peygamberler kardeştir, onlar bir annenin evlatları gibi kardeştir. Sevdikleri için, ‘Ahir zaman peygamberi gelecek, Paraklit gelecek, Ahmed isminde peygamber gelecek! diye Peygamberimiz’i müjdelemiş. Hatta kitabının adı bile İncil, müjde demek; yâni bir peygamberin gelişini müjdelediği için... Siz de imana gelin!” diyoruz.
Demek ki, memleketimiz imanlı insanlarla büyük ölçüde dolu ama bu insanların davranışlarına baktığımız zaman; yâni, “Siz mü’minsiniz, tamam, güzel, Allah imanda dâim eylesin... İmanınız mübarek olsun... Çok sevindim, müşerref oldum, memnun oldum, mesrûr oldum, saygı duydum, çok güzel ama; acaba yaşayışınız İslâm’a uygun mu?..” diye bu %99’u müslüman olan, %1’i de ehl-i kitap olan ülkenin insanlarına baktığımız zaman, yâni hepsi Allah’ı tanıyan insanlar. Hepsi Allah’a gönül vermiş, hepsi Allah’ın kulu olduğunu bilen insanlar. Bunlara baktığımız zaman, tabii çeşitli kusurlar görüyoruz. Bu hataların, kusurların, günahları işlemek gafletinin en büyük sebebi cahilliktir; yâni ilim öğrenmemektir, İslâm’ı bilmemektir.
Onun için, bu konuşmamda sevgili Akra dinleyicileri size birkaç yaygın kusurumuzu işaret eden ve ondan kurtulmamız için
bize bir ikaz olacak olan, içimizi yakıp düzelmemize sebep olacak olan hadis-i şerifleri okumak istiyorum.
Biliyorsunuz, memleketimizde maalesef içki çok içiliyor. Bazı ülkeleri söylüyorlar, benim bu gezdiğim kasabalar, şehirler içinde söylendi, yâni içkinin en çok tüketildiği yerlerdendir diye. Tabii benim yüreğim yandı. Yüreğim cız diye kavruldu, üzüldüm. Çok içki içiliyor, halbuki içki haram...
“—Acaba içinde alkol miktarı az olsa, o da haram mı?..”
O da haram... Yâni, alkollünün sarhoş edici maddesinin azlığı, çokluğu helâl durumuna getirmiyor. Hepsi haram. Az alkollüsü de, yâni birası da, şarabı da, rakısı da, votkası da, hepsi İslâm’da haram.
Ana sebebini biliyorsunuz. Tabii ana sebebini bilsek de
bilmesek de, Allah’ın haramını haram olarak kabul ederiz ve o haram olan şeyi işlememeye gayret ederiz müslümanlar olarak. Ama, bunun sebebini, hikmetini söylemekte de İslâm için büyük bir şeref var, faide var. Onun için sebebini de söyleyelim:
İslâm insan aklına çok büyük önem veriyor. İslâm insanın aklını korumayı kendisine görev almış. Ben din olarak, inanç olarak akıldan yanayım, aklı korumakla vazifeliyim diye, aklı koruma vazifesini yüklenmiştir İslâm... Ve İslâm’ın korumak istediği beş büyük önemli unsurdan, husustan birisi de akıldır. İslâm aklı korumak için çalışan, ahkâmını ona göre ayarlamış olan, içinde aklı koruyucu pek çok hükümler olan bir inanç sistemi. El-hamdü lillâh, iftihar ediyoruz.
İçki içtiği zaman insanın aklı gidiyor, kontrolü gidiyor, vücudunu kontrol edemez duruma geliyor, hareketlerini kontrol edemez duruma geliyor; yalpalıyor, yıkılıyor, çamura düşüyor, çeşit çeşit hatalı şeyler yapıyor. Arabayı alkollü kullanıyorsa, hem kendi arabasını mahvediyor, hem başka çarptığı insanları veya araçları mahvediyor. Büyük zararlar meydana geliyor.
Yâni içki sonuç itibariyle insanın sıhhatine de zararlı, karaciğerini mahvediyor, siroz ediyor. İnsan, genç yaşında karaciğeri telef olmuş olduğu için, mahvolmuş olduğu için, ölüyor. Yâni böyle içkiye alışıp da sıhhatli kalmış insan yok. Hepsi maalesef Allah’ın kendilerine emanet olarak verilmiş olan vücudunu da yıpratmış oluyorlar, kötü durumda oluyorlar. İslâm
vücudu da korumayı esas aldığından, aklı da korumayı esas aldığından, içki içilmeyecek diye Allah-u Teàlâ Hazretleri emir indirmiş; içkinin içilmemesi lâzım!..
Bir kasabaya gidiyoruz... İsmini söylemeyeyim de, kasaba gıybeti yapmış olmayalım cuma sohbetinde. Ama siz çevrenizdeki insanlara bakabilirsiniz, her şehirde var çünkü... Birahaneler var, içki içilen yerler var, içki satılan dükkânlar var, içki içilen evler var... Hiç bir şey olmasa, böyle topluca içki içilen bir yer olmasa bile, millet içki içiyor maalesef... Yüzde doksan dokuzu müslüman olan millet, maalesef tepeden tırnağa, büyükten küçüğe, münevverden câhile, okumuştan çobana kadar maalesef çeşit çeşit içki içiyorlar.
Çıraklar öğle tatilinde sandöviçle bira içiyor, o zamandan alışıyor. Ondan sonra da tabii bir daha toparlayamıyor, hayatı boyunca onun zararını çekecek.
Şimdi bu içkiyi Allah, insan vücudunu korumak için, insan aklını korumak için, aklın gitmesinden meydana gelecek zararları önleyip insanlar rahat etsin diye yâni insanların hayrına, faydasına, Allah-u Teàlâ Hazretleri o hikmetle haram eylemiş. Tabii biz Allah’a her emrinin sebebini, hikmetini sormak durumunda da değiliz, anlarız araştırdığımız zaman... Domuz eti niçin haram acaba?.. İncelersin, anlarsın.
Almanya’da bir Alman doktor incelemiş, radyoda bir hafta domuz etinin aleyhinde program yapmış. Bir hafta domuz etinin zararlarını anlatmış. Müslüman da değil, Alman... Yâni, domuz eti yiyen bir kavimden. E domuz eti neden zararlı, anlamış incelediği zaman.
İçki neden zararlı?.. Herkes söylüyor bunu. Gülhane Akademisi’nden bir asker profesör, biranın zararları üzerine bir konferans vermiş geçenlerde... İşte askeri akademi, hem de profesör olmuş, yüksek rütbeli bir asker, belki albay, belki general. Generaldi galiba...
İşte içki zararlı, zararlı olduğu için yasak... Pekiyi, bu yasağı millet dinlemedi, yaptı. Ne olur?.. Bazen kırmızı ışıkta geçiyor trafikte, ne oluyor?.. Kaza oluyor, çarpışıyor, burun buruna çarpışıyorlar veya yayaya çarpıyorlar. Sürat tahdidini dinlemiyor,
ne oluyor?.. Milyonlarca lira, milyonlarca zarar, büyük zararlar ortaya çıkıyor. Yâni, yasak iyi bir şeyin sağlanması için konulmuşsa, çiğnendiği zaman büyük zararlar ortaya çıkıyor.
a. Sarhoşken Namazı Geçirmenin Cezası
Şimdi Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan, Ahmed ibn-i Hanbel’in ve Beyhakî’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifi okumak istiyorum. Ahmed ibn-i Hanbel biliyorsunuz Hanbelî mezhebinin kurucusu, büyük imamlardan, çok büyük hadis alimlerinden birisi. Allah şefaatine erdirsin o mübareklerin... Cennette bize göstersin, yanlarında komşu olmayı nasib etsin... Dünyada rivâyet ettikleri hadisleri onların adını anarak okuduğumuz gibi, ahirette de yüz yüze buluşup dostluk yapmayı nasib eylesin cennette... Peygamber Efendimiz SAS ne buyurmuş, onun rivâyet ettiği hadis-i şerife göre...
Abdullah ibn-i Amr ibni’l-As da biliyorsunuz, Mısır’ı fetheden Amr ibni’l-As’ın oğlu. Tabii bunlar sahabe-i kirâmdan. Oğlu da, babası da sahabe, radıya’llàhu anhümâ... Oğlu Abdullah, biliyorsunuz dört tane meşhur Abdullah’tan birisi. Abâdile-i Erbaa’dan, yâni dört Abdullah’lardan bir tanesi. Alim, àbid, mübarek kimseler. Allah onlarla da bizi buluştursun Firdevs-i A’lâsında...
Onun rivâyet ettiği hadis-i şerife göre, içki hakkında SAS Efendimiz ne buyurmuş, beraberce dinleyelim sevgili Akra dinleyicileri:102
مَنْ تَرَكَ الصَّلاَةَ سُكْرًا مَرَّةً وَاحِدَةً، فَكَأَنَّمَا كَانَتْ لَهُ الدُّنْيَا وَمَا
عَلَيْهَا فَسُـلبَهَا؛ وَ مَنْ تَرَكَ الصَّلاَةَ سُكْرًا أَرْبـَـعَ مَرَّاتٍ، كَانَ حَقًّا
102 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.178, no:6659; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.162, no:7233; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.266; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.V, s.8, no:5582; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.1, s.389, no:1699; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.361, no:13236; Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.107, no:8181; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.145, no:21740]
عَلَى اللَّهِ أَنْ يَسْقِيَهُ مِنْ طِينَةِ الْخَبَالِ . قِيلَ: وَمَا طِينَةُ الْخَبَالِ؟
قَالَ: عُصَارَةُ أَهْلِ جَهَنَّمَ (حم. ك. ق. عن ابن عمرو)
RE. 412/7 (Men tereke’s-salâte sekeren merreten vâhideten, fekeennemâ kânet lehü’d-dünyâ ve mâ aleyhâ fesülibehâ, ve men tereke’s-salâte erbaa merrâtin sekeren kâne hakkan ale’llàhi en yeskıyehû min tîneti’l-habâl. Kîle: Ve mâ tînetü’l-habâl? Kàle: Usàratü ehli cehennem.)
Tabii, insan sarhoşken vazifelerini yapamıyor, ibadetlerini de yapamıyor, namaz kılamıyor... Sarhoşken de namaz kılmaya gelenler olmuş eski devirde. Hatta imamlık yapıp, “Allàhu ekber!” deyip, cemaatin önüne geçip imamlık yaparken, sarhoşluğundan dolayı ayetleri yanlış okuyup, mânâyı berbat edip namazı ifsad edenler olunca, içkili iken namaz kılmanın yasaklığına dair ayetler inmiş, biliyorsunuz. Ayetlerin inişi sıra ile. İçkinin zararlı olduğu bildiriliyor, ondan sonra kesin olarak yasaklanıyor:
لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ وَأَنـْتُمْ سُكَارٰى (النساء:٧٨)
(Lâ takrabü’s-salâte ve entüm sükârâ) “Sarhoşken namaza yaklaşmayın!” (Nisâ, 4/43) buyruluyor.
Böyle akıl başta yokken Allah’ın divânına çıkılır mı?.. Böyle derbeder, sarhoşken, perişanken, yüksek mevkî makam sahibinin yanına bile gidilmez. Tabii namaza gelmeyin diye de emir var.
(Men tereke’s-salâte sekeren) “Sarhoş iken, kim sarhoş olduğu için namazı terk ederse... Ne kadar?.. (Merreten vâhideten) Bir defa sarhoşum diye, sarhoş olduğu için namazı kılmadı, kaçırdı. Bayıldı, ayıldı, sarhoşluğu devam ettiğinden namazı kılmadı. Bir kere sarhoş olduğu için, bir defalık namazı terk ederse bir kimse, ne olur?.. (Fekeennemâ kânet lehü’d-dünyâ ve mâ aleyhâ) Sanki bütün dünya onunmuş ve bütün dünyanın üzerindeki mülkler, mallar, zenginlikler, güzellikler onunmuş da, (fesülibehâ) bunların hepsini kaybetmiş, bunların hepsi onun elinden alınmış da, bütün bu zenginlikleri kaybetmiş gibi olur.”
Sarhoşluk sebebiyle bir defa namazı terk eden bir insan, ne olmuş olur?.. Dünyaları kaybetmiş olur. Dünyanın bütün malı, mülkü, varlığı, zenginliği, insanlarıyla, tarlalarıyla, bağları, bahçeleri, meyvaları, ağaçları, yaylaları, dağları ovaları, deniz kenarları, adaları... Düşünün, yâni gözünüzün önüne getirin dünyanın beğendiniz güzel yerlerini, eşsiz emsalsiz güzellikteki koyları, sahilleri... Buralarda bir köşkü olsa insan bayram ediyor. Bütün bunların hepsine sahipmiş de, bunların hepsini birden elinden almışlar, bunlardan mahrum kalmış, bunlar elinden kaçmış, gitmiş gibi olur; insan bir defa sarhoşluk sebebiyle namazı terk ederse...
(Ve men tereke’s-salâte erbaa merrâtin) “Bir kimse namazı dört defa terk ederse... Dört defa sarhoşluktan dolayı namaz kılamadı, namaz kaçtı. (Kâne hakkan ale’llàhi en yaskiyehû min tîneti’l- habâl) Allah’ın ona ceza olarak, cehennemin habâl çamurundan içirmesi gerekli olur artık... Allah ona ceza olarak cehennemin habâl çamurundan içirir, içirmesi Allah’a hak olur.” Ceza olarak, Allah ona o cehennemin habâl çamurunu, sulu çamurunu içirecek. Dört defa namazı sen sarhoşluk sebebiyle terk ettin diye.
(Kîle: Ve mâ tînetü’l-habâl) Tabii Peygamber Efendimiz, geçtiğimiz konuşmalarımda da söylemiştim, kelime hazinesi çok zengin bir kimseydi. Peygamber Efendimiz’in dilinde nice nice kelimeler vardı. Biliyorsunuz bir insanın dil bilgisi, kelime bilgisi, ne kadar çok kelime biliyorsa, onun kültürünün çok çok daha yüksek olduğunu gösterir. İnsanların hakîkî irfanları, bilgileri, ilimleri, kelimeleri çok bilmesiyle, kelime hazinelerinin zenginliğiyle ölçülür.
Efendimiz birçok kelime kullanırdı da, sahabe, etrafında dinleyenler onu bilmezdi. “Bu ne demek?.. Bu ne demek?” diye sorarlardı anlamak için, izah etmesi için.
(Ve mâ tînetü’l-habâl)”Tînetü’l-habâl ne demek?” diye sordular. Yâni, tînet çamur demek de, “Habâl çamuru ne demek yâ Rasûlallah?” diye sordular.
(Kàle) Peygamber Efendimiz de buyurdu ki:
(Usàratü ehli cehennem) “Cehennem ehlinin vücutlarından çıkan usâreler.” Yâni cehennem ehli cehenneme atılıyor, ceza görüyor, cayır cayır yanıyor. Kanlar, irinler, yaralar, o
yanıklardan dökülen pis salgılar, yerlere akan şeyler... Bunların hepsi cehennemde çamurlaşıyor. Bütün bu cehennem ehli içinde, azab gören insanların kanları, irinleri, pislikleri çamura karışıyor, bir sulu çamur oluyor. Allah bundan içirir. “O sarhoşluk sebebiyle, dört namazı kılmayan kimseye Allah bunu içirir.” diye Peygamber Efendimiz bildiriyor.
Ben bunu, bu hadis-i şerifi hatırlatıyorum sevgili dinleyiciler. Tabii ümit ediyorum, hüsn-ü zan ediyorum; benim dinleyicilerimin arasında içki günahını işleyen kimse yoktur. Yâni dinleyicilerimin hepsi namazlı, ibadetine düşkün, tertemiz, vazifelerini güzel yapan müslüman kimseler diye hüsn-ü zan ediyorum ama içimden de bir ses geliyor ki, bazıları bunların arada kaçamak yapıyordur; bira içiyordur, içki içiyordur...
Hatta bazı garip insanlar var maalesef, diyorlar ki:
“—Şöyle bir kadehçik atıversem sarhoş olmadan, olmaz mı?..”
Olmaz! Çoğu haram olan şeyin azı da, zerresi de, damlası da haramdır, o da olmaz.
“—Sarhoş olmayacak kadar içsem olmaz mı?..”
Hayır, olmaz! İçkiyi hiç içmeyecek, ağzına koymayacak. Üstüne damlasa, yıkaması lâzım! Pistir, necistir içki...
İşte bazı kimseler biliyor veya bildiği halde, bilse de bırakamadığı için, hem müslüman, hem içkili olabiliyor. Böylelerinin de olabileceğini tahmin edebiliyorum. Belki sevgili dinleyiciler, akrabanız içinde böyleleri vardır. Belki gençler kaçamak yapıyorlardır annesinden, babasından habersiz... Onun için, bu hadis-i şerifi bilsinler diye okuyorum.
Siz de etrafınıza anlatacaksınız. Tabii biz konuşmamızı hadis kitabından hadis-i şerifi okuyup anlatıyoruz. Bu da böyle Akra radyolarımız vasıtasıyla bütün dünyanın fezâsına yayılıyor. Her yerden radyosunu açan bunu dinliyor. Bu bir yayılma, çok güzel bir yayılma... Tabii çok büyük bir nimet, Allah’a hamd ü senâlar olsun... Çok şükür, Allah bize bu imkânı verdi. Norveç’ten Orta Asya’ya kadar, Suudî Arabistan’dan Afrika’ya kadar, Türkiye’nin her yerinden; çanak anteni varsa kendisi, çanak anteni yok da o şehre, o kasabaya yansıtıcı konmuşsa, normal radyosuyla benim konuşmalarım dinleniyor. Bu bir yayılma, çok güzel bir şey...
Ama bir de siz sevgili, değerli, muhterem dinleyicilerim, bunu duydunuz; duyduğunuzu siz anlatırsanız, bu ikinci bir yayılma olur. Yâni, yayılmadan sonra ikinci bir yayılma... Düşünün ki, siz beni dinlediniz; şu kadar sayınız var, yüz binlerce, milyonlarca insan, dinlediniz. Siz birer kişiye anlatırsanız, bir kişiye anlattığınızı düşünelim; o zaman bu hadis-i şerif yüzde yüz, misli misline bir kat daha fazla insana anlatılmış olacak. On kişiye anlatırsanız, on misli anlatılmış olacak. Yâni herkes on kişiye anlatsa, yüz kişiye anlatsa belki dünyada herkes duymuş olabilir. Onun için siz de anlatacaksınız.
Tabii bildiği bir şeyi insan kendisi uygulayacak. Bir de insan:
“—Hiç içki içmiyorum Hocam, bana bu hadis-i şerifin faydası ne? Günahı bilmek de güzel! Yâni neyin günah olduğunu bildi mi insan, bu da güzel. Şerrin ne olduğunu, günahın ne olduğunu bilen ondan sakınır.
مَنْ لاَ يَعْرِفُ الشَّرَّ يَقَعُ فِيهِ
(Men lâ ya’rifü’ş-şerra yakau fîhî) “Şerrin ne olduğunu bilmeyen, günahın ne olduğunu bilmeyen, düşer içine...” Hani, önünde çukur olduğunu bilmeyen bir insanın, karanlıkta yürürken pattadak derin bir çukura, kanala, bir hendeğe düştüğünü düşünün, göz önüne getirin! Bilmeyince düşer insan...
Onun için, şerri de bilmesi lâzım müslümanın; düşmemek için bilmesi lâzım! Hayrı da bilmesi lâzım; işlemek için, yapmak için bilmesi lâzım!..
Onun için, şimdi bunu söylüyorum, dinleyiciler dinliyorlar, Allah râzı olsun... Dinlemek de sevap, söylemek de sevap... Bir de siz birkaç kişiye, etrafınıza anlatırsanız; komşularınıza, yakınlarınıza, bu işi maalesef yaptığını bildiğiniz kimselere anlatırsanız; Peygamber Efendimiz’in nasihati herkesin kulağına gitmiş olur. Yâni, düşünün içkinin ne kadar cezaları var, başına ne kadar cezalar geliyor içki içen bir insanın...
Tabii içkiyle ilgili pek çok ayetler var, hadisler var. Ben sadece içki konusu üzerinde durmak istemiyorum. Yalnız, içki konusunu anlatmamın sebebi, gezdiğim yerlerde içkinin çok içildiğini duymam; bir... İkincisi de; bunun temeli, içki içmenin temeli, netice itibariyle, içkinin cezasının ne kadar çok olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Bir müslüman, içki içeni Allah affeder diye düşünüyordur. Biraz da sarhoşların böyle tatlı, sevimli felsefeleri vardır; derbederlikleri, böyle aldırmazlıkları vardır, “Canım ne olacak...” filan tarzında. Ağızlarını açarlar, kendilerini teselli edecek konuşmalar filan yaparlar.
Ben, bilirse, yapmayacağını tahmin ediyorum. Zaten Peygamber Efendimiz niçin söylüyor bu nasihatları? Nasihatlar niçindir?.. Dinlensin ve uygulansın, o nasihatlardan mütenebbih olsun dinleyen, uyansın, hatasını bıraksın diyedir. Onun için, ana temel bilmemek oluyor. Bilse, veya bu işin ne kadar fena olduğu çok canlı bir şekilde anlatılsa; yapmayacak.
Meselâ ben sigara içmenin de çok karşısındayım. Ben hem çevreciyim. Yeşiller diyorlar, hani yeşili seven bir insanım. Hem Yeşilaycıyım, sigaranın da, içkinin de karşısındayım küçüklüğümden beri. O cemiyetlerde üye de oldum. Sigara da çok zararlı... Ama bu sigara zararlı dediğin zaman gülüyor. Doktor sigara zararlı diyor, ondan sonra kendisi yakıyor bir tane. Sigaranın zararlarını canlı bir şekilde anlattığınız zaman, ben bazı sebeplerle duyduğum bazı şeyleri, sigarayla ilgili, canlı olarak anlattığım zaman bakıyorum tesiri oluyor.
Onun için, böyle canlı canlı anlatılırsa; ilim canlı canlı, güzel, tesirli bir şekilde söylenirse tesir eder, engellenir iş diye düşünüyorum. Şimdi burada onun için ilimle ilgili bir hadis-i şerif de okumak istiyorum.
b. İlim Öğreneni Allah Affeder
Bu hadis-i şerifi çok eskilerde okumuştuk ama burada işin temeli cahillik olduğundan, ilim öğrenmemiz gerektiğinden, bir kere daha okumak istiyorum. Bu hadis-i şerifi Hazret-i Ali Efendimiz RA ve KV rivayet etmiş. Başımızın tâcı, Allah’ın arslanı, Hazret-i Ali Efendimiz rivâyet etmiş bu hadis-i şerifi.
Tabii bir hadis-i şerifi Hazret-i Ali RA rivayet edince, benim hoşuma gidiyor. Çünkü bizim Alevî kardeşlerimiz var. Türkiye’de bir çok Alevî kardeşlerimiz var. Sünnîlerle Alevîleri de düşman edip, birbirleriyle çatıştırmak istiyor dış güçler:
“—İkisi birbirine kapışsın, kavga etsinler, yaksınlar, yıksınlar, öldürsünler, vursunlar, kırsınlar; o zaman biz de Türkiye’yi ele geçirelim, parçalayalım! Türkiye’de ayrılık tohumlarını nasıl atarız, insanları birbirlerine nasıl düşürürüz?.. Haydi Alevîliği, Sünnîliği kışkırtalım!” filan diyorlar.
Ben de bununla mücadele ediyorum. Ben Hazret-i Ali Efendimiz’in evlâdından bir kimse olarak, onu seven, hem de tarikat yönünden onun da yanında olan bir kimse olarak, bunu da anlatmak istiyorum. Hazret-i Ali Efendimiz’i tanıtmak istiyorum. Yâni Alevî; Hazret-i Ali Efendimiz’e bağlı, onun yolunda yürüyen insan demek.
Onun için hoşuma gidiyor; Hazret-i Ali’den rivâyet olduğu zaman, özellikle onu bastıra bastıra söylüyorum. O bizim büyüğümüz, Allah’ın aslanı. Peygamber Efendimiz’in damadı, amcazâdesi... Artık söyleye söyleye bitiremeyiz. Konumuz Hazret-i Ali Efendimiz değil. Peygamber Efendimiz’in bir hadis-i şerifini rivâyet etmiş, onu okuyorum:103
مَنْ تَعَلَّمَ حَرْفًا مِنَ اْلعِلْمِ، غَفَرَ اللهُ لَهُ أَلْـبَـتَّةَ؛ وَمَنْ وَالٰى حَبِيبًا فِي
اللهِ،ِ غَفَرَ اللهُ لَـهُ؛ وَمَنْ نَامَ عَلٰى وُضُـؤٍ، غَفَرَ اللهُ لَـهُ؛ وَمَنْ نَظَرَ فِي
وَجْهِ أَخِيهِ، غَفَرَ اللهُ لهُ، وَمَنِ اْبتَدأَ بِأَمْرٍ وَقَالَ بِسْمِ اللهِ، غَفَرَ اللهُ لَهُ
(الرافعي عن علي)
RE. 413/12 (Men tealleme harfen mine’l-ilm) “İlimden bir harf öğrenirse...” Buradaki harften maksad, a b c filan mânâsına değil,
103 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.294, no:28854; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.169, no:21807.
böyle bir miktar demek oluyor. “İlimden bir harf öğrenirse insan ne olur?.. (Gafara’llàhu lehû) Allah onu afv u mağfiret eyler, sever; kusurlarını da siler, bağışlar, mağfiret eder.”
Sonra, (elbettete) Elbettete Arapça’da mutlaka, kesinlikle demek. Türkçe’ye de girmiş bir kelime. Elbette kelimesi Arapça’dan girmiştir. “Mutlaka Allah onu mağfiret eder, ilimden küçük bir bölüm öğrenmişse bile...” Bakın siz şimdi ilimden bir bölüm öğrenmiş olduğunuz. İçki içenin bir defa namazı terk ettiği zaman ne cezaya uğradığını, dört defa terk ettiği zaman ne cezaya uğradığını okuduk demin. İlimden bir bölüm işte... Ha, Allah böyle öğrenen bir kimseyi mağfiret eder.
(Ve men vâlâ habîben fî’llâh, gafara’llàhu lehû) Tabii ben hadisin tamamını okuyayım da izahını başka zaman yaparız. “Kim Allah yolunda bir müslümanı dost edinirse, sevgili bir arkadaş edinirse; Allah onu mağfiret eder.”
Bu da hatırınızda olsun. Birbirinizi sevin, birbirinizle kardeş olun ey Allah’ın kulları!.. Alevîsi, sünnîsi, Türkü, Kürdü... Hepsi kardeş. Hepsi bunların nihayet bir annenin, bir babanın çocukları, hemcinsleri...
(Ve men nâme alâ vudùin gafara’llàhu lehû) “Kim abdest almış bir vaziyette, abdestli olarak uyursa; Allah onu mağfiret eder.”
E bunu da unutmayın, bunu her zaman söylüyorum. Gece yatarken abdest alın, iki rekat namaz kılın, abdestli uyuyun! Bakın, Allah mağfiret ediyor.
(Ve men nazara fî vechi ahîhi gafara’llàhu lehû) “Kim bir müslüman arkadaşının yüzüne sevgiyle, şefkatle, muhabbetle bakarsa...” Bu sevgiyle şefkatle, muhabbetle sözü yok ama, işin aslı böyle. “Sevgiyle bakarsa, (gafara’llàhu lehû) Allah onu mağfiret eder.”
(Ve meni’btedee bi-emrin ve kàle bi’smi’llâh, gafara'llàhu lehû) “Kim bir yeni işe başlarken besmele çekerse, besmele çekip bir işe başlarsa; Allah onu mağfiret eder.”
Görüyorsunuz Allah’ın çok büyük bir mükâfâtı olan mağfiretine nail olmak, mağfiretine ermek, Allah’ın mağfiret ettiği bir kul olmak için üç tane konuyu, yapılabilecek hususu, size
Hazret-i Ali Efendimiz’in rivâyet ettiği bu hadis-i şerifte bildirdi Peygamber Efendimiz. Bunu bir daha tekrar edelim:
“—Kim ilimden bir harf öğrenirse, Allah onu mutlaka mağfiret eder. Kim Allah yolunda bir müslümanı dost edinirse, onu severse; Allah onu mağfiret eder. Kim abdestli olarak yatar, uyursa; Allah onu mağfiret eder. Kim arkadaşının, müslüman kardeşinin yüzüne sevgiyle bakarsa; Allah onu mağfiret eder. Kim yeni bir işe başladığı zaman, besmeleyle başlarsa; Allah onu mağfiret eder.”
Yâni, ilmin bakın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak için bu hadisi okudum ama, arkasından başka hazineler geldi. İlimden bir harf bile öğrenince, Allah onu mağfiret ediyor.
c. Gençlikte ve Yaşlılıkta Kur’an’ı Öğrenelim!
Tabii ilmin en başta geleni, ilmin kaynağı, dinimizin kaynağı, her şeyimizin aslı, esası Kur’an-ı Kerim... Onunla ilgili bir hadis-i şerif okuyacağım şimdi. Yine Hazret-i Ali Efendimiz’den. Bakın râvisi, bir kitapta Hazret-i Ali Efendimiz rivayet etmiş; başka bir kitapta da Ebû Hüreyre RA’dan rivayet edilmiş. Bu hadis-i şerifin birkaç râvisi var, birkaç rivayeti var.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:104
مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ فِي شَبِيبَتِهِ، اِخْتَلَطَ الْقُرآنُ بِلَحْمِه ِوَدَمِهِ؛ وَمَنْ تَعَلَّمَهُ
فِي كِبَرِهِ، فـَهُوَ يَتَفَلَّـتُ مِنْهُ، وَهُـوَ يـَعُودُ فِيهِ، فَلَـهُ أَجْرُهُ مَرَّتــَيْن ِ(خ.
ك. في تاريخهما، والمرهبي في فضل العلم، وأبو نعيم، هب. عد.
وابن النجار عن أبي هريرة؛ عد. عن علي)
104 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.330, no:1952; Beyhakî, Sünenü’s-Sağîr, c.I, s.543, no:989; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.47; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.829, no:2381; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.66, no:1757; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XX, s.168, no:21803.
RE. 413/9 (Men tealleme’l-kur’âne fî şebîbetihî, ihtelata’l- kur’ânü bi-lahmihî ve demihî; ve men teallemehû fî kiberihî, fehüve yetefelletü minhü; ve hüve yeùdü fîhî, felehû ecruhû merreteyn.)
Şimdi, Kur’an-ı Kerim’i öğreneceğiz sevgili Akra dinleyicileri. İlmin temeli Kur’an-ı Kerim. Tabii başka şeyler de var. Onları da söylemeden önce, ilk önce bunu söylemeliyim birinci olarak: İlmin temeli Kur’an-ı Kerim, Kur’an-ı Kerim’i öğreneceğiz. Genç isek de öğreneceğiz, yaşlıyken de... Çocukken de öğreneceğiz; çocukken öğrenmemişsek, ihtiyarladığımız zaman da öğreneceğiz. Başka çare yok, başka kurtuluş yok, en sevaplı yol... Yaşlı da olsak öğreneceğiz.
Geçen sabah, sabah namazını kılıyoruz bizim Çilehàne Camii'nde. Biz namazdan sonra duaya oturmuştuk. Kapıdan bir çocuk geldi, Kur’an kursunda öğrenci, genç, ay doğuyor gibi. Başına da sarık sarmış. Küçücük ama çok sevimli oluyor. Bir tane daha geldi, o da sarıklı... Bir tane daha geldi, o da sarıklı... Bir tane daha geldi, o da sarıklı... Bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha... Böylece yirmi otuz çocuk camiyi, mescidi doldurdular. Hepsi sarıklı. Bunlar Kur-an-ı Kerim öğreniyor, sarığı niye sarıyorlar?..
Ben dedim ki, geçen haftaki bir vaazımda, pazar vaazımda da söyledim:
“—Sarıkla namaz kılmanın sevabı yetmiş kat fazla. Aynı namazı sarıksız kıldığın zaman, bir sevap alıyorsun; sarıkla kıldığın zaman, yetmiş kat daha fazla sevap alıyorsun. Artık bu işe başlayalım!” demiştim. Ondan öyle sarık sarmışlar. Ne kadar güzel! Hem Kur’an öğreniyor, hem de böyle sevaplı şeyleri küçük yaşta yapıyor. Melek gibi yâni, Allah şaşırtmasın...
Büyüyünce, hani insanlar büyüdüğü zaman hayatın zelzeleli, fırtınalı devreleri de geliyor, delikanlılık çağları geliyor... Allah, büyüyünce de şaşırtmasın... O güzel, melek gibi hallerini devam ettirsin...
Şimdi bu hadis-i şerife dönelim. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(Men tealleme’l-kur’âne fî şebîbetihî) “Kim Kur’an-ı Kerim’i gençliğinde, küçükken öğrenirse...” Şebîbet, şebâbet gençlik demek. Şebâb genç demek, şâb genç demek. “Kim küçükken, gençken Kur’an-ı Kerim’i öğrenirse...” Ne olur?.. (İhtelata’l- kur’ânu bi-lahmihî ve demihî) “Kur’an-ı Kerim onun etine kemiğine nüfuz eder, her tarafı Kur’an-ı Kerim’li olur, vücuduna sirâyet eder. Kur’an-ı Kerim’in nuru, bereketi, fazileti içine, dışına yayılır. Kur’an-ı Kerim vücudunun her tarafına karışır.” Çok güzel bir şey!..
Demek ki, çocuklarımızı küçükten Kur’an ehli olarak yetiştirmeğe çalışmalıyız. Ne güzel yâ Rabbi şu hadis-i şerifler, şu dinimiz!.. Küçükten çocuklarımızı Kur’an-ı Kerim’i bilir şekilde yetiştireceğiz, sevgili Akra dinleyicileri! Küçükten, daha küçücükken...
(Ve men teallemehû fî kiberihî) Küçükken öğrenememiş, öğretmemişler, öğrenmemiş. Öksüz büyümüş, dağda büyümüş; ilmin olmadığı, öğretecek kimsenin bulunmadığı yerde büyümüş,
adam olmuş, yetişmiş, hayatta mücadele etmiş, başarmış, ev bark sahibi, çoluk çocuk sahibi, belki torun sahibi olmuş, ihtiyar... Kur’an-ı Kerim’i bilmiyordu ama, o da öğrenecek. “Kim böyle yaşlılığında Kur’an-ı Kerim’i öğrenirse, (fehüve yetefelletü minhu) öğreniyor da zorluk çekiyor, tökezleye tökezleye, kekeleye kekeleye; (ve hüve yeûdü fîhî) başına alıp tekrar söyleye söyleye, tekrar ede ede, böyle Kur’an-ı Kerim’i öğrenirse; (felehû ecruhû merreteyni.) o zaman ecri iki kat verilir.”
Aferin, her ne sebeple gençliğinde öğrenemediyse öğrenemedi ama, şimdi yaşlılığında kekeleyerek, zorlayarak öğrenmeye çalışıyor. Azmi var, bırakmıyor, Kur’an-ı Kerim’i tekrar tekrar, dönüp dönüp okuyor. Hani başından alıyor, yanlış okudu; bir daha kelimeyi başından alıyor. Böyle döne döne, tekrar ede ede okuyunca, ecri iki kat olur. Neden?.. O kadar zorluklara rağmen Kur’an-ı Kerim’i seviyor, gene öğrenmek istiyor. İlmin öğrenme zamanı, çağı, gençliktir ama, yaşlanmış olmasına rağmen okuyor. Hatırında kalmadığı için, tekrar tekrar dönüp dönüp okuyor. Çünkü, yaşlanınca hafıza zayıflar. Ama işte Allah da onun ecrini iki kat veriyor.
O halde sevgili Akra dinleyicileri! Gençseniz Kur’an-ı Kerim’e sarılın! Böyle kanınıza, etinize Kur’an-ı Kerim’in nuru, fazîleti her tarafınıza işlesin!.. Ben şöyle biraz tatlıdan filan bahsederek anlatıyorum bazen. Hanımlar evde hamuru alırlar, şerbeti de hazırlarlar... Tavada pişirdikleri hamuru, lokmayı filan, artık tulumba tatlısı mı ne ise, onu şerbetin içine atarlar. O hamur güzelce şerbeti alır, çok güzel bir tatlı olur. Halis tereyağıyla filan yapılmışsa, sofraya oturanlar beğenir, dua ederler;
“—Aman efendim, elinize sağlık, çok güzel olmuş!” filan derler.
Ne oldu?.. Tatlı tam böyle içine girdi. İnsan çocukken Kur’an’ı ezberledi mi, böyle şerbeti tam içine kadar almış, tatsız kalmamış, güzel bir tatlı gibi olur. Etine, kanına Kur’an-ı Kerim sirayet etmiş olur.
Gençken çoluk çocuğunuza Kur’an-ı Kerim’i çok iyi öğretin! Şimdi yaz ayıdır. Yaz ayında biliyorsunuz güzel bir adet var, çocuklar yaz okullarına gidiyorlar, camiye gidiyorlar, Kur’an-ı Kerim öğreniyorlar. Güzel...
E yaşlandınız... Ümidi kesmeyin, işi bırakmayın, gevşemeyin! Yaşlının da öğrenmesi sevap...
“—E unutuyorum Hocam!”
Unutsanız da mükâfâtınız kat kat oluyor, iki kat oluyor. Kur’an-ı Kerim’i öğrenin!
Demek ki; temel ilim Kur’an-ı Kerim olduğundan bunu öğrenmekten başlayacak insan… Genç de olsa, yaşlı da olsa öğrenecek.
d. Kırk Hadis Öğrenmenin Mükâfâtı
Bir de bizim dînî ilimlerimizin kaynaklarından birisi de hadis-i şeriflerdir. Bir de hadis-i şeriflerle ilgili, ne tevafuk, bakın bu da Hazret-i Ali Efendimiz’den... Yâni, Hazret-i Ali Efendimiz konuşuyor sanki, rivâyet ediyor hadis-i şerifleri... Hazret-i Ali Efendimiz’den de, Ebû Nuaym el-İsfahânî rivâyet etmiş:105
مَنْ تَعَلَّمَ أَرْبَعِينَ حَدِيثًا اِبْتِغَاءَ وَجْهِ اللهِ، لِيُعَلِّمَ بِهِ أُمَّتِي فِي حَلاَلِهِمْ
وَحَرَامِهِمْ، حَشَرَهُ اللهُ يَوْمَ اْلقِيَامَةِ عَالِمًا (أبو نعيم عن عل ي)
RE. 413/10 (Men tealleme erbaîne hadîsen ibtiğàe vechi’llâh, li- yuallime bihî ümmetî fî helâlihim ve harâmihim, haşerahu’llàhu yevme’l-kıyâmeti àlimâ.)
“Kim ümmetime dinimizin helâllerini, haramlarını öğretmek için, Allah’ın rızasını kazanmak öz niyetiyle, kırk tane hadis öğrenirse; Allah onu kıyamet gününde sıradan bir insan muamelesine tâbî tutmaz. Sıradaki insanların arasından alır, alimler zümresinden haşr eder, alim muamelesi yapar. Alimlere verdiği büyük mükâfatları verir, alimler gibi ahirette itibar görür.” Kırk tane hadis...
105 İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1081; İbn-i Hacer, el-İsâbe, c.VI, s.483, no:8840; Nüveyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.294, no:28853; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.166, no:21794.
Sevgili Akra dinleyicileri! Biz bir cuma vaazında, üç-dört tane hadis-i şerif izah etmiş oluyoruz. Bunlardan, demek ki devam etseniz bir senede ahirette, mahşer gününde alim olacak ve alim muamelesi görecek bir duruma gelirsiniz. Ne kadar güzel... Hem de kolay, kısa bazı hadis-i şerifler. Bilmiyorsa insan, hatırında tutamıyorsa deftere yazar. Tabii bir de banda alınıyor, ses bandına alınıyor...
Bir taksici kardeşimizle karşılaştık bu seyahatimde:
“—Hocam, ben taksi işletiyorum, kazancım oradan geliyor. Sizin sohbetlerinizi hep dinliyorum, kolay oluyor.” diyor. “Teybe koyuyorum hem kendim dinliyorum, hem de yolcular dinliyorlar.” diyor.
Eh insan dinleye dinleye de ezberliyor. E kırk tane hadis ezberlediği zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri onu mahşer halkının arasından ayıracak, “Gel bakalım, sen alimlerden sayılacaksın!” diye alimlerin arasına, zümresine oturtacak.
Tabii, alimlerin mükâfatı ne ahirette muhterem kardeşlerim?.. Allah alimlere çok büyük derece verecek. Şehidlerden de üstün derece verecek alimlere... Çünkü şehid diyecek ki:
“—Yâ Rabbi ben canımı verdim. Allah yolunda çarpıştım, canımı verdim. Yâni benim derecem daha yüksek olmalı değil mi?” filan diye soruyor yâni.
Allah-u Teàlâ Hazretleri şehide diyecekmiş ki:
“—Sen canını verdin de, bu can verme nereden aklına geldi? Kim seni iknâ etti, nereden öğrendin?.. Alimden öğrendin. O halde o senden üstün... O senden önce cennete girecek.” diyecekmiş.
Yâni alimin mükâfâtı şehidden üstün. Şehid ki çok kıymetli bir insan.
Şimdi alimin bir bu mükâfâtı var, —mükâfâtları bitmez— bir de cennetin kapısında bekletilecek alim:
“—Dur, ötekiler gitsin de sen biraz bekle burada, bir sebep var!” denilecek.
Cennete girenler, öyle güzel kendi başına girdi mi, bayram edecekler, secde edecekler, şükredecekler: “—El-hamdü lillâh, cennete girdik.” diye. Ama alime Allah-u Teàlâ Hazretleri cennetin kapısında:
“—Sen burada biraz dur, istediklerine şefaat et de onlar da cennete girsin! Haydi tanıdıklarından şefaat et bakalım! ‘Yâ Rabbi bunu da cennetine sok, bunu da cennetine sok...’ diye istediklerini söyle, onları da cennete sokayım!” diyecek.
Allah onları, cennetine bazı insanların girmesi için şefaatçi olarak da değerlendirecek. Şefaat etme salâhiyeti de verecek alimlere...
Onun için, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri, bu cahillikle mücadele edelim! Hep birlikte, kendi kendimize ve çevremize yönelik olarak... Kendimiz de cahillikten kurtulalım, Kur’an-ı Kerim öğrenelim! Yaşlı olalım, genç olalım, Kur’an-ı Kerim öğrenelim! Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerini öğrenelim!..
Bazen müsamereler oluyor, toplantılar oluyor; işte yaz okulunun kapanışı, veyahut okullar arası bilgi yarışması... “Kaç hadis biliyor bakalım?” diye, İmam-Hatip okulları heyetleri arasında yarışmalar oluyor. Kırk hadis yarışması oluyor... Hah, bak ne kadar güzel! Küçücük yaşta çocuklara öğretmenleri, hocaları kırk hadis ezberletiyor, böylece alim zümresinden
haşrolmasını sağlamış oluyor. Siz de çocuklarınıza böyle bu temel bilgileri öğretin!..
Bizim İslâm’ımızın temeli Kur’an-ı Kerim’dir. Bunu öğreneceğiz; bir... İkincisi, hadis-i şeriflerdir, Peygamber Efendimiz’in mübarek sözleridir, sünnetidir. Onu öğreneceğiz; iki... Bu cahillikten kurtulacağız, bu günahları terk edeceğiz.
e. Hadis Öğrenmenin ve Öğretmenin Fazîleti
Bakın burada, Berâ’ ibn-i Àzib RA’dan da bir hadis-i şerif gözümün önüne geldi. Onu da okuyuvereyim:106
مَنْ تَعَلَّمَ حَدِيثَيْنِ اثْنَيْنِ يَنْفَعُ بِهِمَا نَفْسَهُ، وَيُعَلِّمُهُمَا غَيْرَهُ، وَيَنْتَفِعُ
بِهِ، كَانَ خَيْرًا لَهُ مِنْ عِبَادةِ سِتِّينَ سَنَةٍ (الديلمي عن البراء)
RE. 413/4 (Men tealleme hadîseyni’sneyni yenfau bihimâ nefsehû, ve yuallimühümâ gayrahû, ve yentefiu bihî —yüntefau bihî de okunabilir— kâne hayran lehû min ibâdeti sittîne seneh.)
Deylemî’nin el-Berâ’ ibn-i Àzib RA’den rivâyet ettiği bir hadis-i şerif. Demin kırk hadis demiştim, şimdi iki hadisle ilgili müjde var:
(Men tealleme hadîseyni’sneyn) “Kim iki tane hadis öğrenirse...” İsneyn, iki demek. Hadiseyn, zaten iki hadis demek. İki hadisi tekrar ediyor, yâni tereddüt olmasın diye. “İki tanecik hadis-i şerifi kim öğrenirse, (yenfau bihimâ nefsehû) kendisi istifade etmek için; faydalanacak, öğrenecek, uygulayacak, sevap kazanacak. (Ve yuallimühümâ gayrahû) Başkalarına da öğretecek, (ve yüntefau bihî) bu öğrettiğiyle de herkes istifade edecek, insanlar istifade edecekler. (Kâne hayran lehû min ibâdeti
106 Suyûtî, Miftâhu’l-Cenneh, c.I, s.67; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VII, s.142, no:40536; Hatîb-i Bağdâdî, Şeref-i Ashàb-ı Hadîs, c.I, s.205, no:165; Berâ’ ibn-i Àzib RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.293, no:28849; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.169, no:21806.
sittîne seneh) Altmış yıllık ibadetten daha hayırlı olur, iki hadis-i şerif öğrenmesi...”
Neden?.. İşte ilim böyle gelişmiştir. Müslüman halklar böylece yetişmiştir. Hadis öğrenmek insanın ilmini, irfânını arttırıyor. Müslümanlar arasında çok büyük hayırlara vesile oluyor, yakınlaşmaya vesile oluyor. O bakımdan, iki hadisle ilgili müjdeyi de okumuş olduk. Artık iki tane mi olur, kırk tane mi olur; arttırdıkça, sevabı artacaktır insanın...
Şu cahilliği bırakalım! Halkımızın bu cahillikten kurtulması için el birliğiyle çalışalım!.. Kendimiz çalışırsak, çalışalım! Kendimiz çalışamıyorsak, çalışanlara destek olalım, yardımcı olalım! Bu cahillik bu ülkeden gitsin...
Bakın, bir içki içmenin ne kadar zararı varmış. Millet harıl harıl içki içiyor, içmemesi lâzım! Bir kere namazı sarhoşlukla terk eden, dünya kendisininmiş de her şeyiyle hepsini elden kaçırmış gibi olur. İçkiden dolayı dört defa namaz kaçıran, cehennemde tînetü’l-habâl, cehennem ehlinin irinleri, kanları, pisliklerinden oluşan çamurlu şeyi içirmek Allah’a hak olur, yâni onu mutlaka içirir deniliyor.
O zaman, içkiyi bırakacağız. O kadar güzel meşrubat var, meyvalar var, evde de güzelleri yapılıyor. Son derece faydalı, şifalı, vitaminli şeyler, güzel meşrubatlar yapmak mümkün. Ecdadımızın adetleri; kavun çekirdeğinden ezerek güzel meşrubat yapıyorlar, vişneyi ezerek yapıyorlar. Örfümüzde, medeniyetimizde dutlardan, vişnelerden, limonlardan, gül yapraklarından, gelinciklerden, ne kadar güzel meşrubatlar vardır.
Allah’ın helâlleri o kadar çok ki, niye insanlar gidip haramına bulaşıp saplanıyor, akıl erdirmek mümkün değil! Yâni, şeytan çok kurnaz bir mahlûk, kandırıyor herkesi... Biz de insanları doğru yola çekmeye çalışalım, doğruyu öğretmeye çalışalım!.. Allah hepimize iyilikler versin sevgili Akra dinleyicileri...
Allah-u Teàlâ Hazretleri topluca, sevdiklerimizle beraber bizi hem bu dünyada sıhhatli, sağlıklı, afiyetli, neşeli, mutlu eylesin; hem ahirette mutlu eylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin... İki cihanda aziz olun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
23. 08. 1996 - Bolu