31. RAMAZAN’I KARŞILARKEN
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Bu sefer size Peygamber-i Zîşânımız’ın mübarek şehri Medine-i Münevvere’den mutlulukla, sevinçle hitab ediyorum.
İki gün önce, çarşamba günü Avustralya’nın Sydney şehrinde idik. Çarşamba günü on birde uçağa bindik, perşembe günü sabahleyin altıda Medine-i Münevvere’de indik. Cidde’den dört saatlik kara yolculuğu ile gelmemizi de ekleyerek, düşünüyorum da Allah’ın büyük lütfu... Kıtalar geçerek, okyanusları aşarak, dağların üzerinden —Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne hamd ü senâlar olsun— bu güzel mübarek şehre ulaştık... Medine-i Münevvere’mize, Peygamber-i Zîşânımız’ın huzuruna, atabe-i aliyyesine vâsıl olduk; ayağının tozuna, ayağını bastığı yerlere yüz sürme şerefine erdik. Bu bakımdan çok sevinçliyim ve sizlere buradan hitab etmekten de ayrı bir haz duyuyorum.
a. Avustralya’dan İzlenimler
Kuala Lumpur üzerinden, Bankok’a da uğrayarak geldik buraya... Avustralya’da, Sydney’de güzel toplantılarımız oldu. Aile eğitim çalışmalarımız çok güzel oldu. Çok canlı bir güzel eğitim var. Hattâ bir güzel münasib zaman olsa, ora ile ilgili seyahat intibâlarımı da ayrıca anlatmak isterim. Çünkü ibretli, güzel, ibret alınacak şeyler var.
İbret alınacak şeylerden birisi, şu cuma sohbetimde hemen beyan edeyim, çok net bir hürriyet var... Avustralyalılar multycultural bir eğitim benimsemişler. Yâni, “Her çeşit kültüre saygılıyız.” diyorlar. Esas itibariyle bir kısmı İngiliz, İskoç olduğu halde, batılı Hollandalı ve sâire, muhtelif yerlerden toplama insanlar. Hepsinin gönlü hoş olsun diye, “Bütün kültürlere açığız, saygılıyız.” diyorlar.
Onun için, herkes istediği gibi hareket edebiliyor. Hattâ biz seneler önce, ilk defa Avustralya’ya gittiğimiz zaman [1984] uçaktan indiğimizde, muazzam bir kalabalıkla karşılaşmıştık.
Ellerinde “Lâ ilâhe illa’llah” bayrakları var, hepsi sarıklı cübbeli bir ordu karşımızda... Yüksek sesle tekbirler getirerek, bizi karşıladılar. Biz uçaktan inip, muameleleri bitirip, gümrükten geçip, onların salonuna varınca, yer gök tekbir sesleriyle inledi. Benim sırtımdan ter boşandı...
İnsan dünyayı gezince çok şeyler görüyor da, nelerden mahrum olduğunu da böylece mukayese ederek anlamış oluyoruz. Ben böyle terledim sırtımdan ve korktum. Dedim ki:
“—Böyle bu kadar coşkulu bir şekilde karşılıyorsunuz bizi ama, acaba bir zararı olmaz mı?.. Hani hükümet, polis, hakim bir şey söylemez mi?..” dedim yanımdakilere.
“—Yok hocam, müsterih ol, burada hürriyet var!” filân dediler.
Bizim memlekette de hürriyet var ama demek ki hürriyetlerin de renkleri, çeşitleri, tatları, tesirleri, uygulamaları farklı oluyor sevgili dinleyiciler!
Orada hakîkaten bir gerçek hürriyet var. Çarşaf giyen kardeşlerimiz var. Tamâmen Anadolu’nun klasik, alıştığımız çarşafıyla gezen kimseler var... Sarıkla, cübbeyle gezenler var...
Hele bir tane bir kardeşimiz var, onunla özel röportaj yapmamız lâzımdı. Zaten Avustralya televizyonu yapıyormuş, zaman zaman kendileriyle görüşüyormuş.
“—Her mühim toplantıya kalkıp gidiyorum, tebliğ olsun diye.” diyor kendisi bu kardeşimiz.
Kendisi kocaman bir sarık yaptırmış. Kocaman ama, böyle
belki dünyada sarık büyüklüğü bakımından birinci olacak bir kimse... Cübbesi de var, uzun sakalı da var... Tamam, sarıklı, cübbeli sakallı, tarihsel, zaman tünelinden geçmiş bir insan diyebilirsiniz karşınızda görünce... Ama yanında çocukları da böyle... Onlara da aynı kıyafeti giydirmiş, sarıklı, cübbeli... Bir güzel, tatlı manzara... Resmini çekip, röportaj yapmak lâzım!..
Hürriyet var, insan istediğini yapabiliyor. Orada parklara gittik... Bizi karşılamağa gelenler geniş, kalabalık arkadaşlar olduğu için, sığamıyoruz, evlerde ikram etmek mümkün değil. Parklarda ezan okuyoruz, cemaatle namaz kılıyoruz, saf bağlıyoruz. Yüz kişi, iki yüz kişi, üç yüz kişi, koca parkta, yeşillikler üzerinde namaz kılıyoruz. Herkes de bakıyor bazen, bir değişik bir şey oluyor. Ama hiç bir şey diyen yok, gayet hür bir şekilde hareket edebiliyoruz.
Okullarda da hürriyet var. Üniversiteli gençlerle görüştük. Hanım kızlar bizimle görüşmek istemişler. Başları örtülü ve kıyafetleri çok güzel kapalı...
“—Bir baskı var mı?” dedim.
“—Hayır!” dediler.
Hattâ lisede bile... Maalesef, tabii o ülkelerin böyle hürriyet tarafı güzel de, bu hürriyetin aşırı olması dolayısıyla, hani bizde de bir tehlike olarak söylenmeye başladı ya, “Gençler arasında uyuşturucu yayılıyor!” diye, Allah korusun... Emniyet müdürlerimiz filân da, böyle sıkı tedbirler alacağız diye söylediler. Uyuşturucu alışkanlığı var. Fakat, bizim Türklerin devam ettiği liselerde, dindar çocuklar çalışma yapmışlar, dernek kurmuşlar, mescid açmışlar ve gençler şöyle bir toparlanmış. İdare bunu görünce, yâni çocukların müslümanlıkları dolayısıyla anarşiden, karışıklıktan, isyandan, uyuşturucu kullanmaktan uzaklaşıp daha güzel bir havaya döndüklerini görünce, bunları teşvik etmeye başlamış.
Yâni devlet mescidi, dindarlığı, dindar öğrencilerin durumunu beğeniyor, teşvik ediyor. Çünkü pratik düşünüyorlar. Böyle olmadığı zaman eroinman oluyor, anarşist oluyor, çete kuruyorlar, birbirleriyle kavga ediyorlar. Böyle olduğu zaman, intizamlı, terbiyeli, edebli, çalışkan oluyorlar, başarılı oluyorlar. O halde bu daha iyi... Kararlarını veriyor.
O bakımdan, üniversitede de hürriyet var. Dernekler kurup, çalışmaları gayet güzel yaptıklarını söylediler. Çarşı pazarda da her türlü serbestlik var, kardeşlerimiz rahat... Bunlar ibret alınacak şeyler.
Sonra çok güzel bir düzen var, tertemiz... Herhalde Avustralya’nın reklamını yapıyorum diye, Avustralya hükümeti bana bir mükâfât filân vermesi lâzım! Ama bunu müşahede olarak söylüyorum. Mahalle arasındaki sokaklar bile, bizim bulvarlar gibi geniş tutulmuş. Bu belediyenin başarısı... Ortası ağaçlı, kenarları ağaçlı... Ağaçların çeşitleri, rengârenk çiçekler, çimenler, her taraf gayet güzel!..
İklim denilebilir. Tabii, iklimin çatır çatır sıcak olduğu yerler var, suyun az olduğu yerler var ama, halletmiş su meselesini... “Bir damla su bile kıymetlidir.” diyorlar, barajları kat kat, kademe kademe birbirleriyle alttan borularla bağlantılarını kurmuşlar. Avustralya’nın üzerine yağan bir damla yağmuru bile, ziyan etmek istemiyorlar. Her tarlanın özel barajı var. Bir deresinin kenarını kaldırtmış veya çukur kazmış; sular birikiyor. Koyunlar, kuzular oradan içiyorlar. Su ziyanı yok...
Her tarafı yeşil yapmağa, ağaçlandırmağa gayret etmişler. Meyva bol, et bol... Ben arkadaşlara dedim ki:
“—Bakın, bu yalancı cennetin fânî lezzetleri sizi aldatmasın! Allah’ın yolundan ayırmasın, ahireti unutturmasın!..”
Gerçekten, insanı büyüleyecek kadar güzellikler var.
Şimdi bunu niçin anlatıyorum cuma sohbetimde?.. Kendi ülkemizi düşünerek, üzülerek anlatıyorum. Yâni düzensiz gelişme, şehirleşme, gecekondu mahalleleri... Yeşillik yok, sokak yok, kaldırım yok, yol yok, asfalt yok... Su yok, elektrik kaçak... vs. Bu çeşit sıkıntıları mukayese ediyorum.
Sonra her gün, ikindiden sonra bakıyorum, yaşlı adamlar, kadınlar evlerinin önünü, çimenleri kırpıyorlar, ağaçları buduyorlar. Ellerinde süpürge, sokaktaki kendi evinin önünü güzelce süpürüyor... Bu Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifi. Peygamber SAS Efendimiz’in bize tavsiyesi... Onlar yapıyorlar, sokaklar tertemiz.
Ağaçlardan düşmüş yapraklar toplanıyor, büyümüz çimenler kırkılıyor, kenarları düzenleniyor. Herkes evini ve çevresini, evinin önünü güzelleştirmeğe özel gayret gösteriyor. Bunlar güzel alışkanlıklar...
Genel vasıtalar ve sâireler... Yâni belediyelerde çalışan kardeşlerimiz, belediye başkanlarımız, tavsiye ederim Avustralya’yı şöyle bir gezip, şehirlerini belediye hizmetleri bakımından incelerse, iyi olur.
Tabii, böyle güzel şeyleri müşahede ettikten sonra temenni ediyoruz ki, düzen, intizam, temizlik, hukuka riayet, İslâm ülkelerinde de olsun... İnsan böyle bir gün içinde kıtaları geçip de, muhtelif ülkeleri görüp de gelince, mukayese imkânı daha da çok oluyor.
b. Medine’de Ramazan Heyecanı
Medine-i Münevvere bizim gözümüzün nuru, kalbimizin sürûru... Mekke-i Mükerreme öyle... Tabii, buralarda da büyük değişiklik var... Büyük paralar harcanmış, büyük çalışmalar yapılmış ama sokak araları, evler, insanların görgüleri maalesef İslâm’a uygun değil...
Karşı apartmanın adamın adamı bir torba çöpünü getiriyor, bizim evin yanına koyuyor. Halbuki beş metre, yedi metre ilerisinde, belediyenin koyduğu, çöplerin konulmasına mahsus kocaman bir kap var... Kamyon geldiği zaman, onu vinciyle alıp içeriye boşaltacak?.. Kocaman bir şey... Yâni on adım daha attığı zaman, tertemiz olacak. Ama o görgü yok. “Buraya koymayın, sinek oluyor!” diye ikaz edilmesine rağmen, yapılmıyor. Düzelmesini temenni ederek söylüyoruz. Fakat tabii, mahal mübarek mahal olduğu için, geldiğimiz için çok sevinçliyiz.
Bu arada tabii, Medine-i Münevvere’yi tam bir Türk şehri gibi görmek de mümkün; her adımda bir umreci kardeşle karşılaşıyoruz. Tanıştığımız kimseler, “Hocam, selâmün aleyküm!” diyorlar. “Aleyküm selâm...” diyoruz. Yâni, Türklerin çok geldiği bir mevsim. Çünkü, Ramazan’da umre yapmanın sevabı fazla... Peygamber Efendimiz’le umre yapmış gibi olacaklar, bir hac kadar sevap kazanacaklar diye, herkes sevaba rağbet ediyor.
Tabii ki, Suudlu kardeşlerimizin de hakkını vermek lâzım! Suud halkı da Ramazan gününde öyle bir güzel has müslümanlık hayatı sergiliyor ki, hayat tamâmen derûnî bir İslâmî yaşayışı aksettirecek manzaraya bürünüyor. Camiler tıklım tıklım dolu... Koskocaman, on misli, yirmi misli büyütülmüş mescidler doluyor, el-hamdü lillâh. Yer bulmakta insan sıkışıyor ama, dolu olmasından da memnunluk duyuyor.
Bir şeyi hatırlatayım, Türkiye’den umreye henüz gelmemiş kardeşlerime, “Hicaz sıcaktır, Mekke-i Mükerreme, Medine-i
Münevvere sıcak yerlerdir.” diye düşünmesinler! Paltolarını, boyun atkılarını, yün çoraplarını, mestlerini de yanlarına alsınlar! Bunu da onlara, şimdiden bir ikaz olarak söylüyorum. Çünkü acı acı rüzgârlar esiyor. Güneş olsa bile, buranın kışı sert, yerler soğuk, insan üşüyebilir. Harem-i Şerif’in içinde bile sarınmak gerekiyor.
Burada hoşuma giden bir kıyafet var. Bizim Anadolu’muzda da doğulu vatandaşlarımız kullanıyormuş bunu, harmânî gibi bir bir şey. Harmânîden farklı olarak kolları oluyor, içi peluşlu oluyor, kürk gibi. Bol bir kıyafet... Cübbe gibi onu büründüğü zaman, soğuktan korunuyorlar. Onu Ürdün’den filân umreciler buraya getiriyorlarmış. İçi hakîkî yün olan, dışı da deri olan çeşitleri var... Onları giyenler, oturdukları yerde büründükleri zaman, posta bürünmüş gibi oluyorlar; onlar üşümüyorlar. Umreye gelen kardeşlerimiz buranın havasının serin olduğunu bilsinler, tedbirli gelsinler, üşümesinler! Bunu da hatırlatayım!..
Bizim burada cuma kılmağa 45 dakika kadar bir zamanımız kaldı. İnşâallah Mescid-i Nebevî’de, Peygamber Efendimiz’in huzùr-u âlîsinde cuma namazı kılacağız.
Ramazan ayına yaklaşmanın heyecanını hissediyoruz. Yüreğimiz güp güp atıyor. Herkeste bir hazırlık... Ramazan-ı Şerifi iki gün sonra idrak edeceğiz. Hilâl gözlenecek, ona göre oruç tutulacak. Sanıyorum, Türkiye’mizde pazar günü oruç tutacaklar. Araplarda da pazar günü olabilir. Hilâlin durumuna göre, bakalım nasıl olacak?..
Tabii bu ay dînî bakımdan, öteki ayların hepsinden daha önemli olan bir aydır. Ümmet-i Muhammed’in ayıdır. Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde:122
رَجَبُ شَهْرُ اللهِ، وشَعْبانُ شَهْرِي، وَرَمَضانُ شَهْرُ أُمَّتِي
122 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.275, no:3276; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.114, no:210; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.374, no:3813; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.556, no:35164; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.341, no:1358; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.109, no:12682.
(أبو الفتح في أماليه عن الحسن مرسلاً)
RE. 289/2 (Recebü şehru’llàh) “Receb Allah’ın ayıdır. (Ve şa’bânü şehrî) Şa’ban benim ayımdır. (Ve ramadànü şehru ümmetî) Ramazan da ümmetimin ayıdır.” diye beyan etmiş.
Biz Ümmet-i Muhammed’in, aciz nâçiz müslümanların ayı oluyor Ramazan-ı Şerif. Çok önemli bir ay... Çünkü, Allah-u Teàlâ Hazretleri Receb ayında tevbe edenlere, oruç tutanlara, hak yola dönenlere tevbe nasib ettiğini, çoğunu afv ü mağfiret edeceğini bildiriyor. Şa’ban ayında da, Peygamber-i Zîşânımız’a salât ü selâmla vakitleri geçirmemiz gerekiyordu. Bunları zamanındaki konuşmalarımızda ikaz etmiştik size...
Kandillerden önceki konuşmalarda da, neler yapmanızı kardeşçe hatırlatmağa gayret etmiştik. Şimdi Ramazan geliyor. Bu ay çok önemli bir aydır, çok bereketli bir aydır. Burada feyizler, rahmetler, Allah’ın rahmet-i ilâhîsi deryâsı cûşa geliyor. Müslümanlar rahmete gark olacaklar, olabilirler. Allah-u Teàlâ Hazretleri rahmetine gark eder, eğer Ramazanı ihyâ ederse tabii... Ramazanın kadrini bilmeyene bir şey yok! Ramazan için çalışmak şart...
Günahların affedildiği, duaların kabul olduğu; Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kullarının ibadete sarılışını meleklerine gösterip de, “Bakın ey meleklerim, benim dünyadaki insan kullarım, yaratıklarım nasıl güzel kulluk yapıyorlar!” diye gösterip, mubâhat ettiği bir aydayız.
Bu ayın her tarafı önemli ama, özellikle son on günü fevkalâde daha büyük bir önem kazanıyor. Biz her şeyi önceden kardeşlerimize, zamanı gelmeden, tedbir alsınlar, hazırlansınlar diye hatırlattığımız için, bunu da hatırlatalım: Ramazanın son on günü, Peygamber-i Zîşânımız’ın evinden bile ayrılıp artık camide yatıp kalkmağa başladığı, ibadetini çok yaptığı bir zamandır. Bunu Türkiye’deki müslümanların çoğu bilirler ama, tabii elli altmış milyon müslüman var. Bazı müslümanlar da, dindar bir aileden gelmemişse, şu anda bizim radyomuzu dinliyorlarsa... Bir kısmı Avrupa’da olabilir, bazı bilgileri çevresi dolayısıyla duymamış, görmemiş, tanımamış olabilirler.
Ramazan’ın son on gününde Peygamber Efendimiz mescide gelir, mescide mülâzemet eder, gece gündür mescidde kalıp evine bile gitmezdi. Tam bir ibadet yoğunlaşması içinde, gecesini gündüzünü ibadete verirdi. İslâm’da bu ibadete i’tikâf deniliyor. Ramazan’ın son on gününde i’tikâfa girmek Peygamber Efendimiz’in adeti, yâni sünnet-i seniyyesi... Hem de önemli ve kuvvetli bir sünnet.
Diyelim ki bir köyde veya kasabada, hiç kimse böyle camide son on günde kalıp da, gece gündüz orada yatıp kalkıp da, böyle bir ibadeti yapmıyor. Eskiden beri alışmamışlar, işte olmuyor. Bu i’tikâf sünnetini yapmadıkları için, bütün o kasabadaki, köydeki insanların hepsi sorumlu olur. Ama bir iki tanesi yaparsa, hiç olmazsa o beldeden iki tane babayiğit çıkmış, i’tikâf yapıyor diye, ötekilerin üzerinden sorumluluk kalkar. Onun için buna sünnet-i kifâye deniliyor. Hani farz-ı kifâye gibi.
Farz-ı kifâyenin misâli ne?.. Cenaze namazı. Meselâ, müslümanlardan birisi vefat ettiği zaman, onun teçhiz ve tekfini ve defni; yâni kefenlenmesi, son hizmetlerinin yapılması,
namazının kılınması, defnedilmesi müslümanların boynuna farzdır. Farz ne demek?.. Mutlaka, behemahal yapılması gereken vazife demek. Farzdır ama farz-ı kifâyedir. Yâni yakınları, akrabaları, tanıyanlar, komşular bu vefat edenin son vazifesini yaparlarsa, bu işleri yaparlar cenazeyi gömerlerse, vazife yerine getirilmiş olduğundan, yapanlar sevap alır, yapmayanlar bu farzı işlemediler diye sorumlu olmaz. Çünkü birileri yaptı, cenaze ortada kalmadı.
Ama hiç kimse yapmazsa, bütün şehir halkı o farzı yerine getirmediği için suçlu ve sorumlu olur. Meselâ diyelim ki, İstanbul’da bu cenazeyi hiç kimse kaldırmadı. Bütün İstanbul halkına sorumluluk gelir. Neden?.. Aralarındaki bir müslüman kardeşleri vefat etti de, farz olan son vazifelerini yapmadılar diye. Birileri yapınca sorumluluk kalktığı için, buna farz-ı kifâye
deniliyor.
İ’tikâf da, sünnet-i kifâyenin bir misâli. Bir beldede birkaç abid, zâhid, mübarek insan, “Benim durumum müsait, iş durumum da elverişli.” diye camiye mülâzemet eder, camiye yastığını yatağını götürür de, son on günü orada ibadet ederse, bu vazife yerine getirilmiş olur. O beldeye Allah rahmet nazarıyla nazar eder. Hiç birisi yapmazsa, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin nazarında hepsi suçlu duruma düşer. Çünkü, o sünnet-i kifâyeyi hiç birisi yapmadı diye.
Bunu niçin şimdi Ramazan gelmeden hatırlatıyorum?.. Dairelerde olan, memur olan, işi olan kimseler, hepsi bir yerlerle konuşsunlar:
“—Ben son on günde biraz izin almak istiyorum!” diyerek izinlerini alsınlar.
Tabii birde ülkemizde camilerde böyle yatıp kalkmak müsaadeye bağlıdır. Müftülükten izin almak lâzım!
“—Müsaade eder misiniz? Ben şuyum, ismim adresim şudur. Filânca camide, sünnet olan i’tikâf yapmak istiyorum. Müsaade eder misiniz?” diye müracaat etmesi lâzım!
Neden acaba Efendimiz SAS son on günde evini ailesini, çoluk çocuğuyla beraber yatıp kalkmayı bırakıp camiye geldi?.. Çünkü, Ramazan ayı içinde bir gece var ki, Leyletü'l-Kadr, Kadir Gecesi
diyoruz. Bin aydan daha hayırlı bir gece... Tabii, son on günde olduğu ifade edilmiş. Peygamber SAS, hadis-i şeriflerinde:
“—Son on günde arayın!” buyurmuş.
Onun içindedir ama, son on günün hangi günü olduğu saklanmış, belli kılınmamış. Tek günlerde deniliyor ama, tek günler de, bir İslâm ülkesi bir gün önce başlarsa, o da karışıyor. Araplar bir gün önce başlıyor, Türkler bir gün sonra başlıyor. Bu sefer iş tek çift meselesinden de anlaşılmıyor. En iyisi i’tikâfa girmek oluyor. İ’tikâfa girip de geceleri ihyâ eden, Kadir Gecesi’ni ihyâ etmiş oluyor. Bin aydan daha hayırlı bir gece olduğu için, o geceyi ihyâ etmek çok güzel bir şey...
Ramazan ayında cehennemin kapılarını kapatıyor Allah-u Teàlâ Hazretleri... Cennetin kapılarını açıyor. Semâları beziyor. Meleklerine emirler veriyor, şeytanların da azılılarını bağlatıyor. Hadis-i şeriflerden bunları biliyoruz. Geçtiğimiz senelerin Ramazan konuşmalarında ben size bunları anlattığımı da hatırlıyorum. Belki ilk defa benim konuşmamı duyanlar olabilir, bunları bilsinler. Yâni yer gök, cennet cehennem, dünya Ramazan’a hazırlanıyor. Mânevî bakımdan bilmediğimiz büyük
avantajlar meydana geliyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri, kulları iyi müslüman olsunlar, ibadetin lezzetini duysunlar, Allah’a güzel kulluk etmenin şerefini kazansınlar, has müslümanlığı öğrensinler de, ondan sonra has müslüman olarak yaşasınlar diye, Ramazan’da çok büyük avantajlar, hazırlıklar sağlıyor. Yere göğe, maddî mânevî alemlere Ramazan’ın hazırlığı, bereketi geliyor.
c. Ramazan’da Öğrenilecek Şeyler
Tabii, insan bu hayırlardan istifade edecek. Ben bu sürecin Receb ayından başladığını, geçtiğimiz konuşmalarda sizlere arz etmiştim. Receb ayında toparlanacak, tevbe edecek; Şa’ban ayında hazırlıklarını tamamlayacak, Ramazan’a öyle girecek. Ramazan’da da gayretini arttıracak, Ramazan’ın son on gününde bir de durumu, işi müsait olur da, imkânı olur da i’tikâfa girebilirse, en yoğun ibadeti de yapacak. Ramazan gecelerini ve Kadir Gecesi’ni de ihyâ etmeğe çalışacak. Böylece İslâm’ın Allah’a ibadet denilen, güzel kulluk denilen şeklini, yaşama örneğini herkes görmüş oluyor ve yaşamış oluyor.
Ben bu durumu, İslâm’da çok önemli bir güzel özellik olarak görüyorum. Yâni, İslâm dini her müslümanı Receb ayından alıp, merdiven merdiven yükseltip... Yâni yukarıya doğru yükselten bir rampanın, Receb ayında başladığını göz önüne getiriyorum. Yukarıya doğru yüksele yüksele, mânevî hazları, bereketleri tada tada, mânevî makamı yüksele yüksele, bir basit müslüman, gàfil müslüman diyelim, yüksele yüksele, Ramazan’ın sonunda günahlardan tertemiz, melekleşmiş, meleklere bile gösterilip, “Bak ne kadar güzel insan oldu!” diye, ibret olarak gösterilecek, iftihar edilecek, öğünülecek insan haline geliyor.
Tabii, insan iyi bir insan haline geldikten sonra, tekrar kötü insan haline düşmemeli!.. İki günü müsavi olan bile, İslâm’da zararda olduğuna göre, ikinci günün mutlaka daha iyi olması istendiğine göre, ikinci günde eski güzellikleri de terk etmenin hiç olmayacağı muhakkak... Onun için, Ramazan’da orucu güzel tutup, o güzel mânevî hayatı öğrenip, eğitimini tamamlayıp, Allah’ın sevdiği àrif, sàlih, velî, mahbup, makbul, edib, zarif, kâmil kullar arasına girmek lâzım!..
“—Girdim, tamam hocam! El-hamdü lillâh bu Ramazan’da nasib oldu, bayramı da böyle hem maddî, hem mânevî bayram olarak yaptım. Bayramdan sonra ben eski hayatıma döneceğim!..” derse bir insan, olmaz!
Yâni yükseklere çıkıp çıkıp da, oradan uçuruma tepesi taklak atlamak gibi olur, böyle bu kadar güzel halleri elde ettikten sonra bırakmak... Maksad nedir?.. O güzel kemâlâtı yakaladıktan sonra, o güzel mânevî halleri tattıktan sonra, o öğrendiği güzelliklerle Allah’a güzel ibadet etmeye devam etmektir.
Onun için, Ramazan öyle bir aydır ki, Receb’le başlayan süreçte insan tamâmen en son noktaya kadar gelişiyor, iliklerine kadar imanın lezzeti nüfûz ediyor, ihlâs kalbine iyice yerleşiyor; Ramazan’ın sonunda tam, hakîkî, hàlis muhlis, muhsin bir müttakî müslüman oluyor. Artık iyiler safına giriyor, artık dünya, insanlık alemi iyi bir insan kazanmış oluyor. Bu işte İslâm’ın insanları hidayete erdirme gücüdür, terbiye gücüdür. Dünya üzerinde bu olay her yıl devam ediyor, yıllardır devam ediyor.
İşte iyi insan olanlar böyle oluyorlar. Bakıyorsunuz, hapislere düşenler, bakıyorsunuz bir ara esrar, afyon kullananlar, bakıyorsunuz bir ara meyhanelerde gezen insanlara Allah tevbe nasib ediyor da, ne güzel müslüman oluyor. Gıpta ediyor başkaları da, “Aman ne kadar güzel, ben de böyle olabilsem!” diyecek duruma gelebiliyor.
İslâm’ın bu gücü var. Avrupalıyı alıyor, Amerikalıyı alıyor, o eski hayatından sıyırıyor. Bakıyorsunuz, tertemiz bir müslüman haline gelmiş, melek gibi olmuş. Herkese böyle tesir gücü var. Nasibi olan, Allah’ın sevmediği negatif birtakım işleri yapmayan insan, bunları kazanıyor, iyi bir insan oluyor.
Onun için, Ramazan geçtiği halde Ramazan’ın feyzinden, bereketinden istifade edememek çok acı bir şey, çok kötü bir şey... “Hakîkaten öyle bir insan eşkıyadır, şakîdir.” diye Peygamber Efendimiz bildiriyor. “Hakîkaten Ramazan’ın feyzinden bereketinden istifade edememiş, mahrum kalmış bir insan, gerçekten her türlü hayırdan mahrum kalmış insandır.” diye hadis-i şeriflerde bu hususa işaret ediliyor.
Bazen bir insan, Ramazan’da ibadetleri iyi yapmazsa, Ramazan’dan sonra eski haline döndüğü takdirde, o da kazanmamış oluyor. O Ramazan’ın hayrını, bereketini tutturamamış ve elde edememiş oluyor. Hani bazı çocuklar tahsil görüyorlar da, ama okulu bitiremiyorlar, ayrılıyorlar; o durumda olabilir. Ona dikkat etmek lâzım!..
İbadetlerin güzel yapılması lâzım, özene bezene yapılması lâzım! Hakkının verilmesi lâzım!.. Namaz kıldın mı, hakkını vererek kılacaksın. Kur’an okudun mu, hakkını vererek okuyacaksın, harfleri yutmayacaksın. Namazda kıraatini yaparken, doğru düzgün, aceleye getirmeden yapacaksın. Rükûsunu, secdesini aceleye getirmeden yapacaksın... Aceleye lüzum yok! Acele olmayan bir zamanında yapsın. Acele işini bitirsin, namazı sakin bir zamanında kılsın. Her ibadetin böyle güzel yapılması lâzım, özenilerek yapılması lâzım! Çünkü Allah’a ibadettir, sıradan bir şey değildir. Çok şereflidir, mü’minin mi’racıdır. Allah görüyor ve Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne her şeyin en güzelini arz etmeğe, kulluğun da en güzelini yapmağa çalışması lâzım bir insanın...
Bu tabii oruç için de bahis konusudur. Orucu sadece yemekten, içmekten, cinsî münasebetlerini durdurmaktan ibaret görmemek lâzımdır. Oruç bir irade eğitimidir, çok muazzam bir irade eğitimidir. Oruç tutan bir insanın yalan söylememesi lâzım, yalan şahitlik yapmaması lâzım! Ağzını, dilini, çenesini tutması lâzım! Kötü şeyleri söylememesi lâzım, kızmaması lâzım! Ağzından kırıcı kötü söz, küfür vs. çıkmaması lâzım!.. Gözüyle harama bakmaması lâzım! Ayağıyla günah yerlere adım atmaması lâzım! Elini harama uzatmaması lâzım! Kalbini temiz tutması lâzım!.. Bunların hepsi orucun parçasıdır. Oruç bir bütündür. Oruç insanın her türlü kötülükten kendisini çekmesi demektir.
Hattâ şöyle söyleyelim: Su helâl bir maddedir, yemek de helâl bir maddedir. Evli bir insan için ailevî münasebetler de helâldir. Bu helâlleri bile Allah yapmamayı emrediyor Ramazan’da... “Yapmayın! Helâl ama yapmamayı öğrenin, kendinizi tutmayı öğrenin!” diyor.
Suyu insan çok ister, içmediği zaman çok susar, kıvranır. Yemeği yemediği zaman çok acıkır, karnı zil çalar, acır, bir şey yemek ister. Neredeyse ağaçların kabuklarını kemirecek hale gelir aç kalan bir insan... Kuvvetli duygu bunlar. Evlilik duygusu da kuvvetli bir duygu... “Bu kuvvetli duygulara, belli bir zaman sabret ey kulum!” diyerek, insanın nefsine hakim olmasını öğretmeyi amaçlıyor İslâm dini.
Binâen aleyh, oruç tutarken insanın nefsine her yönden hàkim olması lâzım! Sadece yemek içmek gibi helâl şeyleri yapmamak tarzında değil de, bir de öteki alışkanlıkları terk etmeli!.. Bana meselâ, mektupla, kâğıt göndererek, telefonla soruyor bazı kimseler:
“—Hocam, biliyorum günahı, harama bakmamak gerekir ama, kendimi tutamıyorum!” diyor.
O kendini tutamama zaafiyetini izale etmek içindir oruç. Yâni kendini tutmayı öğrenecek insan, günahlardan kesilmeyi öğrenecek.
Onun için, orucun bu tarzda tutulması lâzım gelir. Bu tarzda tutulmazsa, Allah kabul etmez. Namaz da huşû ile kılınmazsa, kendisini insan namaza tam vermezse, Allah kabul etmez. Hac ve umre de huşû ile yapılmazsa, Allah kabul etmez. Yâni isyan
etmeden, günaha dalmadan, haram şeyleri yapmadan başarılması lâzım hac seyahatinin... Arkadaşları ile kavga ederse, haramları işlerse, günahlara dalarsa, o zaman haccı da havaya gider. Masrafları da boşa gider. O da kabul olmaz.
Zekâtı da karşı tarafı üzerek, kalbini kırarak, başa kakarak, minnet ederek, minneti altında fakiri ezerek verirse, onun da sevabı iptal olur.
Demek ki, ibadetlerin kabulü için güzel yapılması, güzel duygularla yapılması lâzım! Edîbâne, edebli olarak yapılması lâzım! Zarifçe yapılması lâzım! Sessizce, güzelce yapılması lâzım!.. Büyüklerimiz bunun misallerini göstermişler. Peygamber-i Zîşânımız, sahabe-i kirâm; rıdvânu’llàhi teàlâ aleyhim ecmaîn... Bunlar hayatlarında zarâfetin, edebin, ahlâkın en güzel nümûnelerini bizlere sunmuşlar. Onların hayatlarını da okumamız, onların güzel davranışlarını da bir ders olarak almamız lâzım!..
Abdullah ibn-i Ömer RA’ın meselâ hareketleri... Meselâ, Ebû Hüreyre RA’ın hareketleri... Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’in, Hazret-i Ömer Efendimiz’in hareketleri... Hayatında neler yaptıkları, nasıl davrandıkları, olayların karşısında takındıkları tavırlar... Bunların hepsi önemli! İşte bunlardan da ders almak lâzım!..
Ders sadece lisan dersi değil, sadece Arapça öğrenmek meselesi değil, sadece bilgileri öğrenmek değil; ahlâk ve edeb de öğrenilir. Zaten insan ahlâkı, edebi öğrenmeden sadece bilgi deposu haline gelirse, insanlığa faydalı da olmuyor. Meselâ, çok bilgili bir gangster olursa, çok zararlı oluyor. Bilgili ama gangster, haydut, mafia, kötü insan... O bilgisini kötü işlerde kullanıyor.
Onun için, edebi de öğrenecek, takvâyı da öğrenecek, makàm-ı ihsâna da ulaşmağa çalışacak... Allah’ın kendisini gördüğünü, her işinin Allah tarafından görüldüğünü, her sözünün Allah tarafından duyulduğunu bilerek, Allah’ın her yerde hàzır ve nâzır olduğunu bilerek, Allah’ın huzurunda edebe riayet edecek.
Edeb mea’llàh var, Allah’a karşı kulluk edebi var; edeb mea’r- rasûl var, Rasûlüllah’a karşı edeb var... Edeb mea’ş-şeyh var, edeb mea’l-ihvân var, edeb mea’l-ebeveyn var... Ana babaya edeb,
hocasına karşı edeb... Yemenin âdâbı, karı kocanın birbirine karşı âdâbı... vs.
الطُّرُوقُ كُلُّهَا آدَابٌ
(Et-turûku küllühâ âdâbün) “Tarikatların hepsi, bu edebleri öğreten edeb mektepleridir.” Edeb olmadığı zaman, bir işte hayır, bereket olmaz. Edebe çok riayet etmek lâzım!.. Her şeyin âdâbına riayet etmemiz lâzım!..
Âdâb ne demek?.. Bir şeyin hatasız, mükemmel olmasını sağlayan incelikler demek. İnceliklere dikkat etmeyen, kaba saba hareket edenler, güzel ibadetleri bile inceliklerine riayet etmedikleri zaman başaramazlar. Namaz kılar, kabul olmaz; oruç tutar, kabul olmaz; umre yapar, kabul olmaz; zekât verir, kabul olmaz... Hiç bir şeyi kabul olmaz. Neden?.. Kaba saba adam, Allah kabul etmiyor, “İstemiyorum senin bu ibadetini, sevmedim, beğenmedim. Güzel yapmadın!” der, sınıfta kalıverir insan, okuldan kovuluverir. Allah öyle etmesin...
Sevgili kardeşlerim, oruçlarınızı çok güzel tutun!.. Bedeninize de oruç tutturun, ruhunuza da oruç tutturun! Gözünüze de oruç tutturun, midenize de oruç tutturun, kulağınıza da oruç tutturun!.. Yâni, hiç birisi kötülük yapmasın, hiç birisi günah işlemesin... Hiç bir âzânızla günaha uğramayın, takvayı öğrenin!
Oruç, günahlardan, haramlardan sakınmayı, Allah’tan sakınarak cehenneme düşmemeye dikkat edecek şekilde yaşamayı sağlayacak bir ibadettir. Orucu emreden ayet,i kerimede, (Lealleküm tettekùn) “Ta ki takvâyı öğrenesiniz, takvâ ehli olasınız, müttakî bir kul olasınız.” buyruluyor. Orucu böyle güzel tutarsanız, Ramazan ayı hayırlı, başarılı geçmiş olur. Sınıfı geçmiş, diploma almış olursunuz, beş yıldız kazanmış olursunuz. İyi müslüman olmuş olursunuz.
Ramazan’ı böylece tutmanızı temenni ederim. Allah-u Teàlâ Hazretleri Ramazan ayını sizler, bizler ve bütün Ümmet-i Muhammed kardeşlerimiz ve bütün alem-i İslâm için hayırlı ve mübarek eylesin... Sevgili dinleyiciler, oruçlarınızı bu güzel kàidelere riayet ederek, âdâbıyla, ahlâkıyla, erkânıyla güzelce
tutun!.. Ramazanı güzel ihyâ edin, gecelerini ihyâ edin!.. Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılın, Kur’an’ı çok okuyun, mânâsını takib edin!.. Kur’an-ı Kerim ayıdır Ramazan aynı zamanda...
Ramazan tasavvuf ayıdır, zikr ü tesbihi çok yapın!.. Kur’an’ı çok okuyun, zikri çok yapın! Yolda yürürken, işinize giderken, gelirken eliniz tesbihli, diliniz dualı olsun...
Hayrı hasenâtı çok yapın! Fakirleri sevindirmeğe çalışın, gönüllerini alın!.. Onları yemeklerinize davet edin, dostları arkadaşları çağırdığınız gibi, sofranızda fukara da bulunsun... Böylece hayır yaparak, ziyafet vererek, sadaka vererek, zikir yaparak, Kur’an okuyarak, geceleri ihyâ ederek, teheccüd namazları kılarak, güzel sabırlar ederek; Allah sabredenlerle beraberdir diyerek, oruca sabredip, günahları işlememeğe sabredip, Allah’ın sizinle beraber olduğunun lezzetini duya duya, tatlı, güzel bir Ramazan geçirin...
Allah-u Teàlâ Hazretleri’nden can ü gönülden dilerim ki, hepiniz Kadir Gecesi’ni güzelce, Allah’ın razı olduğu, kabul ettiği şekilde ihyâ edenlerden olun... Kadir Gecesi’ne isabet edin, Kadir Gecesini ihyâ edin, Kadir Gecesinde makbul ibadetler yapın...
Allah-u Teàlâ Hazretleri sizleri ve bizleri ve sevdiklerimizi; yakınlarımız var, çocuklarımız var, babalarımız, akrabamız var, arkadaşlarımız, dostlarımız var, gönül bağladığımız insanlar var... Sevdiklerimizle beraber sevgili kardeşlerim, hem dünyada, hem ahirette mes’ud ve bahtiyar eylesin... Cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin... Cennetiyle cemâliyle müşerref olmamıza bu Ramazanımızı vesile eylesin...
Bu Ramazan, gafleti bıraktığımız, Allah’ın has kulları, muhsin kulları, müttakî kulları arasına girdiğimiz, ömrümüzde tarihî bir dönüm zamanı olsun, dönüm ayı olsun, dönüm yılı olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin cümlenizi...
Hepinize tebriklerimi sunuyorum. Hepinizden dualar bekliyorum... Tabii, hepinize dualar etmeyi de düşünüyorum.
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû, aziz ve muhterem Akra dinleyicileri!..
19. 01. 1996 – Medine