36. RAMAZAN'IN FAZİLETLERİ

37. SABIR, ŞÜKÜR VE TEVÂZU



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàh!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!

Seher vaktiniz, sahurunuz hayırlı ve mübarek olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri şu çok güzel, çok bereketli Ramazan ayının hayrından, feyzinden, ikramlarından cümlenizi a’zamî derecede istifade edenlerden eylesin...

Allah’a hamd olsun ki müslümanız ve İslâm’dan daha büyük bir nimet olamaz. Çünkü İslâm insanlara hem ahirette, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rızasına erdirerek cennetin sonsuz nimetlerini kazandırıyor, gözlerin görmediği, kulakların

işitmediği, kimsenin hatırında tahayyül etmesi bile imkânsız olan sonsuz nimetlere erdiriyor; hem de dünyasını tanzim ediyor, dünya saadetini sağlayacak güzel, kıymetli prensipler ihtivâ ediyor. Onun için en büyük nimet olan İslâm nimetine ve Allah’ın üzerimize saçtığı sonsuz nimetlerine hamd ü senâlar olsun...

Bu arada tabii, bu güzel radyo hizmetini Ramazan’da sizin hizmetinize sunmuş, sunmayı başarmış olan Ankaralı kardeşlerime de candan tebriklerimi ve en iyi dileklerimi, teşekkürlerimi arz ediyorum.


a. Sabrın Önemi


Allah-u Teàlâ Hazretleri bir hadis-i kudsîde buyurmuşlar ki, sevgili dinleyiciler:


يَا ابْنَ آدَمُ، اصْبِرْ وَتَوَاضَعْ أَرفَعْكَ، وَاشْكُرْنِي أَزِدْكَ، وَاسْتَغْفِرْنِي


أَغْفِرْ لَكَ، وَصِلْ رَحِمَكَ أَزِدْ عُمْرَكَ.


(Ye’bne âdem, ısbir ve tevâda’ erfa’ke, ve’şkürnî ezidke, ve’stağfirnî ağfir leke, ve sıl rahimeke ezid umrek.)

Bunların izahını kısaca yapmak istiyorum, bu güzel mübarek vakitte:

604

(Ye’bne âdem) “Ey Ademoğlu!” diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri, hepimize hitab ediyor: (Isbir) “Sabret, (ve tevâda’) ve tevâzu göster; (erfa’ke) ben de o zaman seni yücelteyim, yüceltirim.”

Muhterem dinleyiciler! Biliyorsunuz birtakım huylar, birtakım ahlâk, birtakım davranış şekilleri, düşünüş şekilleri, içimizdeki duygular... Bunlar da eğitim ister, bunların da bir eğitimi vardır ve bir eğitimle gelişir ve değişir. Onun için, Allah-u Teàlâ Hazretleri bize yine bizim faydamız için, yine bizim saadetimiz için, iki cihanda mutlu olmamız için emirler buyurmuştur. Bütün bu emirlerin îfasından sonra, yapılmasından sonra ortaya çıkacak hayırlar yine bizim içindir, bizim hayrımızadır, bizi mutlu edecektir.

Onun için, İslâm’ın bütün emirleri birer ilaç gibidir, birer emsalsiz şifa kaynağı, deva membaı demektir. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin emirlerini biz ibadet olarak yapıyoruz, sadece Allah rızası için yapıyoruz, başka bir şey düşünmüyoruz. İbadeti ibadet olarak yapıyoruz, Allah’a itaat etmek istediğimiz için, onun emrini tutmaktan mutluluk hasıl olacağı için yapıyoruz ama, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin emirlerinin hepsinden çıkacak hayırlar da, bizim dünya ve ahiret saadetimizi sağlıyor.

İslâm’ın bir güzel tarafı, sonsuz güzelliklerinden bir güzelliği de şudur ki, İslâm hiç bir emri havada bir kuru emir olarak söylememiştir. O emrin insana uygulatılabilmesi için, insanın o emri yapabilmesi ve yaşayabilmesi için, en basit insanların dahi kolaylıkla uygulayacağı pratik birtakım hareketler hazırlamıştır. Onlar yapılır, sonucunda o emir uygulanmış olur.


Misalle açıklayayım bu duygumu… Meselâ,

“—Hemcinsine, senin gibi olan kardeşlerine, insanlara iyilik et!” diye, Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi dinimizde iyiliklere teşvik ediyor.

Ama bu iyiliğin nasıl yapılacağı hakkında, insan tabii tereddüde düşebilir. Her insan bir başka şey düşünebilir, bir başka şey yapabilir. Bunun ölçüsünü getiriyor, şeklini getiriyor dinimizin emirleri. Diyor ki:

“—Kazancından para ise, en aşağı kırkta birini zekât olarak

ver!”

605

Zekât tabii hayrın asgarî ölçüsüdür. Yukarıya doğru, âzamîsine doğru hudut kişinin mürüvvetine kalmıştır. Hani bizim Anadolu’muzda güzel bir söz vardır, Anadolu’da söylerler bunu birbirlerine:

“—Ağanın eli tutulmaz!”

Yâni, “Sen yapma, bırak ben yapayım!” denmez. Ağadır, tabii istediği kadar ikramda, cömertlikte bulunacak demektir. Hayrın ve iyilik yapmanın, ihsânda, bağışta, ikrâmda bulunmanın da hududu yoktur. İnsan yukarıya doğru, üst derecesine doğru, yapabildiği kadar yapabilir. Ama alt derecesi, zekâtını vermesi lâzım bir zenginin!..


Tamam, “Herkese iyilik yap, malından yardım et!” diyor dinimiz ama, bunun şeklini de koymuş. Yâni, herkesin uygulayacağı bir şekli beyân etmiş: “—Para ise, altınsa, gümüşse; bunun kırkta birini ver!” diyor.

“—Şu kadar koyunun varsa, o koyundan şu kadar ver! Şu kadar deven varsa, şu kadar deve için şu kadar koyun; bu kadar deve için şu kadar deve yavrusu... “diye birtakım müşahhas, elle tutulur, anlaşılır tavsiyelerde bulunuyor.

Yönetim için, yönetim ve işletme prensiplerindendir bu. Yâni, bir sözü söylediğiniz zaman, altınızdaki, aşağıdaki, emrinizdeki insanlara, onun nasıl uygulanacağını da düşünmeniz ve uygulanacak şekilde söylemeniz lâzım! İşte İslâm bunları yapıyor.


Tabii, iyi insan olması lâzım insanın, güzel ahlâkı kazanması lâzım! Bu güzel ahlâkı kazanmak da, “Güzel ahlâklı ol!” demekle olmuyor. Bal, bal demekle insanın ağzı tatlanmıyor. Fiilî birtakım hareketler yapması lâzım!..

İşte bu içinde yaşadığımız şu güzel ay, Ramazan Ayı o kadar muazzam bir takım hikmetleri ihtivâ ediyor ki, insan derinden incelediği zaman görüyor. İnsan her seferinde İslâm’a daha dikkatli baktığı zaman, daha güzel detay görüyor, daha başka hikmetler görüyor ve bir başka yönden bir kere daha aşık oluyor, aşkı artıyor.

Evet, şimdi Allah-u Teàlâ Hazretleri:

“—Ey Ademoğlu!” buyurmuş biz kullarına; “Sabret ve tevâzu göster, ben de seni yükselteyim.” buyurmuş.

606

Sabrı nasıl yapacağız?.. Bu bir emirdir, ahlâki emirdir. Sabırlı olmak çok önemlidir ve hayatta başarı için de bu lazımdır. Öğrenci derslerine sabredecek, çalışacak, başarı kazanacak. İş yapan insan işi yaparken ter dökecek, sabredecek ve sonunda işinin sonucunu alacak, üretim ortaya çıkacak. Hani,

“—Sabırla koruk helva olur.” deniliyor.

Tabii koruk üzüm olacak, sıkılacak, pekmez olacak... O pekmezden çeşitli tatlılar yapılacak, helva olacak, karşımıza

gelecek. Tabii, bir sabır işi... Sonra, çeşitli ibadetlere de insanın tabii sabretmesi lâzım geliyor.


İşte bu sabrın nasıl olacağını şaşırsa bir insan, düşünse, hayrette kalsa... Hani talebeye imtihanda hocası,

“—Bildiğin yeri anlat!” deyince, zor gelir. “—Hocam siz sorun!” der.

Çünkü hakikaten, hangisini anlatması gerektiğinde, bu sefer kendisinde çeşitli ihtimallerin zihnine hücumundan dolayı şaşkınlık meydana geldiği için, ne yapacağını şaşırır.

“—Evet, sabredeceğiz ama neye sabredeceğiz, nasıl sabredeceğiz?” desek, Allah-u Teàlâ Hazretleri bizim dinimizde bunun da formunu koymuş:

“—Ramazan ayında, gündüz, çok arzu edilen ve vücuda çok gerekli olan şeyleri yapma, sabret!.. İşte su içme, yemek yeme, diğer arzularını firenle!” diye, bize sabrı fiilen öğretiyor.

Yâni, biz bir ay sabır tâlimi yapıyoruz ve sabır çok önemli bir duygu ve ahlâk. Peygamber SAS Efendimiz:173


َاْلإِيمَانُ نِصْفَانِ: فَنِصْفٌ فِي الصَّبْرِ، ونِصْفٌ فِي الشُّكْرِ (هب .والديلمي عن أنس)



173 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.123, no:9715; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.127, no:159; Harâitî, Fadîletü’ş-Şükr, c.I, s.39, no:18; Cürcânî, Târih-i Cürcân, c.I, s.410, no:712; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.111, no:378; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.26, no:61; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.64, no:10261; RE. 193/8.

607

RE. 193/8 (El-îmânü nısfâni) “İman iki kısımdır, yarı yarıya iki yarımdan meydana gelir, iki yarımdır: (Nısfun fi’s-sabr) Yarısı sabırdadır. (Ve nısfun fi’ş-şükür) Yarısı da şükürdedir.” buyurmuş.

Onun için, bu güzel vasfı, sabırlı olmak vasfını kazanabilmek, ağır başlı, engin, iradeli, sebatlı böyle bir insan olabilmek için; yâni başarının en önemli şartlarından birisi olan bu güzel ahlâkı

kazanmak için, bir eğitim görmüş oluyoruz. Bir aylık eğitim... Hem de her sene bu eğitim tekrarlanıyor. Ve müslüman yaşlandıkça, kemâlâtı böylece ortaya çıkmaya başlıyor. Çünkü dinin emirlerini tutuyor.


b. Tevâzu Göstermenin Faydası


Sonra, tevâzu göstermeyi de tavsiye etmiş. Tevazu gösterince yükseleceğini bildiriyor bir insanın:


اِصْبِرْ وَتَوَاضَعْ أَرفَعْكَ،


(Isbir ve tevâda’ erfa’ke) “Sen sabır gösterir, tevâzu edersen; ben seni yükseltirim.” diye vaad ediyor.

Hakikaten, bir insan tevazu gösterdiği zaman, hani alçak gönüllü olduğu zaman, “Acaba bir şeyler kayıp mı ediyor?” diye düşünebiliriz. Ama öyle olmuyor. Öteki insanlar, onun o tevazu göstermesinden dolayı rahatlıyorlar, ona karşı duyguları yumuşuyor ve sevgileri artıyor. Netice itibariyle, bu tevâzu göstermesi onda kayıp meydana getirmiyor, çevrenin sevgisini kazanıyor; toplum düzene giriyor, insanlar muhabbetli oluyor ve sonunda o yükseliyor.

Tabii, bu maddî tarafı işin... Mânevî yönden de, insan kibir göstermeyip başkalarına tepeden bakmadığı için, bütün davranışlarına bu gizliden gizliye tesir ettiğinden, iyi bir şey yapmış oluyor ve Allah-u Teàlâ Hazretleri, ondan dolayı da ayrıca manevî mükâfatlar veriyor.

Evet, bu güzel ayda, bu güzel sıfatları yâni sabretmeyi ve tevazu göstermeyi biz de edinelim. Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi

608

de maddeten, mânen, bedenen, sıhhaten yükseltsin, büyük sevaplar ihsân eylesin...


c. Şükür


Sonra buyurmuş ki hadis-i kudsînin devamında:


وَاشْكُرْنِي أَزِدْكَ،


(Ve’şkürnî ezidke) “Bana şükret, ben arttırırım.”

Evet, bu bir ilâhi kanundur. Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyimizi veriyor bize. Ömrümüz ondan, sıhhatimiz ondan, hayatımız ondan... Verdiği evlat, mal, mülk, zenginlik ondan... Yâni o ihsân ediyor her şeyi.

O halde, biz de ona şükredersek, yâni bunların Allah’tan geldiğini bilir ve ona teşekkür duyguları dolu olursak, minnet duyguları dolu olursak; Allah-u Teàlâ Hazretleri Müsebbibü’l- esbâb olarak, esbâbını ihsân eder, esbâbını ihyâ eder, hazırlar, ihzar eder ve çeşitli yönlerden bize nimetler gelir ve artar. Bu artmak, her yönden Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin va’didir. Ve hakikaten insan, şükrettiği zaman bunu görüyor.


d. İstiğfar


وَاسْتَغْفِرْنِي أَغْفِرْ لَكَ،


(Ve’stağfirnî ağfir leke) “Benden mağfiret iste ey Âdemoğlu, ben de seni mağfiret edeyim.” buyuruyor.

Sevgili dinleyiciler! Peygamber SAS Efendimiz Ramazan ayını anlattığı bir hutbesinde, Şa’ban ayının son gününde minbere çıkmış, hutbe îrad eylemiş, orada hutbenin sonunda buyurmuş ki:

“—Bu ayda dört şeyi yapın: Bir: Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh’ı çok söyleyin. Yâni, Allah’ın birliğini îfade eden kelime-i tevhidi veya kelime-i şehadeti çok söyleyin!”

Lâ ilàhe illa’llàh... Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh... Allah’ın varlığını bildiren, “Yâ Rabbi senden başka ilâh yok, ben ancak

609

sana ibadet ediyorum!” diye son derece asil, son derece yüce, eşsiz, emsâlsiz en güzel inanç tabii... Bunu Ramazan’da çok söylemeyi tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz.

“—Kelime-i şehadetin yanı sıra, bir de istiğfarı, yâni Allah’tan mağfiret istemeyi çok yapın!” diye tavsiye buyuruyor. Bunları ziyadeleştirin diyor.

Burada da hadis-i kudsîde: “—Bana istiğfar eyleyin, yâni benden mağfiret taleb edin, ben de sizi afv u mağfiret edeyim!” buyuruyor.


Sevgili dinleyiciler!

Ekremü’l-ekremîn olan Mevlâmız, kul ne isterse veriyor. Demek ki, kulun içindeki şiddetli arzular, dualar, istekler sonunda Allah tarafından kendisine ihsân ediliyor. Kanun-u ilâhîsi böyle... Onun için, biz kendimizin affolunmasını, kusurlarımızın bağışlanmasını istemekte dikkatli olmalıyız ve ısrarlı olmalıyız, devamlı olmalıyız.

Onun için tasavvufta,

“—Her gün, hiç olmazsa yüz defa istiğfar eyleyin, Allah’tan mağfiret isteyin!” diye bir vazife veriliyor.

Herkes tabii bunu tekrar ede ede, kendisinde bir alışkanlık haline geliyor. Ve tabii böylece, Allah’ın rahmetine ermesinin kapısı, yolu önüne açılmış oluyor.


e. Sıla-i Rahim


Sonra, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:


وَصِلْ رَحِمَكَ أَزِدْ عُمْرَكَ .


(Ve sıl rahimeke ezid umrek) “Yakınlarına bağlantını sağlamlaştır, alâkanı devam ettir; ömrünü arttırayım.”

Tabii bu rahim dediğimiz şey, akraba demek. Yâni insanın doğum dolayısıyla çeşitli kimselerle olan yakınlıkları var; teyzelik, halalık, amcalık, dayılık, çeşitli şekillerde... Tabii, bu insanlar bizim yakınlarımızdır, akrabamızdır. Bunlarla ilişkimizi devam ettirmeyi, akrabalık bağlarının iyi sürdürülmesini Allah-u Teàlâ

610

Hazretleri emrediyor. Ve bunun sonunda mânevî mükâfat olarak ömrün arttırılacağını vaad ediyor hadis-i kudsîde Allah-u Teàlâ

Hazretleri, Rabbimiz, alemlerin Rabbi Mevlâmız.

Onun için, bu kadar cümleyle bu hadis sohbetimi tamamlamak istiyorum. Bu hadis-i şerifte bildirilen şeylere devam edelim! Rabbimizin tavsiyesi, emri, bizlerden istediği şeyler; bunları yapınca hangi mükâfâtları alacağımızı da öğrenmiş oluyoruz.


Sabredelim; işte oruçla yemeğe sabrediyoruz, karşılaşacağımız çeşitli davranışlara sabrediyoruz, tevâzu gösteriyoruz. Bunun mükâfâtı yücelmek, rif’at; yâni, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bizi daha yüksek makamlara çıkarması; dünyevî ve ilâhî, mânevî bakımdan...

Allah’ın bize verdiklerine şükredeceğiz, Allah-u Teàlâ Hazretleri verdiklerini arttıracak. Onun mükâfâtı da o, şükredince nimetler artacak.

Allah’tan mağfiret isteyeceğiz; “—Bizi affet Allah’ım, günahlarımızı mağfiret eyle!” diyeceğiz; Allah bizleri bağışlayacak.

Biliyorsunuz, Ramazan Ayı özellikle mağfiret ayıdır:174


أَوَّلُهُ رَحْمَةٌ، وَأَوْسَطُهُ مَغْفِرَةٌ، وَآخِرُهُ عِتْقٌ مِنَ النَّارِ (خز. هب. عن سلمان)


(Evvelühû rahmetün, ve evsatuhû mağfiretün, ve âhiruhû ıtkun mine’n-nâr) “Ramazan'ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azadlıktır, kurtulmaktır.” diyor Peygamber Efendimiz. Tevbe ve istiğfar edeceğiz ki, Allah bizi mükâfât olarak mağfiret eyleyecek.




174 İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.191, no:1887; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.305, no:3608; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.I, s.412, no:321; Selmân-ı Fârisî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.757, no:23714 ve s.961, no:24276.

611

Akrabamızı da gözeteceğiz. Onlara hem ziyaretler suretiyle, gönlünü almak suretiyle, akrabalık bağlarında vazifemizi göstereceğiz, güzel yapacağız; hem de mâlî durumdan sıkıntıları varsa, tabii maddî mânevî sıkıntılarına da destek olacağız, yardımlarda bulunacağız.

Hattâ biliyorsunuz, bu ay biraz da zekâtların verildiği aydır. Çünkü bu ayda yapılan bütün hayırları, Allah-u Teàlâ Hazretleri yetmiş kat mükâfâtlandırıyor. Zekât verilirken de, önce akrabadan başlamak adeti vardır. Akrabamıza da iyiliklerimizi yapacağız, hayırlarımızı vereceğiz. Allah-u Teàlâ Hazretleri ömrümüzü ziyade eyleyecek.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, kendisine mutî kullarından olmayı cümlemize nasîb eylesin... Mükâfâtlara, ilâhî ikramlara ermeyi nasîb eylesin... Dünyanız ve ahiretiniz mâmur olsun... İki cihan saadetine Mevlâmız sizleri, bizleri erdirsin, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..


15. 02. 1995 – Ankara

(Sahur Sohbeti)

612
38. RAMAZAN’IN SON GÜNLERİ