23. MÜ’MİNİN VASIFLARI

24. MA’RİFETULLAH, ALLAH’I BİLMEK



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..

Allah’ın rahmeti ve bereketi, ihsânâtı ve ikrâmâtı dünyada ve ahirette üzerinize olsun sevgili Akra dinleyicileri!

Biliyorsunuz ma’rifetullah diye bir konu var. Ma’rifetullah var, muhabbetullah var. Ma’rifetullah Allah’ı bilmek demek. Ama sadece teorik bir bilgi değil. Allah’a kavuşup bilmek, Allah’a ermek mânâsına kıymetli bir mertebe ma’rifetullah... Ma’rifetullaha ermiş olan insanlara àrif kimseler diyoruz. Daha uzunca bir tabirle el-àrifu bi’llâh, Allah’ı bilen kimseler, Allah’a ma’rifeti olan kimseler diyoruz. Bu ma’rifetullah’a irfan da deniliyor. Ma’rifetullah sahibi insanlara da, ehl-i irfan deniliyor. Ehl-i ilim, çeşitli bilgileri bilen kimseler; ama ehl-i irfan, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni bilen insanlar...


a. Allah’ı Bilmek En Efdal İbadettir


Ma’rifetullah çok yüksek bir vasıf... Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerinde işaret edilmiş, çok kıymetli bir varlığı insanın. Onun için, Enes RA’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:134


أَفْضَلُ الْعَمَلِ الْعِلْمُ بِاللهِ، قَلِيلُ الْعَمَلِ يَنْفَعُ مَعَ الْعِلْمِ، وَكَثِيرُ الْعَمَلِ


لاَ يَنْفَعُ مَعَ الجَهْلِ (الديلمي عن مؤمل، والثقفي عن أنس)


RE. 77/10 (Efdalü’l-amel, el-ilmü bi’llâh) “Amellerin, işlerin, fiillerin, ibadetlerin, hayrât ü hasenatın hepsi sevaplı. Ama onların en üstünü, en faziletlisi (el-ilmü bi’llâh) Allah’ı bilmektir.” Yâni bizim ma’rifetullah dediğimiz, Allah hakkındaki imanının,



134 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.323, no:28940; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.820, no:1827; Câmiü’l-Ehàdîs, c.V, s.236, no:4050.

397

tanışıklığının, erginliğinin, ermişliğinin, ona kavuşmuş olmanın, vuslatın hasıl olması, (el-ilmü bi’llâh) çok kıymetli.

(Kalîlü’l-amel yenfau mea’l-ilm) “Böyle bir ilimle, az bir amel bile insana çok sevaplar kazandırır. Ahirette yüksek mertebelere çıkmağa onu götürür.” Amma bunun aksi: (Ve kesîrü’l-amel lâ yenfau mea’l-cehl) “Bu bilgi olmadan, cahillikle yapılan çok ibadetler, ameller insana fayda vermeyebilir, vermez.”


Demek ki amellerin, ibadetlerin, sevabını arttıran husus da ma’rifetullah... Yâni Allah’ı bilerek, ona yakınlık hasıl etmiş olarak yapılan ibadetlerin kıymeti çok oluyor. Cahillikle yapılan ibadetler, tabii netice itibariyle kusurlu olmuş oluyor. Bir tarafında bir eksikliği vardır. Ondan dolayı kıymeti olmaz. Zaten imanla ilgili başka hadis-i şerifleri, daha önceki sohbetlerimde söz arasında söylemiştim:135


أَفْضَلُ اْلإِيمَانِ، أنْ تَعْلَمَ أَنَّ اللهَ مَعَكَ حَيْثُمَا كُنْتَ (طب. حل. عن عبادة بن الصامت)


RE. 76/9 (Efdalü’l -îmân ) “İmanın en yüksek derecesi, (en ta’leme enne’llàhe meake haysü mâ künte) nerede olursan ol,

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin seninle beraber olduğunu bilmendir.” buyruluyor. Yâni, Allah’ın orada hàzır ve nâzır olduğunu bilmesi.

Hàzır ve nâzır olmak diye söylemiş büyüklerimiz. Hàzır olmak, yâni meahû, yanında olması. Nâzır olmak ne demek?.. Yâni görüyor olmak. Allah görüyor. Kullar Allah’ı görmese bile Allah kulunu görüyor. Görmese bile kullar, Allah’ın kendisini gördüğünü bilerek, davranışlarına çeki düzen verecek. “Allah beni görüyor, Allah hàzır ve nâzır...” diyerek iyi kulluk edecek. Edepli



135 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.336, no:8796; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.305, no:535; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.124; Ubâde ibn- i Sàmit RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.225, no:204; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.37, no:66; Câmiü’l- Ehàdîs, c.V, s.194, no:3971.

398

kulluk edecek. Saygısını, sevgisini, davranışlarını, huzurda olan bir insanın saygısı ve davranışı haline getirecek.


b. Ma’rifetullahın Alâmetleri


Şimdi bugün bahis konusu etmek istediğim hadis-i şerifte, ma’rifetullahla ilgili bir açıklama var. Onu dinleyicilerime nakletmek istedim. İbn-i Abbas RA ve Ebû Hüreyre RA’dan Deylemî rivâyet etmiş bu hadis-i şerifi. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:136


قَالَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ : عَلاَمَةُ مَعْرِفَتِي فِي قـُلُوبِ عِبَادِي : حُسْنُ


مَوْقـِعِ قَدْرِي، َأنْ لاَ أُشــْتَكٰى، وَأَنْ لاَ اُسْـتَبْطَأَ، وَأَنْ لاَ أُسْتَخْفٰى (الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 330/2 (Kale’llàhu azze ve celle) “Aziz ve Celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurdu ki...” diyor Peygamber Efendimiz. Tabii Allah’ın buyurduğunu Peygamber Efendimiz kendisinin Allah’a olan yakınlığı, peygamberliği dolayısıyla, Habîbullah ve Rasûlüllah olması dolayısıyla Allah’ın ona bildirmesiyle, söylemesiyle biliyor. Allah’ın böyle buyurduğunu bize naklediyor. O zaman bu çeşit hadis-i şeriflere biz, hadîs-i kudsî diyoruz. Yâni mânâsı Allah-u Teàlâ Hazretleri tarafından Peygamber SAS Efendimiz’e bildirilmiş oluyor; sözlerini Peygamber Efendimiz bize nakletmiş oluyor. O bakımdan çok kıymetlidir hadis-i kudsîler.

Bu hadis-i kudsîde Azîz ve Celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri ne buyurmuş:

(Alâmetü ma’rifetî fî kulûbi ibâdî: Hüsnü mevkıi kadrî, en lâ üştekâ, ve en lâ üstebtea, ve en lâ üstehfâ.) Dört şey sayıyor hadis-i şerifte. Konu ma’rifetullahla ilgili. Azîz ve Celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:



136 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.215, no:606; Münâvî, Ehàdîsü’l-Kudsiyye, c.I, s.54, no:117; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.61, no:14980.

399

“Benim kullarımın gönüllerinde benim ma’rifetullahım var mı,

yok mu?.. Var olduğunun alâmeti şu dört şeydir.” diye, dört hususu sıralamış. Eğer kulun gönlü ma’rifetullaha ermişse, ma’rifetullahı kavramışsa, ma’rifetullah doluysa, aşkullah, muhabbetullah doluysa, o kul bu dört şeyi yapar.

Tabii, bu Allah’ın sevgili kulu demektir. Allah’ı bilen, Allah tarafından sevilen, àrif bir kul, evliyâ demek. Allah’ın evliyâsı, mü’min kulu demek, sevgili kulu demek. Onun vasfının ne olduğunu bilmek bizim için önemli. Çünkü biz de o vasıfları hatırımızda tutarız, kendimizi o vasıflara sahip kılmak için zorlarız, gayret ederiz, dikkat ederiz. Allah’ın sevdiği o sıfatlara biz de sahip olmak isteriz.

(Alâmetü ma’rifetî fî kulûbi ibâdî) “Kullarımın gönüllerinde benim ma’rifetullahımın olduğunun alâmeti şu dört şeydir. Yâni şu dört şey o kulumun gönlünde varsa, demek ki o ârif-i billahtır, demek ki ma’rifetullaha sahiptir.” denmiş oluyor. Diyen Allah-u Teàlâ Hazretleri, buyuran Allah-u Teàlâ Hazretleri... Bize bildiren Peygamber SAS Efendimiz.


1. Gönlünde Allah’ın Kadrinin Yüce Olması


Bu dört şeyin birincisi:


حُسْنُ مَوْقـِعِ قَدْرِي،


(Hüsnü mevkii kadrî) “Benim kadrimin iyi bir mevkîde olması, güzel bir mevkide olması. Yâni, kulumun gönlünde kadr ü kıymetimin yerinin yüksekte olması...” Birisi bu.

Şimdi, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni bazı kullar lâyıkıyla takdir edemiyorlar:


وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ (الأنعام:١٩)


(Ve mâ kaderu’llàhe hakka kadrihî) [Allah’ın kadrini gereği gibi takdir edemediler.] (En’am, 6/91) Yaratıcı olduğunu, kudretini, varlığını, birliğini, ihsânlarını, nimetlerini, ne kadar

400

kullarına nimetler bahşettiğini bazı kullar kavrayamıyorlar. Bazısı gàfil oluyor, bazısı kâfir oluyor, bazısı cahil oluyor... Ama àrif kulun şânı nedir?.. Gönlünde Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kadrinin yüksek bir sevi-yede, güzel bir seviyede olmasıdır.

Àrif kullar Allah’ı güzel takdir ediyorlar, Allah’a saygıları çok güzel! Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı edebleri fevkalâde güzel! “Allah alemlerin Rabbidir, kâinâtın sahibidir, her şeyin hàlikıdır. Bize nimetleri veren odur, hayatımız ondandır. Aklımız, fikrimiz, her şeyimiz, nimetlerimiz ondandır.” diyerek Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne gönlünde en yüksek mevkîi veriyor.

Tabii insanın gönlü, iç àlemi çeşit çeşit duygularla doludur, çeşit çeşit bilgilerle doludur. Bunların hepsi çeşitli bilgilerdir. İnsanın gönlü çalışarak, ilim irfan yolunda ilerleyerek, bir ma’rifet hazinesi haline gelir. Çeşitli güzel bilgilerle dolar, çeşitli güzel duygularla dolu olabilir. Ama bunların hepsinin üstünde, mukayese edilmez bir yüce mevkîde Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kadri hakkındaki bilgisi ve kanaati ve saygısı olması lâzım bir insanda... Eğer, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kadrinin mevkîi, yeri çok yüksekteyse o kulun gönlünde, çok güzel bir mevkîdeyse;

demek ki, o kul àrif bir kuldur.


Tabii kulun önemi nisbetinde, kulun àrifliği nisbetinde, kulun Allah’ı sevmesi nisbetinde Allah-u Teàlâ Hazretleri de kulunu seviyor. Ölçü o... Kulun hali ne ise, ameli ne ise, duyguları ne ise, sevgisinin miktarı, saygısının miktarı ne ise; Allah’ın da rızasının, lütfunun, ihsânının, kulunu sevmesinin mertebesi onunla orantılı oluyor, öyle oluyor. Onun kadar olmuyor, onun kadar diyemeyiz. Çünkü Allah’ın işi kulların işiyle ölçülemez.

Allah-u Teàlâ Hazretleri kulunun küçücük bir hareketine, çok büyük mükâfatlar verir. Ama onunla orantılı oluyor. Kulda Allah saygısı varsa; Allah’ta da kuluna karşı sevgi var olduğunun alâmeti. Allah saygısı yoksa, edeb yoksa, ilgi yoksa, bilgi yoksa; o zaman Allah’tan da ona bir şey yok, mânevî bir mükâfat yok demektir. Bu bir.

Yâni, gönlümüze Allah’ın kadri en yüksek mevkîde olacak. Allah deyince cildi ürpermesi lâzım, derisinin ürpermesi lâzım, insanın gözünün yaşarması lâzım!.. Kendisini bir sevgi, bir heyecan dalgasının sarması lâzım! Çok güzel duyguların içine

401

hemen geçmesi lâzım!.. Allah’ın adına, Allah’ın aşkına, Allah için her şeyi yapacak bir durumda olması lâzım!.. Allah için canını verebilir aşık bir insan... Gerçekten aşık ise, Allah için canını verebilir.


Alimlerden birisi tepenin aşağısında duruyormuş. İhvanları bir hizmet için yukarı doğru çıkarlarken, bir tanesinin ayağı taşa basmış, taş kopmuş, aşağı yuvarlanıyor. Yuvarlanırken, aşağıda da şeyh efendi seccadesinde ibadet ediyor. Tam onun üzerine doğru gidiyor taş... Şeyh efendinin yanında da oğlu varmış. Bir de iyi dervişi varmış. Taş gelirken, gayr-ı ihtiyârî oğlu kaçınmış bir tarafa... Ama dervişi, “Aman şeyhime taş gelmesin!” diye taşa doğru kendisini siper etmiş. Yâni, “Taşı ben tutayım, taş bana çarpsın, şeyhim kurtulsun!” diye. Bu bir fedakârlık alâmeti oluyor. Yâni hocasına karşı, şeyhine karşı bir sevgi alâmeti...

Allah-u Teàlâ Hazretleri için de iyi bir kul, àrif bir kul sevgisi kalbinde çok yüksek olduğu için, her türlü fedakârlığı yapar, canını verir. En kıymetli şey canı, ondan sonra malı... Malını verir. Aldığını Allah için alır, verdiğini Allah için verir, sevdiğini Allah için sever, kızdığına da Allah için buğz eder. Yâni, Allah’ın emretmediği şeyleri yapıyor diye buğz eder. Bu bir. Ârifin bir alâmeti: Gönlünde Allah’ın en yüksek mevkîde olması. Allah’ın kadri en güzel yerde olması gönlünde...


2. Allah-u Teàlâ’yı Kullara Şikâyet Etmemesi


َأنْ لاَ أُشــْتَكٰى،


(En lâ üştekâ) “Kulun gönlünde Allah sevgisi olmasının ikinci alâmeti, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kullara şikâyet olunmamasıdır.”

Kullar birbirleriyle konuşurlar. Bir insan hastalanabilir, başına bir sıkıntı gelebilir; çoluk çocuğuna, malına, mülküne, tarlasına, mahsulüne bir sıkıntı gelebilir. Bakarsın tarlası bir felâkete uğrar. Bakarsın Karadeniz’de gemileri batar... Bakarsın çocuğu hastalanır veya ölür. Veyahut kendisi rahatsızlanır. Bu gibi durumlarda insanlar ne yapıyorlar?.. Konuşuyorlar, feryâd

402

ediyorlar, sızlanıyorlar, şikâyetleniyorlar, başkalarına tahammülsüzlüklerini, sabırsızlıklarını dille ifade edecek feryâd ü figân, çeşitli şikâyetler, laflarla şikâyetlerde bulunuyorlar.

Tabii esasında kimi şikâyet etmiş oluyor?.. Allah’ın kaderinden şikâyetlenmiş oluyor. O hastalığı veren Allah, o ölümü yazan Allah, o olayı halk eden, olduran Allah... Binâen aleyh, àrif olan insan olan olayların Allah tarafından oldurulduğunu, ölen kişilerin Allah tarafından öldürüldüğünü, her şeyin Allah’tan olduğunu, kaza ve kaderin Allah’tan geldiğini bilir. Bilince de, Allah takdir etmiş diye tahammül eder.

İbrâhim Hakkî-i Erzurûmî’nin, o Tefviznâme isimli güzel manzumesinde ne diyor:


Hak şerleri hayr eyler,

Zannetme ki gayr eyler,

Àrif ânı seyr eyler,

Mevlâ görelim neyler,

Neylerse güzel eyler!


Yâni, güzel şeyi işlediği zaman, onun güzel olduğunu anlamak kolay. Ama, insanın gönlüne güzel görünmeyen belâ, hastalık, sıkıntı, felâket, çeşitli tabiat olayları... Bunların da arkasında Allah’ın kazasının, kaderinin, takdirâtının, mukadderâtının olduğunu bilip, onun karşısında da, bu bir imtihandır diye Allah’a karşı olan bağlılığını devam ettirmek, arzularını iyi zabt etmek, duygularına iyi hakim olmak ve Allah’ı şikâyet etmemek.

Bazen bir hastayı ziyaret ediyorsunuz, nasılsın diyorsunuz; artık o hasta bir açıyor ağzını neler söylüyor.

Kadın kocasına diyor ki:

“—Senin yanında hiç gün görmedim. Ah, anamın, babamın evi ne kadar güzeldi. Senin yanında gün mü gördüm. Geldiğim zamandan beri her gün dert içindeyim!” diye...

Halbuki dertlerinin hepsini toplasan biraz eder. Mutlu geçen, karnı tok, sırtı pek, rahat geçtiği zamanlar çok çok daha fazladır. Onların hepsi unutuluyor, bir anda küfrân-ı nimette bulunuluyor. “Hiç senin yanında iyi gün görmedim!” diye söyleyebiliyor.

403

Allah’ın da tabii çeşit çeşit, sayısız nimetleri var üzerimizde her an, her saniye Allah’ın milyonlarca, milyarlarca nimetinin bizim üzerimizde toplanmasıyla, biz de nimetler içinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Herhangi bir yerimizde bir ağrı yok, sızı yok, dert yok; sıhhat ve afiyetteyiz ve yaşıyoruz. Bu, binlerce nimetin bir araya gelmesinin sonucu meydana çıkıyor. Onları unutuyor da insanoğlu, küçücük bir hastalık olduğu zaman, küçücük bir olay başına geldiği zaman bin bir tane feryâd ü figân, sızlanma ve şikâyet...

Àrif böyle yapmaz. (Ve en lâ üştekâ) “Benim başkalarına şikâyet olunmamamdır.” diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri. Kul Rabbi’ni öteki kullara dedikodu yaparak, sabırsızlık yaparak şikâyet etmeyecek, tahammül gösterecek. Ne yapacak?.. Sabredecek. Ne yapacak?.. Şikâyet etmeyecek. Ne yapacak?.. Kaza ve kaderullaha teslim olacak, olayların Allah’tan geldiğini bilecek.


مَنْ آمَنَ بِاْلقَدَرِ، أَمِنَ مِنَ ْالكَدَرِ.


(Men âmene bi’l-kader, emine mine’l-keder) demişler. Ne demek?.. “Kadere inanmış olan insan, kederden uzak olur, emin olur, kederi olmaz.” Neden?.. Her şeyin Allah’tan geldiğini bilir. Fani dünyanın işlerini bilir. Allah’ın ahirette sabredenlere büyük sevaplar vereceğini bilir. Allah’ın kaderine rıza göstermenin, rıza makamının çok yüksek bir makam olduğunu bilir ve Allah’ı şikâyet etmez.

Biz de àrif kul olmak için demek ki, bu duygulara sahip olmayı öğreneceğiz ve olaylar karşısında sabretmeyi öğreneceğiz.

Kimisi meselâ Avrupa’da, küçük bir olayla karşılaşıyor, tabancayı şakağına dayayıp intihar ediyor. Bir küçücük hadiseyle karşılaşıyor, intihar ediyor. Neden?.. Tahammülsüzlük. Halbuki tahammül etmesi lâzım! Olaylar hayatın içinde her insana geliyor. Hayatın cilvesidir, Allah’ın imtihanıdır. Binâen aleyh, hem tahammül edecek, sabredecek, o imtihanı başarmağa çalışacak. Zor bir imtihan olabilir, sorunlar olabilir. Hem başarmaya çalışacak, hem de dilini tutacak, diline sahip olacak; şikayet yoluyla isyan izhar etmeyecek, isyan etme durumuna düşmeyecek. Arifin ikinci durumu budur.

404

Kadere rıza gösterir, isyan alâmeti yoktur. Allah’ın yazdıklarına, başına gelen şeylere sabr-ı cemîl gösterir.


إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللَّهِ (يوسف:٥١)


(İnnemâ eşkû bessî ve hüznî ila’llàh) [Ben derin üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım.] (Yusuf, 12/86) diyor Ya’kub AS. Yâni, o gibi olaylarda da, “Yâ Rabbi!” der, Allah’a sığınır; Allah’a olan sevgisi ve bağlılığı artar insanın... İkinci vasfı bu àrifin.


3. Duamı Kabul Edivermedi Diye Düşünmemesi


وَأَنْ لاَ اُسْـتَبْطَأَ،


(Ve en lâ üstebtea) Bir de, “Vereceği şeyleri geç veriyor Allah, gecikti yine, verivermedi. İşte bekliyorum, bir türlü olmadı.” gibi, Allah’ın ikramının gecikmesi duygusu da olmaz arifte...”

İşte Kur’an-ı Kerim’de ayet-i kerime ile, Allah-u Teàlâ Hazretleri bildirmiş. Allah-u Teàlâ Hazretleri vaad ediyor: “Kullarım, bana dua edin. Ben sizin duanıza icabet ederim!” buyuruyor.

Şimdi, kul dua ediyor:

“—Yâ Rabbi bana şunu ver!”

Ondan sonra da:

“—Bak işte vermedi. İstiyorum kaç gündür hâlâ o bana gelmedi.” diyor.

O işte üstebtea’dır. Yani, Allah vermeyi geciktiriyor diye düşünme, geciktirdiği kanaatinde olma, geciktirdiğini düşünme; Allah vermiyor, geciktiriyor diye düşünmek... Bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü verecektir, hikmetli bir sebebi vardır, zamanı vardır. Meyve bile belli bir zaman içinde olgunlaşıyor, ondan sonra insan onu yiyor. Her şeyin bir oluşması vardır ve Allah-u Teàlâ Hazretleri duaları kabul eder. Bazen dünyada verir, bazen ahirette verir. Hikmeti vardır, istediği şey kaza ve kadere aykırı olduğundan, o tarzda onun öyle olması mümkün olmadığından,

405

uygun olmadığından, hikmet-i ilâhiye uygun olmadığından başka bir şekilde olacaktır. Onda da insanın dikkatli olması lâzım!..


Hani eskiler derler ki: Çömlekçi çömleğini yaparmış, çamur, güneşe koyacak, güneşte kuruyacak... Çömlekçi güneş istermiş. Ama ekinini eken insan da yağmur istermiş. “Aman yağmur yağsa da, ekinim büyüse...” diye. Yâni, herkesin kendine göre bir isteği olabiliyor. Ve bu istekler zıt olabiliyor. Kâinâtın bütün olaylarını hikmetle yapan Allah-u Teàlâ Hazretleri de, kullarının isteklerini hikmetle veriyor.

Onun için, “Dua ettim de olmadı.” demeyecek, “İstedim de Allah vermedi” demeyecek. Allah’ın lütfu gecikti diye bir kanaate düşmeyecek. Arif kul öyle yapmaz. İster, istemek de, dua da ibadet olduğundan ister..

Evliyâullahtan birisi diyor ki:

“—Ben Allah’tan bir şey istemem.”

O da bir enteresan söz söylemiş; Allah ruhunu şâd eylesin, makamını a'lâ eylesin... “Bir şey ihtiyar etmem, bir şey istemem.” dermiş.

“—İlle bir şey ihtiyar et, iste diye ısrar ederlerse, çok ısrar ederlerse; o zaman, hiç bir şeyi ihtiyar etmemeyi ihtiyar ederim.” dermiş.

Yâni, “Hiç bir şeyi seçmemeyi, Allah’a tam teslim olmayı seçerim.” demiş oluyor. O da dönüp dolaşıp yine, Allah’a tam teslimiyetini öyle ifade etmiş.


Tabii sen istersin, ibadet olduğu için istersin. Allah da verecek. Vermek onun işi... Zamanını sen tayin edecek değilsin. O verecek. Sen hastasın, şu ilacı ver diyorsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri o ilacı dilerse, uygunsa verecek. Belki senin istediğin ilaç sana zararlıdır. Onun için, belki onu vermeyecek, daha güzelini verecek. Böylece netice itibariyle yine şifaya kavuşacaksın.

Onun için, istebtea da olmayacak. Yâni, “İstedim de vermedi, istedim de gecikti.” diye bir duygu olmaz. Arifin gönlünde böyle bir şey olmaz. Tamamen teslim olmuştur. Ve içinde böyle bir kırgınlık, gecikti diye fikir yoktur arifte...


4. Allah-u Teàlâ’yı Her Şeyde Müşahede Etmesi

406

وَأَنْ لاَ أُسْتَخْفٰى


(Ve en la üstahfâ) “Bir de gizleyeyim, saklayayım, görünmeyeyim diye de bir duygu da olmaz, àrif kulumun gönlünde...” buyuruyor Allah-u Teàlâ Hazretleri. Alâmetlerinden birisi de budur.

Yâni àrif kul, Allah’ı her şeyde müşahede eder. Nereye baksa, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kudretini görür, hikmetini görür, varlığının delillerini görür. Şairlerin dediği gibi, kâinatın her olayı, her varlık, küçük büyük her varlık, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin varlığına şahadet eden birer delildir, birer alâmettir.

Nasıl polis hafiyeleri, bir parmak izinden suçluyu buluyorlar, bir saç kılından suçluyu tesbit ediyorlar. Ellerine o büyüteçleri alıyor dedektifler, küçücük izlerden nasıl asıl şahsı buluyorlar. Kâinatın her tarafındaki olaylar ve varlıklar da, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin varlığına delillerdir. Onun için, İranlı bir şair ne güzel söylemiş, bir şiirinin tekrar edilen beytinde:


هر گياهي که از زمين رويد وحده لاشريك له گويد.


Her giyâhî ki ez zemîn rûyed; Vahdehû lâ şerîke leh gûyed.


“Yerden çıkan her yeşil ot, ‘Allah birdir, şerîki nazîri yoktur.’ diye söylüyor.” Sanki parmağını böyle kaldırıyormuş gibi, yukarıya doğru dik çıkışını ona benzetiyor.

Ağaçlar, çiçekler, arılar, ballar, rüzgârlar, yağmurlar, güneşler, aylar... Her varlık Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kudretinin tecellisidir. Varlığının, birliğinin şahididir, delilidir. Bu kadar varlık, bu kadar delil, bu kadar zuhur, bu kadar tecelli karşısında, hâlâ Allah’ı bulamamak; “Yok, saklandı, göremedim, anlayamadım...” demek, tabii àrifin işi değildir. Àrif her şeyin

407

Allah’ın yarattığı bir varlık olduğunu bilir, Allah’ı müşahede makamına erer. Yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni gönlüyle müşahede makamına erer.


Sevgili kardeşlerim, sevgili dinleyiciler! Bu hadis-i şerîften dört şeyi öğrenmiş olduk. Bir arif kulun yâni Allah’ı bilen, Allah’ın sevgilisi olan, sevdiği bir kulun alâmetini Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bize bildirmesiyle bilmiş olduk. Hadisi tekrar edelim:

“Aziz ve celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:

Benim kullarımın gönlünde ma’rifetullahımın olduğunun alâmeti şu dört şeydir... Şu dört şey o kulumun gönlünde varsa, o kulun ma’rifetullah ehli olduğu, beni bilen bir kul olduğu, bana ermiş bir kul olduğu anlaşılır:

Birisi: Benim kadrim onun gönlünde en yüksek, en güzel mevkîdeki, işte o àrif kuldur. Yâni, àrif kullarımın gönlünde benim kadrim en güzel mevkîdedir, en üsttedir.” Biz de ona çalışalım!

“Ve àrif kullarım beni şikâyet etmez. Arif kullarım tarafından şikâyet olunmam ben... Yâni, onlara dâr-ı dünya dâr-ı imtihandır, bu dünya hayatında neler gelirse gelsin, arif kullarım kale gibi sağlam dururlar, sabr-ı cemîl gösterirler. Sevgileri ziyadeleşir ve beni kullara şikâyet tarzında telakki edilecek feryâd u figânlarla hallerinden şikâyet etmezler.”

Allah’tan şikâyet etmektir. Herhangi bir halden şikâyet etmek, neticede Allah’ın kaza ve kaderinden şikayet etmek oluyor. Arif bunu da yapmaz, iki…


Şikâyetçi değildir, Allah’ın kadri gönlünde en yüksek mevkîdedir ve Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne dua ettiği zaman, duam gecikti, bir şey istediğim zaman istediğim verilmedi gibi bir duyguya düşmez. Bekler edeble... Elbet bir zamanı vardır. Uygun bir zamanda ihsân eden ediyor. İhsan ettiğinin geçmiş günlerde, hayatının geçmiş günlerinde nice nice misalleri vardır.

“—Elbet bir zaman olur, bunu da ihsân eder.” diye gelmesini bekleyecek. Moralini bozmayacak, ümitsizliğe, karamsarlığa düşmeyecek. Edebine riayet edecek. Àrif böyle olur. Üç...

408

Dördüncüsü de, Allah’ı uzakta ve gizli olarak görmez. Gizlenmiş bulmaz, gayıbda görmez; müşahede ediyormuş gibi görür. Neden? Çünkü bütün varlıklar Allah’ın kudretinin, hikmetinin tecellileridir.

Onun için, Yunus Emre o güzel ilâhilerle Türkçe ne kadar sade bir şekilde, sağlam ifade ediyor bu hadis-i şerîflerin, ayetlerin mânâlarını... İki Türkçe kelimeyle, iki satırın, iki mısraın içine ne kadar güzel yerleştiriyor. Ne buyurmuş:137


İstemegil anı ırak,

Gönüldedir ana durak!


Yâni, "Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni uzaklarda arama! Senin gönlünde onun makamı, mekânı vardır. Yakınlar yakınıdır, karîb ü mücîbdir, her yerde hàzır ve nâzırdır." demiş oluyor.

Biz de kendimizi bu vasıflara sahip etmeye çalışalım! Àrif kullar olmak istiyorsak, bu sıfatları kendimiz elde etmeye gayret edelim, aziz ve sevgili dinleyicilerim!



137 Dr. Mustafa Tatcı, Yunus Emre Divanı, No:54. Şiirin tamamı:


Ey dün ü gün Hak isteyen, bilmez misin Hak kandadır?

Her kandasan anda hazır, kanda bakarsan andadır.


İstemegil Hakk'kı ırak, gönüldedir Hakk’a durak,

Sen senliğin elden bırak, tenden içeri candadır.


Gir gönüle bulasın Tûr, sen-ben dimek defterin dür, Key güher er gönlindedür, sanma ki ol ummândadur.


O ummanda yüzbin gevher, bir zerreden oldu kemter,

O cana zevâl mi erer, zevâl canı hayvandadır.


Eylegil sûretin vîran, can sırrıdır ona eren,

Bâtın gözüdür dost gören, zâhir gözü yabandadır.


Kim ki gaflet içre geçer, canı zevâl suyun içer, Derviş sırrı arştan uçar, çünkü mekânı ordadır.


Yunus Emre gözün aç bak, iki cihan doludur Hak,

Gümânı sıdkı oda yak, söyl’eşkere nihandadır.

409

Allah-u Teàlâ Hazretleri, hepinizin gönlünü nurlandırsın... “Gönüller de demirin paslandığı gibi paslanır.” buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz. Bu pasın cilâsı, pasın silinmesi, gönlün pırıl pırıl parlaması, Lâ ilâhe illa’llàh demekledir, istiğfarladır. Onun için Lâ ilâhe illa’llàh sözünü çok söyleyin! Tevbe ve istiğfar edin; bilerek bilmeyerek işlediğimiz hataları, günahları Allah affetsin diye dergâh-ı izzetine yönelin, ondan afv u mağfiret dileyin.

Allah-u Teàlâ Hazretleri gönlünüze ma’rifetullahını ihsân eylesin... Allah’a ermek, Allah’ı bilmek duygusu sizin de içinize yerleşsin... Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni müşahede makamına erdirsin... Sevdiği kul olarak yaşayın... Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sevdiği, râzı olduğu işleri yapın!.. Arkanızda hayır, hasenât bırakın!.. Güzel eserler bırakın, hayırlı evlatlar bırakın! Hayrât ü hasenât bırakın, sadaka-i câriyeler tesis edin, bırakın!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzuruna sevdiği, râzı olduğu kullar olarak varmanızı, hepiniz için temennî ediyorum. Allah-u Teàlâ Hazretleri sizi sevdiklerinizle beraber cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... İki cihanda aziz ve bahtiyar olun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..


14. 10. 1994 - AKRA

410
25. ÖLÜME HAZIRLIKLI OLALIM!