15. MÜSLÜMAN KARDEŞİMİZE DUA
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Seyyidinâ ve senedinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d- dîn…
Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân! Feinne efdale’l-hadîsi
kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem...
Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sâhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
مَنْ دَعَا النَّ اسَ إِلٰى قَوْلٍ أَوْ عَ مَلٍ وَ لَمْ يَ عْمَلْ هُوَ بِهِ، لَمْ يَزَ لْ فِي سَخَطِ اللهِ
حَتَّى يَكُفَّ أَوْ يَعْمَ لَ بِمَ ا قَالَ ، أَوْ دَعَا إِلَيْ هِ (طب. حل. عن ابن عمر)
RE. 420/4 (Men dea’n-nâse ilâ kavlin ev amelin ve lem ya’mel hüve bihî, lem yezel fî sahati’llâhi hattâ yeküffe ev ya’mele bimâ kàl, ev deà ileyhi)
Sadaka rasûlü’llah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Cenâb-ı Mevlâ’nın selâmı, rahmeti, bereketi, cümlenizin üzerine olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri ibadet ve taatlerinizi kabul eylesin… Rahmetine gark eylesin… Dileklerinizi, taleblerinizi ihsan eylesin…
Peygamber Efendimiz Muhammed-i Mustafâ (aleyhi efdalü’s- salevât ve ekmelü’t-tahiyyât vet-teslimât) Hazretleri’nin mübarek hadîs-i şeriflerinden bir miktarını size Râmûzü’l-Ehâdîs isimli
hadis kitabından okumaya devam edeceğiz. Bu hadîs-i şeriflerin okunmasına ve izahına başlamazdan önce evvelen ve hasasaten Peygamber Efendimiz’in ruh-u pâki için¸ sonra onun âlinin, ashâbının etbâının, ahbâbının ruhları için; sâir enbiyâ ve mürselînin, cümle evliyaullahın ve hasseten Ümmet-i Muhammed’in mürşid ve mürebbîleri olan ulema-i izam ve meşayih-i kiramımızın; silsilemize mensub sâdâtmızın, hocalarımızın, onlara bağlı olan halifelerin, talebelerin, müridlerin, muhiblerin ruhları için; Şu okuduğumuz eseri te’lif eylemiş olan Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Hocamız’ın ruhu için; kendisinden feyz aldğımızı Muhammed Zahid Kotku Hocamız’ın ruhu için, bu eserin içindeki hadislerin ve bilgilerin bize kadar gelmesinde emek sarf etmiş olan alimlerin, râvîlerin cümlesinin ruhları için: Uzaktan, yakından bu hadîs-i şerifleri dinlemek üzere şu meclise gelmiş olan siz kardeşlerimizin de iki cihan saadetine ermeniz ve geçmişlerinizin ruhlarının şad olması için; içinde ibadet ettiğimiz, hadis kitabını okuduğumuz mescidi bina etmiş olan İskenderpaşa’nın¸bina edilmesinden bugüne gelinceye kadar temiz, pak ayakta durmasına yardımcı olan her şahsın cümlesinin geçmişlerinin ruhları için ve bizzat ahirete göçmüşlerse kendilerinin ruhları için, içinde asude ibadet ve taat edip rahat bir şekilde yaşadığımız şu beldeleri, şu diyarları Allah Allah diye diye fethetmiş olan, canını ortaya koymuş olan o gazi, şehid fatih ecdatlarımızın ruhları için; sair mü’minin m mü’minat, müslimin ü müslimatın da ervahı için bir Fâtiha, üç İhlâs-ı şerif okuyup ruhlarına hediye edelim, ondan sonra başlayalım, buyurun!
……………………
a. Yapmadığına Davet Etmek
Dersin başında metnini okumuş olduğum hadis-i şerif, insanın bildiğiyle amel etmesi, ilmi ile amil olması meselesiyle ilgili bir hadis-i şeriftir. Taberanî’nin bize naklettiğine göre Abdullah ibn-i
Ömer RA rivayet etmiş, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:156
مَنْ دَعَا النَّ اسَ إِلٰى قَوْلٍ أَوْ عَ مَلٍ وَ لَمْ يَ عْمَلْ هُوَ بِهِ، لَمْ يَزَ لْ فِي سَخَطِ اللهِ
حَتَّى يَكُفَّ أَوْ يَعْمَ لَ بِمَ ا قَالَ ، أَوْ دَعَا إِلَيْ هِ (طب. حل. عن ابن عمر)
RE. 420/4 (Men dea’n-nâse ilâ kavlin ev amelin ve lem ya’mel hüve bihî, lem yezel fî sahati’llâhi hattâ yeküffe ev ya’mele bimâ kàle, ev deà ileyhi)
Sadaka rasûlü’llah fî mâ kàl, ev kemâ kàl. (Men dea’n-nâse ilâ kavlin ev amelin) Her kim ki insanları bir söze veya işe çağırır; “Gelin şöyle diyelim! Haydin şöyle yapalım!” diye çağırır ama, (ve lem ya’mel hüve bihî) kendisi o çağırdığı güzel şeyi icra etmez, yapmazsa; (lem yezel fî sahati’llâhi) daima Allah’ın gazabı altında, kızgınlığı altında olur. Ne zamana kadar? (Hattâ yeküffe) Kendisini bu durumdan çekip sıyırıncaya kadar, bu halden vaz geçinceye kadar. (Vv ya’mele bimâ kàle ev deà ileyhi) Veya söylediği veya davet ettiği iş ile kendi amel edinceye kadar Allah’ın gazabında durur, gazabında olmakta devam eder.
Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki, kuru sözün kıymeti yoktur. Yani insan güzel söz söylüyor, tamam; amma kendisi de tatbik edecek, ilmiyle amil olacak.
العِلْمُ بلاَ عَمَلٍ وَبَال
(El-ilmü bi-lâ amelin vebâlün) “Amel etmeden, tatbikatı olmadan sadece lafla, kuru sözle ilim insana vebaldir. İlim öğrenmek cennet yolu oluyor da, neden ilim vebal olsun?
Yakasına yapışıp soracaklar:
“—Niye bildiğini tatbik etmedin?”
O halde biz duyduklarımızı ma’lûmat olsun diye dinlemiyoruz. Şu okuduklarımızı size ma’lûmat verelim diye okumuyoruz.
156 Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, c.II, s.7; Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, c.VII, s.543, no:12183; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummal, c.X, s.210, no:29108; Camiü’l-Ehadis, c.XX, s.303, no:22166.
“İnşaallah, gücümüz yettiğince Rasûl-i Edîbinin yolunda yürüyelim, tatbik edelim!” diye okuyoruz.
Yâni ne buyurmuşsa Rasûlüllah, onu tutayım; eğer bir hatam varsa düzelteyim. Eğer bir eksikliğim varsa gidereyim!” diye bu tarzda okuyacağız. O bakımdan, yanımızda bir kâğıt kalem de olur da not alırsak, daha iyi olur. “Rasûlüllah SAS Efendimiz böyle buyurmuş, aman kaydedeyim, ben de böyle yapayım!” diye.
Yalnız, Tenbihü’l-Gàfilîn isimli güzel bir eser vardır, tavsiye ederim. Büyüklerimiz de okunmasını tavsiye ederlerdi. Orada diyor ki: “—Emr-i ma’ruf nehy-i münker yapacak; yani iyiliği emredecek, şeriatın hoş görmediği şeyi de men edecek, yaptırmayacak. Gücü yeterse, zorla yaptırmayacak. Gücü yetmezse, nasihat ederek yaptırtmayacak. Ona da gücü yetmezse, içinden buğz edecek!” diyor.
Emr-i ma’ruf, nehy-i münker farz hepimizin boynuna…
Emr-i ma’ruf, nehy-i münker farzını, “Ben tam tatbik edemiyorum, onun için söylemeyeyim!” demeyecek insan, ihmal etmeyecek. Eğer kendisi yapmıyor bile olsa, yine emr-i ma’ruf nehy- i münker vazifesini ifa edecek. Hadisi şerifte o bildirilmiş, Tenbihü’l-Gàfilîn’de var.
“—Ben daha tam kâmil insan olmadım, her şeyi tam yapamıyorum. Eksiğim kusurum çok, ben söyleyemem!” demeyecek. Yine hak bildiği şeyi söyleyecek.
“—Ey kardeşler! Her ne kadar ben de kusurlu bir insan isem de, bu işin aslı şöyledir. Ben filanca yerde şöyle okumuştum. Dinimiz şunu emrediyor, şunu yasaklıyor. Binaen aleyh, şöyle yapın, böyle yapmayın!” diyecek.
Bir taraftan da her söylediği şeyi kendisi de tatbike çalışacak, candan bir gayret içinde olacak. “İnşaallah hep söylediklerimi yapacağım!” diye düşünecek.
Böyle olmazsa, Allah’ın kızgınlığına maruz kalıyor, Allah’ın kızgınlığında ömrü geçiyor. Allah kendisine gazab etmiş, kızmış bir vaziyette yaşamak ne kadar kötü, ne kadar acı bir şey…
Allah-u Teàlâ bizi duyduğumuzu öğrenen, anlayan; anladığını
tatbik eden, yaşayan has, hakiki Müslümanlardan eylesin…
b. Kardeşinin Gıyabında Dua Etmek
Bu hadis-i şerif de dua hakkında. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:157
مَنْ دَعَا لأَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ، قَالَ الْمَلَكُ الْمُوَكَّلُ بِهِ : آمِين، وَلَكَ مِثْلِهِ
(م. د. عن أبي الدرداء)
RE. 420/5 (Men deà li-ahîhi bi-zahri’l-gaybi, kàle’l-melekü’l- müvekkelü bihî: Amîn, ve leke mislihî) (Men deà li-ahîhi bi-zahri’l-gaybi) “Kim kardeşine gıyabında dua ederse, (kàle’l-melekü’l-müvekkelü bihî) kendisine müvekkel kılınmış, vekil tayin edilmiş vazifeli melek der ki: (Amîn, ve leke
mislihî) Amîn, sana da bir misli verilsin! Mevlâm sana da o istediğini versin!” der. Melekler Allah’ın mutî kulları oldukları için, duaları reddolunmaz. Buradan anlaşılıyor ki, insan kardeşlerinden kime hayır dua ederse, o kendisine de gelir.
Şimdi ahîhi diyor. Buradaki kardeşten murat din kardeşidir. İlle aynı anadan babadan gelme şartı yok, bütün müslümanlar birbirlerinin kardeşidir.
“—Kim yapmış bu kardeşliği?”
Allah-u Teàlâ Hazretleri…
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَة (الحجرات:٠١)
(İnneme’l-mü’minûne ihvetün) “Mü’minler ancak ve ancak birbirleriyle kardeştir.” (Hucurat, 49/10) Bu ayet-i kerimede bir incelik var ki, innemâ edat-ı tahsisi ile gelmiş. Yani, “Ancak ve ancak, sadece ve sadece müslümanlar
157 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.270, no:4913; Ebû Dâvud, Sünen, c.IV, s.331, no:1311; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.353, no:6224; Ebü’d-Derdâ’ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.98, no:3311; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.306, no:22172.
birbirlerinin kardeşidir, başka bir şey değildir.” demek.
O halse insan öz kardeşini nasıl seviyorsa, koruyup kolluyorsa, müslüman kardeşini, iman kardeşini de aynı mevkide, makamda tutacak demektir. O müslüman kardeşine bir de arkasından, o yokken, onun gıyabında ona dua ederse, bu da daha güzel bir şey olur.
Çünkü yüzüne karşı herkes herkese karşı dua eder. Çünkü onun kalbini çekmeyi ister:
“—Allah ömürler versin efendim!”
“—Allah afiyet versin efendim!” diye herkes dua eder yüze karşı…
Asıl mühim olan, onun arkasından dua edecek mi?
Kapıdan çıkar çıkmaz:
“—Allah belâsını versin!”
“—Allah kahretsin!” bilmem ne filân demek, ikiyüzlülük güzel bir şey değil.
Ama arkasından hayır dua etti mi, demek ki seviyor, hakikaten samimi, has bir kardeşliği var ki, o karşısında olmadığı halde o duayı yapabiliyor. Müslüman böyle olacak.
Bu duayı Allah-u Teàlâ Hazretleri reddetmez.
Başka bir hadis-i şerifte geçiyor ki:
“Üç tane dua vardır, Allah o duaları reddetmez. O duaların bir tanesi de müslümanın müslüman kardeşinin gıyabında, o yanında yokken, arkasından onun için yaptığı duadır. O duayı da reddetmez Allah…
Güzel bir duygudan doğuyor, iyi bir duygudan doğuyor, temiz pak bir kardeşliğin eseri… Onun için dualarımızda kardeşlerimize yer ayıracağız: “—Yâ Rabbi, bana da, kardeşlerime de hayırlar ihsan eyle… Onları da afv ü mağfiret eyle…”
Veyahut Ali kardeşime, Veli kardeşime, Receb kardeşime, filanca kardeşime… Onu sıkıntılı halde görüyorum, sıkıntısını feraha çevir!
“—Yâ Rabbi, filanca kardeşimin kızı amansız bir hastalığa tutulmuş. Yâ Rabbi, şifa ver… Filanca kardeşim hastanede üç aydır, beş aydır yatıyor; boğazına boru takmışlar, ağzıyla konuşamıyor zavallı… Yâ Rabbi, şifa ver!” gibi böyle dua edecek
Müslüman kardeşine…
Ebü’d-Derdâ RA:
—”Ben duamda yetmiş seksen kardeşimi ismen sayarım!” diyor. Şu kardeşime şöyle, bu kardeşime böyle diye dua etmek kıymetli bir şeydir.
Hem kendiniz başkasına dua edin; hem de sevdiğiniz, itimad ettiğiniz, dostluğunuzun kavi olduğu müslüman kardeşlerinizden de “Bana benim gıyabımda dua et!” diye dua isteyin! O dua da reddolunmaz.
Burada reddolunmayacağını bir başka şekilde anlatmış Peygamber Efendimiz. Ebü’d-Derdâ RA bu hadisin ravisi:
“—Vazifeli melek “Amîn!” der. Bir kere senin ettiğin duayı tasdik eder. Ondan sonra da, (ve leke bi-mislihî) “Sana da dua ettiğin şeyin bir misli verilsin!” diye dua eder.
Yani melek de sana dua eder. Meleğin ettiği dua reddolunmaz. O bakımdan sen de o işe erersin, o duruma gelirsin Allah’ın lütfu keremiyle…
Biliyorsunuz, Hz. Ömer RA İslâm’ın can düşmanlarındandı. Hatta kimse cesaret edemezken, Peygamber SAS Efendimiz’i öldürmeğe büyük mükâfatlar koymuşlardı: Yüz deve, şu kadar para, bu kadar pul…
“—Bu işi ben yaparım!” dedi, kalktı.
Kılıcını kuşandı, öldürmeğe gidiyor. Çünkü babayiğit, güçlü kuvvetli bir kimse… Öldürmek için onun yerini aramağa çıktı. Ama Peygamber Efendimiz dua etmişti:
“—Yâ Rabbi, iki Ömer’den biriyle bu dini takviye eyle!” diye.
Gönlü Ömer ib-i Hattab’a meyilli idi. O olsun gibilerden… Ebû Cehil’e değil de ona meyilli idi. Allah Peygamber Efendimiz’in duasını kabul etmiş ki, yarı yoldan döndü o… Bu sefer Peygamber Efendimiz’in yanına güzel niyetlerle geldi, kelime-i şehadet getirdi ve müslüman oldu. Dua Allah’ın saf saf dizilmiş mânevî ordularından bir ordudur. Senin emrinde bir ordu olsa, “Hücum! Şu kaleyi alalım!” desen alınır mı? Dua ile alınır. Allah’ın saf saf orduları gibi kıymetli bur şeydir dua…
Dua ibadetin özüdür, iliğidir. Allah-u Teàlâ Hazretleri kendisine dua etmeyen kuluna kızar, dua etmesini ister. Duayı candan istemeyi sever, ısrarla istemeyi sever.
“—Hatta, ahir zamanda, dünyanın sonu yaklaştığında insanlar o hale gelecek ki, ancak boğulan insanın dua ettiği gibi dua eden kurtulacak.” diye bir hadis-i şerif okudum.
Bunun mânâsı şu ki, insan boğulurken nasıl dua eder: “Aman yâ Rabbi, canımı kurtar!” diye can pazarı, çırpınır. Suyun içinde boğulmayayım diye, nasıl candan dua ederse, öyle dua edecek. İşte duamızı öyle candan yapalım! Her çeşit şeyi isteyebiliriz, dünyanın ve ahiretin hayırlarından… Allah-u Teàlâ Hazretleri ihsan eder. Amma, duayı arkadaşlarımıza yaptırtabilirsek, daha da kârlı olur. Çünkü senin kendi hakkındaki duan ya kabul olur, ya kabul olmaz. Arkadaşının sana yaptığı dua kabul olur.
Eski zamanda vezirlerden bir tanesi fukaraya borç para verirmiş, “Ne zaman ödeyeceğiz efendim borcumuzu?” diye sorduklarında, “Padişah öldüğü zaman…” dermiş.
Gitmişler padişaha, şikâyet etmişler:
“—Efendim, senin vezirin senin ölümünü istiyor. Borç para veriyor, ‘Padişah öldüğü zaman verirsiniz.’ diyor.” demişler.
Padişah kızmış, “Vay nankör!” demiş. Çağırmış vezirini:
“—Bre nankör, ben seni şu mevkie getirdim, sana şu kadar nimet verdim, şu kadar izzet ettim. Seni yakınlarımın arasına aldım. Sen neler yapıyorsun?” demiş.
Vezir:
“—Ben ne yapmışım efendim?” demiş.
“—Sen borç para veriyormuşsun başkasına, ondan sonra da ben ölünce o parayı geri vermelerini söylüyormuşsun. Borcun vadesini öyle tayin ediyor muşsun?”
“—Doğru efendim.” demiş. “—Vay, bir de itiraf mı ediyorsun?” “—Doğru ama ben onu hasımlarımın dediği gibi kötü bir maksatla yapmadım ki… Ben istedim ki, fakircikler sizin ömrünüz uzun olsun diye boyna dua etsinler…”
Fakir tabii, borcu geç ödemek için ne diyecek:
—”Aman yâ Rabbi, padişahımıza ömür ver! Aman yâ Rabbi,
padişahımıza ömür ver!” diyecek.
“—Haa, o zaman çok memnun kaldım.” demiş.
İşin latife tarafı bu da, yâni başkalarına dua ettirmek lâzım!
“—Hastayı ziyarete gittiğiniz zaman, siz hastaya dua edin; siz de hastadan dua isteyin!” buyruluyor. Hadis-i şeriflerde o da geçiyor, biliyorsunuz.
Kardeşlerinizden de dua isteyin! Bizi de duadan unutmayın! Biz de sizi duadan unutmayalım, inşâallah…
c. Kötü Lakapla Çağırmak
Bu hadis-i şerif kısa. Umeyr ibn-i Saad’dan naklolunmuş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:158
مَنْ دَعَا رَجُلاً بِغَيْرِ اسْمِهِ ، لَعَنَتْهُ المَلاَئِكَةُ (ابن السني
عن عمير بن سعد)
RE. 420/6 (Men deà racülen bi-gayri’smihî, leanethü’l-melâikeh)
(Men deà racülen bi-gayri’smihî) “Bir kimse ki bir adamı isminden gayri bir şeyle çağırır, (leanethü’l-melâikeh) melekler ona lânet eder.”
Bu nedir? İnsanları hor hakir görecek, küçültecek bazı isimler takarlar bazıları… O tarzda çağırırlar. Hakàretâmiz bir lakap takar ona, kötü bir lakapla çağırır.
Öyle isminden gayri kötü bir lakap takarak çağıran kimseye melekler lânet ederler. Şahısları güzel isimlerle çağırmak lâzım,
hayırlı isimlerle çağırmak lâzım ve onun hoşuna gidecek bir şeyle çağırmak lâzım!
Geçen gün uçakta duydum, birisi ötekisine:
158 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.552, no:5727; İbn-i Sinnî, Amelü’l- Yevm ve’l-Leyleh, c.II, s.250; İbn-i Kàni’, Mu’cem, c.IV, s.411, no:1154; Umeyr ibn- i Saîd RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.420, no:45211; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.305, no:22170.
“—Bana akıl oyunları yapma hınzır!” diyor.
Güya sevgisinden söylüyor. Muhabbeti fazla ama hayvan ismi takarak söylüyor. Olmaz öyle şey… Güzel şeyler olacak.
Peygamber SAS Efendimiz, yanına gelen insanların isimleri kötü ise değiştirirdi.
Bazı isimler vardır, hakikaten kötüdür. Mânâsını düşündüğün zaman ya bir canavar adıdır, ya da başka bir şeydir. Onları güzel isimlerle değiştirirdi Peygamber Efendimiz…
Bir keresinde Hazret-i Ali Efendimiz gelmiş, mescide yatmış. Onu uyandırdı. Biraz topraklara bulanmıştı Hz. Ali Efendimiz.
“Kalk ey Ebâ Turâb!” dedi. Ebâ Turâb, toprak babası demek. Latîfe yollu ona öyle söylemişti Peygamber Efendimiz. Onu çok sevmişti Hz. Ali Efendimiz. Ömrünün sonuna kadar kendisine onunla hitab edilmesini severdi.
Demek ki kalp kırmamak lâzım, başkasına hakaret etmemek lâzım! Gönlünü yıkacak tarzda hitab etmemek gerekiyor.
d. Davetin Âdâbı
Bu da dâvet âdabıyla ilgili bir hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:159
مَنْ دُعِىَ فَلَمْ يُجِبْ، فَقَدْ عَصَى اللهََّ وَرَسُولَهُ ؛ وَمَنْ دَخَلَ عَلَى غَيْرِ
دَعْوَةٍ، دَخَلَ سَارِقًا وَخَرَجَ مُغِيرً ا (د. ق. عن ابن عمر)
RE. 420/7 (Men duiye felem yücib, fekad asa’llàhu ve rasûlehû; ve men dehale alâ gayri da’vetin, dehale sârikan ve harace muğîran) (Men duiye) “Kim bir ziyafete çağrılırsa; ister düğün ziyafeti olsun, ister bir güzel arkadaş toplantısı olsun… (Felem yücib) Davete icabet etmiyor, gitmiyor yâni. Kim çağrılır da gitmezse,
159 Ebû Dâvud, Sünen, c.X, s.179, no:3250; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.68, no:13190; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.314, no:528; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.I, s.390; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.II, s.13, no:139; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.256, no:25925; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.308, no:22179.
(fekad asa’llàhu ve rasûlehû) Allah’a ve Rasulüne isyan etmiş olur.” Bu neden böyle? Allah-u Teàlâ Hazretleri müslümanların arasında muhabbeti seviyor. Bir araya gelmelerini seviyor. Birbirleriyle hoş halli olmalarını seviyor. Husumet, kızgınlık, kırgınlık vs. olmasını sevmiyor.
Şimdi o çağırmış, bir kardeşlik göstermiş, ondan çağırıyor:
“—Gel benim evime, kuzu kestik, ziyafet çekiyoruz. Sen de buyur kardeşim aramıza!”
O da nefsânî, şeytànî bir sebepten inad ediyor, kırgınlık gösteriyor:
“—Hayır, gelmeyeceğim!” diyor.
O zaman Allah’a ve Rasûlüne âsî olmuş olur.
Peygamber SAS Efendimiz buyururdu ki:
“—Beni bir deve paçasına bile davet etseler giderim.” derdi.
—”Ben peygamberim, bana muhteşem ziyafet çekmeniz lâzım!” demezdi.
Fukaranın birisi çağırmış, bir sirke koymuş önüne... Başka yiyecek bir şey yok ki evde. Ekmeği sirkeye banmış, yemiş
“—Sirke ne güzel gıdadır.” diye onun gönlünü de hoş etmiş,
“—Bir devenin bir bacağı bir kabın içine konsa, fokur fokur kaynasa, biraz yağı çıksa, başka bir şey yok. Öyle bir paça yemeğine çağrılsam, yine giderim.” diyor Peygamber Efendimiz.
Davete icabet sünnettir, gitmesi lâzım, muhabbete vesile olun diye. Eğer orada Allah’ın emirlerine aykırı işler olacaksa, o zaman da gitmemesi gerekir.
İçki içilecek.
“—Kat’iyyen gidilmez.”
Kadın oynatılacak.
“—Gidilmez.”
Münkerat, menhiyat yapılıyorsa, o zaman gidilmez. Önleyebilecekse, gider. Sayılan bir insan… O gidince yapmayacaklarsa, o zaman gider. Ama önleyemeyeceği bir menhiyat olursa, gitmemek daha uygun olur.
Normal hallerde çağrıldığımız ziyafete gideceğiz.
“—İki kişi birden çağırdı, ne yapayım?
Önce çağırana gidersin. Ötekisine de:
“—Kusura bakma kardeşim, o gün için beni filânca çağırdı. Bir
başka zaman da sana gelirim.” dersin.
Ziyafetin öteki yönüne gelince: (Ve men dehale alâ gayri da’vetin) “Davet edilmeden bir kimse ziyafet verilen eve girerse; (dehale sârikan) hırsız olarak girer, (ve harace muğîran) yağmacı olarak çıkar.”
Davetsiz de gitmek yok… Adamcağızın yeri dardır, sayarak çağırmıştır. Sevdiği halde öteki kardeşlerini çağıramamıştır. Oraya davetsiz olan gitmeyecek.
Bazıları da gönül koyuyor, darılıyor.
“—Filancayı çağırmış da beni çağırmadı.”
Yâhu hüsn-ü zan et! Belki bir hafta sonra da seni çağıracak. Yeri dardır. Belki şu sebep vardır, bu sebep vardır. Darılmaca da yok. Davet edilmediği zaman, onu bir kavga gürültü meselesi de yapmaması lâzım insanın… Davet edilmeden de bir yere gitmemesi lâzım insanın.
Ama bazan öyle oluyor ki, bir şahıs seni çağırmış meselâ… Senin de yanında misafirin var.
“—Haydi kalk gidelim beraber!” diyorsun.
Kapıda ev sahibine soruyorsun:
“—Misafirim var, eviniz müsait mi?” diye.
“—Müsait, buyurun!” diyor, beraber giriyorsunuz.
Yani sorarak, müsaade alarak götürüyorsun.
Bazan da oluyor ki, o arkadaş senin orada olduğumu bilmez. Bilmediği için çağırmamıştır. İçinden zannın var ki, gitsen memnun olacak. Tamam o zaman gidersin, kapıda yine dersin:
“—Kardeşim, ben çağrılmadan geldim ama yerin müsait değilse geri gidebilirim?” dersin.
Hasılı bu davet işinin de böyle adabı, incelikleri var… O inceliklerden iki tanesi bu hadis-i şerifte anlatıldı. Birisi: Davet edildiği zaman Müslüman, mümkün mertebe müslüman kardeşinin davetine gidecek. İkincisi: Davet edilmediği halde ziyafetin yemeklerinden, tatlılarından ben de çöpleneyem filan diye giderse; o zaman hırsız olarak girer, yağmacı olarak çıkar.
Egare-yugiru, gàret etmek demek. Birkaç atlı bir araya gelir, bir kabileyi basarlar, mallarını yağmalarlar, çalarlar çırparlar, kaçar giderler. Yağmacı denir böyle kimselere…
Davetsiz yemeğe giden de hırsız olarak girer, yağmacı olarak çıkar. Onun için davetsiz yere gitmemek lazım!
e. Üç Çocuğu Vefat Eden Kimse
Vâsile Hazretleri’nden rivayet edilmiş diğer bir hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:160
مَنْ دَفَنَ ثَلاَثَةً مِنَ الْوُلْدِاحْتَسَ بَهُمْ، حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ النَّارَ
(طب. كر. عن واثلة)
RE. 420/8 (Men defene selâseten mine’l-vüldi ihtesebehüm, harrama’llàhu aleyhi’n-nâr) (Men defene selâseten mine’l-vüldi) “Her kim ki evlâtlarından, sahip olduğu çocuklardan üç tanesini defnederse…” Yani sağlığında evlat acısı görüyor. Evlâdı vefat ediveriyor. Üç yaşındaydı zavallıcık, iki yaşındaydı zavallıcık… Beş yaşına yeni girmişti derken bir hastalık, bir kaza; vefat ediveriyor.
“Üç tane çocuğunun böyle vefatını görürse, (ihtesebehüm) sabredip sevabını Allah’tan beklerse… ‘Yâ Rabbi, bu musibeti bana gönderdin ama, ne yapayım, alan da sensin, veren de sensin! Sabredenlere de ecrini bol bol verirsin.’ diye Allah’tan sevabını umarsa, (harrama’llàhu aleyhi’n-nâr) Allah o kimsenin üzerine cehennemi haram kılar. Yani o kimse cennetlik olur.”
Demek ki, Allah hikmetine mebni evlat verir. İsterse evladı erkek yapar, isterse kız yapar; isterse sağlıklı yapar, isterse hastalıklı yapar. İsterse evlat vermez. İsterse verdiği evladı şu yaşta alır, bu yaşta alır; hikmetinden sual olmaz. Yaşatan o, öldüren o…
Ama kul onun Allah’tan olduğunu bilip de sabredebilirse, bu acıdan bile kendisine kâr çıkar. Allah onu affeder, cehenneme onu
haram kılar. O şahıs cehenneme girmez, cennetlik olur. Bu da
160 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.96, no:231; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.III, s.88, no:3979; Vâsile RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.281, no:6556; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.308, no:22180.
büyük bir tesellidir. Evet, evlat acısı çok büyük bir acıdır ama, insanın yüreği yanar, acısı bir türlü aklından gitmez, hatırladıkça gözleri dolar ama, Allah o acıya, kendi takdirine rıza gösterip de sabrettiği için o kimseyi de cennetle müjdeliyor.
O küçük evlatları da mahşer yerinde kendisine su ikram ederler. Herkesin susadığı zamanda dolaşırlar, dolaşırlar, önce kendi annelerine, babalarına olmak üzere su ikram ederler.
Birisi rüyasında görmüş. Eski kitaplarda okudum. Kıyamet kopmuş, mahşer yerinde insanlar toplanmış; küçük küçük çocuklar, ellerinde su kapları, susayanlara su dağıtıyorlar. Yanından geçenlerden ısrarla istemiş, “Bana da su verin!” diye. Ona vermemişler.
“—Niye vermiyorsunuz?” demiş.
“—Senin çocuğun yok!” demişler.
O bekâr yaşıyormuş. “Çok ibadet edeyim, çoluk çocuk geçindirmek zordur, vebaldir.” diye evlenmiyormuş. Ertesi gün gitmiş, derhal evlenmeğe teşebbüs etmiş. Çoluk çocuk sahibi olmak için evlenmeğe koşmuş.
Peygamber Efendimiz böyle bir hadis-i şerifi söylediği zaman, bir zat kalktı:
“—Yâ Rasûlallah, iki çocuğu ölen kimse için de böyle midir durum, o da cennetlik olur mu?” diye sordu.
“—Evet!” dedi Peygamber Efendimiz.
Sonra birisi daha kalktı, dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah, bir çocuğu ölen de böyle olur mu?”
Ona da “Evet…” dedi.
Demek ki insanın bir evlâdı vefat etmiş olursa, sabredecek, boynunu bükecek.
Bizim köyde bir imam varmış, doğan çocuğu ölürmüş, doğan çocuğu ölürmüş. Perişan, gözyaşlarından bitab olurmuş. Bir gün bir başka hocaefendi gelmiş. Tam o sırada çocuğu vefat etmiş, o da hüngür hüngür ağlıyormuş.
“—Sana bu evlatları kim veriyor?” demiş.
“—Allah veriyor.” demiş.
“—Kim alıyor?” demiş.
“—Allah alıyor.” demiş. “—O zaman sana ne oluyor?” demiş.
Veren de Allah, alan da Allah… Düşünmüş, doğru. Boynunu bükmüş. Ondan sonra da çocukları olmuş.
f. Oruçlu İken Kusan Kimse
Bu hadis-i şerif de oruçlu iken midesi bulanan kimse hakkında… Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:161
مَنْ ذَرَعَهُ الْقَيْءُ وَهُوَ صَائِم فَلَيْسَ عَلَيْهِ قَضَاء ، وَمَنِ اسْتَقَاءَ عَ مْدًا
فَلْيَقْضِ (د. ت. غريب، ه. ك. ق. عن أبي هريرة)
RE. 420/9 (Men zereahü’l-kay’u ve hüve sàimün feleyse aleyhi kadàün, ve meni’stekàe amden felyakdı) (Men zereahü’l-kay’u ve hüve sàimün) “Kime oruçlu iken mide bulantısı galebe çalarsa ve kusarsa; ( feleyse aleyhi kadàün) orucu bozulmaz, kaza etmesi gerekmez.” (Ve meni’stekàe amden felyakdı) “Her kim ki boğazını gıcıklatıp kasdî olarak kendisini kusturursa, o zaman bozduğu orucu kaza etmesi gerekir.” Kendiliğinden kusarsa, gerekmez.
Bu oruçlu iken kusmanın fıkıh kitaplarında uzun tafsilatı vardır. Bir kere adam orucunun farkında mı, değil mi? İkincisi, ağız dolusu mudur, ağız dolusundan az mıdır; bu önemli… Ağız dolusu ise, geriye gitmiş midir, yoksa gitmemiş midir? Kendisi mi yutmuş, kendiliğinden mi gitmiş?
Ağız dolusu olmazsa, kendisi istemeden kusarsa, orucu bozulmaz, kaza etmesi gerekmez.
161 Tirmizî, Sünen, c.III, s.162, no:653; İbn-i Mâce, Sünen, c.V, s.186, no:1666; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.498, no:10468; İbn-i Hibban, Sahîh, c.VIII, s.285, no:3518; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.219, no:7817; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.185, no:22; Tahâvî, Şerhü’l-Maânî, c.II, s.97, no:3161; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.III, s.257; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.226, no:1961; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.482, no:6604; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IV, s.235, no:1457; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.VII, s.143, no:1446; Ebû Hüreyre RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.311, no:22189.
g. Allah Korkusundan Ağlayan Kimse
Diğer hadis-i şerif… Bu hadis-i şerif Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Zikir esnasında ağlamakla ilgili. Peygamber SAS Hazretleri buyurmuş ki:162
مَنْ ذَكَرَ الله فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ، حَتَّى يُصِيبَ الأَرْضَ مِنْ
دُمُوعِهِ، لَمْ يُعَذِّبْهُ الله يَوْمَ الْقِيَامَةِ (ك . عن أنس)
RE. 420/10 (Men zekera’llàhe fefâdat aynâhu min haşyeti’llâhi, hattâ yusîbe’l-arda min dümûihî, lem yuazzibhu’llàhu yevme’l- kıyâmeh)
(Men zekera’llàh) “Kim Allah’ı zikrederse, (fefâdat aynâhu min haşyeti’llâh) Allah korkusundan gözleri dolarsa, ağlarsa yâni, (hattâ yusîbe’l-arda min dümûihî) gözlerinden yaşlar şıpır şıpır dökülür de yere değerse, (lem yuazzibhu’llàhu yevme’l-kıyâmeh) Allah o kimseyi kıyamet gününde azaba giriftar eylemez, azaplandırmaz.”
Bu Enes ibn-i Malik RA’dan rivayet edilmiş, Hàkim’in Müstedrek’inde kayd edilmiş. Daha başka hadis-i şeriflerde de buna dair bilgi vardır. Allah’ı zikrederken Allah korkusundan, Allah sevgisinden gözün yaşarması, çok kıymetli bir sıfattır. Ya sevgiden ağlıyor, gözyaşlarını tutamıyor veyahut saygıdan, Mevlâsına saygısından gözyaşlarını tutamıyor veyahut eski günahlarını anıyor, Allah’ın azametini düşünüyor, Allah’ın nimetlerini düşünüyor, Allah’ın azabını, ikàbını düşünüyor, nettim neyledim diye kendisini tutamıyor, ağlıyor. İşte bu ağlama makbul bir ağlamadır.
Böyle gözleri Allah korkusuyla ağlayan kimse hakkında başka
162 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.289, no:7668; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.178, no:1641; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.425, no:1830; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.312, no:22191.
hadis-i şeriflerde geçiyor ki:163
عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْن بَكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللهَِّ، وَعَيْن بَاتَتْ
تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللهَِّ (ت. عن ابن عباس)
(Aynâni lâ temessühüme’n-nâr) “İki göze cehennem ateşi değmeyecek, temas etmeyecek. İki gözün sahibi hiç cehenneme girmeyecek:
1. (Aynün beket min haşyeti’llâh) “Allah korkusundan ağlayan göze cehennem ateşi değmeyecek.” Allah korkusundan, Allah sevgisinden ağlıyor. Toplu iğne başı kadar bile gözü ıslansa, o ecri alır insan…
Onun için Allah’ın zikriyle meşgul olmak lâzım, tefekkür etmek lâzım! Allah’ın nimetlerini düşünmek lâzım, Allah’ın azabını düşünmek lâzım! Dünyayı, ahireti, önü, sonu düşünmek lâzım!
2. (Ve aynün bâtet tahrusü fî sebîli’llâh) “Bir de, Allah yolunda, İslâm ülkesini korumak için hudutta nöbet tutan göze, hudutlarda bekçilik yapan askerin gözüne cehennem ateşi değmeyecek.”
İbrâhim Edhem’i biliyorsunuz, hudutta nöbet beklerken vefat etmiş. “En sevaplı iş nedir?” diye araya araya, en iyilerini buluyor mübarekler.
“—Ağlamayan, yaşarmayan gözden, katı kalpten sana sığınırım
163 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.175, no:1639; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.488, no:796; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.337, no:2427; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.I, s.211, no:320; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXVIII, s.446; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VII, s.307, no:4346; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.119; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.IV, s.231, no:2624; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.360, no:867; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.233; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.345, no:1952; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Hàkim, Müstedrek, c.II, s.92, no:2431; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.16, no:4235; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.422, no:1447; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.III, s.48, no:4125; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.V, s.285; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.268, no:5875; RE: 320/9; Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.523, no:9489; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.335, no:14418.
yâ Rabbi!” diye duası var Rasûlüllah Efendimiz’in.
Müslüman hassastır. Bak o Hazret-i Ömer, bileğini bükecek
yiğit yoktu zamanında… Ağlamaktan gözyaşları yanaklarında iz yapmıştı Hazret-i Ömer’in… O kadar babayiğit bir insan…
“—Erkek adam ağlar mı?”
Müslüman erkeği ağlar. Allah korkusundan ağlar. Düşmanın karşısında gık demez, ölse gam yemez ama Allah korkusundan seccadesinde ağlar.
Osmanlı padişahlarından birisinin hat çalışması hatırıma geliverdi. Güzel ta’lik bir hatla yazmış, farsça bir beyit: “—Eğer gündüz sana padişahlık lâzımsa, geceleri fukaralar gibi aşk ile gözyaşı dök!” diyor.
Hakiki padişahlığı kasdediyor, dünya padişahlığını demiyor. Yâni mânevi sultanlık…
Emir Sultan demişler meselâ, Burs’anın meşhur evliyası…
Emir Sultan bir kişidir hû…
Ak sakallı pir kişidir hû…
“—Niye sultan demişler, hoca işte?”
Öyle ama mânevi sultan… Mânevi bakımdan kemâlâtı tahsil etmiş, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmış kimselere de o unvanları veriliyor.
Aşık Paşa demişler, neden? Paşalık mı almış, beylik mi almış?
Hayır, mânevi mertebesinin yüksekliğinden öyle demişler.
Hacı Bayram Sultan diyorlar, Taceddin Sultan diyorlar. Allah şefaatlerine nâil eylesin…
Öyle padişahlık lâzımsa sana… Onlar bir bakıma padişah gibidir, düşünecek olursak… Tasarruf eder. Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne dua eder. Onlar Allah’ın nazlı kulları olduğu için, dualarını geri çevirmez Allah… Dediğini yapar. O zaman hüküm sürüyor işte…
“—Şöyle olsun yâ Rabbi, böyle olsun yâ Rabbi!” dediği zaman, Allah onun hatırını kırmaz.
Hadis-i şerifte geçiyor:164
رُب أشْعَثَ أَغْبَرَ، لَوْ أَقْسَمَ عَلَى اللهِ َلأَبَرَّه (م. حب. ك. هب. عن
أبي هريرة؛ طس. هب. حل. عد. خط. عن أنس)
(Rubbe eş’ase ağbera) “Nice saçı başı dağınık, üstü başı tozlu topraklı kimseler vardır ki, öteki insanlar onun kadrini, kıymetini bilmez de, söz söylese sözünü dinlemezler. Kız istemeğe kalksa, kız vermezler. (Lev aksame ale’llàhi leeberrehû) Ama eğer bir şeye yemin etse, Allah onun yemini doğru çıksın diye, o işi öyle yapar. İstediği şeyi yapar.
Allah’ın böyle sevgili kulları vardır, elini kaldırır kaldırmaz, istediğini ihsan eder. İşte o da bir nevi padişahlık oluyor.
“—Pekiyi, öldükten sonra da olur mu?”
Diyor ki şair:
Dû cihanda tasarruf ehlidir rûh-u velî,
Deme kim mürdedir, bundan nice derman ola?
Evliyânın ruhu iki cihanda, hem bu dünya hayatında, hem de öldükten sonraki hayatta tasarrufta bulunur. Yâni canlı iken de, vefatından sonra da keramet gösterir. “Ölmüştür, bundan ne fayda
164 Müslim, Sahîh, c.IV, s.2024, Birr ve Sıla 45/40, no:2622; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIV, s:403, no:6483; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.364, no:7932; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.331, no:10482; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.7; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.219; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.II, s.173, no:573; Ebû Hüreyre RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.264, no:861; Bezzâr, Müsned, c.II, s.288, no:6459; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.331, no:10482; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.I, s.350; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.370, no:1236; İbn-i Esîr, Üsdü’l- Gàbe, c.I, s.108; İbn-i Hibbân, es-Sikàt, c.III, s.27, no:93; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.III, s.314; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.203, no:1247; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.II, s.178, no:578; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.267, no:3245; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.466, no:17918;Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.286, no:5924, 5925; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.96, no:12646-12648; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.512, no:1364.
olacak?” deme, öldükten sonra da te’sir eder.
Ruh şemşîr-i hüdâdır, ten gılâf olmuş ona,
Daha âlâ kâr eder, bir tığ ki uryan ola!
“Ruh, Allah’ın kılıcı gibidir, vücut da onun kını gibidir. Ölünce kılıç kınından çıkar. Bir kılıç kınından çıkıp uryan olduğu zaman, yalın kılıç olduğu zaman, daha iyi keser.”
“—Niye hayattayken yapmaz da ölümünden sonra yapar?”
Hayattayken çekinirler, keramet göstermekten sakınırlar. Çünkü keramet göstermek şöhrettir. Nefsin hoşuna da gider. Bazı mahzurları olduğu için, büyükler keramete rağbet etmemişler. Hatta kerametlerini saklamağa çalışmışlar. Kemââtını gizlemeğe çalışmışlar, kendilerini kusurlu göstermek istemişler.
Açın menkıbe kitaplarını bakın:
“—Allah’ın fakir, muhtaç, biçâre, zavallı kulu filan diye öyle anlatırlar kendilerini, böbürlenerek anlatmazlar. “Ben yaparım, ederim, asarım, keserim!” demezler.
Bu hadis-i şeriften ve emsâlî hadisi-i şeriflerden anlaşılıyor ki, zikrullah çok kıymetli bir ibadettir. Zikrullah insanın gönlünün pasını giderir, gönül çalışmaya bağlar. Ma’rifetullahla mânevi hayatı canlanır, yeşerir, tazelenir. O zaman hakiki müslüman olur insan…
Onun için, zikrullahı Kur’an-ı Kerim bize pek çok yerde emretmiştir. Hadis-i şeriflerin çoğunda zikre teşvik vardır. Onun için Allah bizi kendi zikrinden gafil etmesin… Zikrinden geri durdurmasın, şükründen geri durdurmasın… Daima zikriyle, şükrüyle, güzel ibadetiyle meşgul bahtiyarlardan eylesin…
h. İyi Rüyâ, Kötü Rüyâ
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:165
165 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.332, no:2138; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.III, s.400; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.324, no:22226.
مَنْ رَأَ ى خَيْرًا فِى مَنَامِ هِ، فَلْيَحْمَدِ اللهِ وَ لْيَشْكُرْهُ؛ وَمَنْ رَ أَى غَ يْرِ ذٰلِكَ،
فَلْيَسْتَعِذْ بِاللهِ، وَلاَ يَذْكُرْهَا، فإِنَّها لاَ تَضُرُّهُ (قط . فى الأفراد عن
ابن عمر)
RE. 4201/11 (Men raâ hayran fî menâmihî, felyahmedi’llâhi velyeşkürhu; ve men reâ gayri zâlike, felyestaiz bi’llâhi, ve lâ yezkürhâ, feinnehâ lâ tedurruhû)
(Men raâ hayran fî menâmihî) “Kim rüyasında hayırlı bir şey görürse…” Havuz görmüş, derya görmüş, deryanın içine girmiş, balık tutmuş, başına taç konmuş vs. güzel şeyler görmüş. (Felyahmedi’llâhi velyeşkürhu) “Allah’a hamd etsin ve şükretsin.”
(Ve men reâ gayri zâlike) “Kim de hoşa gitmeyen bir şeyler görmüşse, (felyestaiz bi’llâhi) Allah’a sığınsın!” “—Yâ Rabbi, bir rüya gördüm, içim allak bullak oldu. Bu rüyanın şerrinden, kötülüğünden sana sığınırım.” desin.
(Ve lâ yezkürhâ) “Kimseye onu söylemesin. (Feinnehâ lâ tedurruhû) O zaman rüya ona zarar vermez.” Sol tarafına üç defa püf, püf, püf diyecek, Allah’a sığınacak, başkasına söylemeyecek.
Rüya zâten laubali insanlara söylenmez. Rüyanın ciddiyetini bilen, inceliklerini bilen, güzel tabire salâhiyetli, muktedir, iyi insanlara söylemek lâzım! Çünkü karşıdaki ters bir yorum yaparsa, o zaman insanın başı derde girer.
Bizim Osmanlı padişahlarından birisi166 bir rüya görmüş. Rüyasında Avusturya kralıyla karşı karşıya gelmişler, güreşe tutuşmuşlar. Avusturya kralı çalmış bunu yere, çıkmış üstüne, sırtını yere getirmiş. Rüya bu… Haydi bakalım nasıl tefsir edersiniz, nasıl tabir edersiniz?
Padişah çok üzülmüş, Avusturya kralı kendisini yeniyor. Güreş yapıyorlar, üstüne çıkıyor, padişahın sırtı yere geliyor. Çok üzülmüş, perişan olmuş.
166 Sultan III. Mehmed (1595-1603)
Kendisi zamanın kutbu, meşâyih-ı kiramdan Aziz Mahmud-u Hüdâyî Hazretleri’ne gitmiş. Rüyasını ona anlatmış:
“—Hocam böyle bir rüya gördüm.” demiş.
“—Mâşâallah, ne mutlu, çok güzel! Yer kuvveti temsil eder. Sırtını kuvvetli yere dayamışsın, Allah’ın izniyle Avusturya kralını yeneceksin!” demiş.
Hakîkaten de yapılan savaşı167 kazanmış, Avusturya ordusunu yenmiş.
Kötü bir rüya görünce kimseye söylememek daha iyidir. Söylemezsin, Allah’a sığınırsın. Söylenmeyen o rüya insana zarar getirmez.
Birisi geldi, Rasûlüllah Efendimiz’e… Perişan, üzülmüş, korkmuş. Dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah, rüyamda gördüm, başımı kesmişim, elime almışım.”
Rasûlüllah Efendimiz dedi ki:
“—Eline aldıysan, hangi gözünle gördün o halini? Şeytanın maskarası olma!” dedi.
Şeytan üzmek için rüya göstertir insana…
Hakikaten rüyaların bir kısmı şeytanîdir, bir kısmı Rahmânîdir. Böyle gider bu işler…
i. Nazara Karşı Dua
Bu hadis-i şerif de nazar değmesiyle ilgili bir hadis-i şeriftir. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:168
مَنْ رَأَى شَيْئاً يُعْجِبُهُ، فَقَالَ : مَا شَاءَ اللهُ، لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِالله؛ لَمْ
تَضُرَّهُ الْعَيْنُ (ابن السني فى عمل يوم وليلة عن أنس)
RE. 420/12 (Men raâ şey’en yu’cibuhû, fekàle: Mâ şâa’llàh, lâ
167 Haçova Savaşı, 1596.
168 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.90, no:4370; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.746, no:17670; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.324, no:22228.
kuvvete illâ bi’llâh; lem tedurruhu’l-ayn) (Men raâ şey’en yu’cibuhû) “Kim hoşuna giden, hayran kaldğı bir şey görürse beğendiği bir şey görürse ve beğendiği şeyin karşısında,
(fekàle: Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh) derse, ona nazar değmez.” Nazar haktır. Bazı kimselerin nazarı değer. Kendisinin de kendisinin bazı eşyasına nazarı değebilir. Bazı kimselerin nazarı çok değer. “Kem gözlerden Allah korusun!” derler ya…
Ama insan böyle bir şeyi beğendiği zaman, “Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh” derse, o zaman nazar değmez.
Bir şey yapacağınız zaman ne diyeceksiniz?
(İnşâallah) [Allah isterse] diyeceksiniz.
“—Yarın inşallah saat birde buluşalım!”
Çünkü Allah dilemezse buluşamazsınız.
Bir şey beğendiğiniz zaman ne diyeceksiniz?
(Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh) diyeceksiniz.
“—Aman ne kadar güzel bir bahçe… Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh!” “—Aman elbisen ne kadar güzel, çok yakışmış… Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh!” “—Aman tıraşın çok güzel olmuş… Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh!” “—Aman ne akıllı çocuk… Mâşaa’llàh, lâ kuvvete illâ bi’llâh!” Bunu diyeceğiz. Demezsek, nazar eğer. Bu da İslâmî bir terbiye olarak hatırınızda kalsın! Beğendiğiniz şeylere dâima mâşâallah
deyin ki, göz değmesi olmasın!
Çok beğendiğim bir arabam vardı; mavi, pırıl pırıl, geniş tekerlekli… Boyatırdım tertemiz, yolun kenarına koyardım; gelir birisi toslardı. Gelir çocuğun birisi çizer, öbür tarafa kadar giderdi.
Babam dedi ki:
“—Oğlum, bir tarafı ezik kalsın şu arabanın! Şöyle hoşa gitmeyecek bir tarafı olsun. Nazar değiyor.” dedi.
Hakîkaten ben de bir tarafı yırtık, bir tarafı eğri kullandım; bir daha çarpan, çizen pek olmadı.
j. Belâ Karşısında Allah’a Hamd
Sonuncu hadis-i şerif… Peygamber SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:169
مَنْ رَأَى صَاحِبَ بَلاَءٍ، فَقَالَ: الْحَمْدُ للهَِِّ الَّذِي عَافَانِي مِمَّا ابْتَلاَكَ
بِهِ، وَفَضَّلَنِي عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقَ تَفْضِيلاً، عُوفِيَ مِنْ ذَلِكَ الْبَلاَءِ
كَائِنًا مَا كَانَ (ت. عن عمر)
RE. 420/13 (Men raâ sàhibe belâin, fekàle: El-hamdü li’llâhi’llezî àfânî mimme’btelâke bihî, ve faddalanî alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlen, ùfiye min zâlike’l-belâi kâinen mâ kân) (Men raâ sàhibe belâin) “Her kim ki belâ sahibi bir kimse görürse…” Belâ nedir? Hastalıktır, sıkıntıdır, derttir. Karşısındaki acıklı, yürek parçalayan bir durumda… Böyle bir kimseyi görürse, (fekàle) onu gördüğü zaman desin ki:
(El-hamdü li’llâhi’llezî àfânî mimme’btelâke bihî) “‘Seni bu derde mübtelâ eden, beni sâlim kılan Allah’a hamd olsun ki, senin bu uğradığın derde beni uğratmadı, (ve faddalanî alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlâ) ve beni yarattığı birçok mahlûkattan üstün kıldı.’ derse; (ùfiye min zâlike’l-belâi kâinen mâ kân) bu belâdan korunmuş olur. Her ne çeşit belâ olursa olsun, ne kadar yaşarsa yaşasın, o belâ ona gelmez.”
Gördünüz, ber amansız hastalığa tutulmuş bir kimse… Gördünüz, gemileri batmış bir adam, saçını, başını yoluyor. Gördünüz, dükkânı yanmış, eşyalar perişan, dükkânın önünde oturuyor. Yâni belâya uğramış bir adam gördünüz, ne diyeceksiniz:
(El-hamdü li’llâhi’llezî àfânî mimme’btelâke bihî) “Seni bu derde mübtelâ eden Allah’a hamd olsun ki, senin bu uğradığın derde beni
169 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.316, no:3353; Müsnedü’l-Hàris, Zevâidü’l-Heysemî, c.II, s.956, no:1056; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.142, no:3512; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.324, no:22229.
uğratmadı, (ve faddalanî alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlâ) ve beni yarattığı birçok mahlûktan üstün kıldı.” diye hamd edecek.
Kendisiyle mukayese edecek: Bakacak ki o perişan, bakacak ki kendisi nimetler içerisinde… O nimete hamd edecek.
“—El-hamdü lillâh yâ Rabbi, ben sâlimim… El-hamdü lillâh benim dükkânım yanmış değil… El-hamdü lillâh benim vücudum afiyette…” gibi sözlerle Allah’a hamd ederse, her ne belâ olursa olsun Allah onu hıfz eder.
Bu hadis-i şeriflerin çoğunu şöyle mütâlea ettiğimiz zaman öyle anlaşılıyor ki, insan Mevlâsına bağlanırsa, ağzı dualı olursa, dili zikirli olursa, edepli, terbiyeli olursa, pek çok şeyden kurtuluyor, çok sevaplar kazanıyor.
Bizim dinimiz çok güzel bir dindir, çok kolaylık dinidir.
Allah bize hayırlı ilimler nasib etsin… Şu bilgileri zihnimize yerleştirip de her anımızda, her halimizde, Rasûlüllah’ın bize öğrettiği tarzda yaşamayı, konuşmayı, söylemeyi nasib eylesin… Peygamber Efendimiz’in şefaatine ermeyi cümlemize nasîb eylesin…
Fâtiha-i şerîfe mea’l-besmele!
27. 01. 1985 - İskenderpaşa Camii