06. FAYDALI DUALAR

07. MÜ’MİNLERİN DEĞERİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Seyyidinâ ve senedinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn...

Emmâ ba’dü fa’lemû eyyühe’l-ihvân! Feinne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh, ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve selem… Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ, ve külle muhdesetin bid’ah, ve külle bid’atin dalâleh, ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr… Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


مَتٰى أَلْقٰى إِخْوَانِي؟ قَالُو: أَ لَ سْنَا إِخْوَانَكَ؟ قَالَ: بَلْ أَنْتُمْ أَصْحَابِي؛


وَ إِخْوَانِي، الَّذِينَ آمَنُوا بِي وَلَمْ يَرَوْنِي، أَنَ ا إِلَيْهِمْ بِاْلأَشْوَاقِ (ع. و


أبو الشيخ عن أنس)


RE: 390/2 (Metâ elkà ihvânî! Kàlû: Elesnâ ihvânek? Kàle: Bel entüm ashâbî. Ve ihvânî, ellezîne âmenû bî ve lem yerevnî, ene ileyhim bi’l-eşvâk)

Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rahmeti, selâmı, bereketi, lütfu, keremi cümlenizin üzerine olsun. Allah-u Teàlâ Hazretleri yaptığınız ibadetleri kabul eylesin… Rahmetine, ikramına, lütfuna vesile eylesin…

Her zaman olduğu gibi Peygamber SAS Hazretleri’nin mübarek hadîs-i şeriflerini Râmûzü’l-Ehàdîs isimli hadis mecmuasından ve onun şerhi olan Levâmiu’l-Ukùl adlı eserden

209

takip ediyoruz.

Bu hadîs-i şeriflerin okunmasına ve izahına geçmeden önce boynumuzun borcu bir vazifeyi edâ edelim. Evvelen ve hâsseten Peygamber SAS Efendimizin rûh-u pâki için, ve onun cümle mübarek alinin ashabının edvaının ahbabının ruhları için, sair evliya, mürselînin ve cümle evliyâullahın ve hâsseten Ümmet-i Muhammed’in mürşid ve mürebbîleri olan sadaat ve meşayıhı turûk-u aliyyemizin cümlesinin ve halifelerinin, müridlerinin, mühiblerinin, tabiilerinin, müntesiplerinin ruhları için; Okuduğumuz eseri cem ve te’lif etmiş olan Gümüşhànevî Hocamız’ın ruhu için, kendisinden feyz aldığımız Muhammed Zâhid-i Bursevî Hocamızın ruhu için, şu içinde hadis-i şerif okuduğumuz caminin banisi İskenderpaşa’nın ruhu için, bu caminin çevresinde yatanların ruhları için, bu caminin içinden gelmiş geçmiş olan imamların, müezzinlerin, vaizlerin, hatiplerin, cemaatin ruhları için, bu beldede medfun bulunan evliyaullahın, sahabe-i kiramın, enbiyaullahın ve sâir mü’minîn ve mü’minatın ruhları için; Uzaktan ve yakından bu hadisi şerifleri dinlemeye gelmiş olan siz kardeşlerimizin ahirete göçmüş olan bütün yakınlarının ve sevdiklerinin ruhlarına hediye olsun diye; hayatta olan biz müslümanların da Mevlâmızın rızasına uygun ömür sürüp, sàlih ameller işleyip, huzuruna sevdiği ve razı olduğu bir kul olarak varmamıza vesile olması için buyurun bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım! ……………………..


a. Kardeşlerime Bir Kavuşsaydım!


Dersimizin mukaddimesinde metnini okumuş olduğumuz hadîs-i şerif Enes İbn Mâlik’ten rivayet edilmiştir. Bu hadîs-i şerifin mevzuu sizlersiniz. Peygamber SAS Hazretleri lütuf ile buyurmuşlar ki:52



52 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.155, no:12601; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.V, s.341, no:5494; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.118, no:3390; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.336, no:34583; Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.53, no:16697; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.348, no:20940.

210

مَتٰى أَلْقٰى إِخْوَانِي؟ قَالُو: أَ لَ سْنَا إِخْوَانَكَ؟ قَالَ: بَلْ أَنْتُمْ أَصْحَابِي؛


وَ إِخْوَانِي، الَّذِينَ آمَنُوا بِي وَلَمْ يَرَوْنِي، أَنَ ا إِلَيْهِمْ بِاْلأَشْوَاقِ (ع. و


أبو الشيخ عن أنس)


RE: 390/2 (Metâ elkà ihvânî) “Ah, ah şu kardeşlerime bir mülâki olsaydım, bir kavuşsaydım kardeşlerime!”

Böyle bir hasretli söz söyledi Peygamber Efendimiz. (Kàlû) Dediler ki: (Yâ rasûla’llàh, elesnâ ihvânek) “Yâ Rasûlallah, bizler senin kardeşlerin değil miyiz? İşte karşındayız ya! Kimlere kavuşmak istiyorsun sen?” (Kàle: Bel entüm ashâbî) “Sizler benim ashâbımsınız. (Ve ihvânî ellezîne âmenû bî ve lem yeravnî) Benim ihvânım, benden asırlar sonra, yıllar sonra gelip de, beni görmedikleri halde, bana iman edip de yolumca yürüyenlerdir.” Rasûlüllah’ın kardeşleri, onu görmediği halde ona inanmış olanlar, yani sizler, bizler. Allah-u Teàlâ Hazretleri bu hadîs-i şerifin kadrini bilenlerden eylesin.,, (Ene ileyhim bi’l-eşvâk) “Ben onlara karşı nice şevk duymaktayım, âh bir kavuşsam o ihvanıma diye nasıl bir sevgi beslemekteyim.” diye buyurmuş SAS.

Bu hadîs-i şerifi hepiniz ezberleyin de, ona göre ayağınızı denk alın!


b. İman Bakımından Şaşılacak Kimseler


Amr ibn-i Şuayb babasından, o da dedesinden nakletmiş. Peygamber SAS Hazretleri bir gün buyurmuş: ki: 53



53 Gümüşhanevî, Ahmed Ziyâüddin, Levâmiu’l-Ukùl, IV/25; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, h.1407, X/65.

211

قَـالَ رَسُـولُ الله، صَلَّى اللهُ عَـلـَيْهِ وَ سَــلـَّمَ: أَيُّ الخَـلْقِ أَعْـجَـبُ


إِلَيْكُم إِيمَاناً؟ قَالُوا: الْ مَلٰئكَ ة. قَالَ: وَمَا لَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ وَهُمْ


عِندَ رَبِّهِمْ. قَ الُوا: فَالنَّبِيُّونَ . قَالَ: وَمَا لَهُمْ لاَيُؤْمِنُونَ وَالْوَ حْيُ


يَنْزِلُ عَلَــيـْهِمْ؟ قَالُوا: فَـنَحْنُ . قَالَ: وَمَا لَهُمْ لاَ تُؤْمِنُونَ وَ أَ نَا


بَيْنَ أَظْهـُرِكُمْ؟ قـَالَ: فـَقَ الَ رَ سُولُ اللهُ صَلَّى اللهُ عَلـَيْهِ وَسَلَّ مَ:


أَلاَ إِنَّ أَعْــجَبَ الْ ـخَـلـْقِ إِ لَيَّ إِيـمَانًـا لِقَـومٍ يَكُونـُونَ مِنْ بـَعـْدِ كُمْ


يـَجـِدُونَ صُحًفًا فِيهَا كـِتَ ابٌ ، يُؤْمِنُونَ بِمَ ا فِـيهَ ا.


(Kàle rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve sellem) “Rasûlüllah SAS bir gün etrafındaki ashabına sormuş:

(Eyyü’l-halkı a’cebü ileyküm îmânen) “İman bakımından en çok sizin hayretini çeken insanlar kimlerden? Söyleyin bakalım. İman bakımından halkın, mahlûkàtın en çok sizin hayretinizi çeken, sizi hayran bırakan, şaşırtıcı bir durum arz eden varlıklar kimlerdir? Söyleyin.” (Kàlû: El-melâikeh) “Bu soru üzerine SAS Efendimiz’e cevaben dediler ki: Melekler. Meleklerin imanına hayret ederiz, en güzel onların imanıdır, kuvvetlidir imanı.” Çünkü günahsız varlıklar, hiç günahlar yok, suçları yok, bizim gibi düşe kalka yolda yürümeye kalkışıp, yüzü gözü çamur olmuş insanlar gibi değil ki onlar; günahsız varlıklar diye onlar hatıra gelmiş şahısların. Sonra sorulduğu zaman, Peygamber Efendimiz bakın nasıl yerleştiriyor, etrafındaki insanların zihnine mâlumâtı sorarak, cevaplarını alarak, yoklayarak, onların yanlışlıklarını düzelterek.


(Kàle) Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: (Ve mâ lehüm lâ

212

yü’minûn, ve’l-vahyü yenzilü aleyhim) “Onların Rableri’nin yanındayken onlara ne oluyor ki inanmayacaklar?! Mümkün mü? Melek, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzurlarında, onlar her şeyi görüyorlar, onlar inanmasın da kimler inansın?! Onların imanlarında şaşıracak bir şey yok.” (Kàlû: Fe’n-nebiyyûne) “O halde madem melekler değilmiş, onların imanlarında şaşıracak bir şey yok. Normal olarak inanmaları gerekiyor, elbette inanmaları gerekiyor. O halde peygamberlerdir.” (Ve mâ lehüm lâ yü’minûne ve’l-vahyu yenzilu aleyhim) “Onlar nasıl inanmasınlar, vahiy kendilerine iniyor? Allah’a iman etmemiş olurlar mı; vahiy iniyor kendilerine…” (Kàlû: Fenahnü) “Bilemedik yâ Rasûlallah, yoksa biz miyiz? Madem peygamberler değil, melekler değil, yoksa biz miyiz?” diye tereddütlü tereddütlü sormuşlar.

Peygamber Efendimiz buyurdu ki;

(Ve mâ leküm lâ tü’minûne ve ene beyne ezhüriküm) “Siz niye inanmayacaksınız ki, ben sizin karşınızdayım?” Peygamber pırıl pırıl nur içlerinde; inanmamak olur mu?


(Fekàle rasûlü’llàh SAS) Baktı ki cevap çıkmadı Peygamber Efendimiz o zaman buyurdu ki:

(Elâ inne a’cebe’l-halkı ileyye îmânen) “Bakın, dikkat edin, gözünüzü açın ki, mütenebbih olun ki, bana göre insanların, mahlûkàtın, halkın, imanca en hayran olunacak, en şaşılacak olanı, (lekavmün yekûnûne min ba’diküm) sizden sonra gelecek olan mü’min nesillerdir ki, insanlardır ki, (yecidûne suhufen) birtakım sayfalar yazılı bulacaklar; (fîhâ kitâbün) orada Allah’ın kitabı, emirleri, farzları var; (yü’minûne bimâ fîhâ) ona inanacaklar ve amel edecekler. İşte onların imanı, en kuvvetli imandır.” buyurdu.

Peygamber yok karşılarında, başka kimse yok diye, işte Kur’an diye öpüp başımıza koyuyoruz işte SAS’in hadisleri diyoruz. Dağları, dereleri, denizleri aşıp geliyoruz SAS hadisini dinleyeceğiz diye, el-hamdü lillâh. Allah bizi taklîden yaptığımız şeyin hakikatine erenlerden eylesin, o şuura sahip eylesin... Peygamber SAS Efendimiz’in

213

ihvanı olmanın ne kadar şeref olduğunu idrak edip de ona ihvanına aykırı iş yapmayan kullarından eylesin… Yakışır mı; SAS’in ihvanı olalım, kardeşleri olalım da, o bize şevk duysun da; biz ondan uzak duralım, biz onun yolundan ayrı yol çizelim, başka yollara gidelim? ABD’linin, Çin’in, Rus’un yolunda gidelim yakışır mı?


Dünyanın neresinde bir fikir varsa Türkiye’de! Sübhanallah!

Ya dünyanın en sağlam fikri, en güzel fikri bizde, dünya mü’min olup geliyor, siz nereye gidiyorsunuz?

Dünyayı dolaşıyor, müslüman oluyor aklı başında insanlar. Biraz namusu, biraz haysiyeti olanlar, biraz dünyanın boşluğunu hissedip de bir gün gelip âhirete göçeceğini anlayanlar, hissedenler, aklını başına devşiriyor da, Peygamber SAS Hazretleri’nin kıymetini anlatıyor. Kur’ân-ı Kerîm’in şaşaası karşısında gözleri kamaşıyor, müslüman oluyor.

Kanadalı bir şahıs geldi kapıdan girdi oturduğumuz salona, tipi zenci, giyinişi ABD’li, o taraftan.

“—İsminiz nedir?” diye İngilizce sordum.

“—Yahya.” dedi. Ben “John” diyecek diye bekliyorum;

“—Yahya.” dedi. “—Ben yedi senedir müslümanım.” dedi.

“—Peki, nasıl müslüman oldun?” “—Beni Kur’ân-ı Kerîm müslüman etti.” dedi.

Kimisi Rasûlüllah SAS Hazretleri’nin hadislerini okur, oradan yola gelir, kimisi Kur’ân-ı Kerîm’i okur doğru yola gelir. Biz de doğru yoldayken başka yol arıyoruz.


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ (يونس:٢٣)


(Femâzâ ba’de’l-hakkı ille’d-dalâl) “Hakkı bırakırsa insan ne olur? Ancak dalâlete düşer, sapıtır.” (Yunus, 10/32) Haktan başka yol var mı? Hak yoldan çıkıyorsun, nereye gidiyorsun?

Oraya gidersin, buraya gidersin hakka gitmezsin; çünkü hak yolu bıraktın, başka bir yere gidiyorsun.

Hak yol bir tane. Ondan sonra nereye tâbi olursan ol, kıymeti

214

yok… Hak yol bir tane, o caddeyi bıraktıktan sonra gideceğin yere varamayacaksın. Cennet o caddenin sonunda. Başka bir istikamete gidiyorsun.

Allah akıl fikir versin, Allah şuur versin, Allah imanının tadını dimağımıza yerleştirsin. İmanımızın lezzetini duya duya yaşamayı nasib etsin…


O imanla fedakârlık da güzeldir, hasta olmak da güzeldir, ölmek de güzeldir, yaşamak da güzeldir. Aç kalmak da güzeldir, tok olmak da güzeldir. Hepsi güzeldir, hepsi o imanla tatlanır. O iman olmadıktan sonra, hiçbir şeyin kıymeti yok. Ne köşklerin kıymeti var, ne sarayların, ne mevkilerin, ne makamların… İnsanın en büyük nimeti nedir? İnsanı en çok mutlu edecek şey nedir?

“—Sıhhat…” Hayır! Hasta insan mutlu olmaz mı? Yandın mı şap gibi?

İnsanın mutluluğu imanındadır. İmanı varsa, hasta da olsa mutlu olur. Tenini kurtlar yiyen, kurt yedikçe şükreden Eyyûb Peygamber şu toprakta yatar. Kurt yiyor, üstü kurtlanmış, yaralanmış berelenmiş, sabrediyor.


إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا ۚ نِّعْمَ الْعَبْدُ (٤٤)


(İnnâ vecednâhu sàbiran, ni’me’l-abdü) “Biz onu sabırlı kul olarak bulduk, o ne güzel kuldur!” (Sad, 38-44) buyruluyor. Eyyûb AS methediliyor.

Biz de hemen küçücük şeyden açarız ağzımızı, basarız feryadı. Sabrın ecrini kaçırırız. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:54



54 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.438, no:1240; Müslim, Sahîh, c.II, s.637, no:926; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.210, no:3124; Tirmizî, Sünen, c.III, s.314, no:988; Neseî, Sünen, c.IV, s.22, no:1869; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.509, no:1596; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.130, no:12339; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.272, no:2040; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.222, no:6244; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.176, no:3458; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.119, no:9702; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.65, no:6919; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.362, no:1203; İbnü’l-Ca’d,

215

الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةِ الأُولٰى (خ. م. د. ت. ن. ه. حم. ط. طس. ع. هب. ق. عد. عن أنس؛ ع. عن أب ي هريرة)


(Es-sabru inde’s-sadmeti’l-ûlâ) “Sabır, darbe ilk geldiği zaman olur.” Ondan sonra, nasıl olsa insan alışır.

Onun için, Allah’ın takdirine râzı olacağız.


c. Ashabın ve Ümmetin Misali


Bu da Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet edilmiş. Süyûtî hasen demiş. Peygamber Efendimiz yine ashabını ve ümmetini methetmiş bu hadîs-i şerifte. Buyuruyor ki:55


مَثَلَ أَصْحَابِي فِي أُمَّتِي كَالْمِلْحِ فِي الطَّعَامِ، لا يَصْلُحُ الطَّعَامِ


إِلا بِالْمِلْحِ (أبو يعلى عن أنس)


(Meselü ashâbî ve ümmetî, meselü’l-milhi fi’t-taâm; lâ yasluhu illâ bi’l-milhi)

“—Benim ashabımın ve ümmetimin durumu tuza benzer, tuzun durumuna benzer. Malum yemek tuzsuz olunca tadı olmaz.


Müsned, c.I, s.208, no:1368; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.172, no:249; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1477; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III. s.356. no:799;

Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.99; Bezzâr, Müsned, c.II, s.352, no:7373; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.415, no:3842; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.453, no:6067; Ukaylî, Duafâ c.III, s.463, no:1519; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.272, no:6510, 6511; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.246, no:647; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.355, no:6462 ve c.XIV, s.52, no:13769.


55 Ebu Ya’la, Müsned, c.V, s.151, no:2762; Kudai, Müsnedü’ş-Şihab, c.II, s.275, no:1347; Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.129, no:6400; Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, c.IX, s.739. no:16395; Enes ibn-i Malik RA’dan.

Kenzü’l-Ummal, c.XI, s.531, no:32476; Camiü’l-Ehadis, c.XIX, s.348, no:20942.

216

Nasıl yemeğin tadı tuz ekince geliyorsa, benim ashabımın durumu da, ümmetimin durumu da o tarzdadır.” Peygamber SAS’in ashabı yıldızlar gibidir, hangisine uysa insan doğru yolu bulur. Çünkü nurlarını o nûr-ı Nübüvvet’ten almışlardır, terbiyeyi o medresede görmüşlerdir. Peygamberlik medresesinde, onun huzurunda diz çöküp görmüşler, hangisine uysa insan hak yolu bulur. Onların hayatlarını okumamız gerekiyor, onları kendimize örnek almamız gerekiyor. Nasıl fedakârlıklar yapmışlar, nasıl çalışmışlar, nasıl yaşamışlar, nasıl harcamışlar, nasıl kazanmışlar?


Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri Peygamber Efendimiz’in ashabından, İstanbul’da medfun. Bu yollar biter mi yürümekle?

Tâ Medîne-i Münevvere’lerden, Hicaz’lardan kalkmış gelmiş,

burada medfun.

Kimisi Orta Asya’da, kimisi Anadolu’nun filan yerinde, kimisi dünyanın başka taraflarında... Her birisi bir tarafa dağılmışlar. Neden? Gaye; Allah’ın dinine hâdim olmak, hizmet etmek, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yolunda çalışmak.

İhtiyar haliyle;

“—Verin benim mızrağımı, kınımı, kılıcımı ben cihada gideceğim.” demiş. Demişler ki;

“—Sen yaşlandın, sen artık otur.” “—İhtiyarlar müstesna kılınmış mı bu ayet-i kerimede? İhtiyarlar müstesna diyor mu? Onlar cihad yapmasınlar diyor mu? O halde ben de cihada gideceğim.” diyor.


Şemseddîn Sivâsî Hazretleri —Allah şefaatine nâil etsin— Osmanlı devrinin büyük evliyâlullahı, büyük şahsiyetlerinden bir muhterem kişi, meşâyih-i izâmdan... Rüya görmüş, cihada gitmesi gerektiğine kàni olmuş. İhvanının uyanıklarından bir tanesine diyor ki;

“—Ben rüyada şöyle şöyle gördüm. Bana cihad emrediliyor.” Diyor ki:

“—Üstadımız, Efendimiz, zât-ı âliniz daha iyi bilirsiniz ama yaşlandınız, vücudunuza zaaf geldi. Tâ Sivas’tan kalkacaksınız, İstanbul’a gideceksiniz atlar üstünde. Oradan kalkacaksınız tâ Macaristan’a, Avusturya’ya kadar gideceksiniz. Siz büyük cihadı

217

yapın, nefis ile olan cihadı yapın.

Mâlum, Peygamber Efendimiz’in bir hadîs-i şerifinde geçiyor ya, bir grup sahabe-i kiram savaştan dönmüşler. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:56


رَجعْنَا مِنَ الْجِهَادِ اْلأَْصْغَر إِلَى الْجِهَادِ الأَْكْبَرِ، مُجَاهَدَةُ الْمَرْءِ بِنَفْسِهِ .


(Race’nâ mine’l-cihâdi’l-asgari ile’l-cihâdi’l-ekber) “Küçük savaştan büyük savaşa geldik.” Büyük savaş ne? (Mücâhedetü’l- mer’i bi-nefsihî) “Kişinin kendi nefsiyle savaşması...”

Medine’ye geldi, savaş bitiyor mu? İnsanın içinde çeşitli duygular var, çeşitli fikirler var. Şeytan herkesi bir başka türlü aldatır. Herkesin damarının içinde böyle kanın dolaştığı gibi dolaştığı bildiriliyor. Bakar, nereden hoşlanıyorsa, neden hoşlanıyorsa o yoldan bir çaresini bulup onu alt etmeye çalışır, kusur ettirmeye çalışır, cehenneme düşürmeye çalışır. Onun için, insan onun nefse ve şeytana fırsat vermemesi gerekiyor.


Bu; tasavvuf, bu tarikat dediğimiz şey nedir?

“—İnsanın kendi nefsine fırsat vermemesi, Allah’ın emrine râm olması, nefsin şeytanın söylediği yoldan gitmemesi demek. Yoksa taç değil, hırka, tesbih, seccade değildir.” diye büyükler söylüyor. Huydur, davranış tarzıdır, hareket tarzıdır. Nasıl yaşıyorsun, nasıl davranıyorsun? Etraf ile muamelen nasıl? Nasıl geçiyor günün? Aldatmasın kimse kendisini; işte nefisle cihad, büyük cihad oluyor.

“—İnsanın kendi nefsiyle mücadele etmesi, zât-ı âli haliniz büyük cihadla meşgul olun. Ötekisi küçük cihad, düşmana gidip düşmanla mücadele etmek...” “—Yok. Rüyada gördüğüm işaretler benim fiilen orada



56 Lafız farkıyla: Beyhakî, Zühdü’l-Kebîr, c.I, s.388, no:384; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIII, s.523, no: 7345; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.430, no:11260; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.425, no:1363; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.139, no:15164.

218

düşmanla çarpışmam gerektiğini gösteriyor, onun için hazırlık yapalım!” demiş.

Başlamışlar kılıç yapmaya, ok, zırh yaptırmaya… Savaş için, cihad için ne gerekiyorsa onları hazırlamaya başlamışlar. İki sene sürmüş hazırlık… Kılıçlar, kamalar, kınlar, oklar, mızraklar yapılacak diye iki sene hazırlık sürmüş. İki sene sonra padişahtan bir ulak, bir haberci geliyor Sivas’a. Diyorlar ki:

“—Efendim, padişahtan bir haberci geldi.” Geliyor huzuruna şeyh efendinin;

“—Padişah Hazretleri’nin zât-ı âlinize selâmı var Avusturya üzerine sefer açmayı düşünüyor, zât-ı âlinizin de bu seferde bulunmanızı rica ediyor.” “—Zaten iki senedir hazırlık yapıyorduk.” demiş.

Ondan sonra kalkıyorlar İstanbul’a geliyorlar.


İstanbul’da padişah [III. Mehmed] diyor ki Şemseddîn-i Sivâsî Hazretleri’ne: “—Efendim siz, biz size haber göndermeden iki sene önceden cihad hazırlığına girişmişsiniz. Bunun böylece önceden hazırlanmağa başlanmasından başka, acaba yanınızda bu gideceğiniz seferin sonu ne olacak diye bir bilgide var mı, bir işaret var mı? Acaba nasıl olacak bu seferde düşmanın karşısına çıkacağız, ne olacak olan halimiz?” “—Allah’ın lütf u keremiyle zafer bizimdir padişahım, telaşlanmayın!” diyor.

Buradan çıkıyorlar tâ Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Avusturya’ya kadar varıyorlar. Eğri kalesi önlerinde düşman deniz gibi… 300 bin mi, daha fazla mı; bakacağım tarih kitaplarına, rakamını öğreneceğim. Düşman çok, çok da iyi hazırlanmış toplar, silahlar, vesaireler teçhizatı çok kuvvetli.

Osmanlı ordusunun bir kanadına saldırıyor, o kanadı geriletiyor; öbür kanadına bir top atışı arkasından bir saldırıyor, o kanadı geriletiyor. Orta taraf da gidiyor. Padişahın Hazîne-i Hümâyûn’u yağmalanmaya başlanıyor.

Padişah ümitsizliğe düşmüş ve çok perişan olmuş. Diyor ki:

“—Çağırın şu şeyh efendiyi!” Çağırıyorlar.

“—Hoca efendi ne oldu, hani zafer bizim olacaktı? Nedir bu

219

hal?” Bozgun başladı, padişahın hazinesi de yanındaki teçhizat, levazımât, para pul, askere verilecek, alınacak şeyler onlarda gidiyor elden.

“—Merak etmeyin padişahım. Biraz sonra Behram Paşa diye birisi gelecek. Bir yerden o şey yapacak, ondan sonra durum değişecek, hiç telaşlanma. Metin ol!” diyor.

Hakikaten biraz sonra Behram Paşa diye birisi imdada geliyor. Arkasından bu yaşlı pîr-i fâni eline kılıcı alıp fiilen savaşın içine giriyor. Arkasından askerler toparlanıyorlar filan. Bir büyük zafer: Osmanlıların Eğri zaferi.


Geçtiğimiz sene Avusturya’da kutlama yapmışlar II. Viyana’da biz geri çekilmek zorunda kaldık diye düğün, bayram, merasimler, şunlar bunlar, Papa bile gitmiş oraya “Türkler buradan geri çekildiler” diye.

Bakın, âlem kendi tarihine nasıl bağlı! Bir defa biz kuşatmışız. İkinci defa aramızda ihtilaf çıkmış, Kırım’dan gelen asker ile buradan giden asker arasında ihtilaf çıkmış, Kırım askeri katılmayıvermiş savaşa.

Yoksa Viyana’nın Kahlenberg tepesine kadar gelmişler. Şehir, surlar böyle ayaklarının altında. Oraya otağ kurmuşlar. Şmdi orada bir kilise var. Kiliseye de bir resim yapmışlar, yukarıya; Lâ ilâhe illa’llah bayrağı aşağı inmiş, haç yukarıya çıkmış. Öyle resim yapmışlar. Bak ihtilaflardan neler oluyor?


Adamlar şehrin, Viyana’nın en büyük caddesine Maria Hilfert Strasse diye isim koymuşlar. (Maria Hilfert Strasse) yani “Bize yardım eden Meryem”. Meryem yardım etmiş de Türkleri def etmişler diye.

Papa geliyor, kutlama yapıyorlar orada. Öyle büyük bir merasim yapmışlar. Viyana bozgunu veyahut II. Viyana muhasarasının kaldırılışında… Biz İstanbul’umuzu almayı kutlayamadık. “Yunanlı komşularımız darılmasın!” diye. Onlar hiç bizi darıltmayı düşünüyorlar mı? Bak, tarihe nasıl bağlı. Caddelerine o ismi koymuş, hatıraları öyle yapmış. Oraya bizim padişahın otağının

220

olduğu yere kilise dikmiş. Herkes tarihine sımsıkı bağlı!


Senin tarihin nerede?

“—Tarihle marihle, coğrafyayla işimiz mi var: Biz müslümanız. Eski kavmiyetçilik şeyleri ile ilgin ne?” Kavmiyetçilik şeyiyle ilgim yok da, yani dedelerin yanlış yolda olsa neyse. Dedelerine bir vefa borcun yok mu? Sen de aleyhinde konuş, karala… Kim anlayacak başka? İşte öyle bir zafer kazanılmış, Eğri zaferi. Hiç kimsenin haberi yoktur. Nerelerde ne zaferler kazanılmış? Ne zaferlerimizden haberimiz var, ne bozgunlarımızdan, ne de bozgunlarımızın neden olduğundan haberimiz var! Ne de zaferlerimizi nasıl kazandığımızdan haberimiz var.

Sanıyoruz ki sayı üstünlüğü; düşman daha fazla, sanıyoruz ki teçhizat üstünlüğü… Değil! Teçhizatı daha kuvvetli onun.

Ne? İman! Allah yolunda şehid olamadığı, geri döndüğü zaman üzüntü duyan insanların hâlet-i rûhiyesi… “—Ben Allah yolunda ne kusur işledim ki, canımı veremeden geliyorum…” diye düşünen zihniyet.

İslâm, iman gücü!


Sen şimdi bunu soyup atıyorsun ama gâvur Armagedon savaşına hazırlık yapıyor. “Bir büyük savaş olacak!” diye boyna hazırlık yapıp duruyor. Bizim içimize de yayıyor, bizim içimizde de sizlerden, bizlerden adam toplayıp kandırmaya çalışıyor. Kendi tarafına çekmeye çalışıyor, bayrak aleyhinde neşriyat yapıyor, ordu aleyhinde neşriyat yapıyor. Bilmem başka şeyler aleyhinde, askerlik aleyhinde neşriyat yapıyor. Bizim dinimiz askerliği, cihadı, silahı ve saireyi, hepsini takviye ediyor. Bizim dinimizin; memleketimizin hayatiyeti için ehemmiyeti var. O öyle değil; herkesin gözünde hor hakir. Dinimiz; o bayrağın, imanın, askerin Allah yolunda cihad etmenin aleyhinde şeklindeki zihniyet yayılıyor. Almanya’da bizim işçilerimizden “O zihniyete tâbi olanlara 400 mark vereceğiz” diyorlarmış. “Gel gir 400 mark…” Hesaplarsan 45-50 bin lira para eder. Hadi giriyor oraya.

Aklınızı başınıza toplayın! İman bizi bu hâle getirdi! İmansız

221

gidersek, (Hasire’d-dünyâ ve’l-âhireh) “Dünyamız da mahvolur, âhiretimiz de mahvolur.” Bu imanın kadr ü kıymetini bilelim.

Bak, Rasûlüllah bize asırların ötesinden nasıl iltifat ediyor? Canımız hoş olsun diye, nasıl ihvanım diye iltifat ediyor asırların ötesinden… Onun için Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne vefa gösterin! Ahdinize sâdık kalın, bu yoldan ayrılmayın! Bu imanın kadr ü kıymetini bilin!


d. Müslümanların Selâmlaşması


Ebû Mûsâ el-Eş’arî Hazretleri’nden müslümanların nasıl olması gerektiğini anlatan bir hadîs-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:57


مَثَلُ المُؤْمِنِ إِذَا لَقِيَ المُؤْمِنَ فَسَلَّمَ عَلَيْهِ كَمَثَلِ البُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ


بَعْضًا (خط. عن أبي موسى)


(Meselü’l-mü’minü izâ lakiye’l-mü’mine, feselleme aleyhi, kemeseli’l-bünyâni yeşüddü ba’dühû ba’dà)

(Meselü’l-mü’minü izâ lakiye’l-mü’mine) “Bir başka müslüman ile karşılaştığı zaman müslümanın durumu, misali neye benzer, ne gibidir?” (Feselleme aleyhi) “Ve es-selâmu aleyküm der de selam verirse…” Bir mü’min öteki mü’min ile karşılaşır ona selam verirse bu neye benzer?

(Kemeseli’l-bünyâni yeşüddü ba’dühû ba’den) “Binanın kilit gibi birbirlerine kenetlenmiş taşları gibidir. Birisi ötekini takviye ediyor.”


Taşlar da koca duvar oluyor ya; şu camiin bakın mihrabına taşlar nasıl kenetlenmiş, aralarında hiç şey yok. Nasıl sağlam, o taraftan bir yıkılacak gibi hal var mı?



57 Hatib-i Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c.VI, s.370, no:3394; Ebu Musa el-Eş’ari RA’dan. Kenzü’l-Ummal, c.I, s.147, no:728; Camiü’l-Ehadis, c.XIX, s.375, no:21001.

222

Duvarlara bakın, camların içindeki kalınlıklardan, kalın yukarıya kadar. Altında emniyetle oturuyoruz, üstümüz taş ama bu kubbe üstümüze düşecek diye korkmuyoruz.

Neden?

Taşlar birbirine kenetlenmiş. Yeşüddü ba’dühû ba’den. “Bağlar, birisi ötekini destekliyor, takviye ediyor.” “—Sımsıkı hocam, hiçbir şey olmaz, bu kubbenin üstü taş ama meraklanma, tasalanma, bu kemer bir şey olmaz.” diyoruz değil mi?

Bir bina gibi birbirine kenetlenmiş karşılaşıp da es-selâmu aleyküm dediği, yani muhabbet olduğu zaman, birbirini sevdiği zaman...

Ama bu zamanın mü’minleri dinlerinin inceliklerini unutmuşlar. Birbirlerini sevmek değil, hocalarını sevmiyorlar. Gel de uğraş bunlarla!


e. Müslüman Koku Satan Kimse Gibidir


İbn-i Ömer RA’dan. Yine iman sahibi mü’mini anlatıyor. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:58


مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ الْعَطَِّار، إِنْ جَالَسْتَهُ نَفَعَكَ، وَإِنْ مَاشَيْتَهُ نَفَعَكَ،


وَإِنْ شَارَكْتَهُ نَفَعَكَ (طب. عن ابن عمر)


(Meselü’l-mü’mini kemeseli’l-attâr, in câlestehû nefeake, ve in mâşeytehû nefeake, ve in şârektehû nefe’ake) “Mü’min hoş koku satan attar gibidir. Mü’min attara benzer.” Attar, ıtır kelimesinden geliyor. Itır, güzel koku demek. Attar da o güzel kokuları satan demek. Biz dilimizde bozmuş, aktar yapmışız, ke ile… Halbuki t harfiyle olacak, iki tane t ile. Mesleği ıtır satmak, güzel koku satan kimse demek.

Müslüman neye benzer? Hoş koku satan kimseye benzer.



58 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.418, no:13541; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.I, s.257, no:271; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.147, no:726.

223

Yanında gül kokusu, sümbül kokusu, şebboy kokusu var, yasemin kokusu var, hoş kokuların her çeşidi var, satıyor. (İn câlestehû nefeake) “Otursan sana fayda verir, güzel kokusunu duyarsın, mest olursun. Oh ne güzel kokuyor şu adamın üstündeki esans, parfüm ne kadar güzel diye hoşuna gider.”


Bir de aksini düşün; çirkin koksa, ağzı burnu koksa, üstü başı koksa filan… Hani bir derici dükkânının yanından geçecek olsan, kapalı çarşısının orasından veya debbağlar çarşısından geçecek olsan nasıl fena oluyor. Kasapların bozulmuş etlerinin yanından insan burnunu kapatıp geçmek ister. Öyle değil mü’min kimse, attar gibidir, güzel koku satan kimse gibidir. Yanında otursa sana fayda verir, kokusu hoşuna gider. (Ve in mâşeytehû nefeake) “Beraber yürüsen, hoşuna gider, yanına gitsen hoşuna gider. (Ve in şârektehû nefeake) “Ortak olsan yine fayda verir.” Müslüman her halde öteki kimselere zarar vermez, hayrı dokunur. Otursan müslümandan fayda görürsün. Neden? Tatlı söyler, hayır söyler, Allah’ın emrini söyler. Acı da olsa dost acı söyler, düşman güldürür: “—Kardeşim senin bu yaptığın günahtır; yapma, etme! Bu yaptığın gıybet oluyor, dedikodu oluyor, şöyle etme, böyle etme!” demesi gerekiyor.

Hz. Âişe Validemiz hakkında bir şeyler söylenmiş, dedikodular çıkmış. “Kendilerine bu sözler nakledildiği zaman, ‘Sübhanallah böyle şey olmaz, bu büyük bir iftiradır.’ demeli değil miydi?” diyor Kur’ân-ı Kerîm.


Ortaklık yapsan, beraber yolculuk yapsan, müslümana yol arkadaşı olsan, yürüsen hayır görürsün. Kendisini tercih etmez, yemeğin tatlı tarafını kendisine almaz. Kendisi keyif tarafına bakmaz. Daima yolculuk arkadaşlığında güzel huylar görürsün. Sana fayda sağlar. Ortaklık yapsan yine fayda sağlar. Hile etmez, aldatmaz, kârı az göstermez, kasaya giren paranın bir kısmını cebine atmaz. Müslüman böyledir, mü’min böyledir.

Neden böyledir? Çünkü mü’minin kalbinde bir polis var. Bir de müfettiş var, kontrolör, hâkim, savcı var, bir sürü şey var kalbinde mü’minin. Onlar onu men eder, yaptırtmaz:

224

“—Alamazsın bu parayı, bu işi yapamazsın!” diye kötü şeyleri men eder. “Yarın bunun hesabı var!” diye almaz. “Yarın bunun haram olduğundan karşılığını veremem, ben bu işe bulaşmayayım!” der. Teklif ediyorlar: “—Bak sana, şu işi görme, şu kadar para var.” “—Olmaz, yapamam!” der.

Kızar öteki memurlar: “—Ya ne biçim adam, nereden geldi bu bizim aramıza? Ne güzel rüşvet alıyorduk, bu adam geldi, şimdi işimiz bozuldu” derler.

Sevmezler ama rüşveti almaz. Bilir ki âhirette hesabı var. Dünyada da ne kendisi hayrını görür, ne çoluk çocuğu… Bu iman, herkesin başına bir polis takmaktan daha önemli. Bunu herkesin desteklemesi gerekiyor.


f. Mü’min ve Münafığın Halleri


Bu Ebû Hüreyre RA’ten rivayet edilmiş bir hadîs-i şerif. Peygamber Efendimiz mü’min ile münafığı mukayese ediyor bu hadîs-i şerifte:59


مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ الزَّرْعِ، لا تَزَالُ الرِّيَاحُ تُفَيِّئُهُ، وَلا يَزَالُ الْمُؤْمِنُ


يُصِيبُهُ الْبَلاءُ؛ وَمَثَلُ الْ مُنَافِقِ كَمَثَلِ شَجَرَةِ الأَرْزِ، لاَ تَهْتَزُّ حَتَّى


تُسْتَحْصَدَ (أحم. ت. حسن صحيح عن أبى هريرة)


(Meselü’l-mü’mini kemeseli’z-zer’i lâ tezâlü’r-riyâhu tüfeyyiühû, ve lâ yezâlü’l-mü’minü yusîbuhû belâün; ve meselü’l-münâfiki



59 Müslim, Sahih, c.XIII, s.416, no:5024; Tirmizi, Sünen, c.X, s.92, no:2792; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.283, no:7801; Beyhaki, Şuabü’l-İman, c.VII, s148, no:9778; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.XI, s.196, no:20307; Begavi, Şerhü’s- Sünneh, c.III, s.28; Ebu Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummal, c.III, s.328, no:6789; Camiü’l-Ehadis, c.XIX, s.378, no:21008.

225

meselü şecereti’l-ürzi, lâ tehtezzü hattâ tüstahsade) Mü’min neye benzer? Mü’min ekine benzer; ekin, buğday, arpa vesaire gibi ekine benzer. (Lâ tezâlü’r-riyâhu tüfeyyihühû) “Rüzgâr esti mi daima onu o tarafa kıvırır. Rüzgâr estiği zaman ekini bir o tarafa yatırır, bir o tarafa yatırır.” Kırılır mı? Kavak ağaçları devrilir de çınar ağaçları kopar. Buğdaylar yatar kalkar, yatar kalkar. Böyle rüzgârda sallanır, ondan sonra doğrulur. Rüzgâr bastırınca eğilir, ondan sonra doğrulur. Buna neden benzetmiş Peygamber Efendimiz arkasından izah ediyor;


(Ve lâ yezâlü’l-mü’minü yusîbuhû belâün) “Daima onlara imtihanlar, belâlar isabet eder. Belâ isabet eder.” Belâ aslında bizim Türkçedeki mânaya değildir. Arapçada belâ imtihan demek. İmtihanlara uğrar, başımıza gelen o sıkıntılı işler de hep belâ dedikleri şeyler de imtihan için geldiğinden büyüklerimiz onu kullanmışlar. Biz de belâyı o mânasıyla dilimize yerleştirmişiz. Müslümana daima belâ gelir, imtihan gelir. Çocuğu hastalanır, başı ağrır, kolu ağrır, malı telef olur. Ticareti biraz kesat gider, işlerinde sıkıntı olur. Karşısındaki ona haksızlık eder, hakaret eder. Yapmadığı şeyleri yapmış gibi gösterirler. Daha başka örnek, çeşit çeşit şeyler olur. “İmtihan dünyası ne yapalım!” Sabrederse ne mutlu!

Hele rüzgârın ekini eğdiği gibi eğilip doğrulur. Rüzgârın ekini eğdiği gibi eğilir, doğrulur, kırılmaz. Mütevâzı olduğu için kırılmaz.


Münafığa gelince:

(Ve meselü’l-münâfikı meselü şecereti’l-ürzi) “Münafığın durumu, misali ise pirinç bitkisi gibidir.” Ürz, pirinç bitkisi demek. Pirinç bitkisi gibidir. Dimdik durur. Kıpırdamaya pek durumu yoktur. Öyle fazla bastırmağa gelmez. (Lâ tehtezzü hattâ tüstahsade) “Sallandığı zaman köklenecek gibi oluverir. Kökleninceye kadar sallamaya gelmez. Bir bastırıverdin mi çat kırılıp yatar. İşe yaramaz duruma gelir.” “Münafık tahammülsüzdür.” demek yani. Münafık olan kimse Allah’a imanı olmadığı için, içi başka dışı başka, kendisine bir

226

hadise geldi mi; çat kırılıp yere yatan bitki gibi olur. Eğilme kabiliyeti olmayan pirinç bitkisi kökü gibi olur. Doğrulmaz bir daha, bitti. Kırıldı, kök bir işe yaramaz. Ama müslüman, mü’min kimse ekin gibi böyle diker, onu oraya oraya sallar, meylettirir, eğdirir. Çeşitli hadiselerden geçer. İmanı sayesinde kırılmaz yürür, gider.


Bu hadîs-i şerifte bize teselli vardır ki, başımıza bir şeyler gelebilir.

Aldırma demek! Mevlâ bunu böyle nasip etmiş, ne yapalım... Benim başıma gelmiş hastalık, üzüntü, keder; müslüman bundan selametle çıkar. Kâfir tahmin edemezsin, tabancayı alır, şakağına dayar. İntihar eder, gider cehenneme. Tahammül edemedi. Demek ki müslüman;

“—Ben Allah’ın has halis kuluyum bana bu belalar nereden geliyor?” demeyecek.

Geliyor. Veyahut:

“—Allah Allah! Ben Allah’ın kötü kulu muyum ki belâlar başıma yağıyor.” Hayır. En büyük imtihanlar, belâlar peygamberlere gelmiştir. Mertebesinin yüksekliğine göre derece derece öteki insanlara öyle gelir. O, Allah’ın iyi kullarına daha çok geliyor, sabrettikçe derecesi artıyor.


Adamacağızın birisi son nefesinde bir yudum su istemiş. Tam getirmişler, suyu içecek, melek gelmiş, kanadıyla vurmuş, su dökülmüş; kitaplar öyle yazıyor. Su dökülmüş, içememiş o sırada da ruhunu teslim etmiş. En sonunda, zamanında ruhunu teslim etmiş. Suyu içememiş en sonunda, en son zamanında öyle susuz, suya hasret, öylece teslim etmiş ruhunu.

Öbür taraftan Allah’ın azılı düşmanı birisi en son demlerini yaşıyormuş, olmadık bir meyve istemiş. Yani o memlekette bulunmayan, zor bulunan mevsim dışı bir meyve istemiş. “Ona tedarik edin nereden tedarik edilecekse” denilmiş. Getirmişler o meyveyi vermişler, onu yemiş, rahatlamış, canı öyle çıkmış. Evliyâullahtan birisi münâcaatta bulunmuş:

“—Yâ Rabbi, bunu anlayamadım. Senin velî kulun son nefeste bir damla su içemedi. Öteki de azılı düşmanın, akılda hayalde

227

olmayan o şeyi yedirdin, öyle canını aldın?” “—Öteki velî kulumun bir derece daha yükselmesini istedim, bir derece daha vereyim diye onu da mahrum eyledim, ona vermedim. Suyu da vermedim, o hasretle gittiğinden derecesi daha yüksek oldu. Diğerine de al bu azığını da verdim diye onu da verdim, derecesi bir derece aşağı düştü.” O kadar nimete, o nimetin sahibine yönelip de insanın kulluk etmesi gerekmez mi?

Etmiyor. Al, bunu da al bakalım, hadi dünyanın bütün nimetleri yıkıldı başına. Ne olacak?

“—Eğer müslümanlara ağır gelmese kâfirlerin çatılarının kenarlarını altından yapardım.” buyuruyor Allah.

Ne olacak? İki paralık dünya, hepsi gidiyor. Biz kendimizi çocuk bilirken işte sakalımıza ak düştü, dede olduk.

Allah akıl fikir versin geride kalanlara, uyanıklık versin, gelip geçiyor bu fâni dünya, fâniliğini anlarsa insan uyanık demektir. Anlamazsa kendisini ebedî yaşayacak gibi sanıp da birden bire ölümle karşılaşıverirse gafil demektir.


g. Ümmetim Yağmur Gibidir


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:60


مَثَلُ أُمَّتِي مَثَلُ الْمَطَرِ، لاَ يُدْرَى أَوَّلُهُ خَيْرٌ أَمْ آخِرُهُ (حم. ت. ع.



60 Tirmizi, Sünen, c.X, s.96, no:2795; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.130, no:12349; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.380, no:3717; Bezzar, Müsned, c.II, s.318, no:6896; Kudài, Müsnedü’ş-Şihab, c.II, s.277, no:1352; Tayalisi, Müsned, c.I, s.270, no:2023; Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.23, no:4058; Enes ibn-i Malik RA’dan. Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.319, no:18901; İbn-i Hibban, Sahih, c.XVI, s.210, no:7226; Bezzar, Müsned, c.I, s.243,no:1412; Tayalisi, Müsned, c.I, s.90, no:647; Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, c.X, s.56, no:16706; Ammar ibn-i Yâsir RA’dan. Bezzar, Müsned, c.II, s.24, no:3527; Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, c.X, s.57, no:16708; İmran ibn-i Husayn RA’dan. Hakîm-i Tirmizi, Nevâdirü’l-Usül, c.II, s.92; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

228

والرامهرمزى عن أنس؛ الحكيم، طب. عن ابن عمر؛ طب. عن ابن عمرو؛ حم . طب . عن عمار؛ الرامهرمزى عن عثمان؛ ع .

عن الحسن عن على)



(Meselü ümmetî meselü’l-matari, lâ yüdrâ evvelühû hayrun em âhirühû) “Benim ümmetim yağmura benzer; önü mü hayırlı, arkası mı hayırlı belli olmaz.” diyor.

Bu demektir ki, son zamanlarda yaşadığı halde, Peygamber Efendimiz’e yakın devirlerde gelmediği halde Allah’ın çok yüksek dereceler verdiği nice kullar vardır. Çok dereceler ihsan ettiği nice kullar vardır. Sonradan gelmez diye bir şey yok. Yüce Allah’ın hoş, halis kulları vardır ki… Bu devirde de vardır. Allah bu yeryüzünü iyi kulsuz bırakmaz. Daima Allah’ın iyi kulları vardır. Ama alnına yazılacak değil ya, kimse bilmez. Dışarıdakiler onun halini anlamaz, belki hakaret eder. Belki iter kalkar, belki kalbini kırar.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerifinde buyurmuş ki: ki:61


رُب أشْعَثَ أَغْبَرَ، لَوْ أَقْسَمَ عَلَى اللهِ لأَبَرَّهُ (م . حب. ك.



61 Müslim, Sahîh, c.IV, s.2024, Birr ve Sıla 45/40, no:2622; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIV, s:403, no:6483; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.364, no:7932; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.331, no:10482; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.7; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.219; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.II, s.173, no:573; Ebû Hüreyre RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.264, no:861; Bezzâr, Müsned, c.II, s.288, no:6459; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.331, no:10482; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.I, s.350; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.370, no:1236; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.108; İbn-i Hibbân, es-Sikàt, c.III, s.27, no:93; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.314; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.203, no:1247; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.II, s.178, no:578; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.267, no:3245; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.466, no:17918;Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.286, no:5924, 5925; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.96, no:12646-12648; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.512, no:1364.

229

هبعن أبي هريرة؛ طس. هب. عد. خط. عن أنس)


(Rubbe eş’ase ağbera) “Nice saçı başı dağınık, üstü başı tozlu topraklı insan vardır ki; Allah’ın sevgili kuludur ama kimse bilmez. Konuşsa kimse sözüne itibar etmez.” Sen de kimsin ya mevkiin, makamın var mı? Rütben var mı, paran var mı? Hiçbir şey yok, görünmüyor. Kimse sözüne itibar etmez.

“—Kız istese kimse kız vermez.” Neyle geçindireceksin benim kızımı? Evin var mı, barkın var mı, geçimin ne? Ne kadar para alıyorsun? Kız vermez.

Ama, (lev akseme ale’llàhi leeberrehû) “Eğer bir mesele de yemin etse, Allah onun yemini doğru çıksın diye o işi öyle yapar. Yemini boşa çıkarttırmaz, doğru çıkarttırır.”

Demek ki Allah’ın sevdiği nazlı kullar. Kırmıyor Allah-u Teàlâ Hazretleri kalbini. Ne derse dediğini yapıyor. Ama dışarıdaki insanlar bilmez. Onun için büyüklerimiz demişler ki;

Her geceni kadir bil, her gördüğünü Hızır bil. Karşındaki adamı hakir görme!


Ehl-i irfânım diye kimseye ta’n etme sen;

Defter ü dîvâna sığmaz söz gelir dîvâneden.


h. Sàlihlerle Beraber Olmanın Faydası


Bu hadîs-i şerif de Enes ibn-i Mâlik’ten yine insanların vasıflarıyla ilgili. Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:62




62 Ebu Ya’la, Müsned, c.VII, s.274, no:4295; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.312, no:7749; Bezzar, Müsned, c.II, s.288, no:6470; Ramhürmüzi, el-Emsal, c.I, s.83, no:80; Enes ibn-i Malik RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.404, no:19640; Bezzar, Müsned, c.I, s.458, no:3027; Kudài, Müsnedü’ş-Şihab, c.II,s.287, no:1377; Heysemi, Mecmaü’z- Zevaid, c.VIII, s.118, no:12931; Ramhürmüzi, el-Emsal, c.I, s.84, no:81; Ukayli, Duafa, c.I, s.490, no:282; Ebu Musa el-Eş’ari RA’dan.

Kenzü’l-Ummal, c.IX, s.22, no:24736; Camiü’l-Ehadis, c.XIX, s.366, no:20955.

230

مَثَلُ الجَلِيسِ الصَّالِحِ مَثَلِ الْعَطَّارِ، إِنْ لَمْ يُعْطِكَ مِنْ عِطْرِهِ أَصَابَكَ مِنْ


رِيحِهِ؛ وَمَثَلُ الْجَلِيسِ السُّوءِ مَثَلُ الْقَيْنِ، إِنْ لاَ يُحْرِقْ ثَوْبَكَ أَصَابَكَ مِنْ


رِيحِهِ (د. ع. والرامهرمزى، حب. فى روضة العقلاء، ك. ض.

عن أنس)


(Meselü’l-celîsi’s-sàlihi meselü’l attâri; in lem yu’tike min ıtrihî esabeke min rîhıhî, yuhrik sevbeke esâbeke min rîhihî. Ve meselü’l- celîsi’s-sûi meselü’l-kayni, izâ lem yuhrik sevbeke esàbeke min rîhihî)

“—Sàlih arkadaşın misali güzel koku satan insana benzer. Sàlih arkadaş oturup kalktığın, düşüp kalktığın sàlih kimse hoş koku satan attara benzer. Eğer sana kokusundan vermese bile hoş kokusu sana gelir. Hiç olmazsa tatlı tatlı kokar, hoş kokar. Sana buyur diye ikram etmese de, sen onun kokusundan faydalanırsın.” Sen alsaydın ne yapacaktın? Sen de üstüne, eline sürecektin, kokacaktı. İşte onun kokusu yine gelir sana, sâlih olan kimseden her kimse faydalanır demek.

Kötü arkadaş, kötü yoldaş ise demirciye benzer eğer senin elbiseni yakmasa da pis kokusu gelir. Biliyorsunuz demirin kömürle şey yapılması, kükürt kokuları, dumanlar, isler, paslar demirci dükkânı böyle çirkin kokar. İşte kötü arkadaş da demirciye benzer. Eğer sana sıçrayıp bir kıvılcım elbiseni yakmazsa bile, o kötü koku pis duman vesaire seni rahatsız etmeye yeter.


Demek ki, insan iyi arkadaş edinmeye çalışmalı. Kötüsünden uzak durmaya çalışmalı. İyi arkadaş edinirse, mutlaka bir faydası olur. Hiç kendisine bir şey öğretip vermezse bile, onun güzelliğinden istifade eder insan. Kendisinin güzel olmasından, o arkadaşın. Ama kötü bir kimse ise, ona doğrudan doğruya bir kötülük yaptıramazsa bile onun kötülüğünün ezâsı insanı rahatsız etmeye yeter.

231

Onun için arkadaşı iyi seçmeli. İyi arkadaş seçmeye çalışmalı. Kiminle konuştuğunu, kiminle ahbaplık, arkadaşlık ettiğine bakmalı insan. Bu gibi hadîs-i şeriflerden hareketle tasavvufta denmiştir ki;

“—Gafil insanlarla oturup kalkılmasın. Çünkü gaflet sirayet eder, kalpten kalbe akseder. Onun için uyanık, iyi kimselerle arif kâmil kimselerle düşüp kalkmaya çalışsın ki; insan onların iyiliği kendisine aksetsin, fayda görsün.” Bunu böyle söylerler kitaplarda. Fakat bazen yanlış tatbikatı da oluyor bu işin.


Geçen gün gittim bir şehre, kâmil bir hacı efendi, hoş halde, mütevâzı, boynu bükük, beyaz sakallı, iyi bir insan. Komşularının hüsn-ü şehâdet ettiği tatlı bir kimse. O anlattı.

Filanca gün bir köye gitmişler, bir yerde oturuyorlarmış. “Sen çık!” demişler dışarıya. Neden? “Sen bizim arkadaşlarımızdan değilsin. Çık dışarı.” Olduğu odadan çıkartmışlar, onlar orada tesbih çekmiş, bunu almamışlar tesbih halkalarına… Dedim;

“—Sen ehl-i tarîk misin?” diye sordum.

“—Bolu’da rahmetli filanca şeyh efendi vardı. Ondan el almıştım. İşte Nakşî yolundanım.” dedi.

“—Peki, seni çıkartanlar?” Onlar da Nakşî yolundanmış ama filanca hoca efendiye bağlılarmış yine de çıkartmışlar. Sübhanallah! Kıyamet alâmeti!

Allah’ın zikrinden, tesbihinden, ibadetinden çıkarıyorlar. Yanlış bir tatbikat, olmaz böyle bir şey! Bu kadar ayrımcılık, karşısındakini hasım gibi görüp de… Allah bizi müslümanlara kardeş etmiş. Ne biçim şeyler, anlayamadım ki?! Allah akıl fikir versin, uyanıklık versin!


i. Gerçek Mücâhidlerin Sevabı


Ebû Hüreyre RA’dan cihadın sevabına dair bir hadîs-i şerif.

232

Peygamber Efendimiz buyurmuş:63


مَثَلُ الْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللهِ - وَاللهُ أَعْـلَمُ بِمَنْ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِهِ -


كَمَثَلِ الصَّائِمِ الْقَائِمِ الْخَاشِعِ الرَّاكِعِ السَّاجِدِ (ن. عن أبي هريرة)



RE. 390/9 (Meselü’l-mücâhidi fî sebîli’llâhi — va’llàhu a’lemü bi-men yücâhidü fî sebîlihî— kemeseli’s-sàimi’l-kàimi’l-hàşii’r- râkii’s-sâcid)

(Meselü’l-mücâhidi fî sebîli’llâh) “Allah yolunda cihad eden kimsenin misali…” Arada bir cümle söylemiş Peygamber Efendimiz SAS çok önemli: (Va’llàhu a’lemü bi-men yücâhidü fî sebîlihî) “Kimin kendi yolunda cihad ettiğini Allah daha iyi bilir.” Her gördüğünü o gruba sokma! Kimin hakikî mücahid olduğunu Allah daha iyi bilir. Ama Allah yolunda cihad eden kimsenin misali neye benzer?

(Kemeseli’s-sàimi’l-kàimi’l-hàşii’r-râkii’s-sâcid) “Oruç tutan, geceleri kalkıp namaz kılan, huşu sahibi rükûlu, secdeli âbid insana benzer.” Başka çok rivayetler var bu hususta. Hiç orucunu bozmayan kimse gibi, devamlı oruç tutmuş gibi olur.


Bu hadis-i şerif de cihadla ilgili, mücâhidle ilgili bir hadis-i şerif:64



63 Neseî, Sünen, c.VI, s.18, no:3127; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.222, no:5845; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.13, no:4335; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.142, no:6440; Bezzâr, Müsned, c.II, s.380, no:7740; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.517, no:10627; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.388, no:21033.

64 Buhàrî, Sahîh, c.III, s.1027, Cihad 60/2, no:2635; Neseî, Sünen, c.VI, s.17, no:3124; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.438, no:9646; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.482, no:4622; Bezzâr, Müsned, c.II, s.375, no:7671; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.9, no:4215; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.12, no:4332; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.V, s.254, no:9530; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.166, no:3015; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.V, s.280; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.457, no:7324; Ebû Hüreyre RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.388, no:21034.

233

مَثَلُ الْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللهِ -وَاللهَُّ أَعْلَمُ بِمَنْ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِهِ-


كَمَثَلِ الصَّائِمِ الْقَائِمِ؛ وَ تَوَكَّلَ اللهَُّ لِلْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِهِ ، إِنْ تَوَفـَّ اهُ


أَنْ يُدْخِلَـهُ الْجَ ـنَّةَ، أَوْ يَرْجِعَهُ سَالِمًا مَعَ أَجْرٍ أَوْ غَنِيمَةٍ (خ . ن .


هب. عن أبي هريرة)


ME. 1080 (Meselü’l-mücâhidi fî sebili’llâhi —va’llàhu a’lemü bi-men yücâhidü fî sebîlihî— kemesili’s-sàimi’l-kàim, ve tevekkela’llàhu li’l-mücâhidi fî sebîlihî in teveffâhu en yüdhilehü’l- cennete, ev yurciahû sâlimen mea ecrin, ev ganîmeh.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

(Meselü’l-mücâhidi fî sebili’llâhi kemesili’s-sàimi’l-kàim) “Allah yolunda mücahid olan, cihad eden kimse, sàim ve kàim kimse gibidir.” Sàim ne demek? Savm yapan, yâni oruç tutan kimse demek... Kàim ne demek? Yâni kıyam yapan, kalkıp namaz kılan demek. Gündüz oruç tutulur, öyle kimselere sàim diyoruz.

Kàim kıyam yapan, yâni kalkıp namaz kılan kimse demek. Namaz gündüz de kılınır, farz namazları zaten herkes kılacak. Fakat asıl önemli olanı, daha ziyâde geceleyin herkes uyurken kalkıp, Cenâb-ı Mevlâ’nın dîvanına durup, ayakta el pençe dîvan bağlayıp, uzun uzun rekâtlarla, güzel güzel teheccüd namazı kılan kimse için kullanılır. Böyle namaz kılmaya da kıyâmü’l-leyl ismi verilir.

Es-sàimü’l-kàim denilince, bunu daha ziyâde gündüz oruç tutup farz vazifeleri, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarını kıldıktan sonra, geceleyin de uykusundan fedâkârlık yapıp namaz kılan kimse diye anlamak uygun... Yâni gündüzleri oruçlu, geceleri de münâsip miktarlarda uykusundan fedâkârlık yapıp, teheccüd namazları kılan kimse demek.

234

Yâni, “Allah yolunda cihad eden kimse; gündüz oruç tutup sevap kazanan, gece farz olmadığı halde, sevap diye, uykusunu bırakıp, gözyaşlarıyla güzel güzel teheccüd namazları kılıp ibadet eden kimsenin sevabını alır.”

Ama Efendimiz araya bir cümle-i mu’tarıza, yâni tire arasında

bir cümle eklemiş oluyor, buyuruyor ki:


- وَاللهَُّ أَعْلَمُ بِمَنْ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِهِ -


(Va’llàhu a’lemü bi-men yücâhidü fî sebîlihî) “Kendi yolunda kim cihad ediyor, kim etmiyor; kimin cihadı makbul bir cihaddır, kim hakîkî mücâhiddir, kim öyle göründüğü halde havaya çalışmıştır; hakîkî mücâhidi Allah bilir.” diye araya o cümleyi ekliyor.

Yâni, “Allah yolunda cihad eden, geceleri sabahlara kadar namaz kılan, gündüzleri akşamlara kadar oruç tutan kimse gibi sevap alır ama, kimin böyle kimse olduğunu, kimin mücâhid

235

olduğunu Allah bilir.” diyor.


Onun için Allah yolunda cihadın ecri çok yüksektir.

Rahatı, evi barkı terk ediyorsun. Su bulunur mu bulunmaz mı, üstün başın kirleniyor, hamam yok, başını, elbiselerini yıkayamıyorsun. Karnın tam doymuyor, istediğin gıdaları bulamıyorsun. Acaba düşman saldırır mı, şöyle olur mu, böyle olur mu diye geceleri korkuyla yatıyorsun. Düşmanla karşılaşsan senden zorlusu mu gelecek, yaralanacak mısın, ayakaltına mı düşeceksin, işkenceye mi uğrayacaksın. Zor iş! Neden yapıyor bunu? (Fî sebîli’llâh) “Allah yolunda yapıyor insan.” “—İşte böyle bir insan sabahlara kadar namaz kılan, her gün oruç tutan, huşûlu, rükûlu, secdeli insan gibidir.” buyurmuş Peygamber Efendimiz.


Onun için eskiden beri bizim dedelerimiz, büyüklerimiz bu gibi şeylere can atmışlar. “—Rahat bir köşe bulup da orada keyfime bakayım, parayı kazanayım, gelsin çalgılar, gelsin içkiler ve saireler…” diyen de olmuş. Hâlâ da var ama… Allah rızası için gecesini gündüzünü böyle zahmetlere katlanarak Allah yolunda harcayan kimseler de olmuş. Hâlâ vardır ileriye doğru da olacaktır. Allah bizi —kendisi biliyor ya kendisi yolunda çarpışan kimileri— kendisi yolunda çarpışanlardan, cihad edenlerden eylesin…


Burada geçmiyor ama Hocamız’ın kitabının bu ciltlerinde geçmiştir. Fî sebîli’llâh cihadı herkes anladım sanır ama izah edilmesi gereken bir sözdür. Allah yolunda cihad ne demek?

Hemen aklımıza şu geliyor; silahı eline alıyorsun, düşmana “Allah Allah” diye saldırıyorsun. Vuruşuyorsun, kanlar akıyor, böyle bir şey akla geliyor ilk başta. Tamam, doğru, bu böyle bir cihaddır, doğrudur. Bu böyle olmasaydı şu memlekette, camilerde namaz kılamazdık. Hadis okuyamazdık, çünkü buralar bir ara düşman istilasına uğradı. Uğramadı mı? Uğradı, buralara düşman gemileri geldi,

236

buralara demirledi. Toplarını çevirdi şehre. Şu Şehzâdebaşı’nda bir karakol vardı, orayı basmışlar, oradaki askerleri öldürmüşler. O karakol kalktı şimdi. Oraya üniversite yapılacak diye.

Halbuki tarihî eser, onun orada kalması gerekiyordu ki, o işi yapanların hoşuna gitmezdi. Oradan kalktı. Başka yer mi yok, başka tarafa yap. Orası dursun. Oradan öbür tarafa atla onu orada bırak. Neden?


Bu millet bilsin dostunu düşmanını. Unutuveriyor; kim dost kim düşman. Hani o sıkıntılı zamanlarda “Allah Allah” deyip de bu memleketi korumak için çalışmış, çarpışmış insanlar? Unutuluveriyor sonra.

Olur mu?

Biz burada nasıl duruyoruz?

Onların sayesinde. Kadınlar, erkekler çalışmış, yerlerinden yurtlarından olmuşlar. Geçen sefer anlattım galiba.

“—Gümüşhane’den otuz iki kişi olarak çıktık.” dedi. Bir hacı amcamız Ankara’da. “—Otuz iki kişi çıktık, Ankara civarına geldik, üç kişi kaldık hocam. Otların her çeşidini otladım. Nerede, buğdayı filan bulacaksın da onu çiğneyeceksin. Otların her çeşidini otladım. Hani şu şöyle kırıldığı zaman içinden süt çıkan otlar, zehirli filan derler, değil hocam, değil; onların hepsini yedim. Buralarım, ağızlarım yara oldu. Şimdi ekmeğini beğenmeyiz, biraz kurudu mu atarız.” dedi.

Git biraz lokantaların önüne dolaş, şehrin, şu apartmanların kapılarındaki şeylere bir bak… Bizim profesör rahmetli Hocam bir gün yürüyoruz, fakülteden çıktık; “Gel Es’ad” dedi. Yaşlı adam, bembeyazdı saçı sakalı. “Gel buraya bak” dedi, beni bidonun yanına kadar götürdü. Apartmanın önünde bidon var. Ağzına kadar gıda dolu çöp. Bilir o kıymetini, harp gördü, sıkıntı gördü, üzüntü gördü… Bu nesil bilmez ki! Bu nesil babasının parasıyla araba alır, Moda caddesinde tokuşturmasını bilir. Babası zengin; parayı alır, bir araba alır, hangimizin arabası daha iyi tokuşacak?

Yapıyorlarmış bunu, masal değil! Hızlı, birbirlerine çarpıştırıyorlar yumurta kırar gibi. Bakalım hangisi daha

237

dayanıklı olacak. Bu nesil bilmez ki; düşman, sıkıntı, açlık, elem, susuzluk nedir, düşmanın hakaretine uğramak nedir… Çalıları yakmışlar, hadi bakalım gir içine diye kırbaçla… “—Babam, dedem alim insandı.” diyor anlatan, Yunanistan’da astsubay emeklisi.

“—Gir bakalım şu ateşin içine demişler, kırbaçla itmişler ama ateşin üstüne basıyor, korların üstüne basıyor, düşmüş dizleri üstü.” Ondan sonrası ne olmuş bilmiyorum, anlatamadı. Çünkü ağladı.


Bu nesil bilmez ki! Alır gazeteleri, müstehcen yayınları, onları okur, keyfine bakar.

“—Acaba Boğaziçi’ne mi gitsem, filanca yere mi gitsem? Filanca yerden bir eğlence mi bulsam…” Hacivat Karagöz sahnesi gibi: Yâr bana bir eğlence. Sabah oldu, yemeğini yiyip anasının babasının kesesinden dışarı çıktı mı bunu düşünür.


Bunu böyle kim düşünmez?

Mü’min insan düşünmez. Mü’min yetiştirmek gerekiyor çocuklarımızı. Ötekisi mesuliyetsiz. O da düzelir, o da yola gelir ama anlatırsan, anlatma fırsatı vereceksin, anlatacaksın o da yola gelecek, bağlanacak.

Acıyorum şu memleketin haline. Sokaklarına bakıyorum, caddelerine bakıyorum, Boğaziçi’ne bakıyorum… Şu camiin çevresini dolaştım, kadınların vaaz verdiği yerleri dolaştım, çok utandım. Fevkalade utandım.

Müslümanın ilk vazifesi temizliktir. Temizlik olmayınca namaz oluyor mu? Abdest almazsan, boy abdestini almazsan namaz kılabilir misin, Kur’an okuyabilir misin?

Olmaz! İlk vazifesi temizlik. Kendi üstünü temizleyecek, kalbini temizleyecek, evini barkını, bulunduğu yeri temizleyecek. Su kıtlığı yok ki; işte şadırvan, su akıyor. Her şeyimiz var. Ama hakikî müslümanlık zayıflamış içimizde… Çiçek gibi olması gerekiyor. Şu çepeçevre camimiz ve camimizin çevresi ve içi, duvarları… Benim gönlüm öyle istiyor. Baktığın zaman çiçek gibi olması, bir yere bal damladığı zaman yalanabilir derecede olması

238

gerekiyor. O kadar temiz olması gerekiyor.


Pis kokar, dağılır, isli, paslı çirkin, düzensiz, çöplüdür. “—Bir evin içinde çöp olduğu zaman rızkı az olur.” diyor Peygamber Efendimiz SAS. Yani evin içinde süpürmediğin çöp rızkın azalmasına sebep olur.

Bir başka yerde gezdik, dolaştık, sonra bizim şu karşı taraftaki kalorifer dairesini vesairesini gezdik. Dedik ki;

“—Uğraşın, çabalayın, şuraları biraz derleyin, toparlayın dosta düşmana karşı. Çiçek gibi, tertemiz olsun.” Tertemiz olmamız gerekiyor. Camiye geliyoruz gidiyoruz. Bu camiye kim bakacak? Kendim dâhil bu camiin sahibi kim?

Cemaat…

Cami güzel oldu, cemaat çok oldu mu; gül gülistan olur. Bak, bu arka taraflar mezbelelikti. Şu şadırvanın arkasındaki binalar, aşağı tarafındaki binalar.

Hocamız Rh.A yaptırdı. Yapın denildi, para toplattırdı. O arka taraflar mezbelelikti. Çöp dökülürdü. Mahallenin çöpleri dökülürdü oraya. O harabe temizlendi, buraya bu camiin etrafı güzel bir hale geldi. Şu tarafı değil, sokaklarımız değil, şu Kıztaşı’ndan bu tarafa doğru gelinceye kadar deniz gibi dalgalanır. Her şeyimizin muntazam olması gerekiyor.


Peygamber Efendimiz o zamanlarda dişlerimizi fırçalamayı söylemiş. Diş fırçası yok, naylon yok, şu yok, bu yok. Ağaç kökünün liflerinden, liflendirip dişleri fırçalamak suretiyle temizliği söylemiş. Benim karşıma ağzın kokarak, dişleriniz sararak gelmeyin buyurmuş. Müslümanlık o yani.

Cihad, bir düşmanla olur. Allah’ın emrini yapmak için gittiğin seyahatler de fî sebîlillâh olur.

Hacca gidiyorsun, nedir bu? Bu da bir fî sebîlillâh’tır. Çünkü “Allah emretti” diye o sıkıntıları çekerek tâ hacca kadar varıyorsun.

Sonra dinimizin öğretilmesi, geliştirilmesi, yüceltilmesi, müslümanların rahat etmesi için yapılan şeyler; onlar da fî sebîlillâh’tır.


Onun için cihad denince sadece savaşı anlamayalım.

239

“—Şu anda savaş yok, yat!” Hayır! Şu anda evimizde, kendi içimizde, çevremizde yapılacak işler var. Sabahtan akşama çalışmamız gerekiyor. Çalışkanlık vasfına sahip olmalıyız. Sabahtan akşama kadar kahvede oturuyoruz veya evimizde oturuyoruz veyahut sohbet ederek geçiriyoruz vakti. Günler akşam oluyor, bugünde akşam oldu etrafımızdaki işlerin hepsi bekliyor.

Başkaları çalışırsa, sen çalışmazsan ne olur? Onlar ileri gider, sen geri kalırsın.

Şimdi Boğaziçi’ne baktım, her seferinde yüreğim öyle parça parçalanıyor. Boğaz’ın içini dolduruyor Rus gemileri geçerken. Koca gemiler. Peş peşe bakıyorsun orak çekiç, orak çekiç geçip duruyor… “Orak tarım, çekiç sanayi” demiş adam, koca koca gemiler...

Biz ne yapacağız? Biz de çalışacağız. Onlar öyle çalışıp gelişiyorlar. Biz durursak ondan sonra ne olur? İşte bunun ki gibi duruma düşeriz.


Allah uyanıklık versin. Müslümanlık sadece namaz kılmak değil. Dervişlik de o değil. Bunu çok iyi öğrendim, çok net olarak öğrendim. Bir insanın dervişliği işinden belli olur. Müslümanlığı işinden belli olur, konuşmasından belli olur.

Ne işe yarıyorsun, muzır adam mısın, faydalı adam mısın? Diğer insanlar senden bir fayda görüyor mu? Yoksa diğer insanların sırtına binmiş öyle mi geçiniyorsun? O kadar basit… Ölçersin, biçersin, faydalı ise o insan iyidir.

Dilenmeyi yasaklamış Peygamber Efendimiz.

“—Git, bir şeyin varsa sat, ip al, kırlardan bayırlardan odun topla, sat! İşte onun geliriyle şöyle yap böyle yap.” İşte İslâm budur! Kimseden bir şey istemek yok, talep etmek yok, çalışırsın, çabalarsın güzel yaparsın. “—Emekliyim, işim yok?” Camiin etrafını temizle, camiin bir işini yap. Ortalığı derle toparla. Biraz bilgin varsa oturt şuraya üç tane çocuğu, İslâm’ın inceliklerini öğret. Kur’an okumasını öğret! Bak dinimiz şöyle de, böyle de.


Çalışmak, gayret ve gayretinin yöneldiği istikamettir. Allah

240

bize uyanıklık nasip etsin. Has ve hakikî müslüman etsin.

Hepimizin hastalıkları birikiyor. Memleket çapında bir böyle revir gibi memleket. Bir hastane gibi… Tepeden tırnağa. Doğudan batıya bir hastane gibi... Hepimizin hastalığı birikiyor, sıhhatli insan yok ki öbürlerine hizmet etsin.

“—Bir tane ayık yok ki dışarı çıksan da içeridekiler sarhoş desin.” diyor Şeyh Sâdî; “Yok ki bir tanesi gelip de zabıtaya içeride sarhoşlar var desin. Bir ayık yok ki hepsi sarhoş.” “—Dışarı çıkıp içeride sarhoşlar toplandı diyecek kimse yok.” diyor.

Böyle olunca cemiyetin hali de böyle olacak.

Fâtiha-i şerife mea’l-besmele-i şerif!


01. 04. 1984 - İskenderpaşa Camii

241
08. MÜ’MİN VE MÜNAFIK