19. ANA BABAYA İTAATIN KARŞILIĞI

20. DÜNYA MALINA ÖNEM VERMEMEK



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîne muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn… Emmâ ba’du, fa’lemû eyyühe’l-ihvân, feinne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh, ve efdale’l-hedyi hedyu seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem… Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ… Ve küllü muhdesetin bid’ah, ve küllü bid’atin dalâleh, ve külle dalâletin ve sâhibihâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasılı ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


لِيَكُنْ بَلَغُ أَحَدِكُمْ مِنَ الدُّنْيَا مِثْ لَ زَادِ الرَّاكِبِ حَتَّى يَلْقَ انِي )حم. وابن سعد، وهناد، ع. وابن أبي الدنيا، والروياني،

والبغوي طب. حب. حل. ك. هب.كر. ص. عن سلمان(


RE. 367/4 (Li-yekün belâğu ehadiküm mine’d-dünyâ misle zâdi’r-râkibi hattâ yelkànî) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Çok aziz ve muhterem müslüman kardeşlerim!

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin selamı, rahmeti, bereketi cümlenizin üzerine olsun. Allah-u Teàlâ Hazretleri Ramazan’ın feyz ü bereketinden cümlemizi müstefid eylesin… Cümlenizi iki cihanın saadetine nâil eylesin… Peygamber SAS Hazretleri’nin mübarek hadislerinden bir demet üzerinde mütealâlarda bulunacağız, mânasını anlayacağız. Hocamız’ın hocası Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretlerinin Râmûzü’l-Ehâdîs isimli hadis kitabından ve onun tarafından yazılmış olan şerhinden faydalanarak… Bu hadis-i şeriflerin okunmasına ve izahına geçmeden önce evvelen ve hâssaten nümûne-i imtisâlimiz, rehberimiz,

593

Peygamberimiz, Efendimiz Muhammed-i Mustafâ SAS Hazretleri’nin ruh-u pâki için ve onun âl, ashàb ve etbàının ruhları için; ve cümle sàdât ve meşâyıh-ı turûk-u aliyyemizin ervâhı için; eserin müellifi Gümüşhâneli Hocamız’ın ruhu için, hocamız Mehmed Zâhid-i Bursevî Hazretleri’nin ruhu için ve sâir enbiyâ ve mürselîn ve evliyâ ve sâlihînin ervâhı için;

Ve uzaktan ve yakından bu hadis-i şerifleri dinlemek üzere şu mescide cem olmuş olan siz kardeşlerimizin de ahirete intikàl ve irtihâl eylemiş olan bütün sevdiklerinin ve yakınlarının ruhları için, kabirlerinin pür nûr olması, ruhlarının mesrûr olması için;

Bizlerin de Cenâb-ı Mevlâ’nın rızasına uygun ömür sürüp, huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmamıza vesile olması için; bir Fatiha üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım; buyurun:

………………………


a. Dünyada Bir Yolcu Gibi Olmak


Hadîs-i şerif zühd hakkındadır. Peygamber SAS Hazretleri Selmânü’l-Fârisî RA’ın bize naklettiğine göre buyurmuş ki:160


لِيَكُنْ بَلَغُ أَحَدِكُمْ مِنَ الدُّنْيَا مِثْ لَ زَادِ الرَّاكِبِ حَتَّى يَلْقَ انِي )حم. وابن سعد، وهناد، ع. وابن أبي الدنيا، والروياني،

والبغوي طب. حب. حل. ك. هب.كر. ص. عن سلمان(


RE. 367/4 (Li-yekün belâğu ehadiküm mine’d-dünyâ misle zâdi’r-râkibi hattâ yelkànî) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.



160 Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.VII, s.305, no:10394; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.353, no:7891; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.438, no:23762; Ahmed ibn-i Hanbel, Zühd, c.I, s.152; İbn-i Sa’d, Tabâkat, c.IV, s.91; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXI, s.452; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.195; Taberî, Tehzîbü’l- Âsâr, c.V, s.467, no:2483; Selmân-ı Fârisî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.223, no:6260; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.351, no:19597.

594

(Li-yekûn) “Olsun!” Ne? (Belâğu ehadiküm) “Sizden birinizin eline geçen, elindeki yiyeceği, tutup eline aldığı, sahip olduğu mal, mülk, dünya metaı olsun… (Mine’d-dünyâ) Dünyalıktan, dünyadan sizden birinizin elde ettiği, elinde tuttuğu şey olsun.” Ne kadar olsun? (Misle zâdi’r-râkibi) “Bir süvarinin, bir yolcunun, bir ata veya deveye, bineğe binip de yola çıkan kimsenin yanına aldığı azık misâli, onun kadar, onun gibi olsun! (Hattâ yelkànî) Bana kavuşuncaya kadar!”


İlk önce hadisin râvisi ile ilgili hususu nakledelim: Selmânü’l- Fârisî… Fârisî ne demek? Farslı, İranlı demek.

İran neresi, Hicaz neresi? O zamana göre çok büyük, uzak mesafeler... Bu şahıs İranlı olduğu halde Peygamber Efendimiz’in ashabından olmuş. Nasıl olmuş? Uzun, güzel, ibretli bir hikâyesi vardır ki onu kısaca anlatalım: Selmânü’l-Fârisî kendi memleketinde bir ağanın oğluymuş. Dihkan derler; babası bir çiftlik ağası, bir köy ağası, bir hatırlı şahıs imiş; onun oğluymuş. Babası oğlunu çok severmiş ve çok korur kollarmış. Dışarıda kendisine bir zarar gelmesin diye dışarıya bırakmazmış. Ateşe taparlarmış. Zerdüştîler, ateşperestler ateşe taparlar. İran’da, Azerbaycan’da hiç sönmeyen ateşleri varmış. Demek ki o zaman devamlı yanan doğalgaz kaynakları varmış.

Babası ateşe tapan bir dindeymiş. Bir gün nasıl olmuşsa, bir yerden babasının evine gelirken bir kilisenin önünden geçmiş. O devirde, o zaman daha İslâm gelmiş değil. Hristiyanların papazlarının kilisede ibadet edişini görmüş. Bakmış, hiç görmediği bir şey; hayran kalmış ve onlarla irtibat kurmuş. Onların ibadetlerini beğenmiş. Ateşe tapmaya benzemediğini anlamış. Hak din, Hz. İsa AS’ın tebliğ etmiş olduğu din! Beğenmiş, kendisinden daha üstün olduğunu anlamış. Sonunda ahbaplık ede ede, onlarla ünsiyet peyda etmiş. Bu dinin, o devir için hak din olan Hristiyanlığın daha uygun bir din olduğunu anlamış. Ateşperestliği bırakmış, ailesini, memleketini terk etmiş,

hristiyanların yanına gitmiş. Kiliselerde ibadetle meşgul olmuş.


Bir papaz vefat ettikten sonra, onun vefatı sırasında sorarmış: “—Siz vefat ediyorsunuz efendim, bana kimi tavsiye edersiniz?

595

Bu hak dini güzelce yaşayıp takvâ üzere ömür süren kim var, kimi tavsiye edersiniz?” O da dermiş ki: “—Bu devirde artık iyi insanlar, Allah’a iyi kulluk eden insanlar azaldı. Ama filanca memlekette, şehirde bir arkadaşım vardı, o iyi bir kimsedir. Sana onu tavsiye ederim. Git onun yanında yaşa!” Böylece Selmânü’l-Fârisî diyar diyar gezmiş. Rivayete göre Bursa’daki Uludağ’ın karşı tarafında bir yer var, tavsiyelerle oraya kadar gelmiş, Bursa civarına da gelmiş. Hâlâ oralarda Selmânü’l-Fârisî Hazretlerinin menkıbeleri söylenir. Ben o köylere, Bursa’nın biraz Marmara tarafına yakın köylerine gittim. İki hörgüç gibi tepe bir yer var. “İşte burası Selmânü’l-Fârisî’nin makamıdır.” dediler. Oraya geldiği zaman bir papazla yağmur duasına çıkmışlar. Dua etmiş, yağmur yağmış. Oradan bunun hak, doğru yol üzere olduğu anlaşılmış. Neticede bir papaz Peygamber Efendimiz’in Hicaz’da zuhur edeceğini kendisine bildirmiş.


Müteaddit defalar söyledim. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de âyet-i kerîmeler de var. Herkes de bunu biliyor. Bazı hristiyanlar da kendi kitaplarının izahlarında yazmışlar. Müslüman olmuş papazlar da zikrediyorlar ki; müslümanlık hakkında Allah-u Teàlâ Hazretleri hem yahudilere, hem hristiyanlara hem başka ümmetlere bilgi vermiş:

“—İleride böyle bir peygamber gelecek. Onun zamanına yetişeniniz olursa ona tâbi olun, ona yardımcı olun, ona karşı gelmeyin!” diye tavsiyelerde bulunmuş.

“—Böyle bir peygamber gelecek, böyle bir peygamberin vasıfları şöyle şöyle olacak…” diye beklerlermiş. Hakikaten de ben eski kitaplardan, İslâmlıktan önce yazılmış kitaplardan çekilmiş fotoğraflar, onların aslî yazılarıyla yazılmış yazılar gördüm, onların tercümelerini okudum:

“—İki tarafı taşlık, kayalık olan bir şehirden çıkacak, iki defa, üç defa harp edecek…” diye eski kitaplarda Peygamber Efendimiz’i anlatan kayıtlar var.


Kur’ân-ı Kerîm de buna şahit. Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelerinde

596

de, Tevrat’ta ve İncil’de bizim Peygamberimiz’den ve bizim ümmetimizden bahsedildiği söyleniyor. Meselâ Fetih Sûresi’nin ayetlerinde, Saff Sûresi’nin ayetlerinde buna benzer yerlerde bildiriliyor.

Neticede onlar, o zamanlar böyle bir peygamber çıkacak diye bekliyorlardı. En son yanında çalıştığı, beraber bulunduğu, ilim öğrendiği kimse demiş ki: “—Artık tavsiye edeceğim bir kimse kalmadı, kime seni tavsiye edeyim? Yalnız âhir zaman peygamberinin çıkması yaklaştı. Sen Hicaz’a git, o taraflarda olacak!” Neticede Hicaz’a geliyor. Onun alâmetlerini de, vasıflarını da:

“—Arkasında keklik yumurtası kadar bir beni olacak. Kendisi sadaka almayacak ama hediye kabul edebilecek…” diye bilmiş, kitaplarda okutmuşlar, öğrenmiş.


Peygamber Efendimiz Medine’ye geldiğini duyunca, bir gün; “Bakalım bu bizim beklediğimiz zât-ı muhterem mi?” diye bir tabak hurma almış, Peygamber Efendimiz’in huzuruna götürmüş. Demiş ki; “—Bu sadakadır, buyurun!” Ondan sonra ne yaptığına dikkat etmiş. Peygamber Efendimiz kendisi yememiş, etrafındaki fukara kimselere, sahabeden kimselere: “—Buyurun, yiyin!” demiş, kendisi hiç almamış.

Bakmış ki denilene uygun. Bir başka sefer bir tabak hurma götürmüş: “—Yâ Rasûlallah, bu hediyemdir.” demiş.

Efendimiz teşekkür etmiş, hem kendisi yemiş hem başkalarına yedirmiş.


Sonra, “Nasıl görürüm, acaba sırtında bir alâmeti var mı, bizim kitaplarda yazan alâmet bu zatın sırtında var mı, bu o zât mı?” diye merak edermiş. Meclisinde sırtına sırtına dolanırmış; arka tarafa doğru döner, bakmak istermiş. O zamanlar dikişli elbiseler yok; üste bir örtü, alta bir örtü… Terzilik, iplik iğne hangi fabrikada imal edilecek? Tabii öyle şeyler yok. Üst taraf var, alt taraf var. Üste rida deniliyor, alta izar deniliyor. Bazen hafif bir dikişli de olabiliyor ama bizim

597

anladığımız mânâda değil. Peygamber Efendimiz, bir seferinde bakmış fazla arkasında dolanıyor, arka taraftan ille bir şey görmek istiyor; üstündeki ridâsını mübarek omuzundan aşağı kaydırıvermiş.

Tabii peygamber, Allah’ın hak rasûlü, onun niyetini biliyor. Sonra onun müslüman olacağı Allah-u Teàlâ tarafından kendisine bildirilmiştir. İki küreği arasındaki keklik yumurtası gibi o beni görünsün diye kaydırıvermiş.


Selmânü’l-Fârisî; eskiden beri iyi niyetle ömrünü geçirmiş, çok mübarek, muhterem bir zât. Allah şefaatine nail etsin… Selmânü’l-Fârisî RA bizim silsilemizin de bağlı olduğu kimsedir.

Bu zât-ı muhterem rahatsızlanmış. Rahatsızlanınca Sa’d b. Ebî Vakkâs olsa gerek, babasının adı zikredilmiyor, sadece Sa’d deniliyor. O zât-ı muhterem Selmânü’l-Fârisî hastalandı diye onun ziyaretine gelmiş. Şöyle devam ediyor:161


أن سعدا قدم على سلمان يعوده فبكى فقال سعد: ما يبكيك توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم وهو عنك راض، وترد عليه الحوض، وتلقى أصحابك. فقال: ما أبكي جزعا من الموت، ولا حرصًا على الدنيا، ولكن رسول الله صلى الله عليه وسلم، عهد إلينا لتكن بلغة

أحدكم من الدنيا كزاد الراكب، وحولي هذه الأساود أي

الشخوص .قال: وإنما حوله إجانة، وجفنة، ومطهرة .


(Enne sa’den kadime alâ selmâni yeûduhû) “Sa’d ibn-i Ebî Vakkas RA, Selman RA’ı hastalığında ziyaret etmeye geldi. (Febekâ) Selmânü’l-Fârisî ağladı.” Selmânü’l-Fârisî hasta; gözyaşı dökmüş, ağlamış. Onun üzerine, (Fekàle sa’dün: Mâ yübkîke) “Sa’d dedi ki; ne sebep seni ağlatıyor? Neden ağlıyorsun, ortada hangi sebep var?”

(Tüvüffiye rasûlü’llàh SAS ve hüve anke râdın) “Rasûlüllah



161 Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, cV, s.502, no:7718.

598

âhirete göçtü, vefat etti; senden razıydı, daha ne istiyorsun? Rasûlüllah senden hoşnuttu. (Ve teridü aleyhi’l-havdâ) İnşaallah sen de ahirete göçersen, Havz-ı Kevser’inin başına gideceksin, Rasûlüllah’ın yanına gideceksin. (Ve telkà ashàbeke) Orada dostlarına kavuşacaksın, Rasûlüllah’la, ashâb-ı kiramın senden evvel vefat etmiş olanlarıyla kavuşacaksın; ne ağlıyorsun, ne korkuyorsun?” diye soruyor.

Onun üzerine Selmânü’l-Fârisî buyurmuş ki; (Mâ ebkî cezaan ani’l-mevti) “Ölümden korktuğumdan, çekindiğimden ağlamıyorum. Derdim o değil, ölümden korktuğumdan ağlamıyorum. (Ve lâ hırsen âle’d-dünyâ) Dünya hayatına da çok merakım var da, ona hırsla bağlıyım da, ondan da ağlıyor değilim.” Dünya hayatına da bir hırsım, hevesim yok. Ölümden de korkmuyorum. Ağlayışımın sebebi ne ölümden korkmak, ne de dünyaya sımsıkı hırsla bağlılığım; ikisi de değil!

(Velâkinne rasûla’llàh ahide ileynâ li-yekûn bulgate ehadiküm mine’d-dünyâ kezâdi’r-râkîb) “Fakat Rasûlüllah bizimle ahd ü peyman eylemişti ki sizden birinizin yiyimi, içimi, elindeki varlığı dünyadan bir binekli yolcunun yanında taşıdığı yol azığı kadar olsun. Fazla şeye heves etmeyin, demişti. Ona ağlıyorum!”

(Ve havlî hâzihi’l-esvâdâ) “Şu etrafımdakilere bak.” dedi..


(Kàle) “Ravi diyor ki: (Ve innemâ havlehû) Etrafında dediği neler var? (İnnemâ havlehû icânetün) Bir leğen var. (Ve cehnetün) Bir tencere var. (Ve matharatün) Bir de su kabı var.” Başka bir şey de yok. Gözyaşı döktüğü bu.


فقال سعد: أعهد إلينا؟ فقال: يا سعد، اذكر الله عند همك إذا هممت، وعند يدك إذا قسمت، وعند حكمك إذا حكمت!


(Fekàle sa’dün: E ahide ileynâ) “Rasûlüllah hakikaten böyle ahd ü peyman etmiş miydi, böyle demiş miydi? ‘Çok mal edinmeyin, heves etmeyin! Yanınızda bir süvarinin yol azığı kadar olsun, fazlasını aldırmayın!’ demiş miydi?” diye soruyor.

Onun üzerine Selmânü’l-Fârisî ona bakıp diyor ki: (Yâ sa’d, üzküru’llàhe inde hemmike izâ hememte) “Ey Sa’d! Bir

599

şeye himmet edip gayret edip giriştiğin zaman Allah’ı an, yaptığın işe dikkat et!”

(Ve inde yedike izâ kasemte) “Bir şeyi taksim ettiğin zaman, elini uzattığında Allah’ı an! (Ve inde hükmike izâ hakemte) Bir şey hakkında hüküm verdiğin zaman Allah’ı hatırla, an; yaptığın işi Allah’ı düşüne düşüne yap!” diye tavsiyede bulunmuş. Uzun bir rivayet. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî Hocamız uzun konuşmaların bu kadar kısmını almış.


Demek ki kendisinin yanına gelince o mübarek ağlamış. Ama dünyaya bağlılığından, ölümden korktuğundan değil! “Etrafımda mal mülk çoktur. Ben Rasûlüllah bize ahdetmişti: ‘Dünyaya çok heves etmeyin, pek mal toplamayın!’ demişti de şimdi benim yanımda da bu kadar mal var…” diye ona ağlamış. Biz ne yapacağız, bizim hâlimiz ne olacak?

İhtiyaç tamamdır. Depolarımız doludur, bir yıllık yiyecek vardır. Herkesin evinde buzdolabı vardır, en aşağı bir haftalık gıdası vardır. Kilerde pirinçler, fasulyeler, nohutlar… Her şey boldur. El-hamdü lillâh, eş-şükrü lillâh. İyi, güzel, bol olmasına haydi bir şey demeyelim.

“—Malının fazlasını sarf et, infak eyle!”

Hayrı yapmaz. Hayra elini uzatmaz.


Peygamber SAS bir hadîs-i şeriflerinde buyurmuşlar ki;

“—Herkes hakkında Allah-u Teàlâ Hazretleri aralarında tercüman bulunmadan yüz yüze gelip hükmedecek! Hiç tercümana hacet olmadan her kul hakkında hükmedecek!

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzuruna herkes çıkacak, yüz yüze Allah-u Teàlâ Hazretleri onun hakkında hükmedecek.” diyor.

“—Kişi sağına bakacak, dünyada işlediği amellerden başka bir şey görmeyecek. Soluna bakacak, dünyada işlediği amellerden başka bir şey görmeyecek. Önüne bakacak, karşısında bütün dehşetiyle, haşmetiyle cehennemi görecek! Cehennem karşısında; sağında, solunda işlediğinden başka bir şey yok! Kendisine bir medet yok, başka bir şey yok; yalnız işlediği ameller var!”


b. Kendinizi Ateşten Koruyun!

600

Rasûlüllah SAS bunları anlattıktan sonra diyor ki:162


اتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ (خ. م. حم. عن عدي بن حاتم)


(İtteku’n-nâr velev bi-şikkı temretin) “Yarım hurmayla bile olsa, cehennem ateşinden kendinizi koruyun!” Cehennem ateşinden kendinizi koruyun, yarım hurma vererek bile olsa! Onların hurmaları filan azdı da ondan yarım hurma bile olsa diyor.

“—Fakir de olsan, zengin de olsan, bir hurmanın tamamını vermesen bile yarısını bile versen yine bir hayır hasenât yapın, sadaka verin, iyilik yapın, cömert olun da şu cehennem ateşinden kendinizi koruyun!” diyor.

Cömertlik çok önemli, fevkalâde mühim!

Cömertliğin faydası ne? Öteki insanların derdi diniyor. Afganistan’da binlerce aç var. Afrika’da binlerce insan var, açlıktan ölüyor. Bizim memleketimizde binlerce muhtaç insan vardır. İnsan arasa bulur. Nice derdini söylemeyen, iffetli,



162 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.230, no:1328; Müslim, Sahîh, c.V, s.196, no:1689; Neseî, Sünen, c.VIII, s.326, no:2505; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.256, no:18279; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.43, no:2804; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.176, no:7532; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.39, no:2333; Dârimî, Sünen, c.I, s.478, no:1657; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.III, s.110, no:9900; Adiy ibn-i Hàtim RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.137, no:25101; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.395, no:678; Hz. Aişe RA’dan.

Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.125, no:10; Ebû Hüreyre RA’dan.

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.97, no:85; Câbir RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.I, s.26, no:82; Câbir RA’dan, o da Hz. Ebû Bekir RA’dan.

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.I, s.86, no:2707; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.163, no:12771; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.II, s.299, no:6619; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.73, no:3644; Enes RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.I, s.483, no:3226; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.398, no:683; Nu’man ibn-i Beşir RA’dan.

Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.396, no:679; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVIII, s.161, no:354; Umran ibn-i Husayn RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.339, no:15938; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.325, no:515.

601

namuslu, haysiyetli, şerefli insan vardır ki ne kadar muhtaçtır kim bilir! Açlıktan çoluk çocuğu verem oluyordur. Onun için onlara yardım elini uzatmak lazım. Çok hizmet etmek, kesenin ağzını açmak lazım. Paraları depo etmekle, biriktirmekle bu işlerde iyi netice alınmaz!


Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerifinde buyurdular ki:

“—Sizden hanginiz mirasçısının malını kendi malından daha çok sevmekte?” Tabii böyle bir soru sorulunca anlayamıyorlar. Diyorlar ki;

“—Yâ Rasûlallah! Hepimiz kendi malımızı daha çok severiz. Daha çok koruruz, kollarız. Kendi malımızı daha çok severiz, mirasçınınkiyle ilgilenmeyiz. Önce kendi malımıza bakarız, bu sözü anlayamadık.” diyorlar.

Diyor ki:

“—Hayır öyle değil! Siz umumiyetle mirasçının malını daha çok seversiniz!” “—Kendi malınızı sevmezsiniz.” demek istiyor.

“—Nasıl?” diyorlar.

Diyor ki:

“—Senin infak edip, sadaka verip, tasadduk edip, hayatında hayr u hasenât yaptığın senin malındır. O parayı sarf ettin mi, o senin oldu. Çünkü sevabını kazandın, senin defterine işlendi, bitti.

Beklettiğin, depo ettiğin, kasada, sandıkta, bankada, hesapta kitapta sakladığın mirasçıya kalmayacak mı? Harcamıyorsun, hayır yapmıyorsun; mirasçıya kalacak! Demek ki sen mirasçının malını daha çok seviyorsun.” Ne kadar güzel anlatıyor!


Bir gün de eve gelmiş. Sabahleyin bir koyun veya bir kuzu kesmişler. Rasûlüllah Efendimiz validelerimizden birisine soruyor:

“—Kestiğimizden ne kaldı?” “—Bir ön kol kaldı, kürek. Her tarafını fukaraya, muhtaçlara, dostlara dağıttık. Bir ön kol] kaldı.” “—Hayır, demek ki bir ön kol hariç hepsi bizim olmuş! Hepsi bize kalmış!” diyor.

Demek ki insanın sarf ettiği, infak ettiği, dağıttığı kendisinin

602

oluyor. Yiyip içtiği veya harcamadığı artık kendisinin sayılmıyor.


Haşr Sûresi’nin sonundaki âyet-i kerîmeleri her sabah okuruz. Allahu Teàlâ Hazretleri ne buyuruyor, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r- rahîm:


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهََّ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ، وَاتَّقُوا


اللهََّ إِنَّ اللهََّ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (الحشر:٨١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’t-teku’llàhe ve’ltenzur nefsün mâ kaddemet ligad, ve’tteku’llahe inna’llàhe habîrun bimâ ta’melûn.) [Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın! Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.] (Haşr, 59/18)

(Yâ eyyühellezîne âmenû ittekullâh ve’l-tenzur nefsün mâ kaddemet ligad) “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, sakının. İnsan yarına buradan ne gönderdiğine, şimdiden ne hazırlayıp o tarafa sevk ettiğine baksın! (Vetteku’llàh) Allah’tan korkun, Allah’tan sakının, çekinin; elim azabı, ikabı vardır! (İnna’llàhe habîrün bimâ ta’melûn. Allah sizin yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Hiçbir şey gizli kalmıyor!” buyuruyor.

Cömert olacağız. Cenneti istiyorsak Allah’ın rızasını istiyorsak bu sıkılıkla, bu el sıkılığıyla, bu cimrilikle olmaz. Cömert olacaksın, vereceksin!


Dürüş kazan, ye yedir!

Bir gönül ele getir!


Kendin çalış çabala, kendin de ye, başkasına da yedir! Eşe dosta ziyafet çek. Yakınlarına, çoluk çocuğuna, akrabana yardım et. Kendine lazım olanı al, fazlasını başkasına ver.

Dinimiz çok fazla depo etmeyi sevmemiş, bizim dinimizde öyle şey yok. Efendimiz infak etmeyi, dağıtmayı tavsiye etmiş. Hatta bir gece yanında eğer para kalmışsa, sabaha çıkmasın diye kalkıp geceleyin dağıttığı bile olurmuş.

603

Biz öyle yapmıyoruz, hep depo ediyoruz! Kendi zâtımdan, kendi nefsimden, kendi zalim nefsimden başlayarak söylüyorum ki biz cömert değiliz! Çok depo etmeye meraklıyız. Bir evimiz vardır, bir tane daha alırız: “Bunun kirası gelsin…” Bir tane daha alırız: “Bunun da kirası, bir kira yetmez…” Bir tane daha alırız. Boğazda evimiz vardır, adada ev isteriz… Niye? Bu manzaralı dağ başında, ötekisi deniz kenarında olsun diye!

Hayra sarf etmiyoruz.


Çok sevdiğim bir talebem, hocaefendi geldi, Diyanet’ten de bana kâğıt getirmiş. Bu arkadaşımızı Tunceli’ye vazifelendirmişler. Tunceli neresi? Doğu Anadolu’nun ortasında bir yer. Tunceli, mâlum yanından demiryolu filan geçiyor. Genç diye istasyonu filan var. Erzurum’a gidenler filan bilirler.

Tunceli’de vazifeye gitmiş: “—Hiç cami yoktu hocam, şimdi beş tane cami yapmaya giriştik.” diyor.

Allah razı olsun. Mü’min ne yapıyor, nasıl gayretli oluyor! Bir gitti; oraya bir Ramazanlığa gitti, Ramazan’da vaaz etmeye gitti. Şimdi pürtelaş kalkmış buraya gelmiş: “—Beş tane camiye başladık hocam, yardım etmeleri için cemaate söyler misiniz?” diyor.

Memnuniyetle tabii.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:163



163 Müslim, Sahîh, c.XIV, s.250, no:5298; Tirmizî, Sünen, c.II, s.135, no:319;

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.70, no:506; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.167, no:11712; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.351; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.268, no:1291; Hz. Osman RA’dan.

İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.243, no:737; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.313, no:3259; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.180; Hz. Ali RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.20, no:126; Bezzâr, Müsned, c.I, s.432, no:304; Hz. Ömer RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXIII, s.231, no:437; Ümm-ü Habîbe RA’dan.

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IV, s.411, No:2534; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.81, no:2939; Ukaylî, Duafâ, c.VII, s.305, no:1703;

Hz. Aişe RA’dan.

604

مَنْ بَنٰى للهِ مَسْجِدًا، بَنَى اللهُ لَهُ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ (ت. خز. عن عثمان؛ ه. طس. حل. عن علي؛ حم. والبزار عن عمر)


(Men benâ li’llâhi mesciden, bena’llàhu lehû beyten fi’l-cenneh) “Kim Allah rızası için bir mescid yaparsa, Allah ona cennette bir köşk ihsân eder.”

Peygamber Efendimiz mescid yapımını teşvik eylemiş.

Bu paralar ne olacak?

“—Evlâda bırakalım, rahat etsin!” Yahu baban sana bıraktı mı? Sen kendin kazandın, çabaladın, zengin oldun… Harca biraz, âhireti kazan! Allah evlâdına da verir, merak etme! Zaten sen tasadduk ettin mi, senin malın budanmış ağaç gibi oluyor. Daha çok mahsul verir, merak etme!

Rasûlüllah; “Vallahi tasadduktan, infaktan mal azalmaz!” diyor, yemin ediyor. Ben etmiyorum, Rasûlüllah yemin ederek söylüyor. Okuyunca benim çok dikkatimi çekti: “Vallahi tasadduk etmekten, infak etmekten mal azalmaz!” diyor. Biraz cömert olalım. Vermeyi öğrenelim. Hepimiz hep almaya alışmışız: “Herkes bize versin, ceplerimiz dolsun, ihtiyaç fazlası cebimizden taşsın…”


Hiç unutmuyorum, bir kere Beyazıt Camii’nden çıktım. Meczup gibi bir adam vardı ama meczup muydu, değil miydi, neydi bilmiyorum, paraları nereye sarf ediyordu. Herhalde biraz içkiye, kumara da sarf edilebilir. Cemaatten para istiyor. Ben de çocuğum, vaazı dinledim, dışarıya çıktım. Cemaatten birisi, demek ki durumunu biliyor: “—Ya utansana, şu cebine bak!” dedi.

Ben de bir cebine baktım; ceketinin cebi para, o kadar dolu ki ağzı kapanmıyor, açık kalmış! Hâlâ bizden para istiyor, edepsizlik!


Şeybânî, el-Âhàd ve’l-Mesânî, c.II, s.123, no:912; Vâsile ibn-i Eska’ RA’dan.

Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.V, s.330, no:1047; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Cürcânî, Târih-i Cürcan, c.I, s.131, no:135: Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.649, no:20728, 20753; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.124, no:21678.

605

Halbuki Medine-i Münevvere’de anlattılar: İki misâli mukayese edin! İnsandan insana ne fark var:

Medine-i Münevvere’de birisi; “Burada hayır yapmak sevaptır.” diye gitmiş eline paraları destelemiş, bir fakire gelmiş, vermiş. Fakir diyor ki;

“—İstemem, paranı geri al.” “—Niye?” diyor.

“—Az önce birisi bana verdi, bugünlük rızkım tamam. İstemem, başkasına ver.” diyor.

Hey mübarek toprak! Fakirine bile bak, fakirine bak! “Bugünlük tamam!” diyor, yarına Allah Kerîm. “—Bugünlük tamam. Başkasını bul, başkasına ver!” “—Parayı verecek insan buluncaya kadar zorluk çektim.” diyor.

Biz de depo ediyoruz. Ceplerimiz o Beyazıt’ın önünde dilenen insan gibi para doludur. Vermiyoruz!

Ramazan, mübarek, sevabı çok; ver, ver hayra gitsin, sarf olsun, paralar hayra sarf olsun!


Tunceli’de hiç cami yokmuş. Bizim memleketimize yakışır mı? Müslüman olan bir memlekette bir şehirde cami olmasın, köylerinde hiç cami olmasın; olur mu?

Cami olmayınca ezan olmaz, ezan olmayınca bereket olmaz, hayır olmaz. Oradaki insanlar cahil kalır. Cahil kalınca birbirlerini yerler. O, anarşinin kaynağıdır! Sen bu camileri sadece taş toprak mı sanıyorsun? Bütün bu memlekette hayr u hasenâtı bu camilerin içindeki sizin gibi bizim gibi insanlar, Allah’tan korkan insanlar yapıyor. Ada’da, Moda’da, plajda eğlenenler mi yapıyor? Camiyi yine bunlar yapıyor, bu fukara yapıyor; 50-100 lira kendi alnının teriyle kazandığı parasından yaptığı hayırlarla yapıyor. Hacca gidiyor. Biraz parası oldu mu hemen aklı fikri hacca gitmek. Birazcık parası oldu mu hemen bir hayır yapayım, bir çeşme yapayım, köyüme bir şey getireyim… Neden? İmandan… İman oldu mu hayır oluyor! Cömert olacağız. Çok fazla mal mülk depo etmeye bakmamamız lazım. Yapıyoruz, yapmıyoruz; ayrı!

606

Tenbîhü’l-Gàfilîn kitabında Emr-i mâruf nehy-i münker bâbında okudum ki: “—Bir insan kendisi yapmıyorsa bile hakkı söylesin!” Ben sizin hepinizden daha kusurlu bir insanım ama dinimiz cömert olmayı emrediyor. Ben yapıyorum, yapamıyorum; ayrı! Ben nasihatleri tutuyorum tutamıyorum, siz tutun! Allah size yüksek dereceler versin. Sizin duanızla bize de inşaallah dereceler verir, iyi oluruz, hepimiz iyi oluruz. Yalnız cömert olacağız, cömert olacağız. Allah yolunda malımızı infak edeceğiz, sarf edeceğiz, tasadduk edeceğiz. Selmânü’l-Fârisî; Rasûlüllah Efendimiz’in ridasını açıp da. üstüne örtüp de:164



164 Hàkim, Müstedrek, c.III, s.691, no:6539, 6541; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.212, no:6040; Isfahànî, Ahbâr-ı Isfahan, c.I, s.136, no: 125; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXI, s.408; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XI, s.251; İbn-i Sa’d, Tabâkàt, c.IV, s.83; İbn-i Hibbân, Tabâkàtü’l-Muhaddisîn, c.I, s.203; Küseyr ibn-i Abdullah el-Müzenî Rh.A babasından, o da dedesinden.

Bezzâr, Müsned, c.II, s.293, no:6534; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.337, no:3522; Hz. Ali RA’dan.

607

سَلْمَانُ مِنَّا أَهْلَ الْبَيْتِ (ك. طب. عن كثير بن عبد الله المزني عن أبيه عن جده)


(Selmânü minnâ ehle’l-beyti) “Selman bizden, benim aile efradımdan!” dediği bir mübarek zât. Bu Selmânü’l-Fârisî öyle iltifat ettiği zât. Ağlamış. Etrafında da bir leğen var bir tencere var. Eşyası yine çok değil. Bir leğen var, bir tencere var, bir de su koyacak matarası, testisi var veyahut abdest alacak ibrik gibi bir şeyi var. Onları da çok sayıyor mübarek!

Rasûlüllah da âhirete öyle göçtü. Yanında çok şey bir şey yoktu. Öyle büyük mal mülk bırakmadı. İsteseydi dünyayı alırdı. İsteseydi İran şahından zengin olurdu. İstemedi. Malı yanında tutmadı. Birisine sürüyü verdi: “Sürünün tamamı bize kalsın da bir koyun versem yeter.” demedi.


Bedevinin birisi bir kabileden gelmiş, geçerken bakıyor; bir sürü, güzel hayvanlar… “—Aman ne kadar güzel sürü yâ Rasûlallah!” demiş. “—Çok mu beğendin?” diyor.

“—Çok beğendim.” “—Al, sana verdim hepsini, hepsini sana verdim.” “—Hepsini mi yâ Rasûlallah?” “—Hepsini verdim.” Sürüyü önüne katmış. Sabahleyin çıplak çıktığı kabilesinden akşam gürül gürül sürüyü süre süre kabileye gelmiş. “—Ya ne bu?” demişler.

Demiş ki: “—Muhammed SAS, fakirlikten korkmayan insanın verişiyle veriyor!” Allah’ın Rasûlü tabii, Allah’a imanı tam! Cömertliğin ne kadar kıymetli şey olduğunu biliyor. Bize numune oluyor. Önce kendisi


Mecmaü’z-Zevâid, c.VI, s.189, no:10137 ve c.IX, s.154, no:14688, 14689;

Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.690, no:33440; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.490, no:1505; Câmiu’l- Ehàdîs, c.XIII, s.284, no:13125.

608

veriyor. Onu diyen insan tabii böyle de der.

“—Sizden birinizin yanında olacak para pul, yiyecek içecek, mülk bir yolcunun yanında taşıdığı azık kadar olsun!” der. Biz diyemeyiz. Korkarız. Nasıl diyelim? Kendimiz yapamıyoruz ki! O der. Çünkü hayatında tatbik etmiş, numune-i imtisal olmuş.


Geçenlerde bir alimin kitabını okuyorum, biraz gülesim geldi. Allah hepimizi ıslah eylesin:

Peygamber Efendimiz dünyadan i’raz eylemiş. Dünyaya itibar etmemiş. Dünya malına da bakmamış. Eline geçeni vermiş. Allah’a iyi kulluk etmeye çalışmış ve Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yoluna malını mülkünü harcamaya çalışmış ve bizi de teşvik etmiş:

“—Zâhid olun, dünyaya itibar etmeyin! Mal mülk toplamaya bakmayın! Allah yolunda çalışmaya bakın, Allah yolunda hayr u hasenât yapmaya bakın!” diye hep herkesi hayr u hasenata teşvik etmiş. Nerede, “Dünyaya değer vermeyin, çok mal toplamaya bakmayın!” filan diye bir ifade varsa aşağıya bir dipnot yazmış, sayfanın altına bir not düşmüş: “İşte bunun mânası şudur da budur da…” filan. Kıvırttırıyor, kıvranıyor! Yahu Rasûlüllah malı sevmiyor işte, bunun ötesi yok! Kaç tane delille çıkıyor. Sen istediğin kadar tevil etmeye uğraş. Rasûlüllah malı sevmiyor. Bize de, “Sevmeyin, şu dünyayı gönlünüzden atın!” diyor.

“—Hiç mal mülk sahibi olmayacak mıyız?” diyor.

Ol ama hayr u hasenâtını yap, vazifeni bil!


Adam çocuğunun sünnet düğününe milyonlar harcıyor. Bir bak, Tunceli’de cami yok! Yahu çocuğunu hastanede sünnet ettir, hiç kimseyi çağırma, caiz. Sana fetva vereyim: Olur! Ama şu Tunceli’de cami yaparsan sen ölürsün, senden sonra sevaplar sana gelir.

Neden gelir? Cami yaptırmışsın, içinde ibadet edildikçe gelir. Hayra sarf etmesini bilmeliyiz. Hayra sarf ettikçe Allah-u Teàlâ Hazretleri yine verir.

Ölçüsünü koymuş. Cömertliğin ölçüsü nedir? Cömertliğin

609

ölçüsü bir kere insanın zekâtını verebilmesidir! Cömertliğin ölçüsü odur. Zekâtını vermeyen insan cimridir, pintidir, nekestir.


Zekâtın ölçüsü kırkta birdir. Nisaba bağlı olduktan sonra kırkta birini zekât verecek. Ama dikkat edin, o asgarî hudududur. “Daha fazla veremezsin, yasak!” mânasına değil. “Bundan aşağı verme yasak!” demek. Ondan çok verebilirsin ve verdiğin sana yarayacak. Vermediğin, tembellik ettiğin, kusur ettiğin şeyden Allah hesap soracak. Bu zekâttan insana hesap sorulacak!

Onlar kendi hayatlarında dünyaya değer vermemişler. Düşünün, elinizi vicdanınıza koyun: Bizim bu devirde yaşayan ulema mı İslâm’ı daha iyi bilir -Allah aşkına doğru söyleyin- Rasûlüllah’ın ashâbı mı İslâm’ı daha iyi bilir?

Rasûlüllah’ın yanında yaşayanlar daha iyi bilir!


Selmânü’l-Fârisî’yi Irak’ta bir şehre vali gönderiyorlar. Konak gösteriyorlar: “Efendim, buyurun…” “—Bana öyle yer gerekmez.” diyor. Sakin küçük bir kulubeciğe yerleşiyor. Abdullah b. Mes’ûd, daha başka sahabe-i kirâm, hepsi böyle, hepsi mütevazı yaşamışlar. [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız bir menkabe anlatmıştı. Bir tanesi, şehrin valisi ama çok sade giyiniyor, demek ki gösterişsiz giyiniyor. Adamın birisi o şehre Şam’dan mal getirmiş. Diyelim ki Kûfe şehri veya o devirde Basra şehri. Herhalde o zaman Basra vardı, daha Kûfe yoktu. Basra şehri, Basra valisi. Adam mal getirmiş. Etrafına bakınmış, çuvalları taşıyacak bir kimse yok. Bakmış, kenarda bir mütevazı kılıklı bir kimse var.

“—Gel buraya!” demiş. Yanına gitmiş. “—Sırtlan şu çuvalı…” demiş.

Der, adam zengin, parasını verecek. Parası olan insan tepeden konuşur. “—Sırtlan!” demiş. “—Pekiyi…” demiş, sırtlamış. “—Şuraya kadar götüreceğiz.” demiş. Yolda giderken, gelen geçen çuvalın altındaki adama: “—Es-selâmü aleyküm yâ emire’l-mü’minîn!” diyor.

Adam bir duymuş, iki duymuş. “Yanlış mı duydum…” filan. Bir

610

de sonradan işin farkına varmış ki, vay, şehrin valisine çuval taşıttırıyor!


Kim taşıttırabilir, hangi valiye kim taşıttırabilmiş? Muhtara bile taşıttıramazsın. Taşıyor. Taşıttırmak değil, kendisi taşıyor. Mütevazı olduğu için taşıyor. “—Aman efendim, elinizi bırakıp ayağınızı öpeyim. Ben bir hata ettim, sizin vali olduğunuzu bilemedim,; aman rica ediyorum çuvalı bırakın…” “—Yok, aldığım işi bitireyim, yerine kadar götüreyim.” demiş. Mütevazı insanlar. Hayatı böyle anlamışlar. Dünya malına kıymet vermemiş, üstüne başına önem vermemiş. Allah’ın rızasına önem vermiş!


Hz. Ömer RA bir yere vali göndermiş. Ne kadar hizmet gördüyse dönmüş. Döndüğü zaman valiye bakıyor, ne kadar malı ne kadar mülkü var? Giyimine kuşamına bakıyor: Gönderdiği gibi!

“—El-hamdü lillâh, valilikten, idarecilikten, başkanlıktan bozulmamış!” diyor.

Ellerinin altından hazineler akıyordu. Beldeleri fethediyorlardı, ganimetler akıyordu. Hazineler paylaşılıyordu. Ona rağmen öyle gelmiş, öyle göçmüşler. Halifenin birisi bir tanesine, “Bunları ihtiyaçlarınızda kullanırsınız.” diye bilmem kaç bin altın göndermiş. O altınları alan sahabe hemen hizmetçisini, kölesini çağırmış:

“—Al şu kadarını şu eve götür, şu kadarını şu eve götür, şu kadarını şu eve götür, şu kadarını şu eve götür…” Bu parayı gönderen halife de bakalım o paraları ne yapacak diye tahkike bir adam göndermiş. O da gitmiş bakmış ki para akşama bitmiş. Her şeye tevzi edilmiş.

Başka bir sahabeye göndermiş. O da aynı şekilde; “Bunu şunun evine gönderin, hadi bakalım oğlum, gel, yine, tekrar, hadi bunu şunun evine gönder…” Gelen paraları üç bin altın, beş bin altın, dirhem dinar… Hemen tevzi edivermişler.

Hz. Ömer; “El-hamdü lillah.” demiş, sevinmiş. Adam; “Bana Hz. Ömer kayıtsız şartsız para gönderdi, ben bunu cebime depo edeyim.” demiyor. Hemen tevzi ediyor. O devirde anlayışları öyleymiş.

611

Allah aç mı bırakmış, açık mı, muhtaç mı bırakmış? Hâşâ, sümme hâşâ! Allah-u Teàlâ Hazretleri Ekremü’l- ekremîn. Sen bir iyilik yapacaksın, altında mı kalır? İnsanlar kalmak istemez. Sözümü mâzur görün: Bir insan bir insanın yaptığı iyiliğinin altında kalmak ister mi?

İnsan, bir iyilik yapana iyilik yapmak ister. O Allah-u Teàlâ Hazretleri, kâinatın sahibi! Sen onun için tasadduk ediyorsun, O seni mahrum bırakır mı? Sen tasadduk edince, malının azalacağına hiç aklın kesiyor mu?


İşte onları bildikleri için ağlamış.

“—Ölümden korkumdan ağlamıyorum yâ Sa’d veya dünyaya hırsımdan da!” Ne olacak; iki paralık dünya, hepimiz bırakıp gideceğiz! Allah bize akıl fikir versin. Bırakıp gideceğimiz yere öyle sıkı sarılıyoruz ki tırnaklarımızı geçirmişiz, dişlerimizi geçirmişiz. Ayırmak istiyorlar, ayrılmıyoruz. Kene gibi yapışmışız… Ne olacak? Bırakıp gideceksin, o tarafa şimdiden hazırlık yap! Ne götüreceksen, orada sana ne lazımsa! Sağına bakacaksın, yaptığın amelden başka bir şey göremeyeceksin. Soluna bakacaksın, yaptığın amelden başka bir şey göremeyeceksin. Karşında cehennem… Buyur bakalım!

İşte Rasûlüllah söylüyor. Başına o zaman geleceğine şimdiden duydun, ona göre hareket et! Yabancıya vermekten çekiniyorsan akrabana ver, çocuğuna ver. Çocuğun yoksulluk çekiyor, sen burada para depo ediyorsun. Umumiyetle böyle oluyor da, ben böyle sen diye söylüyorum, benim kusuruma bakmayın.


Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimize gönül cömertliği versin. Vermenin, cömertlik etmenin kıymetine, tadına cümlemizi erdirsin. Etrafa hayr u hasenât yapıp da sevap kazanan, âhirete büyük azıklarla giden kimselerden eylesin.

Ramazan, sadakanın çok sevaplarla mukabele gördüğü bir aydır. İnsan başka ayda yaptığı hayırların karşılığını alacak. Ama Ramazan’da kat kat fazla alır. Aman gözünüzü açın, gafil olmayın da Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rızasını kazanmaya muvaffak olun! Bir dahaki Ramazan’a çıkamayız belki, diye düşünün!

612

İnşaallah çok Ramazanlar görürsünüz, görürüz sıhhatle, afiyetle, saadetle, selametle, iyi günler olarak, müslümanlara hoş hâlli olarak hep görürüz. Ama sen yine çıkmayacağım bil! Bir dahaki Ramazan’a ya yetişemezsem diye bu Ramazan’da iyi, kâmil bir insan olmayı sağlamaya çalış!


c. Cuma Gününün Fazileti


Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet olunmuş. Cumayı metheden bir hadîs-i şerif:165


لَيْلَةُ الجُمُعَةِ وَيَوْمُ الْجُمُعَةِ أَرْبَعٌ وَعِشْرُونَ سَاعَةً، لله تَعَالَى فِي كُلِّ


سَاعَةٍ مِنْهَا سِتُّمِائَةِ أَلْفِ عَتِيقٍ مِنَ النَّارِ، كُلُّهُمْ قَدِ اسْتَوْجَبُوا النَّارَ

(الخليلي عن أنس)


RE. 367/5 (Leyletü’l-cumuati ve yevmü’l-cumuati erbaun ve ışrûne sâaten, li’llâhi teàlâ fî külli sâatin minhâ sittu mîeti elfi atîkın mine’n-nâri, küllühüm kad istevcebü’n-nâr.) Cuma kıymetli bir zamandır. Peygamber SAS buyuruyor ki;

“—Cuma gecesi ve cuma günü yirmi dört saattir.” diyor.

“—Allah Allah, niye cuma gecesini önce söyledi de cuma gününü sonra söyledi acaba?” Ne diyor? (Leyletü’l-cumuati ve yevmü’l-cumuati.) Niye geceyi önce söyledi acaba?

Çünkü cuma gecesi, perşembe akşamı ezan okunduğu zaman başlar, Cuma gecesi başladı. Perşembe akşamüstü Allahu ekber Allahu ekber dedi mi bizim şeriatimize göre perşembe bitti.

Perşembe bitti; cuma başladı, cumanın gecesi başladı. Cumanın yatsısını kılacağız. Sonra cumanın sabahı olacak, sabahını kılacağız. Cumanın öğlenini kılacağız. Cuma namazını o zaman kılacağız. İkindisini kılacağız. İkindiden sonra da cuma bitecek. Cuma günü akşam ezan okundu mu artık cumartesi başlayacak.



165 Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.709, no:21044; Camiü’l-Ehadis, c.XVIII, s.357, no:19607.

613

Onun için hadîs-i şerifte ilk önce leyletü’l-cumuati dedi.

“—Cumanın gecesi ve gündüzü, ikisi beraber, yirmi dört saattir.” Günün yirmi dört saat olması meselesi nereden çıkmış? Hadise dayanıyormuş. El-hamdü lillâh. Her şeyin menşei okudukça ortaya çıkıyor. İlim ne kadar güzel! Peygamber Efendimiz, “Yirmi dört saattir!” diyor.


(Li’llâhi tàlâ fî külli sâatin minhâ sittü mîeti elfi atîkın mine’n- nâri küllühüm kad istevcebü’n-nâr.) “Bu yirmi dört saatin her birinde Allahu Teàlâ Hazretleri cehennemden altı yüz bin kimseyi hepsi cehennemi hak etmişken âzad eder!” Cuma günü böyle kıymetli bir gündür. Cumaya dair çok hadîs-i şerifler var. Hani bir tanesinin senedine ta’n eylesen; “Canım bunun senedinde şu zayıf şahıs var, bu hadis kuvvetli mi zayıf mı?” desen bile çok hadîs-i şerifler var ki, cuma günü kıymetli bir gündür. Cuma gününe hürmet edin!

Cuma günü haftada bir gelen mü’minlerin bayramıdır. Giyinin, kuşanın, gusül abdesti alın, tertemiz; cuma namazına itibar edin! Bayram günümüz bizim; lalettayin bir gün, sıradan bir gün değil! Gecesi gündüzü rahmetin saçıldığı, hayırların kazanıldığı bir zaman! Hürmet edin! Mânevî bir şey. Hürmet ederseniz siz de karşılığını görürsünüz. Rasûlüllah Efendimiz’e Salât u selâmı çok edin!


Namazları cemaatle kılmaya çalışın; yatsısını, sabahını kaçırmamaya çalışın! Neden?

Peygamber Efendimiz; “Bir insan yatsı namazını cemaatle kılarsa geceyi ibadet etmiş gibi sevap verecek!” diyor. Allah böyle sevap verir. “Sabahı kılarsa gündüzü ibadetle geçirmiş gibi ecir verecek!” diye bildiriyor. Yani bizimki kurnazlık. Hiç olmazsa o vakitleri cemaatle kılalım da Yani bizimki kurnazlık. nasıl olsa bütün gün ibadet edemiyoruz, etmiş gibi ecir alalım diye hadîs-i şeriflerden faydalanarak bu hayrı elde edelim.

İnsan gece abdestli yatarsa gece abdestli yatan bir insan sanki bütün gece sabaha kadar hiç uyumamış, ibadet etmiş gibi sevap kazanır! Abdest alın, dört rekât namaz kılın, öyle yatın! Madem böyledir.

614

Sabaha kadar uyumadan ibadet etmeyi Hiç denediniz mi acaba? Belki içinizde deneyenler vardır tabii, hüsn-ü zan edeceğiz. Ama zordur, kolay değil. İnsanın uykusu gelir, başı önüne düşmeye başlar, kıldığı rekâtları şaşırmaya başlar. Ama böyle kolaydan abdest alır yatarsa öyle oluyor, o sevap kazanılıyor. Onun için bu gibi şeylerden istifade edin. Cumaya hürmet edin, hayrını bereketini görürsünüz!


d. İçkinin Başka İsimle İçilmesi


Bu hadis-i şerif-i şöyle can kulağıyla bir dinleyin:166


لَيَشْرَبَن أُنَاسٌ مِنْ أُمَّتِي الخَمْرَ يُسَمُّونَهَا بِغَيْرِ اسْمِهَا، وَيُضْرَبُ عَلَى


رُؤُوسِهِمْ بِالمَعَازِفِ وَالْقَيْنَاتِ ، يَخْسِفُ الله بِهِمُ الأَرْضَ، وَيَجْعَلُ مِنْهُمْ


قِرَدَةً وَخَنَازِيرَ (ه. حب. طب. هب. عن أبي مالك الأشعري)


RE. 367/6 (Le-yeşrebenne ünâsün min ümmetî el-hamra, yüsemmûnehâ bi-gayri’smihâ, ve yudrabu alâ ruûsihim bi’l- meâzifi ve’l-kaynâti, yahsifu’llàhu bihimü’l-arda, ve yec’alü minhümü’l-kıredete ve’l-hanâzîr.) Peygamber SAS peygamberdir, Allah’ın rasûlüdür; nasıl bizim zamanımıza ait şeyleri de söylüyor. Kendi zamanına ait şeyleri söylese de istikbale ait şeyleri bilmeseydi sıradan bir insan olurdu. Dikkat edin, Rasûlüllah Efendimiz buyuruyor ki:

(Le-yeşrebenne ünâsün min ümmetî el-hamra) “Ümmetimden bir grup insan, mutlaka ve mutlaka içkiyi içecek!” Nasıl içecek? Allah Allah! Kur’ân-ı Kerîm’de içki yasak değil mi, haram değil mi, nasıl içecek?



166 İbn-i Mace, Sünen, c.XII, s.26, no:4010; İbn-i Hibban, Sahih, c.XV, s.160, no:6758; Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, c.III, s.283, no:3419; Beyhaki, Şuabü’l-İman, c.IV, s.292, no:5114; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.VIII, s.295, no:1710; Taberani, Müsnedü’ş-Şamiyyin, c.III, s.192, no:2061; Ebu Malik el-Eş’ari RA’dan.

Kenzü’l-Ummal, c.V, s.347, no:13167; Camiü’l-Ehadis, c.XVIII, s.342, no:19573.

615

Sebebini de söylüyor: (Yüsemmûnehâ bi-gayri’smihâ) “İsminden gayri bir isim takıp içecekler!” “—Şarap” desen;

“—Ha, şarap haram!” “—Bira?” “—O helâl, o zikredilmemiş.” Öyle uyduracaklar.

Halbuki Peygamber Efendimiz oradan da hiç kaçacak nokta bırakmamış:167


كُل مُسْكِرٍ خَمْرٌ، وَ كُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ (م. حم. عن ابن عمر؛ طب. عن قيس بن سعد؛ كر. عن أنس)


(Küllü müskirün hamrun) “İnsana sarhoşluk veren her şey içkidir, (ve küllü müskirün harâmün) ve insana sarhoşluk veren şeylerin hepsi haramdır.” diyor, adı ne olursa olsun. Başka hadîs-i şerifleri var.



167 Müslim, Sahîh, c.III, s.1587, no:2003; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.352, no:3679; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.290, no:1861; Neseî, Sünen, c.VIII, s.297, no:5585; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.16, no:4645; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.188, no:5366; İmam Şâfiî, Müsned, c.I, s.284, no:1362; Dâra Kutnî, Sünen, c.IV, s.248, no:11-17; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.260, no:1916; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.XII, s.294, no:13157; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.195, no:3954; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.329, no:546; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.470, no:5621; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VIII, s.288, no:17118; Neseî, Sünenü’l- Kübrâ, c.III, s.212, no:5095; Tahàvî, Şerhü’l-Maànî, c.IV, s.215, no:5957; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.II, s.38, no:876; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l- Müskir, c.I, s.57, no:14; Ahmed ibn-i Hanbel, el-Eşribe, c.I, s.6, no:7; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.654; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XVIII, s.427, no:3569; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.5, no:1584; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VII, s.211, no:2111; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.5; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVIII, s.352, no:898; Kays ibn-i Sa’d ibn-i Ubâde Rh.A’ten.

İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LV, s.128; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.83, no:8106; Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.555, no:13277; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.987, no:1992.

616

İçtiğin zaman aklın gidiyor mu, sarhoş oluyor musun, arabayı devirebilir misin, direksiyonda şaşırır mısın, yolda yalpalar mısın? Ne içersen iç, üzüm suyu bile deseler…

“—Efendim bu üzüm suyu, üstünde damgası var!” İçtiğin zaman sarhoş oluyorsan, o bozulmuş demektir. Sarhoşluk veren her şey içkidir ve haramdır!

Peygamber Efendimiz: “—Adını başka koyacaklar da öyle içecekler!” diyor.

Bak nasıl zamanımızın hastalığını söylüyor. “—Efendim alkolsüz bira çıkmış da, bilmem şunuymuş da bunuymuş da…”


Geçenlerde askerî bir hastanede, Gülhane’de ulemâ, profesörler, “Bira büyük bir afettir, memleketimizi sardı, gençleri alkolik yapıyor!” diye toplandı.

Biz uğraştık didindik, önünde duramadık. “Bira içkidir, gazoz gibi değildir!” diye büfelerde satılmamasına çok uğraştık. Engel olamadık. Şimdi büfelerde gazoz gibi satılıyor. Otomobil tamirine gidiyorum. Çocuk çırak, öğle tatilinde gidiyor, iki tane sandviç alıyor, bir tane de bira şişesi alıyor, lıkır lıkır onu içiyor. “—Adını değiştirip içecekler!” Bizim köyde bir söz vardır:

“—Kedi enciğini yiyeceği zaman fareye benzetir.” derler.

Bunlar da içkiyi içecekler, adını değişik koyuyorlar, öyle yapıyorlar.


Sonra; (Yudrabu alâ ruûsihim bi’l-meâzifi ve’l-kaynâti) “Başlarının üstünde de tefler çalınacak ve şarkıcı kadınlar da şarkı okuyacaklar.” Bak gazinoların manzarasını ne güzel tasvir ediyor.

Rasûlüllah zamanında gazino var mıydı? Yoktu ama insanın gözünden perde kalkmış olursa, Allah’ın Rasûlü olunca olacakları böyle bildirir. Yaa işte böyle! (Yahsifu’llàhi bihimü’l-arz) “Allah onları yere geçirecek, yerin içine batıracak!” Yere geçirmekten maksat yerin dibine batıracak.

Hiç böyle şey olmuş mu? Olmuş.

Lût Gölü’nün kenarında, Lût AS’ın zamanında, eski tarihlerde

617

iki tane büyük şehir vardı, tarih kitapları yazar: Sodom şehri, Gomore şehri.

Git bakalım şimdi Lut Gölü’nün kenarında o şehirler var mı? Tarih kitapları yazıyor, Lut Gölü’nün kenarında iki tane şehir: Sodom, Gomore… Ama Lut kavminin o kötü amelini işliyorlarmış. Allah yerin dibine geçirdi.

Geçende bir mecmuada, bir makale okudum: “İşte şurada bir burun var, izleri var, şöyle olabilir böyle olabilir, şuradan batırılmış olabilir…” diyor Yerini aşağı yukarı tahmin ediyorlar.


Allah-u Teàlâ Hazretleri batırır mı? Hiç batmış şey duymadın mı, görmedin mi? Elbet batırır. Evini, barkını yerin dibine maddeten de batırabilir. Haliç kenarında bizim babamızın dükkânının önünde bir han vardı. Bir sabah gidiyorlar, han yok!

Ne oldu? Haliç’in içine devrilmiş gitmiş. Koca han! Bereket geceleyin devrilmiş. Gündüzleyin devrilseydi, içindekilerle beraber ne facialar olacaktı. Allah yapar mı? Yapar!

Maddeten böyle insanları yerin dibine geçirebilir mi? Eviyle de geçirir, kendisini de geçirir.

Cezalandırmaya kàdirdir. Azîzü’n-züntikâm; intikam sahibi, dilediğini yapmaya kudretli Allahu Teàlâ Hazretleri, dilerse yapar.


Sonra; (Ve yec’alü minhümü’l-kıredete ve’l-hanâzîr) “Onları yeryüzüne geçirecek ve onlardan maymunlar ve hınzırlar yapacak!” “—Allah Allah! Şekli değişip de insan maymun mu olacak, domuz mu, hınzır mı olacak?” O da olur, bilmeyiz. Bu söz böyle, o da olur. Huyu da öyle olur; maymun gibi, domuz gibi olur. Öyle yapınca öyle olur. O da mümkün. Bilmeyiz ki!

Bir keresinde Peygamber Efendimiz buyurmuş ki; “—Yetmiş yıldır cehenneme yuvarlanan bir taş şimdi dibini buldu.” İnsan; “Haa demek ki cehennem ne kadar derin ki yukarıdan bir taş atıyorsun, taş yetmiş yıl aşağı doğru gidiyor, şimdi dibini

618

buldu, tangırdadı demek ki…” diye düşünüyor.

Biraz sonra bir haber gelmiş:

“—Yetmiş yıllık bir müşrik kâfir ölmüş.”

Demek ki hayatı boyunca cehenneme doğru yuvarlanan bir taş gibiymiş. Kalbi taş gibi, demek ki kendisi de taş gibiymiş, cehenneme doğru yuvarlanıyormuş.

Buna teşbih, benzetme, remiz; o da olabilir. O içkiyi içenler, başlarında çalgı çaldıranlar, kadın şarkıcıları dinleyenleri Allah yerin dibine geçirecek. Belki alçaltacak mânasına. Ondan sonra onlardan maymunlar ve domuzlar yapacak. Belki maymun gibi huylara sahip olacaklar. Taklitçi olacaklar, güzel huyları bırakacaklar. Ondan sonra domuz gibi karısını kıskanmaz, yağlanıp semirir. Başka müslümanların, başka insanların derdiyle dertlenmez. Gamsız, odun gibi, odundan taştan beter insan! O mânaya da gelebilir, bilemeyiz. Belki de şekli de değişir. Her şeye kàdir, hiçbir şeye itirazımız yok!

İltica edip yalvarır yakarırız:

“—Yâ Rabbi affet! O kardeşlerimizi ıslah et, akıl fikir ver…”


Ne olacak, Allah’ın bir sürü helâli varken ne diye harama dalıyorsun? Hiç meşrubat kalmadı mı? Ben hiç içki aramıyorum. El-hamdü lillâh çeşit çeşit meyve

suları, meyveler, sebzeler, gıdalar, tatlılar, tuzlular… Bu kadar helâli var da, ne diye gelip illa Allah’a âsi olursun behey zalim, behey şaşkın! Bu kadar helâl gıda var, memleketimiz bolluk içinde yüzüyor; ne diye ille harama saparsın, niye ille Allah’a âsi olursun? Akıl mı? Yâ Rabbi akıl ver, bu kardeşlerimizi ıslah eyle! Bu kardeşlerimizin anaları-babaları müslümandı. Bunlar o ana- babalar kimisinin adına “Nureddin” demiştir, kimisinin adına “Seyfeddin” demiştir. Anası-babası güzel temennilerle kimisine

“Ahmed” demiştir kimisine “Hüseyin” demiştir, güzel isimler koymuştur. Belki kulaklarına ezan okuyarak büyütmüştür. Belki küçükken, çoğunun yanına yanaşıyorsun, adam dinsiz, biraz bastırıyorsun, söyleyecek sözü kalmıyor; “Ben de müslümandım.” diyor, “Benim durumum fena değildi. Küçükken Âmme cüzünü hatmettim, dedem müftüydü, babam vaizdi…” diyor. O bakımdan Allah ıslah etsin!

619

Kimseye bir şey demiyoruz, günahı ayıplamıyoruz. Günahkâra da hayır dua ediyoruz. Ama siz bu günahlara düşmeyin, böyle şaklabanlık etmeyin! İçki içkidir, insanın aklını aldı mı adı ne olursa olsun dinimizde yeri yoktur. Adına ne derlerse desinler; likör, viski, bira, şarap, konyak, votka, cin, rom vs. bildiğimiz bilmediğimiz. Öyle müptelaları var ki!

Askerlikte içki içmek yasak! Yedek subay okulunda, yassı şişeleri arka cebine saklamış, geliyor yine orada da içiyor. Allah kurtarsın… Allah akıl fikir versin! Bize de İslâm için çalışma şevki versin; duyuralım, anlatalım… Biz haklıyız, biz güzeliz, biz sıhhatin tarafını tutuyoruz. Biz aklın, mantığın, nizamın tarafını tutuyoruz. Allah bize de çalışma şevki versin. Allah bizi maymun, domuz suretine getirtmesin... Gazabına, azabına uğratmasın…

Hatalarımızı lütf u keremiyle ıslah eylesin. Bize hidayet eylesin... Rızasına uygun yolda, rızasına uygun edepli kullar eylesin… Böyle güzel güzel ömür sürmeyi nasip etsin…


e. Cuma Namazının Terk Edilmesi


Sanki gazete haberi gibi bir hadîs-i şerif. Sanki Rasûlüllah SAS Efendimiz aramızda sağ da, filanca şehirden bize haber göndermiş. Bizim bir kusurumuzu duymuş da bir haber göndermiş gibi, hadîs-i şerife dikkat edin:168




168 Müslim, Sahih, c.IV, s.355, no:1432; Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.129, no:406; Taberani, Müsnedü’ş-Şamiyyin, c.IV, s.107, no:2865; Beyhaki, Şuabü’l- İman, c.III, s.103, no:3008; Begavi, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.242; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.III, s.171, no:5360; Abdullah ibn-i Ömer ve Ebu Hüreyre RA’dan.

Nesei, Sünen, c.V, s.201, no:1353; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.239, no:2132; Tayalisi, Müsned, c.I, s.263, no:1952; Tahavi, Müşkilü’l-Asar, c.VII, s.198, no:2691; İbn-i Ebi Şeybe, Musannef, c.II, s.154, no:5557; Ebu Ya’la, Müsned, c.X, s.143, no:5765; Nesei, Sünenü’l-Kübra, c.I, s.516, no:1658; Abdullah ibn-i Ömer ve Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.730, no:21141; Camiü’l-Ehadis, c.XVIII, s.365, no:19625.

620

لَيَنْتَهِيَن أَقْوَامٌ عَنْ وَدْعِهِمْ الْجُمُعَاتِ، أَوْ لَيَخْتِمَنَّ اللهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ، ثُمَّ


لَيَكُونُنَّ مِنْ الْغَافِلِينَ (حم. طس. ق. ه. حب. عن ابن عباس وابن

عمر معا؛ خز. كر. عن أبي هريرة وأبي سعيد معا؛ كر. عن ابن

عمر وأبي هريرة معا)


RE. 367/7 (Leyentehiyenne akvâmun an ved’ihimü’l-cumuâti ev leyahtimenne’llàhü) “Kavimler, birtakım insanlar, gruplar muhakkak ve muhakkak son verecekler, vazgeçecekler, bırakacaklar, terk edecekler, nihayete erdirecekler!” Neyi terk edecekler? (An ved’ihimi’l-cumû’âti) “Cuma namazlarını terk edecekler!” “—Onlar bu yanlış işi bıraksınlar, cumayı terk etmesinler!” (Ev leyahtimenna’llâhü alâ kulûbihim) “Ya bırakacaklar veyahut da Allah kalplerini mühürleyecek! Mutlak ve mutlak mühürleyecek!” (Ev leyahtimenne) Buna nûn-u te’kîd-i sakîle derler; “Mutlaka ve mutlaka, hiç şek şüphe yok, muhakkak böyle olacak.” demektir. Aksi takdirde, Allah onların kalplerini mühürleyecek. “Ya bu yolu, yanlışlığı bırakırlar, nihayet verirler veyahut da Allah kalplerini mühürleyecek!” (Sümme leyekûnenne mine’l-gàfilîn) “Sonra muhakkak ve muhakkak gàfil kimselerden olacaklar, gafletten kurtulmaları mümkün olmayacak, hakkı göremez duruma düşecekler!” Cumayı terk etmeyin!


Şimdi bir kısım arkadaşlar, bir kısım dostlar, bir kısım müslümanlar bu kanaatteler:

“—Cumaları kılmayalım; şartları yok…” vs. Sorduk. Olabilir ya belki onlar haklı olur diye ulemamıza gittik, sorduk. Belki onlar haklıdır. Ben her hâli, her sözü hata olan bir insanım, belki ben hata etmişimdir, mümkündür. Belki o kardeşlerim doğru söylüyordur diye seksen tane ulemaya sorduk. Saçını sakalını ağartmış, İslâm’da yetişmiş, gelişmiş hocaefendilere, ömrünü ilim yolunda sarf etmiş bilgin, alim

621

kimselere sorduk:

“—Cumayı terk etmeyin!” dediler.

Zaten onlar terk edin dese bile, şu hadîs-i şerife bakın! Rasûlüllah SAS Efendimiz ne diyor?

“—Cumayı terk etmeyin!” Cuma önemli bir ibadettir. Müslümanlar bir araya geliyor, kardeşlik var, muhabbet var. Topluca ibadetin faydası, sevabı var. Allah birliğimizi beraberliğimizi seviyor. Hepimiz dağ başına gidersek iş daha iyi olmuyor. Beraberliği seviyor, kalabalığı seviyor.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:169


يَدُ اللهِ عَلَى الجَمَاعَةِ (ن. طب. عن عرفجة بن شريح الأشجعي )


(Yedu’llàhi ale’l-cemâah) “Allah’ın nusreti, yardımı, feyzi, bereketi, lütfu, rahmeti topluluk üzerinedir.” Tek başına yana çekilen değil, sen topluluk içinde ol! Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş:


Girmeden tefrika, bir millete düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!


Sen toplu toplu, bir gönülden el ele gönül birliği yaparsan top tüfek sindiremez. Topun karşısına gidersin, topun başındaki adamı devirir geçersin. Sen birlik beraberliği niye bozuyorsun?

Müslümanların birliğini beraberliğini sağlayan ibadetlerin en başında, garbın şarkın hayran olduğu, Avrupalı’nın hayran olduğu



169 Neseî, Sünen, c.XII, s.374, no:3954; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.145, no:368; Urfecete’bni Şüreyh RA’dan.

Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.488; Hz. Ömer RA’dan.

Hàkim, Müstedrek, c.I, s.202, no:399; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.167, no:239; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

Hàkim, Müstedrek, c.I, s.199, no:391; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.447, no:13623; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.206, no:1031; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.97, no:26712; RE. 15/11.

622

ibadettir cuma namazı!

Allah-u Teàlâ Hazretleri, “Haftada bir, işini gücünü bırak! Ticaretini de bırak, o saatte kazanma, istemez. Bırak ticaretini, alışverişini de gel bu ibadete! Cuma günü namaza davet olunduğun zaman koşa koşa gel!” diyor. Emretmiş:


إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلٰى ذِكْرِ اللهَِّ (الجمعة: ٩)


(İzâ nûdiye li’s-salâti min yevmi’l-cumuati fes’av ilâ zikri’llâh.) [Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun!] (Cuma, 62/9) diye.

“—Allah’ın zikrine yürüyerek gelin.” demiyor; “Koşarak, seğirterek gelin!” diyor.

Allah öyle diyor, bazı kardeşlerimiz de “Kılmayın!” diyorlar. “Kılın!” diyenlere de, “Cumanın şartları yok!” diye kızıyorlarmış.

Ben bir şey bilmiyorum, işte hadis-i şerifi okudum, ayet-i kerimeyi okudum. Allah akıl fikir versin… Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


26. 06. 1983 - İskenderpaşa Camii

623
21. ZEMZEM SUYU