06. ZİNÂNIN KÖTÜLÜĞÜ

07. ŞEYTANIN OYUNLARI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesiran tayyiben mubareken fihi âlâ külli hâlin ve fi-külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ muhammedini’l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn… Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu teàlâ aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِنَّ الشَّم سَ تَط لُعُ مَعَ قَر نِ شَي طَانٍ، فَإِذَا طَلَعَت قَارَنَهَ ا، وَإِ ذَا ار تَفَعَت


فَارَقَهَا، ثُمَّ إِذَا اس تَوَت قَارَنَهَا، فَإِذَا زَالَت فَ ارَقَهَا، وَإِذَا تَدَلَّت لِل غُرُوبِ


قَارَنَهَا، فَإِذَا غَرَبَت فَارَقَهَا، فَلََ تُصَلُّوا هٰذِهِ الأَو قَاتَ الثَّلَثَةَ (مالك، حم. ه. ق. عن عبدالله الصنابحي)


RE. 101/4 (İnne’ş-şemse tatlüu mea karni şeytànin, feizâ taleat

kàrenehâ, ve ize’rtefeat kàrenehâ, sümme ize’stevet kàrenehâ, feizâ zâlet fârekahâ, veizâ tedellet li’l-gurûbi kàrenehâ, feizâ garabet

fârekahâ, felâ tüsallû hâzihi’l-evkàte’s-selâseh.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem ve sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin selâmı, rahmeti, bereketi, dünya ve ahiretin hayırları cümlenizin üzerine olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin...

208

Peygamber Efendimiz Muhammed-i Mustafa SAS Hazretleri’nin mübârek hadîs-i şerîflerinden bir demet okuyup, dinleyip; tefeyyüz etmek, dinimizi iyi öğrenmek, inceliklerine âşina olmak, Peygamber Efendimiz’in âdâbı ile edeplenmek niyeti ile toplanmış bulunuyoruz.

Bu hadis-i şeriflerin okunmasına başlamadan önce evvela Peygamber Efendimiz’in ruh-u pakine hediye olsun diye. Sonra onun sevdiği cümle ashabının, etbâının, ahbabının, ezvacının, evladının, zürriyetinin, salihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücahidlerin; mürşid-i kamillerimizin, evliyaullah büyüklerimizin;

Ebû Bekr-i Sıddîk ve Aliyy-i Murtazâ’dan şeyhimiz Muhammed Zâhid-i Bursevî’ye kadar gelmiş geçmiş cümle sadât u meşâyihimizin;

Eserini okuduğumuz Gümüşhaneli Hocamız’ın ve bu hadîs-i şerifleri bize kadar nakil ve rivayet eylemiş bulunan bütün hadis alimlerinin ve râvilerin ruhlarına; Bu beldeleri fetheden fatihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücahidlerin; hassaten Fatih Sultan Mehmed Han’ın ve ordusu mensublarının ruhlarına, beldemizin medâr-ı iftiharı Yûşâ AS’ın ve Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin ve sâir sahabe-i kirâm ve Salihlerin ruhlarına;

Cümle hayır ve hasenât sahiplerinin ve bilhassa içinde toplanıp, ibadet edip hadis-i şerifleri okuduğumuz şu caminin bânîsi İskender Paşa Hazretleri’nin ve tekrar tekrar tamir ve tevsi eyleyenlerin kendilerinin ve geçmişlerinin ruhları için;

Uzaktan yakından bu dersi dinlemeye gelen siz kıymetli kardeşlerimizin ahirete göçmüş bütün müslüman geçmişlerinin, sevdiklerinin, yakınlarının, dostlarının ruhlarına bizlerden birer hediyyey-i kuraniye olsun, ruhları şad olsun, makamları ala olsun, şefaatleri, himmetleri, tevveccühleri üzerimize olsun diye;

Biz yaşayan mü’minler de Rabbimiz’in rızasına uygun ömür sürelim, Kur’ân yolunda yürüyelim, Peygamber Efendimiz’in sünnetini şu asırla ihya edelim de şehid sevapları kazanalım; Rabbimizin rızasına vasıl olup iki cihanda aziz ve bahtiyar olalım diye, bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım, buyurun!

209

………………………….


a. Kerahat Vakitleri


Okuduğumuz hadis-i şerifler, Râmûzü’l-Ehàdîs’in 101. sayfasındadır. 4. hadis-i şerifin Arapça mübarek metnini okuduk. Aşağıya doğru devam edeceğiz.

Bu hadis-i şerifi Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Mâce ve daha başka kaynaklar rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:


إِنَّ الشَّم سَ تَط لُعُ مَعَ قَر نِ شَي طَانٍ، فَإِذَا طَلَعَت قَارَنَهَ ا، وَإِ ذَا ار تَفَعَت


فَارَقَهَا؛ ثُمَّ إِذَا اس تَوَت قَارَنَهَا، فَإِذَا زَالَت فَ ارَقَهَا؛ وَإِذَا تَدَلَّت لِل غُرُوبِ


قَارَنَهَا، فَإِذَا غَرَبَت فَارَقَهَا؛ فَلََ تُصَلُّوا هٰذِهِ الأَو قَاتَ الثَّلَثَةَ (مالك، حم. ه. ق. عن عبدالله الصنابحي)


RE. 101/4 (İnne’ş-şemse tatlüu mea karni şeytànin, feizâ taleat

kàrenehâ, ve ize’rtefeat fârekahâ; sümme ize’stevet kàrenehâ, feizâ zâlet fârekahâ; veizâ tedellet li’l-gurûbi kàrenehâ, feizâ garabet

fârekahâ; felâ tüsallû hâzihi’l-evkàte’s-selâseh.) Meali şöyle:

(İnne’ş-şemse tatlüu mea karni şeytànin) “Hiç şüphe yok ki güneş şeytanın boynuzu ile beraber doğar veyahut şeytan ile beraber doğar, şeytanın yakınlığı ile beraber doğar. (Feizâ taleat

kàrenehâ) Güneş doğduğu zaman, ona yaklaşır, onunla beraber olur. (Ve ize’rtefeat fârekahâ) Doğuş yerinden yükseldiği zaman şeytan ondan, güneşten ayrılır.” (Sümme ize’s-tevet kàrenehâ) “Sonra istivâ vaktinde yine ona yaklaşır.”

Öğleyin, günün tam orta yerine, iki tarafı müsâvî olduğu zamana vakt-i istivâ diyorlar. “O istiva zamanına, yâni öğlenden

210

önceki zamana geldiği zaman, Şeytan tekrar güneşe yaklaşır. (Feizâ zâlet fârekahâ) Artık tam o orta yerden biraz daha kaydı mı batıya doğru, yâni yarıyı biraz geçti mi, gene şeytan ondan ayrılır.” (Veizâ tedellet li’l-gurûbi kàrenehâ) “Batmak üzere aşağı ufka doğru sarktı mı, tekrar ona mukarin olur, yakın olur, yakınlaşır. (Feizâ garabet fârekahâ) Battığı zaman, gene ayrılır.” Demek ki üç vakitte şeytan, güneşe yaklaşıylor, güneşle beraber oluyor. Doğarken, ta tepedeyken, batarken… (Felâ tüsallû hâzihi’l- evkàte’s-selâseh) “Bu üç zamanda namaz kılmayın!” Bu üç vakitte namaz kılmayın!” diyor Peygamber SAS Efendimiz.


Fıkıh kitaplarına böylece Peygamber Efendimiz’in bu vakitlerde namaz kılmayın dediği zamanlar, evkât-ı mekruhe yâni namazın kılınmadığı kerâhat vakitleri diye geçmiştir. Diyelim ki bir insan uyuya kaldı da veya bayıldı, hastalandı da güneşin doğması sırasına kadar sabah namazını kılamadı. Hani ezanlar okundu filan ama fecir attı, sabahın vakti girdi ama kılamadı… Tam güneş doğarken kılacak durumu oldu. Hani bin bir çeşit hal olabilir. Uyuyakalmış olur, hasta olur, baygın olur, bayılmış olur tam o sırada ayılır:

“—Ay namazım geçiyor, kalkayım, kılayım!..” filan dediği zaman.

O vakitte kılar mı? Kılamaz! Neden? Mekruh vakittir. Güneş doğacak, biraz vakit geçecek.

“—Ne kadar vakit geçecek?” Yirmi beş, otuz dakika kadar bir vaktin geçmesi gerekiyor. O zaman kerahat vakti çıkıyor.


Bir de güneş tam öğle vakti yukarıya, tepeye dikildiği zaman gene kerehat vaktidir. O vakitte de namaz kılamaz insan. Hani:

“—Abdest alayım da duhâ namazımı kılayım!” Kılsaydın ama daha önceden kılsaydın. Şimdi duhâ namazının artık kılınmayacağı zaman geldi. Vakt-i istivâ oldu. Bu vakitte Peygamber Efendimiz namaz kılmayın dedi, kılınmaz.

Akşam güneş batarken, gene nafile namaz kılmaz. Ama ikindiyi

211

kılmamışsa, farzı kılmamışsa, kılınır. İkindiyi kılmış da “Onun arkasından bir namaz kılayım, falan…” dese kılınmaz. O vakitte kılınmaz.


Bu üç vakte kerahat vakitleri denilir. Namazın kılınmadığı vakitler. Bunları Peygamber SAS Efendimiz böyle buyuruyor.

“—Güneş şeytanın yaklaşmış olduğu bir şekilde doğar, doğarken. Doğdu mu şeytan ona yakın olur, bitişir. Yukarıda bitişir, batarken bitişir.” diyor.

Tabii şeytan nasıl bir mahluktur, şekil nasıldır, güneşle nasıl beraber olur… Bu bir esrarengiz iş. Bu sayfada birkaç hadis sonra şeytanlarla ilgili hadisler gelecek hep. Önümüzdeki sayfada da şeytanlarla ilgili hadisler gelecek. Çünkü şın harfindeyiz. Harf sırasına göre hepsi topluca gelecek. Birçok şey öğreneceğiz. Şeytanla ilgili bilgileri, bu gelen hadis-i şeriflerle öğreneceğiz.

Öğrendiğimiz şeylerden bir tanesi, güneş doğarken güneşin yanına şeytan gidiyor, tepedeyken gene yanına gidiyor, batarken gene gidiyor. Nasıl bir şey? Bilmiyoruz ki. Bu alemin esrarengiz birçok tarafı var. Bu dünyanın, kâinatın, evrenin, olayların bilmediğimiz tarafları var. İnsanı ruhu var. İnsanın içinde şeytan var, dışında şeytan var. Şeytan insanın damarları içinde dolaşabiliyor kanın dolaştığı gibi. Aklına giriyor, vesvese veriyor. Böyle bir mahluk. Öğreneceğiz.

Bu üç vakitte namaz kılınmaması gerekiyor, bunu görmüş olduk bu hadis-i şerifle…


b. Kamerî Ay Yirmi Dokuz Gündür


Beşinci hadis-i şerife geçiyoruz. Şeytanlarla ilgili öbür hadis-i şerifler aşağıda gelir diye. İzahları oraya bırakarak. Sayfanın beşinci hadis-i şerifi:

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:


إنّ الشَّه رَ تَكُون تِس عَةً وَعِش رِينَ يَو مًا (خ. ت. عن أنس؛ ق. عن

212

أم سلمة؛ م. عن جابر وعائشة)


RE. 101/5 (İnne’ş-şehre tekûnü tis’aten ve işrine yevmen) “Kamerî ay yirmi dokuz gün olur.”

Şimdi biliyorsunuz, bizim ay dediğimiz bir zaman birimi var. Yıl on iki aydır diyoruz. Ay iki çeşittir. Bir şemsî takvime göre, güneşe göre ay. İşte bunların şimdiki isimleri: Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık diye gidiyor… Bundan evvel başka isimleri vardı. Teşrin-i evvel, Teşrin- i sânî, Kânûn-i evvel, Kânûn-i sânî filan gibi isimler vardı. Onlar biraz değişikliğe uğramış. Bunlara şemsî aylar denir, yâni güneşle ilgili aylar.

Bunlar gayr-i muntazam. Şubat 28 oluyor, Mart 31 oluyor, nisan 30 oluyor, mayıs 31 oluyor. Haziran 30 oluyor, Temmuz 31 oluyor, Ağustos da 31 oluyor. Peş peşe giderken değişerek, orada da değişmiyor. Bir 28 oluyor, dört yılda bir de 29 oluyor ubat. Çok gayr- i muntazamlıklar var şemsî aylarda. Artık bunların cetvelleri yapılmış. Bizi bu gayr-i muntazamlıklar, değişiklikler ilgilendirmiyor. Takvimi alıyoruz, bakıyoruz, bugün ayın kaçı vs. işimizi öyle hallediyoruz ama insanlar bu ayları tesbitte eskiden beri çok usüller ortaya koymuşlar, çeşitli takvimler ortaya çıkarmışlar.


Biz şimdi şemsi takvimi kullanıyoruz. Ama Peygamber SAS Efendimiz ve bizim şemsî takvimi kullanmaya başladığımız yakın zamana kadar bütün müslüman ecdadımız ve İslâm aleminin çok geniş bir bölümü, hep kamerî takvim diye bir takvim kullanır. Bunun esası da aydır, kamerdir.

Kameri takvimin bir ayı nasıl tamam olur? Güneşin battığı tarafa bak evinden. Eline kâğıdı, kalemi al, bak. Bugün bir şey gördün mü? Görmedin. Yarın gördün mü? Görmedin. Bir gün orada incecik hilali göreceksen, güneş battığı zaman. Hah!.. Güneşin battığı yerde hilali ilk gördüğün zaman, o gün ayın biridir. Bir… Yeni bir kamerî ay başladı.

213

O gittikçe büyür. Ertesi gün baktığın zaman ince olmaz, biraz daha kalın olur. Daha ertesi gün bir misli daha kalın olur. Yâni ilkinin bir misli daha kalın olur. Daha ertesi gün, ilki kadar daha eklenir, daha kalın olur. Yedi günde yarım olur. Yarım daire olur. Yâni bir daireyi kessen nasıl olur yarım? Ekmeği ikiye kesiyorsun, yarım ekmek gibi olur.

On dört günde, on dört buçuk günde ne olur? Yedi, yedi, on dört… Biraz da küsüratı var. O zaman da dolunay olur.

Yusyuvarlak, tam olur. Üç haftada gene yarım olur ama bu tarafta olur bu sefer yarım. İlk yarım sağdadır, öteki yarım soldadır. Ondan sonra da gene incelir, incelir, kaybolur.

İnceldiği zamanlar, sabah görünmeye başlar. Sabah namazına giden insan, hava berraksa bakar:

“—Aaa, hilal! Bak kalınca havada görüyorum.” Ertesi gün biraz daha ince, ertesi gün biraz daha ince, nihayet bir gün görünmez. İşte o görünmediği günün ertesi günü falan artık

214

güneşin battığı yere gelip bakarsan akşam üstü, sabahleyin görünmez olduğu zaman. O zaman hilal, o günlerde görünecek. Gözle görürsün.

Kamerî takvimin esası, hilali güneşin battığı yerde görmektir. İlk gördüğü zaman ertesi gün ayın biridir. Bir daha gördüğü zaman o ay bitmiştir, öbür ayın biridir.


Gelelim astronomi, ilm-i heyet hesaplarına. İlm-i heyet hesaplarına göre dünyanın etrafında ay dönüyor, ondan oluyor bu hilal durumu. Ayın evreleri dediğimiz hilal, yarım ay, dolunay, yarım ay, tekrar hilal, tekrar kaybolma, tekrar görünme. Buna ayın evreleri deniliyor. Devreleri diyebilirsiniz, evre diyebilirsiniz. Çünkü adım adım değişiyor, kalınlaşıyor falan. Doğduğu zaman da değişiyor, battığı zaman da değişiyor. Bunların hesapları var, cetvelleri var.

Ayın evreleri. Neden oluyor? Ay dünyanın etrafında dönüyor da orada olduğu zaman ince görünüyor, böyle geldiği zaman yarım görünüyor, böyle geldiği zaman güneş burada olduğundan, tam aydınlık tarafını görünüyorsun, tam görünüyor. Bu tarafa geldiği zaman gene yarım görünüyor, bu tarafa doğru geldiği zaman gene hilal görünüyor, tam buraya geldiği zaman da sen baktığın zaman hiçbir şey görmüyorsun çünkü karanlık tarafına bakıyorsun. İşin aslı bu. İlm-i heyet, astronomi, gök bilimi bakımından da durum bu.


Ne kadar da döner ay dünyanın etrafında? Yirmi dokuz gün, küsüratı var, 12 saat bilmem kaç dakika, bilmem kaç saniyede dönüşünü tamamlar. Ama otuz olmaz, yirmi dokuz gün. İşte burada da Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

(İnne’ş-şehre tekûnü tis’aten ve işrîne yevmen) “Bir kameri ay, yirmi dokuz gün olur.”


c. Kamerî Ay Otuz Günden Eksiktir


Onun arkasına bir hadis-i şerif daha var Taberânî’den rivayet edilmiş:

215

إِنَّ الشَّه رَ لاَ يُكَمِّلُ ثَلََثِينَ لَ ي لَةً (طب. عن سمرة)


RE. 101/6 (İnne’ş-şehre lâ yükemmilu selâsîne leyleh) “Kameri ay otuz güne tamamlanmaz.” Eksiktir yâni, yirmi dokuz gün küsürdür.

Tabii Peygamber Efendimiz gök bilimci değil ama Peygamber Efendimiz Allah’ın peygamberi, Allah ona her şeyi inceden inceye bildiriyor. O da bize bildirmiş birçok hususlarda nice bilmediğimiz şeyleri o ümmî peygamberden öğreniyoruz. Ümmî yâni, birisi hoca olup da ona bir şey öğretmemiş, dünyadan bir insan buna hocalık etmemiş. Eline kalem aldırıp, yazı yazdırtmamış. Oku bakalım diye yetiştirmemiş. Amma Allah yetiştirmiş:35


أَدَّبَنِي رَبِّي فَأَح سَنَ تَأ دِيبِي (ابن السَّم عانِي في أدب الإملَءِ

عن ابن مسعود)


(Eddebenî rabbî feahsene te’dîbî) “Beni Rabbim terbiye eyledi, terbiyemi ne güzel eyledi!” buyuruyor hadis-i şerifinde.

Allah öğretmiş, her şeyi biliyor. Eski ümmetlerin ihtilaflı meselelerini biliyor. Yahudiler soru soruyorlar, Yahudilerin sorularının cevaplarını söylüyor. Tamam, doğru… Tabii doğru, hak peygamber de ondan doğru. Onlar imtihan için soruyorlar, bakalım hakiki peygamber mi yoksa iddiacı birisi mi diye. E doğrusunu söylüyor. Neden? Allah bildiriyor. Allah CC, hak peygamber olduğundan her şeyi bildiriyor. Onun için o zamandan, o asırdan buyurmuş ki: “Ay yirmi dokuz gündür, otuza tamamlanmaz!” Tamam… cümle cihan halkı artık biliyor ki ay otuz gün olmaz.


Niye bunu söylemiş Peygamber SAS Efendimiz?.. Bir ayetin iniş



35 Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.406, no:31895; Keşfül-Hafâ, c.I, s.70, no:164;

Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.88, no:959.

216

sebebine sebeb-i nüzul derler, ayet neden nazil oldu? Falanca adam şöyle yaptı da onun üzerine Peygamber Efendimiz’e ayet indi. Şu şöyle oldu da ayet indi diyoruz. Buna sebeb-i nüzûl-ü ayeh derler. Ayetin iniş sebebi. Bir sebeple, bir olay olmuştur da onun için ayet inmiştir. hadis-i şerifleri de Peygamber Efendimiz söylerken bir sebep olmuştur da bir olay sebep olmuştur, ondan dolayı o söz söylenmiştir. Ona da sebeb-i vurûd-i hadis derler, hadisin varid olmasının sebebi. Hadisin söylenmesine sebep olan olay.


Bu olay ne? Peygamber SAS Efendimiz hanımlarının yanına bir ay gelmeyeceğim demiş. O bir ay, yirmi dokuz gün olduğunu onun için böyle beyan ediyor. Bizim de tabii bunu bilmemiz lazım. Biz de bu konuyu bilmeliyiz. Neden? Dini ibadetlerimiz kamerî ayların başlangıçlarıyla ilgilidir.

Ramazan geldi mi, gelmedi mi? Acaba ramazan hilali göründü mü, görünmedi mi? Acaba bayram yarın olacak mı, yoksa ramazanı otuz gün mü tutacağız? Bunlar hep ramazanda önemli.

Kurbanda önemli. Kurban ayının hangi gün girdiğini bileceğiz, zilhiccenin sekizinde Mina’ya gideceğiz, dokuzunda Arafat’a çıkacağız, Arafat’ta vakfeyi yapacağız da hac olacak. Gün çok önemli. Onun için ayın durumlarına, evrelerine, değişik şekillerine biz çok dikkat ederiz.

Hanımıyla ilgili bazı durumlarda, iki ay kefaret orucu tutması lazım. İki ay nedir? bunların bilinmesi gerektiği için bu ayın durumları fıkıh alimlerini ilgilendirmiştir, yazmışlardır, bilirler. Eh biz de öğrenmeliyiz, biz de takip etmeliyiz. İbadetimizi muntazam yapmak için, hilali gözlememiz lazım. Yüksek tepelere çıkıp, böyle bakalım, Ramazan hilali geliyor mu, bayram hilali geliyor mu falan diye. Bu işlerle ilgilenmemiz lazım.


Bugün hangi aydayız bilmek lazım, ayın kaçındayız bilmek lazım. Çünkü kamerî ayların ortasına Eyyâm-ı Biyz derler. Eyyâm- ı Biyz ne demek? Nurlu, ak pak günler demek. Neden nurlu oluyor? Geceleri mehtaplı olduğu için.

Şimdi ben saatime bakayım, söyleyeyim. Bakın bugün Safer

217

ayının on dördü. Saferu’l-hayr, hayırlı Safer ayının. Sefer diyorlar ama aslı Safer’dir, sad’ladır. Safer ayının bugün on dördü. Dün on üçüydü, yarın on beşi. İşte bu on üç, on dört, on beşine Eyyâm-ı Biyz

derler. Peygamber Efendimiz Eyyâm-ı Biyz’i hep oruçlu geçirmiş. Bilmemiz lazım! “—Ben de Peygamber Efendimiz’in tutuğu güzel oruçları tutmak istiyorum. Rasûlüllah’ın adım adım izinden gitmek istiyorum!” Tamam, Eyyâm-ı Biyz’ın işte bugün ikinci günü, yarın üçüncü günü. Oruç tutma günü yâni. Görüyorsunuz hep ibadetlerimizle ilgili oluyor. Bunları bilgi olarak takip etmemiz lazım! Bundan sonraki hadis-i şerife geçelim!


d. Şeytanın Bayrakları


Sayfanın 7. hadis-i şerifi. Şimdi şeytanlar ne mendeburluklar yaparmış göreceğiz hadis-i şeriflerde, o hadislere geçiyoruz. Sıra oraya geliyor.

Ebû Ümâme Hazretleri’nden rivayet edilmiş bir hadis-i şerif. Ne yaparlarmış bu şeytanlar? Bir tanesini bu hadis-i şeriften öğreneceğiz.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:36


إِنَّ الشَّيَاطِينَ تَغ دُو بِرَايَاتِهَا إِلَى الأَس وَاقِ، فيَد خُلُونَ مَعَ أوَّلِ دَاخِلٍ ،


وَيَخ رُجُونَ مَعَ آخِرِ خَارِجٍ (طب. عن أبي أمامة)


RE. 101/7 (İnne’ş-şeyâtîne tagdû bi-râyâtihâ ile’l-esvâki, ve yedhulûne mea evveli dâhilin, ve yahrucûne mea âhiri hàricin)

(İnne’ş-şeyâtîne tagdû bi-râyâtihâ ile’l-esvâki) “Şeytanlar sabah erken vakitte bayraklarıyla, flamalarıyla, bayraklarıyla çarşılara,



36 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.136, no:7618; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.311, no:544

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.20, no:9296; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.336, no:6421.

218

pazar yerlerine giderler. Erkenden…” Guduvven, yâni sabahın erken vaktinde çarşılara giderler. Gada, yağdu… Gadat zamanında yâni İşrak zamanında, sabahın erken vaktinde gitmek demek. Ticarete herkes erken gidiyor ya, şeytanlar da bayraklarını açıp, sabahleyin erkenden çarşı-pazarlara giderler, pazar yerlerine giderler.

Esvâk, sûklar demek. Arapçada suk, pazar demek. Suk-u ükaz, duymuşsunuzdur, ükaz panayırı diye duymuşsunuzdur. Suk çarşı demek, asvak da çarşılar. Çarşı-pazarlara, hem de bayraklarını açarak bayraklı bayraklı, ordu ordu demek ki, grup grup gidiyorlar.

(Feyedhulûne mâ evveli dâhilin) “Çarşıya giden ilk adamla beraber giderler.” Daha alışveriş için hiç kimse gitmemiş. Birisi daha ilk defa pazar yerine geliyor. İlk gidenle beraber şeytanlar hemen giderler. Çünkü şeytanlık yapacaklar. İlkini bile kandırmak istiyorlar. “Onun için ilk gidenle beraber giderler; (ve yahrucûne mâ âhiri hàricin) pazardan eşyasını toplayıp da en sonuncu ayrılanla beraber ayrılırlar.”


Çarşı-pazar yerleri, panayır yerleri şeytanın —cirit attığı diyoruz ya— kaynadığı yerlerdir. Öyle aldatırlar ki Ademo- ğullarını çarşı-pazarlarda. Giderler, mal sahibine onu aldatırlar, yalan söylettirirler. Yalan yere yemin ettirirler.

“—Vallàhi, billâhi idare etmez!” Sus, yalancı! Bal gibi idare eder. Etmez diyor, yalan…

“—Vallàhi, billâhi ben bunu daha pahalıya aldım!” Yalan… “Vallàhi, billâhi, tallàhi, bilmem ne…” “—Daha önce bir başkası daha fazla fiyat verdi de vermedim!” Yalan… E kim söylettiriyor bu yalanları bu satıcılara? Şeytanlar. Şeytanlar bayraklarıyla gittiler ya. Para kazanacaksın, yalan söyle, müşteriyi kandır, kazan diyor. O da yalanı söylüyor, yemini basıyor, günaha giriyor. Şeytanın da işi günaha sokmak, Ademoğlunun azdırmak, saptırmak, kandırmak.


Ondan sonra, malları dizerler ön tarafa. Gösterişli, güzel, irilerini dizerler.

219

“—Kaça bu?” “—Şu kadara…” “—Tamam, şurasından ver!” “—Olmaz!... Dokunma, elleme!” “—Ne olacak?” “—Ben koyacağım!” “—E hadi sen koy bakalım!” Eller böyle, arka parmaklar hünerli. Önden senin bir tane istediğini alırken, arka parmakla üç tane senin istemediğin çürüğünü alır.

Ondan sonra eve geldiğin zaman hanım azarlar.

“—Nereden aldın bu çürük-çarık malları?..” “—Yâhu öyle değildi. Mosturası dizilmişti, çok güzel görünüyordu. Ben de güzelini alayım da hanım bu sefer aferin desin diye geldim. Ama gene doldurmuş arkasından nasıl yaptı, o kadar da dikkat ettim, anlayamadım.”

220

Teraziyi koyarlar. Ondan sonra buradan alır patatesi, küt üstüne atar. Tabii atılınca terazi gümp yere çarpar, tamam. Dur bakalım, yere çarpacak bir de havaya kalkacak. Ne olacak dur bakalım?.. Daha hafif aslında ama yere çarpar çarpmaz alır. Dur beklet bakayım!.. Bekletse böyle kalkacak havaya. Tartıda hile yapıyor.

Tartıda hile yapmak, Kur’ân-ı Kerim’de yasaklanmış büyük günahtır. Ölçüde, tartıda hile yapmak. Tartılacak şeyin eksik tartılması, ölçülecek şeyin eksik ölçülmesi. Kumaşı alır, metreyi gerdirtir, bir metre, iki metre, üç metre döndürür. Eve gelirsin, üç metre değil, iki altmış. Üç metre diye aldın ama gerdirtti, oyun etti. Ölçüde, tartıda oyun.

Kim yaptırtıyor bunları? Şeytan yaptırtıyor. Allah ölçüde, tartıda hile yapmayın, hile karıştırmayın diye emretmiş. Dürüst ticaret yapın diye emretmiş. Şeytan da Allah’ın emrini tutturmuyor, insanları azdırıyor, saptırıyor. Ölçüde, tartıda hile. Konuşmada yalan. Boş yere yeminler ve saire. Hırsızlık, çalma, çırpma… Hep bunlar çarşı-pazarda çok olur.


E ne yapacak insan? çarşıya-pazara besmeleyle gidecek. Euzü besmele çekecek. Dua edecek, zikrederek girecek çarşıya. Tesbih çekecek, “Sübhàna’llàhi ve’l-hamdü li’llâhi velâ ilâhe illa’llàhu va’llàhu ekber” diyecek. Şeytanlardan Allah’a sığınacak, yaptığı işe dikkat edecek, dürüst alışveriş etmeyi isteyecek Allah’tan. Dürüst insan bulacak, dürüst kimseden alışveriş yapacak. Kendisi de dürüst davranacak. Böylece haramdan korunacak.

Çünkü biz şimdi tasavvuf ehliyiz değil mi?.. Sizler, bizler tasavvufu seven, maneviyatın temiz olmasını isteyen insanlarız. Manevi yönden Allah indinde makbul kullar olmak isteyen kimseleriz. Kalbimiz temiz olsun, amelimiz Allah’ın kabul ettiği amel olsun diyen insanlarız. Bu tasavvuf yolunun temeli, ölçüsü, aslı, kökü, esası, ilk mühim kaidesi helal lokma yemektir.

Helal lokma yemedin mi, haram yedin mi, haram midene girdi mi; onun cezası mutlaka cehennemde biraz yanmaktır. Haramına

221

göre. Bir lokma olsa bile, haram lokmanın temizlenmesi cehennemde olur. Cezası, cehennemde çekilir.

Onun için bu yolun yâni ihlas yolunun, ihsan yolunun, iman yolunun, Allah’ın sevgili kulu olma yolunun, takva yolunun, tasavvuf yolunun temeli helal lokmadır. Onun için şeytan bayrağıyla gidiyor çarşıya-pazara. Kökünden işi bozmak için. Kazancı alışverişi bozup, insanları kökünden suçlu duruma düşürmek için oraya gidiyor. Çarşı-pazara ondan gidiyor. Ne yapacağız? Biz de şeytana uymamaya dikkat edeceğiz. Çok dikkat edeceğiz.

Muhterem kardeşlerim! Siz, iyi niyetlisinizdir ama acemisinizdir. Acemi… tecrübesiz, bilgisi az. Şeytan, Hz. Adem Atamız zamanından beri bu işi yapıyor. Usta, tecrübeli, kandırmanın yollarını, yöntemlerini çok iyi bilir. Seni düşürür, tuzağa düşürür, seni aldatır. Sen farkına varmazsın. Neden? Sen acemisin, bilgisizsin, toysun, farkında değilsin.

Onun için şeytanın hilelerini bilmek lazım. Onun için sanıyorum, hangi hadisler olduğuna bakamadım, misafirlerimiz çoktu, izdiham fazlaydı, dersten önce bakamadım ama sanıyorum aşağı doğru gelen bilgiler çok önemli olacak. Şeytanı tanımak lazım. Şeytanın oyunlarını, hilelerini bilmek lazım.


Şimdi şeytanın hilesi hakkında evliyaullah büyüklerimizden bir tanesi anlatıyor:

Şeytan bir insanı kandıracak. Namaz kılmak isteyen bir müslümanı şeytan kandıracak. Koyunu kim parçalar? Kurt parçalar. İnsanoğlunun kurdu da şeytandır. İnsanı parça parça eder bu şeytan. Mahveder. Maneviyatını perişan eder.

Şimdi şeytan gelir müslümana, namaz kılma der. Kılma namaz. Ne yapacaksın yâhu? Ne güzel ütülü pantolonun var, ütüsü bozulacak, arkası kırışacak, dizi çıkacak, beğenmezler seni. Kılma şu namazı der. Sonra da gideceksin, çıkaracaksın her şeyini, abdest alacaksın. Üf be, aman ne zahmetli iş. Abdest alacaksın, sonra camiye gideceksin. Zaten camiler pis. Zaten bilmem ne, bir sürü… Yalan söyleyecek ya kandırmak için.

222

“—Boş ver, gitme… Bak burada ne kadar keyifli, zevkli şey var. Bak televizyonda ne kadar heyecanlı program var. Bak şimdi Beşiktaş, Fenerbahçe’yi yeniyor, gol atacak tam böyle hücum anında… Bırakılıp da gidilir mi? Aman gitme!” der.

Yâni herkesin tipine göre. Futbolu seviyorsa, futboldan. Başka şeyi seviyorsa, başka şeyden, “Kılma namazı!” der.


Onun da canı zaten kılmamak istiyor. İçindeki nefsi de namaz kılmayı istemiyor, tamam. Kendini salıverir. Yâni selin üstüne yaprak düşmüş gibi salıverir. Namaz kaçtı yâhu!.. Farkında ama işte salıverir kendisini, namaz kılmaz.

Hah! Şeytan namazı kıldırmadı bu müslümancığa, aldattı bu müslümanı. Ne yaptı yâni? kandırdı… Allah namaz kılın diye emretmiş. Kur’ân-ı Kerim’in kaç yerinde namaz kılın diye emretmiş. Şimdi bu adam tembellendi, aklına çeşitli fikirler geldi, canı istemedi, namazı kılmadı. Tembellettiren, canını istettirmeyen, o namazı kıldırtmayan kim? Şeytan… İçinden böyle uğraşır insanla… İnsan da canı istemez namaz kılmayı. Neden? E şeytan bastırıyor içeriden. İnsanın duygularına bastırıyor. Teklif ediyor, vesvese veriyor. Namaz kılma der, kılmaz. Beş vakit namazı kılmaz, cumayı kılmaz, bayramı kılmaz. Kimisi cumadan cumaya gelir, kimisi bayramdan bayrama gelir. Müslüman çocuğu ama beş vakit namazı kılmaz. Cumaya gelmez.

Halbuki üç cumayı kılmayanın kalbi mühürlenir, kapatılır. Cezaya çarptırılır. Kalbi mühürlenir. Kapatılır, kalbi çalışmaz. Gönlü kararır. Artık kötü insan durumuna düşer. İyi insan olma tarafı dumura uğratılmış oluyor. Şeytan bak işte namazı kıldırmadı. Bu mücadeleyi yapar şeytan. Namazı kıldırmama mücadelesini.


Eğer müslüman kuvvetli ise,

“—Hadi oradan! Kör şeytan! Allah namaz kılın demiş, ben bu namazı kılacağım! Mutlaka kılacağım bu namazı!” Allah Allah, şeytan bakar şimdi. Tecrübeli ya. Azılı, tecrübeli,

223

usta, aldatmakta usta.

“—Kılma!” diyor,

“—Kılacağım!” “—Kılma!” “—Kılacağım!” Bir mücadele oluyor içinde. Namazı kılacak.

Bakar doğrudan doğruya olmuyor.

“—Tamam, tamam! Kıl ama şu işi bitir de öyle… Şu işi bitir de öyle kıl. Bak şimdi şu maç bitsin yâhu! Sonucu çok önemli. Şu maç bir bitsin, bakalım kim galip gelecek.” Ne olacak yahu? O galip oldu, bu galip oldu, ne olacak yâni? onu seyrettirirken, namazı kaçırtır. Veya:

“—Şu yazını bitir de öyle… Şu sayfayı tamamla da öyle… Elindeki işi tamamla canım, bitiriver de öyle kıl!” Tehir ettirir. Tehir ettirmek de şeytanın bir oyunudur. Hayırlı işi yaptırmamak da bir oyun… Şimdi namazı aldık, namaz konusundaki oyunlarını anlatıyoruz şeytanın. İlk önce kılma diyor namazı, hayrı yaptırtmak istemiyor. Engellemek şeytanın bir oyunu, yaptırtmamak, kötü göstertmek, istetmemek şeytanın bir oyunu.

E ille istiyor, kılacağım diyor. İyi terbiye almış, namazı kılacak. Der ki: Tehir et. Tehir etmeye, tesvif derler Arapça’da. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: (heleke’l-müsevvifun) “Tehir edenler helâk oldular!” tehir etmeyeceksin.

“—Yok, tehir yok, ben hemen kılacağım!” diyecek yâni.

Tehir yok. Tehir içinde şeytan unutturmayı düşünüyor. Unutturacak, öyle kıldırmayacak.


En çok sabahleyin olur. Uyanırsın, müezzin; “—Allahu ekber!.. Allahu ekber!..” diyor, kulağın duydu.

“—Tamam, uyandım. Namazı kılacağım ama kafam biraz sersem. Uykumu toparlayamadım. Şöyle biraz gözlerimi kapatayım yatağın içinde, kafamı toplayım, ondan sonra kalkacağım.” dersin.

Gözünü bir daha bir kapatırsın. Biraz sonra kalkacağım diyor yâni. Kalkacağım tamam uyandım diyor. Bir uyanırsın, bakarsın ki

224

güneş doğmuş.

“—Tüh, keşke o gözümü kapatmasaydım. Uyandığım zaman zıp diye kalksaydım!” İşte bak şeytan tehir ettirince, tehir de yaptırtmıyor. Tesvif helak eder insanı. Tesvif, ileride yapacağım, sonra yapacağım demek. Ne yapacak? Hayrı hemen yapacak. İkinci oyunu tesviftir. İlk oyunu yaptırmamak, ikincisi tehir etmek. Tehir arasında bir oyun yapmayı düşünüyor. Üçüncü oyunu:

“—Hayır ben tehir etmem, hemen kılacağım!” derse, üçüncü oyunu aceleye getirtmektir.

“—Tamam, tamam… Madem öyle, ille kılacaksın, çarçabuk kıl da maç kaçmasın. Takır tukur, takır tukur, takır tukur kıl. Çabuk yâhu! Allah Allah, kaçacak!”

Bu sefer de acele ettirir.

Acele etmek hakkında buyrulmuş ki:37


اَل عَجَلَةُ مِنَ الشَّي طَانِ (ت. طب. عد. عن سهل بن سعد؛

ع. هب. ق. عد. عن أنس)


(El-aceletü mine’ş-şeytàn) “Acele şeytandandır.”


وَالتَّأَنِّي مِنَ الرَّح مٰنِ



37 Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VII, s.247, no:4256; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.89, no:4367; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.104, no:20057; Hàris, Müsned, c.III, s.387, no:857; Hatîb-i Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkıh, c.III, s.287, no:1159; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.78, no:2440; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.151; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.310, no:2358; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.428, no:494; Ebû Hüreyre RA’dan.

Tirmizî, Sünen, c.IV, s.367, no:2012; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.122, no:5702; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.374; Rûyânî, Müsned, c.III, s.241, no:1076; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.343; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.98, no:5674, 5675; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.56, no:1713; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.42, no:10212 ve s.390, no:11041; RE. 197/7.

225

(Ve’t-teennî mine’r-rahmân.) “İşi düşüne taşına, ağı ağır yapmak, teenni ile harekat etmek de Rahman’dandır.” Hayırlı bir işi gürültüye getirmek, gargaraya getirmek, çalıp çırpıp çabuk yapmak şeytanın işidir. O çeşit acele şeytanın işidir.

Doğru düzgün oku bakalım ya hu! Şimdi bakıyorsun bir delikanlıya. Babası zorluyor:

“—Gel namaz kıl!” “—Baba kılacağım!” “—Hayır şimdi kıl!” “—Pekiyi!” Geliyor, babasının gözü önünde namaz kılacak: “—Allahu ekber… Allahu ekber… Semia’llàhu li-men hamideh… Rabbenâ ve leke’l-hamd… Süb süb süb… Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah… Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah…” Süb ne demek, Sübhana’llah ne demek? Kulak veriyorsun, Süb süb süb… Süb süb süb, kalkıyor.

226

“—Allahu ekber… Semia’llàhu li-men hamideh…” Dur bakalım, Fâtiha’nın kaç ayetini okudun. Yedi ayetti bu, ve le’d-dâlline nasıl geldin böyle daha El-hamdü lillah derken. Harfleri yutarak, ayetleri yutarak çabuk kıldı, Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah… Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah…” Hop kaçıyor.

Senin şimdi bu kıldığın namaz oldu mu? Olmadı!..


Peygamber Efendimiz birisinin öyle acele kıldığını gördü, yanına çağırdı. Dedi ki:

“—Ey şahıs, ey filanca. Sen namazı kılmamış gibi oldun, kılmadın sen, yeniden kıl!” dedi, hızlı kıldığı için.

Bir daha kıldı. Gene hızlı kılınca; “—Sen namazı kılmadın, bir daha kıl!” dedi.

Ondan sonra da gene hızlı kılınca: “—Bak!” dedi. “Allahu ekber deyince, ayakta durunca şöyle bir dur, kıraatini güzelce yap. Rükûya varınca, azaların dinlenecek kadar dur yâni. Böyle böyle gerilim içinde değil. Hareketler peş peşe değil yâni. Dur, hah, bu böyle duruyor desin herkes.

“—Semia’llahu li-men hamideh!” de, kalk, öyle hareketsiz dur. Rükuya vardığın zaman, secdeye vardığın zaman dura dura, dinlene dinlene kıl diye tarif etti. Öteki türlü namazın olmadığını söyledi.


Şeytanın üçüncü oyunu nedir? Aceleye getirmektir: “—Çabuk kıl hadi! Film kaçmasın!” ve saire, bilmem ne falan. Sünneti kılma! Sünneti kılma, zaten ikindinin sünnetini Peygamber Efendimiz her zaman kılmamış, sen de kılma. Bak nasıl dini de biliyor. Nasıl fıkhı da biliyor. Gördün mü? Peygamber Efendimiz bazen kılmamış, sünnet-i gayr-i müekkede. Seni kurnaz seni… Nasıl biliyorsun sünnet-i müekkedeyi, gayr-i müekkedeyi…

“—Pekiyi, müekkedeyi biliyorsun da niye kılmıyorsun? Müekkedenin, müekkede olduğu zamanda o sünneti niye kılmıyorsun? İkindinin sünneti gayr-i müekked ama gene kılmaya çalışacaksın, mümkün olduğu kadar.

227

Sünneti kırpıştırır, bilmem ne yaptırtır. Duayı yaptırtmaz.

“—Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah… Es-selâmu aleyküm ve rahmetu’llah…” Benim pabucum nerede? Hop, hadi Allah’a ısmarladık…” “—Hayrola, nereye gidiyorsun?” “—Namazı kıldım, çıkıyorum!” E bu namazın Allàhümme ente’s-selâm’ı yok mu, bir salât ü selâmı yok mu yâni, ne bu böyle?


Acele… Sıkılıyor. Şeytan sıkıyor içeriden, acele ettiriyor. Şeytanın bir oyunu aceledir muhterem kardeşim! Bir oyunu yaptırmamak, bir oyunu tehir ettirmek, bir oyunu aceleye getirtmek… “—Yok! Ben Es’ad Hocam’dan, İskenderpaşa Camii’nde duydum, öyle namazı acele kılmak yok! Allàhu ekber derim, güzelce okurum; rükûmu, secdemi hakkını vererek yaparım.” Hakkını vermeye ne deniyor? Namazda üsulünü tam uygulamaya, güzel yapmaya ne deniliyor? Ta’dil-i erkân… Ta’dil-i erkân ne demek? Namazın her bölümüne hakkını adaletli vermek demek. Ta’dil, güzel yapmak, adaletli yapmak demek. Ta’dil-i erkân.

Ayakta durmasını adaletli, güzel yaptı, hakkını yemedi. Çalmadı… rükûsunu adaletli yaptı, çalmadı. Secdesini adaletli yaptı, çalmadı. Sübhanallah’ı çalmadı, süb demedi. Her şeyi güzel yaptı, tamam. Ta’dil-i erkân… “—Ta’dil-i erkân ile namaz kılacağım ben!”


Eee, şimdi şeytan bunu nasıl aldatsın. Çetin ceviz. Kılma dedi, kılacağım diyor. Tehir et dedi, tehir etmem diyor. Aceleye getir dedi, aceleye getirmem diyor. Kurnaz şeytan bu sefer oyunu değiştirir.

Başlat yaltaklanmaya, methetmeye: “—Yâhu sen ne iyi müslümanmışsın be, maşallah yâhu! Allah Allah… Sen şöyle halkın karşısına çık, herkesin göreceği bir yerde öyle bir namaz kıl ki herkes görsün, namaz nasıl kılınırmış anlasın.

228

Göster bakalım bir millete namazın nasıl kılındığını.” Şimdi ne yaptırıyor? Gösterişe kaydırtıyor. Çünkü gösterişi de Allah sevmiyor. Riyakarlık deniliyor. Riya göstermek demek Arapça’da. Gösterme… Yâni başkası görsün diye.

“—Bak ben ne kadar namaz kılıyorum, görün ey cemaat-i müslimîn: Allaaaahu ekber!” Bak görüyor herkes. Tamam… Şişiyor, kabarıyor filan… Buna derler riyakârlık, gösterme… Başkasına göstermek için amel yapmak. Bu da amelleri iptal eden bir sebeptir. Riya oldu mu Allah o ameli kabul etmez. Riya yaptırmak istiyor. Tamam… Sen çok namaz kılıyorsun, çok güzel namaz kılıyorsun, sen tamam şey yap.


Bazıları vardır, böyle ibadetleri:

“—Ben onu çok güzel yaparım, övünmek gibi olmasın ama ben o hususta bir taneyim!” falan der.

Şeytan oradan pohpohluyor. Kendini beğendirtiyor, bir de gösterişe kaydırtıyor. Oradan Allah’ın sevmediği bir kul durumuna getirmek istiyor; dört…

“—Yok ben öyle de şey yapmam, ben gösteriş taraftarı değilim. Mütevazıyım, kendimi beğenmiş bir adam da değilim. İşte şöyle kıyıda kendi halimce namazımı kılacağım!” “—Öyle mi, vay be! Sen benim umduğumdan daha da iyi bir insanmışsın. O zaman sen hakikaten bu gösteriş çok kötü. Gösterişçiyi, riyakarı Allah sevmiyor, en iyisi sen namazını evinde kıl, camiye de gelme! Hiç kimse görmesin, evinin bir köşesinde, sessiz sedasız namaz kıl.” Şimdi ne yapıyor? Cemaatten koparmak istiyor. Yâni şeytan her fikir ve duyguyu ters kullanıp aldatmaya çalışıyor.


Böyle kademe kademe peşini bırakmaz. Şeytan insanın yakasını bırakmaz. Namaza durduğu zaman da aklına başka şeyler getirir.

“—Ha sen bakkaldan ne alacaktın? Hanım ne demişti?” “—Yâhu git başımdan! Şimdi ben namaz kılıyorum, Allah Allah!” “—Ama listenin üçüncüsü neydi?”

229

“—Dur unuttum dur.” Bak hemen namazda bakkalla, listeyle ilgili şeyleri hatırına getirtiyor. Namazın hakkını vererek, huzur içinde kılmasın diye. Aklını karıştırır, rekâtları unutturur.

“—Hay Allah, tüh! Ben ikinci rekâtta mıydım, üçüncü rekâtta mıydım? Oturacak mıydım, kalkacak mıydım? Üç mü kıldım, dört mü kıldım…” Nereden? Şeytandan. Şeytan böyle uğraşır muhterem kardeşlerim!


İnsanı aldatmak vazifesi olan, vazifesi bu olan, ahdi bu olan bir mahluk bu şeytan. Onun için çarşıya-pazara da bayraklarıyla, ordusuyla gidiyor. Bayraklarını açarak gidiyor, müşteriyi de aldatıyor, satıcıyı da aldatıyor.

Kadınlar!.. Ne işiniz var çarşı-pazarda hanımefendiler? Ne işiniz var? Patlıcan seçeceğim de karnı yarık yapacağım. Oturuyor. E doğru düzgün oturmuyor, kıyafeti zaten kısa. Çömeliyor, olmaz ki… Böyle de çömelinmez ki… Haberi yok.

“—Manto giyiyorum ben, mantolu bir hanımım!” diyor. İyi mantolusun ama eğildiğin zaman, manton arkadan kalkıyor. Kalkınca da dizinin üst tarafına kadar görünüyor. Sen onun farkında değilsin. Bilen biliyor onu, onun peşinde olanlar var. Şeytan birilerini de onun peşinde koşturtuyor tabii.

Ne işin var senin şeytanlı yerde, çarşı-pazarda? Gönder oğlunu alsın. Kötüsünü alsın, ikinci sefer öğrenir, üçüncü sefer öğrenir. Senin elin adamıyla konuşmaya, pazarlık etmeye ne halin var?

Yâni mümkünse, tabii mecbur olursa bilmeyiz de… Mecburiyetten gitti ama şeytanın oyunları çoktur. Kadınları öyle aldatır, erkekleri

böyle aldatır.

“—Efendim, eteği uzun, maksi giyiyor bu!” Tamam, eteği uzun göğsü nasıl? Eteği uzun tamam, eğildiği zaman ne oluyor? Eğildiği zaman bu sefer burası sarkıyor. O zaman da yine mahrem yerleri görünüyor gene.

Nasıl olacak? Örtülü olacak, kapalı olacak ve sâire, ve saire de… Gidecek de şey yapacak. Zor iş… Elin adamıyla konuşacak. En iyisi

230

gitsin çocuk alsın, efendi alsın. Razı ol efendinin aldığına…

“—Yok bu kumaşı beğenmedim. Ben alsaydım böyle almazdım.” Sütyeni alıyor, sütyen denilen çamaşır parçasını alıyor:

“—Bu bana olur mu?” Elinin körü!.. Böyle alışveriş olur mu? Olmaz. Bunlar nereden oluyor? Şeytandan oluyor.


Medine-i Münevvere’de kuyumcuların önünden geçerken ben böyle içeriye bakıyorum. Bir sürü hanım orada. Kara kara giyinmiş, örtülü, evine gitsen göremezsin. Haremlik var, selamlık var, göremezsin. Kuyumcuda… Yüzüğü takıyor:

“—Bana yakıştı mı?” Hay başında paralansın senin o yüzük. Elin adamına yakıştı mı bilmem ne. Ne işin var senin? Yakıştı mı, uygun düştü mü, bu bana uyar mı, rengi açar mı, bilmem ne?.. Bunlar hep şeytanın oyunlarıdır. Onun için mümkün oldukça alışverişi erkekler yapsınlar. Çünkü şeytanın bayraklarıyla, ordularıyla gittiği yerdir çarşılar-pazarlar. Mümkün oldukça hanımefendileri böyle yerlere göndermeyin de hanımefendiler korunmuş olsun.

İkincisi; hanım da gitse, bey de gitse çarşıya-pazara dinimizin ahkamına uygun alışveriş yapsın. Ölçü, tartı ve saire, sözler dürüst olsun.

Üçüncüsü; oturmalar, kalkmalar, konuşmalar; haramdan, günahtan korunarak yapılsın. Çok daha başka şeytanlıklar vardır tabii. Benim hatırıma geliveren şeyler bunlar.


Ben hiç sevmem. Allaaaah! Yâni çarşı-pazara gitmekten öyle ruhum sıkılır ki… Alışveriş yapılacak. Mekke-i Mükerreme’ye, Medine-i Münevvere’ye gidiyorsun. Efendim işte memleketten gittiğin zaman hediye beklerler, alışveriş. Yâni kalbim sıkışır böyle. Burada da öyle. Ekmeğin fiyatının kaç olduğunu bilmem. Gitmiyorum, sevmiyorum…

Eskiden gidiyorduk tabii mecburiyet vardı. Şimdi yardımcılar var, ondan gitmiyoruz ama sevmiyorum. Çarşı-pazar çok tehlikeli yerlerdir, mayınlı yerlerdir. Mayınlı, manevi mayınlı yerlerdir.

231

Manevi PKK’lar vardır orada. Tıkır tıkır, tıkır tıkır her yerde… Orada tehlike vardır yâni. Hemen usulüyle yap, Allah’a sığınarak, dua ederek git, gel. Bir hadis-i şerif bu.


e. Şeytan Her İşinize Karışmak İster


Sekizinci hadis-i şerif, yine şeytanla ilgili:

Cabir RA’dan İmam Müslim’in ve diğer kaynakların rivayet ettiği bir hadis-i şerif. Bu da şeytanla ilgili.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:38


إِنَّ الشَّي طَانَ يَح ضُرُ أَحَدَكُم عِن دَ كُلِّ شَي ءٍ مِن شَأ نِهِ، حَتَّى يَح ضُرَهُ


عِن دَ طَعَامِهِ، فَإِذَا سَقَطَت مِن أَحَدِكُمُ اللُّق مَةُ فَل يُمِط مَ ا كَانَ بِهَا مِن


أذًى، ثُمَّ لِيَأ كُل هَا وَلاَ يَدَعَهَا لِلشَّي طَانِ، فَإٍذَا فَرَغَ فَل يَل عَق أَصَ ابِعَهُ ،


فَإِنه لاَ يَد رِي فِي أَيِّ طَعَ امِهِ تَكُونُ ال بَرَكَةُ (م. عن جابر)


(İnne’ş-şeytàne yahduru ehadeküm inde külli şey’in min şe’nihi, hattâ yahdurahu inde taàmihi, feizâ sekatat min ehadikümü’l- lukmatü, felyumit mâ kâne bihâ min ezen, sümme li-ye’külhâ velâ yedeaha li’ş-şeytàni, feizâ fereğa felyel’ak esàbiahû, feinnehû lâ yedrî fî eyyi taàmihî tekûnü’l-bereketü.) (İnne’ş-şeytàne yahduru ehadeküm inde külli şey’in min şe’nihi) “Hiç şüphesiz ki, muhakkak ki şeytan, her işinizde şeytan sizin yanınıza gelir, hazır bulunur.”

Orada biter yâni, her işinizde sizin yanınıza gelir. Yahduru

hazır olmak demek. Nerede olsanız, hangi işi yapsanız yanınıza şeytan gelir hemen, hazır olur orada…



38 Müslim, Sahih, c.X, s.330, no:3794; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.80, no:5853; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.V, s.463; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.352, no:6454.

232

“—Hay Allah, sen nerden geldin gene buraya?” Görsen öyle dersin yâni. hemen gelir oraya.

“Her işinde şeytan insanın yanına gelir. (Hattâ yahdurahu inde taàmihî) Yemek yerken bile gelir yanına. Sofraya oturdun yemek yiyorsun, o zaman bile gelir. (Feizâ sekatat min ehadikümü’l- lukmatü) Sizden birinizin elinden lokma yere düşse, (felyumit mâ kâne bihâ min ezen) lokmaya yapılmış şeyleri silkelesin yâni eza veren, uygun olmayan, yapışmış olan şeyleri izale etsin, temizlesin, neyse… (Sümme li-ye’külhâ) Ondan sonra yesin onu, yere düştü diye bırakmasın. Yesin onu, (velâ yedeaha li’ş-şeytàni) şeytana bırakmasın. Yemedi mi, bıraktı mı şeytanın lokması olur o. Şeytan yer, şeytan beslenir ondan. Şeytana bırakmasın o lokmayı.” (Feizâ ferağa) “Yemek yemesini bitirdiği zaman, (felyel’ak esàbiahû) parmaklarını yalasın! Elle yiyor ya, parmaklarını yalasın. (Feinnehû lâ yedrî fî eyyi taàmihi tekûnü’l-bereketü) Çünkü yemeğin bereketinin, yemeğin neresinde olduğunu bilemez ki, belki parmağındaki kısmındadır. Yalasın da berekete nail olsun. Onu yemeyip, silip de bereketten mahrum kalmasın!” diyor.


Şimdi tabii Peygamber SAS Efendimiz’in tavsiyesi; sofraya otururken tavsiyeleri var. Rahmetli annem Mecmau’l-Adab

okuturdu bize. Mecmau’l-Adab ne demek? Her bir şeyin nasıl yapılacağını gösteren, adabı anlatan adab-ı muaşeret kitabı. Dini adab-ı muaşeret kitabı. Allah razı olsun, çarşamba müftüsü Osmanlılar zamanındaki bir mübarek müftü, böyle bir kitap yazmış. Allah razı olsun.

Yemek nasıl yenilecek? Yemekten evvel elini yıkayacaksın. Ne güzel. Tertemiz.

“—E hocam, elimle yemesem; çatalla, kaşıkla yesem…” O çatalı, kaşığı kim bilir nasıl yıkadılar lokantada. Yıkadılar mı, yıkamadılar mı? Elini güzelce yıka... Yıkadın, tertemiz, tamam.

En güzel temizlik malzemelerini müslümanlar bulmuş. Avrupalılar sabunu falan bilmediği zamanlarda müslümanlar sabunu icad etmişler. Sabun güzel bir şey. Suyla şöyle bir ıslatıyorsun, köpürüyor. Bütün kirleri simsiyah akıyor. Elin

233

tertemiz oluyor. Çok güzel bir malzeme yâni.

Tabii sonradan müslümanlardan öğrenmişler, şimdi kullanıyorlar ama ilk bulan tabii müslümanlar. Temiz, her şeyi temiz müslümanın.


Şimdi elini yıkayacak. Sofraya oturacak. Besmeleyle başlayacak. Tuz almak da Efendimiz’in sünneti. Lokmayı önünden yiyecek sofrada. Başkasının eline bakmayacak. Ne kadar yedi bu? Neresini aldı? Filan diye böyle bakmayacak. Önünden yiyecek.

Lokmayı çok çiğneyecek. Böyle lup lup yutmayacak. Ölçülü alacak. Karnı tam doymadan yemekten kendini çekecek. Midesinin üçte biri yemek, üçte biri su, üçte biri boş kalacak. Tıklık tıklım doldurmak yok. Tavsiye öyle değil. Bitirdiği zaman dua edecek. İşte elleri yağlanmışsa yemek alırken, onları yalayacak.

Yere bir şey düşerse, bu düştü diye mütekebbirlik yapıp onu almamazlık etmeyecek, alacak. Öyle tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz, şeytana bırakmasın diye. Bitirdiği zaman dua edecek. Gafletle yemek yemeyecek. Bu yemeği verenin Allah-u zü’lcelal olduğunu, bu nimetleri ona kendisinin gönderdiğini, bu kendisinin karşısındaki nimetlere sahip olmayan dünyada nice nice insanlar olduğunu düşünecek. Açları, yoksulları, fakirleri, kıtlık diyarlarını, Afrika’yı ve saireyi düşünecek. Allah’a hamd içinde, şükür içinde, şuurlu yemeğini yiyecek.

Bunlar çeşitli adap. İşte bunları öğrenmesi lazım her müslümanın. Çoluk çocuğuna da öğretmesi lazım. Küçükten öğretmesi lazım. Küçücükken çocuk öğrenmeli.


Başkasının elindekini… Ağzına sakızı var, bu sakızı istiyorum diyor, kıyameti kopartıyor, tepiniyor. Kız başkasının ağzından sakız alınır mı? İstiyor… Yâni onu başkasının elindeki, ağzındaki şeyi istemeyecek şekilde terbiye etmek lazım, eğitmek lazım. Terbiye çok mühim. Anne terbiyesi.

Terbiye anneden başlamıyor, daha ta çok öncelerden başlıyor. Allah razı olsun bizim Kemal Çakmaklı kardeşimiz var profesör. Diyor ki:

234

“—Terbiye sekiz bölümdür, çocuk doğup da ınga dediği zaman sekizden beş bölümü geçmiş ola, bitmiştir diyor. Üçü kalmıştır.” diyor.

Önceden başlıyor çocuğun terbiyesi. Ana karnından değil anası ile babasının nikâhlanmasından başlıyor. Çok ince işler. Yâni kötü bir kadın alırsan, çocuğunu iyi terbiye eder mi? Eş seçiminden başlıyor. Nikâhın sahih olmasından başlıyor.

Sonra annenin, babanın helâl kazanç kazanmasından, helâl lokma yeyip bebeği öyle beslemesinden geçiyor ve saire, ve saire.


Sonra annesinin alışkanlığını çocuk annesinin karnındayken alırmış. Annesinin düzenli hayatı ona müsbet tesir edermiş, düzensiz hayatı huyunu bozarmış çocuğun. Bunların hepsi ispat edilmiş ilmi hakikatler. İnce işler, bunları öğretmek lazım, öğretmemiz lazım.

Evde işimiz ne? Anne konuşmaz, baba konuşmaz. Televizyondan başka bir şey yok mu evlerde? Gazeteden,

235

televizyondan, eğlenceden başka bir şey yok mu evlerde? Çocuklar var ya…

Allah rahmet eylesin, kabri nur olsun, ne kadar seviyorum Yunus Emre’nin sözünü, diyor ki:


Dervişe ne güzel eğlencedir,

Seher vaktinde zikrullah.


Eee, anne babaya ne güzel eğlencedir çocuğunu terbiye etmek. Hep televizyon eğlencesi mi olacak, hep gazete, mecmua mı okumak olacak işi annenin babanın?.. Çocuğunu terbiye etsin.

“—Gel evladım! Otur bakayım karşıma. Hadi benim cici yavrum. Ah benim gül yanaklım, tatlım…” Piyazla biraz. Piyazlamayı öğren. Çocuğu böyle şey yap.

“—Hadi bakalım, sağ elinle ye bakayım canım. Sen böyle yaparsan ben sana şunu alacağım, bunu vereceğim. Şuraya götüreceğim, buraya götüreceğim. Uslu durursan şunu yapacağım, bunu yapacağım.” “—Peki babacığım, peki anneciğim!” Çocuk bir şeyler öğrenecek. O öğretmek işte sevap, ibadet çocuğunu İslâm’a göre terbiye etmek. Çok güzel şey. Bunları yapmıyor. Herkes televizyonun başında. Çocuk geliyor, bir şey söylüyor:

“—Şimdi git başımdan!” E çocuk terbiye almıyor. Çocuk sokakta öyle şeyler öğreniyor ki. On gün sokağa çıkarmazsın çocuğu, bir gün sokağa götürürsün, bir laf duyar, en garibine giden, en kötü lafı hafızasında en iyi korur çocuk. Pattadak söyler.

“—Hiih!” kulaklarına kadar kızarırsın. “Evde ben bu çocuğa bu lafı öğretmedim. Sokaktan kapmış.”

Simitçi falancaya söylerken… Veyahut falanca filancayla konuşurken ayıp bir sözü kapmış. Pattadak söyler çocuk, bilmez. Bilmeden söyler. Onun için koruyacaksınız. Kötü insanlarla düşüp kalkmasını engelleyeceksin. İyi insanlarla dost edeceksin. Kendin iyi insanlarla dost olacaksın.

236

Ben Ankara’da profesörlüğümü yapacağım zaman evimden kaçtım. İzimi kaybettirdim, polis bile bulamaz. Saklandım bir yere, profesörlüğümü öyle hazırlayabildim. Allah razı olsun, dostlarımız kıyamet gibi. Gecem, gündüzüm misafirlerle… Yapamıyorum. Kaçtım…

Başka, modern bir mahalleye kaçtım. Bizim mahalle de moderndi ama bahçeliydi, burası apartman. Bir kaloriferli apartman dairesine kaçtım, perdeleri de kapattım. Anarşist birisinin dairesi gibi. Perdeler kapalı, kapı kapalı. İçeride profesörlük çalışması yapıyorum. Dışarıdan çocukların sesleri geliyor. Kulaklarıma inanamadım. Yüzüm kızardı küçücük çocukların oyunda söylediklerinden. Yüzüm kızardı muhterem kardeşlerim!.. Bak mahalleye, bak çocuklar neler öğreniyorlar küçükken.

Tesadüfen, tevafukan bir iki gün sonra bizim Özelif Sitesi’ne gittim. Özelif Sitesi’nde vaaz vereceğim, oraya gittim. Bahçeli. Üç yüz altmış haneli site. Biz şimdi site falan demiyoruz, site gavurcadan geçmek bir kelime, site demiyoruz. Ya oba diyoruz ya kent diyoruz. Özelif Obası veya Özelif Kent, Elifkent falan dememiz lazım.


Her şeyi almışız. Gümrüksüz, izinsiz her şeyi almışız. Neyse… Orada bahçeli tabii. Üç yüz altmış haneli ama hep müslüman, bizim kardeşlerimiz kurdu, biz kurduk. Birinci üyesi benim, ilk bin lirasını veren de rahmetli Hocamız. Dillere destan Özelif Sitesi. Doğu Almanya Komünist Radyosu, müslümanlar site kurdu diye aleyhimize neşriyat yapmıştı o zamanlar.

Şimdi orada vaaza gidiyorum ben. Balkonda çocuklar oynuyorlar. O da kulağıma geldi. Çocuk ezan okuyarak oynuyorÇ “—Allah-u ekbey… Allah-u ekbey…” o da öyle oynuyor. Öbür taraftaki, söyleyemem… Kulaklarıma inanamadım, yüzüm kıpkırmızı olmuştu öbür tarafta çocukların oyunundan, öteki mahallede… demek ki iyi muhitte olacak çocuklar. İyi kimselerle komşu olacaksın. İyi kimselerle çocuğun arkadaşlık edecek. Bir de

237

terbiye edeceksin çocuğu. Karşına alacaksın:

“—A benim canım evladım!” diyeceksin. “Allah şunu seviyor, şöyle yap!” diyeceksin. “Bunu böyle yaparsan, mükafat vereceğim sana!” diyeceksin ve vereceksin.

Sözünde duracaksın. Söz verip de tutmazsan, çocuk sana inanmaz: “—Yalan şöylüyorsun baba!” der. “Yapmıyorsun!” der.

Sözünü tutacaksın, terbiye edeceksin.


f. Kırmızı Elbise Giyinmeyin!


Bir hadis daha okuyalım, bitirelim:

Bu hadis-i şerif yüz birinci sayfanın dokuzuncu hadis-i şerifi oldu. Hatta belki ötekisini de kısaysa bitiriveririz, sayfa tamam olmuş olur. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:39


إنّ الشَّي طانَ يُحِبُّ الحُم رَةَ ، فَ إِيَّاكُم وَال حُم رَةَ، وَكُلَّ ثَو بٍ ذِي شُه رَةٍ


(الحاكم في الكنى، وابن قانع، عد. هب. عن رافع بن يزيد)


RE. 101/9 (İnne’ş-şeytàne yuhibbu’l-humrete, feiyyâküm ve’l- humrete, ve külle sevbin zî şöhreh.)

(İnne’ş-şeytàne yuhibbu’l-humrete) “Şeytan kırmızıyı sever, (feiyyâküm ve’l-humrete) kırmızı giyinmeyin, kırmızıdan kaçının; (ve külle sevbin zî şöhreh) bir de şöhretli elbise giymekten sakının!”

Şöhretli elbise ne demek? Gösterişli, şatafatla, başkasına caka yapmak, fiyaka satmak için giyilen alımlı elbise demek. Mütevazı olacak, böyle müslüman elbisesi.



39 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, z.193, no:6327; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.353, no:7708; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.228, no:8569; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I s.354; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.325; İbn-i Hacer, el- İsâbe, c.II, s.446, no:2551; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahabe, c.VII, s.397, no:2371; Râfî ibn-i Yezid es-Sakafî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.310, no:41162; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.351, no:6453.

238

g. Sehiv Secdesi


Onuncu hadis-i şerifi de okuyuverelim:

Tirmizî’nin hasen, sahih hadis-i şerif. Ebû Hureyre RA’dan. Safyanın son hadis-i şerifi. Şu ipi de şuraya geçirelim, önümüzdeki haftaya sağ olursak okumak üzere… Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:40


إنّ الشَّي طَانَ يَأ تِي أَ حَدَكُم فِي صَلََتِهِ ، فَيُلَبِّسُ عَلي هِ، حَتَّى لاَ يَد رِي


كَم صَلَّى، فَإِذَا وَجَدَ ذٰلِكَ أَ حَدُكُم ، فل يَس جُد سَج دَتَي نِ، وَهُوَ جَالِسٌ


قَب لَ أَ ن يُسَلِّمَ، ثُمَّ يُسَلِّمَ (ت. ه. عن أبي هريرة)


RE. 101/10 (İnne’ş-şeytàne ye’ti ehadeküm fi salâtihî, feyülebbisü aleyhi, hattâ lâ yedri kem sallâ, feizâ vecede zâlike ehadüküm, felyescüd secdeteyni, ve hüve câlisün kable en yüsellime, sümme yüsellime.)

(İnne’ş-şeytàne ye’ti ehadeküm fi salâtihî) “Şeytan size, sizden birinize namazında gelir. Namaz kılarken sizden biriniz, namazında şeytan gelir sizin yanınıza, (feyülebbis aleyhi) ve onun kafasını karıştırır; (hattâ lâ yedrî kem sallâ) kaç rekât kıldığını bilmeyecek şekilde kafasını karıştırır.” Aklına bir şeyler getirir. Usta ya; aldatır ve kaç rekât kıldığını karıştırır.

(Feizâ vecede zâlike ehadiküm) “Sizden biriniz bu duruma düşerse, (felyescüd secdeteyni ve hüve câlisün kable en yüsellime) son oturuşta oturduktan sonra, selâm vermeden önce iki secde yapsın, sonra selâm versin!” diye buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz. Namazın rekâtlarını karıştırdığı zaman, secde -i sehiv



40 Tirmizî, Sünen, c.II, s.160, no:363; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.363, no:2236; Müsnedü’l-Hâmidî, c.II, s.422, no:947; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c. VII, s.471, no:19831; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.347, no:6446.

239

yapmayı tavsiye ediyor.


Tabii ne yapacak bir insan, üç mü kıldı, beş mi kıldı bilemedi. Zann-ı galibine göre namazı tamamlayacak.

“—Her herhalde galiba dört kılmıştım.”

Tereddütlü ama o daha kuvvetli. Tamam, dört kıldığına kani ise dört kılacak. Üç olduğuna kani ise bir rekât ekleyecek falan. Tamamlayacak namazı, ondan sonra sehiv secdesi yapacak. Burada diyor ki:

(Felyescüd secdeteyni ve hüve câlisün kable en yüsellime) Son oturuşta oturduktan sonra, selâm vermeden önce iki secde yapsın, sonra selâm versin!” Buna secde-i sehiv derler. Namazda yanılma secdesi derler.

Ne yapar insan? İmamla birlikte kılarken tahiyyattan sonra imamla birlikte “Es-selâmu aleyküm!” der, sonra imamla birlikte iki secde yapar, tahiyyatı, salevatları tekrar okur, yine imamla birlikte selâm verir.

Biz kendimiz kıldığımız zaman ne yaparız? Tahiyyatta otururken tahiyyatı ve salât u selâmları okuruz. “Allahu ekber!” deyip iki defa secde ederiz. Sonra tahiyyat ve salevatları tekrar okur, selâm verir namazdan çıkarız.

Mezheplere göre yapılış şekli, zamanı ve secde-i sehivde okunanlar hakkında farklı görüşler var. Sehiv secdesi yapılmasını Peygamber Efendimiz tavsiye buyurmuş, böyle bir durum olduğu zaman.

Önümüzdeki hafta bu şeytanın oyunlarıyla ilgili hadisler devam eder. Şimdi bu kadar kâfi… Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


30. 06. 1996 – İskenderpaşa Camii

240
08. ŞEYTANIN ORTAK OLMASI