15. HÜKÜM İŞİN SONUNA GÖREDİR

16. DUANIN KARŞILIĞI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesiran tayyiben mubareken fîhi âlâ külli hâlin ve fi-külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ muhammedini’l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’l-cezâ…

Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu teàlâ aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِن ال عَب دَ لَيَم رَضُ فَيَرُقُّ قَل بُهُ فَيَذ كُرُ ذُنُوبَهُ، فَيَق طُرُ مِن عَي نَي هِ مِث لَ


الذُّبَابِ مِنَ الدُّمُوعِ، فَيُطَهِّرُهُ اللهُ مِن ذُنُوبِهِ، فَإِن بَعَثَهُ مُطَهَّ رًا، وَإِن


قَبَضَهُ مُطَهَّرًا (ك. فى تاريخه، والديلمى عن أنس)


RE. 104/7 (İnne’l-abde leyemradu feyerukku kalbühû, feyezkürü zünûbehû, feyakturu min ayneyhi misle’z-zübâbi mine’d-dumûi, feyutahhiruhu’llàhu min zünûbihi, fein beasehu mutahharen, ve in kabadahû mutahherâ)

Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem cemaati müslimîn, değerli müminler! Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin selâmı, rahmeti, bereketi, dünya ve ahiretin hayırları cümlenizin üzerine olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin...

Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa SAS efendimiz hazretlerinin mübarek sözlerini, hadis-i şeriflerini okumak,

464

dinlemek üzere toplandık. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlenizden, cümlemizden razı olsun… İki cihan saadetine cümlenizi, cümlemizi nail eylesin… Bu hadis-i şeriflerin okunmasına, izahına başlamadan önce sevgili Peygamber Efendimizin ruh-u pakine bizlerden bir hediye-i kuraniye olsun diye ve onun aline, ashabına, etbâına, ezvacına, evladına, ahbabına, ihvanına, hulefasına, verese-i nebi olan evliyaullah ve sàlihlerin ruhlarına, sâdât ve meşayih-ı turuk-u aliyyelerimizin, cümlesinin ayrı ayrı ervah-ı tayyibelerine hediye olsun diye;

Bu beldeleri fetheden fatihlerin, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, şehidlerin, gazilerin ruhlarına hediye olsun diye, beldemizin medâr-ı iftihârı Yûşâ AS’ın, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin ruhlarına; Cümle hayır ve hasenât sahiplerinin ve bilhassa içinde toplanıp, ibadet edip hadis-i şerifleri okuduğumuz şu caminin bânîsi İskender Paşa Hazretleri’nin ve tekrar tekrar tamir ve tevsi eyleyenlerin kendilerinin ve geçmişlerinin ruhları için;

Bu hadîs-i şerifleri bize kadar nakil ve rivayet eylemiş bulunan bütün hadis alimlerinin ve râvilerin ruhlarına; ve eseri te’lif eylemiş olan Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Hocamız’ın ve kendisinden feyiz aldığımız Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî’nin ruhlarına hediye olsun diye;

Uzaktan ve yakından bu hadîs-i şerîfleri dinlemek üzere gelmiş olan siz mübarek kardeşlerimizin ahirete göçmüş bütün Müslüman sevdiklerinin ve yakınlarının ruhları için; Biz yaşayan Müslümanlar da imtihanı başaralım, Rabbimizin yolunda sevdiği kul olarak yürüyelim, sevdiği işleri yapalım, ömrümüz hayırlı olsun, bereketli olsun, uzun olsun; amellerimiz makbul, mübarek olsun, iki cihan saadetine Allah-u Teala Hazretleri’nin lütfuyla, keremiyle erelim diye bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım, buyurun! ………………………………


a. Hastanın Günahlarının Affolması

465

Okuduğumuz, okuyacağımız hadis-i şerifler Râmuzü’l-Ehadis

kitabının 104. sayfasının 7. hadis-i şerifi ve devamları olacak.

Demin metnin okuduğumuz hadis-i şerif, Enes RA’dan rivayet edilmiş, Deylemî Müsnedü’l-Firdevs isimli kitabına kaydetmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:85


إِن ال عَب دَ لَيَم رَضُ فَيَرُقُّ قَل بُهُ فَيَذ كُرُ ذُنُوبَهُ، فَيَق طُرُ مِن عَي نَي هِ مِث لَ


الذُّبَابِ مِنَ الدُّمُوعِ، فَيُطَهِّرُهُ اللهُ مِن ذُنُوبِهِ، فَإِن بَعَثَهُ مُطَهَّ رًا، وَإِن


قَبَضَهُ مُطَهَّرًا (ك. فى تاريخه، والديلمى عن أنس)


RE. 104/7 (İnne’l-abde leyemradu, feyerukku kalbühû, feyezkürü zünûbehû, feyakturu min ayneyhi misle’z-zübâbi mine’d-dumûi, feyutahhiruhu’llàhu min zünûbihî, fein beasehu mutahharen, ve in kabadahû mutahherâ)

(İnne’l-abde leyemradu) “Kul hastalanır, (feyerukku kalbühû) kalbi hassaslaşır, rikkatli olur, gönlü yumuşar. (Feyezkürü zünûbehû) Evvelce işlemiş olduğu hataları, günahları, zünûbu hatırına gelir, hatırlar onları. (Feyakturu min ayneyhi misle’z- zübâbi mine’d-dumûi) Gözlerinden sinek kadar bir gözyaşı, azıcık bir gözyaşı çıkar.”

“—Tüh, niye ben bu günahı işledim yâhu?” diye böyle bir pişmanlık içinde, üzüntü içinde kalbi hassaslaştığı için, gözleri yaşarır da azıcık bir gözyaşı çıkar. Yani seller gibi akmak değil, birazcık şöyle sinek kadar gözyaşı çıkar.” (Feyutahhiruhu’llàhu min zünûbihî) O kadarcık ağlamasından

dolayı, o kadarcık gözyaşından dolayı Allah onu günahlarından pak eyler, tertemiz eder.”




85 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.196, no:742; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.312, no:6710; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.396, no:6547.

466

Biliyorsunuz, “Hastanın günahı mağfurdur.” diye zaten başka müjdeleri de zaman zaman size söylemiştim. Hastalık hoşlanılan, istenilen bir şey değil ama hastalık geldiği zaman da Allah’ın mükafatı büyük geliyor. Günahları af-u mağfiret oluyor. Ağladığı zaman da, birazcık gözü yaşardığı zaman da günahlardan Allah onu tertemiz ediyor.

(Fein beasehû mutahharen) “Eğer Allah, o hastalıktan onu kurtarır da hayata tekrar gönderirse, tertemiz bir kul olarak hastalıktan kalkar, döner. (Ve in kabadahû mutahherâ) Eğer canını alırsa, o hastalıktan vefat ederse kul, tertemiz olarak ruhu kabzolunmuş olur, ölmüş olur, ahirete göçmüş olur.” Tabii, Peygamber Efendimiz’in nasihatini hatırlatalım: Böyle güzel şeyler olacak diye hastalık istenmez. “Yâ Rabbi, bana hastalık ver, ben de böyle tertemiz olayım!” denmez. Yani usul bu değil ama hasta olursa insan, bundan çok sevaplar geleceğini bilmeli, müteselli olmalı. Allah’tan affını, mağfiretini istemeli! Hatta bir derece daha ilerisi var müjdenin. Hastanın kendisini ziyaret edene duası da makbul. Etsin, etmesin, hastanın duası da makbul. Ziyaret etmese bile hasta birisine dua ediyorsa, o da makbul… Tabii ziyaret etmiş olan kimseyi de karşısında görünce sevinir: “—Hay Allah senden razı olsun! Canım sıkılmıştı, geldin, müteselli oldum, sağ ol, var ol, Allah vücuduna afiyet versin, işini rast getirsin, iki cihanda aziz ol!” der.

Hastanın duası da makbuldür. Kendisinin günahı affolduğu gibi duası da makbuldür.


Buradan bize çıkan bir içtimai ders ve vazife var:

Zamanımızın bir bölümünü hasta ziyaretine ayırmamız lazım. Yani günlük, haftalık, aylık programımızın bir köşesinde bir de hasta ziyareti bölümü bulunsun. Hangi gün ziyaret edelim hastayı? Cuma günü hasta ziyaret etmek çok sevap. Mümkünse Cuma günü hasta ziyaret etmek lazım, kabir ziyaret etmek lazım, sadaka vermek lazım, ana-babasının kabrini ziyaret etmek, geçmişlerine dualar etmek lazım. Cuma günü olursa olur.

467

“—E Cuma günü olmuyor, benim işim oluyor, çalışıyorum da hocam! İsterdim senin söylediğini tutmayı ama Cuma günü mümkün olmuyor, Cuma’ya bile zor gidiyoruz, hemen dönüyoruz.” Eh o zaman Cumartesi git, Pazar git. Yani hangi zamanın müsaitse, akşam git. Bazı hastaneler belirli saatlerde ziyaretçi kabul ederler, başka zaman etmezler. Bazen hasta iltimaslı olur, özel yatakta yatar, ona her zaman kapılar açık olur. Buyursun, gelsin ziyaretçiler gitsin filan, rahatlık olur. İşte, hangi zaman müsaitse…

Bazen hastanede olmaz, evinde olur hasta. Hasta ziyaretine bir vakit ayırın ki sevap kazanasınız, günahlarınız afv u mağfiret olsun; bir.


“—Hocam madem programdan söz açıldı, söyle haftalık programıma yazacağım başka bir şey var mı?” Var: Bir de arkadaş ziyaretine vakit ayırın! Dost, arkadaş, ihvan, tanıdık, akraba ziyaretine bir vakit ayırın!

468

Akraba ziyaretine sıla-i rahim derler biliyorsunuz, dostların ziyareti de çok kıymetli. Akrabanın ziyareti ve maddi bakımdan da kollanması, akrabaya yardım edilmesi, biraz fakirse cebine harçlık filan konulması bu da sıla-i rahimin bir parçası.

Sıla-i rahim belâları def eder, ömrü uzatır. Ömrünüz uzun olur.

“—Yahu bu lastik mi, nasıl uzuyor?” Allah her şeye kàdirdir. Allah’ın işine karışma!

“—Efendim, işte insanın ömrü sayılıymış da, eceli belliymiş de, bu iş nasıl oluyor?” Hem ömrü bellidir hem ömrü uzar. Var mı bir diyeceğin? Çünkü öyle açık söylüyor ki Peygamber Efendimiz… Çok açık söylüyor. Ömrü uzar diyor, e uzar o zaman. Madem Peygamber Efendimiz uzar buyurmuş, ömrü uzar.


Dua belayı def eder, kazayı reddeder.

“—E nasıl oluyor? Mukadder olmuş…” Sana ne? Sen mi yapıyorsun? Allah yapıyor. Nasıl yapıyorsa yapıyor. Allah’ın kudreti sonsuz. Allah’ın işi esrarengiz. Senin aklın ermez. Yapıyor, nasıl yapıyorsa yapıyor. Sadaka veriyorsun, ömrün uzuyor. Kazadan, beladan, dertten, fitneden, fesattan kurtuluyorsun. Sıla-i rahim yapıyorsun, ömrün uzuyor. Allah haneni şen ve mamur ediyor. İşini de rast getiriyor. Akraba ziyaret ediyorsun, sevap kazanıyorsun.

Arkadaş ziyaret ediyorsun, çok sevap kazanıyorsun. Müslüman kardeşini ziyaret ettiğin zaman melekler sana dua ediyor. Allah-u Teala hazretleri bu ziyareti çok seviyor. Kardeşin kardeşi sırf sevap maksadıyla, dünyevi menfaat için değil, sevap maksadıyla ziyaretini çok seviyor, çok mükafatı var ve en büyük mükafatı ne: Allah’ın sevgili kulu olmak.

Hadis-i kudsîde buyurulmuş ki:86



86 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.236, no:22117, 22133; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.338, no:577; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.187, no:7316; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.78, no:572; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.81, no:154; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.45, no:34100; Bezzâr, Müsned, c.I, s.416, no:2697; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.233, no:20857; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II,

469

وَحَقَّت مَحَـبَّتِي لِل مُتَزَاوِ رِينَ فِ يَّ،


(Ve hakkat mahabbetî li’l-mütezâvirîne fiyye) “Benim için birbirlerini ziyaret edenlere, benim muhabbetim gerekli oldu, vâcib oldu.” Allah-u Teàla Hazretleri: “—Benim sevgim, sevmem kesin olur, muhakkak olur.” “—Kimlere?” “—Birbirlerini benim rızam için ziyaret eden kimselere benim sevgim muhakkak olur. Vacip olur, muhakkak ben severim!” buyurmuş.


Allah bizi sevsin diye ibadet ediyoruz, Allah bizi sevsin diye hayır-hasenat yapıyoruz, para veriyoruz. O zaman, Allah bizi sevsin diye arkadaş ziyaret edeceğiz. Kapısını çalacağız: “—Selâmun aleyküm!”

“—Ve aleyküm selâm! Hoş geldin yâhu, sen misin? Çok özlemiştim seni…”

Tamam, bak işte muhabbet bu. İki kardeşin birbirlerini ziyaret etmesi… Bir isteği mi var, bir arzusu mu var; hayır. Allah için bu bunu seviyor.

Biz neyiz şu camideki insanlar hepimiz? İhvan… İhvan ne demek Arapça’da? Ah kelimesinin çoğulu. Ah ne demek? Kardeş demek. Biz birbirimizin kardeşiyiz. Müslüman’ın Müslüman’ı kardeş olarak ziyaret etmesi sonunda ne oluyormuş? Allah’ın sevgisi hasıl oluyor, Allah seviyor.

Hasta ziyaretinde ne oluyormuş? Kişinin günahları affoluyormuş.

Tamam, o zaman ben Cumartesileri veya Pazar günleri arkadaş


s.131; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.II, s.991, no:1108; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.II, s.265, no:2225; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LVIII, s.426; Ubâde ibn-i Sàmit RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.14, no:24671; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.59, no:14972.

470

ziyaret ederim, filanca vakitte de hasta ziyaret ederim. Hasta var mı arkadaşlarımdan, araştırırım, soruştururum, ziyaret ederim.

Mühim şeyler bunlar. İçtimai vazifeler. Bak, Allah içtimai vazifelere büyük sevap vererek bizi onlara teşvik ediyor Müslümanlar muhabbetli olsun diye. Müslümanlar birbirleriyle kaynaşsın, Müslümanlar birbirleriyle yek vücut olsun diye. Müslümanlar birbirlerinin hizmetinde olsun, yardımında olsun, desteğinde olsun diye bunlara büyük mükafat veriyor.


Evet, bu bir. Hasta ziyaret edeceğiz. Bir de kendimiz hasta olursak bunun kıymetli bir şey olduğunu bileceğiz, şikâyet etmeyeceğiz çünkü gelene gidene şikâyet ettik mi hastalığımızdan, sevap kaçıyor.

“—Benim kaderime razı olmuyorsun, beni kullarıma, seni ziyaret eden ziyaretçilere şikâyet ediyorsun!” diye Allah sevmiyor.

Şikâyet yok.

“—Nasılsın? Neyin var neyin yok? Bir şikâyetin var mı?” “—El-hamdü lillâh, iyiyim. Bir şikâyetim yok…” Çünkü sevap kazanıyor, günahları affoluyor, duası makbul…

Ziyaretimize gelen insana dua edeceğiz. Bol bol dua edeceğiz, çünkü bizim duamız makbul... Bir de gittiğimiz hastaya kendimize dua ettireceğiz. Beni duadan unutma. Senin duan makbül, beni duadan unutma diyeceğiz.


b. Duanın Karşılığı


Evet, muhterem kardeşlerim…

İkinci hadis-i şerif, sayfanın ikinci hadis-i şerifi: Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:87


إِنَّ ال عَب دَ لاَ يُخ طِئِهِ مِنَ الدُّعَ اءِ أَحَدٌ ثَلََثٍ: إِمَّا ذَنبٌ يُغفَرُ، وَإِمَّا



87 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.198, no:749; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.387, no:6527.

471

خَيرٌ يُدَخَّرُ، وَإِمَّ ا أَ ج رٌ يُع مَلُ (الديلمى عن أنس)


RE. 104/8 (İnne’l-abde lâ yuhtıihî mine’d-duài ehadün selâsin: İmmâ zenbun yuğferu, ve immâ hayrun yuddahharu, ve immâ ecrun yu’mel.) (İnne’l-abde lâ yuhtıihî mine’d-duài ehadün selâsin) “Kul dua etti mi, duasında şu üç şeyden birisi şaşmaz, mutlaka ona gelir. Kul dua etti mi, şu sayacağım üç şeyden bir tanesine mutlaka nail olur. Bu üç şeyden bir tanesi mutlaka gelecek ve kendisini bulacak, şaşmaz, aksamaz, atlamaz, yandan geçmez, tırıs geçmez, ıska geçmez, tam isabet. Bu üç şeyden bir tanesine nail olur.” Nedir bu üç şey:

1. (İmmâ zenbun yuğferu) “Ya duası sebebiyle günahı mağfiret olur.” Sen dua mı ettin kulum? Dua ettim. Affettim senin günahını… Ya günahı affolur.

2. (Ve immâ hayrun yuddahharu) “Ya da biriktirilmiş bir hayra nâil olur.” Bir hayır biriktirilir onun için. Şu anda duasının bir sonucunu görmez çünkü duasından hasıl olan hayır birikti. İddihar

etmek ne demek? Depo etmek demek. Depolandı bir yere. Dua ettin diye hayır bir yere yazıldı, biriktirildi. Ne zaman lâzım olacak bu? Ahirette lâzım olacak. Ahirette ameller tartılırken konulacak mizana, o duanın o depo edilmiş olan hayrı mizanı ağır bastıracak, kişinin o duadan dolayı ahirette mizanı ağır gelecek. O faydası var.

3. (Ve immâ ecrun yu’mel) “Ya da bir amel-i salih işlenmiş, bir hayır yapılmış gibi ecir alır.”

Üç şeyden birisi. Yani duada boş yok. Dua eden mahrum kalmaz. Duası mutlaka kabul olur. Ya günahı affolur, ya ahirete tehir olunur, biriktirilir; ya da bir ibadet yapmış gibi ecir ve sevap alır.


Buradan çıkan sonuç ne?

Buradan çıkan sonuç, duayı çok yapacağız. Dua ibadettir. Bazı kimseler duanın ibadet olduğunu bilmeyebilir. Sanır ki namaz ibadettir de, namaz bittikten sonra el açıp bir şeyler istiyor

472

Allah’tan, o ibadet değil. O da ibadettir. Yani insan dua ettiği müddetçe ibadet sevabı alıyor.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:88


اَلدُّعَاءُ هُوَ ال عِبَ ادَةُ (حم. ش. خ. في الأدب، ت. حسن صحيح، ن. ه. حب. ك. هب. عن النعمان بن بشير؛ ع. ض. عن البراء)


(Ed-duàü hüve’l-ibâdetü) “Dua ibadetin ta kendisidir.” Demin de söylediğimiz gibi duanın faydası nedir? Dua gelmiş belâyı kaldırmaya da faydalı olur, gelmekte olan belâyı

durdurmaya da faydalı olur. Gelecek belâ durur, gelmez; gelmiş belâ kalkar. Duanın öyle faydası var.

Dua insana mutlaka bir kazanç sağlıyor. O halde ne yapacağız? Dualı bir insan olacağız, ağzı dualı… Ama dua ikiye ayrılıyor: Hayır dua, beddua… Beddua ve lanet kötü bir şey, iyi değil. Geçen haftalar okuduk, sahibine zarar verebilir. Dönüp gelip sahibini mahvedebilir. Hayır dua edeceğiz.

Peygamber Efendimiz’e sahabesi, işkence görünce; “—Yâ Rasûlallah, şu işkence yapanlara beddua et!” dediler de etmedi.

“—Ben lânet edici peygamber olarak gönderilmedim!” dedi



88 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.76, no:1479; Tirmizî, Sünen, c.V, s.211, no:2969; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1258, no:3828; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.267, no:18378; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.249, no:714; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.667, no:1802; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.II, s.208, no:1041; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.37, no:1105; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.450, no:11464; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.21, no:29167; Bezzâr, Müsned, c.I, s.485, no:3243; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.108, no:801; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.492; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.I, s.51, no:29; Abdullah ibn-i Mübarek, Müsned, c.I, s.74; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.279, no:6719; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXXII, s.307, no:7081; Ubû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.120; Nu’man ibn-i Beşîr RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.62, no:3113, 3151; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.403, no:1295; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.3, no:12416.

473

Peygamber Efendimiz.

Hayır dua edeceğiz. Beddua etmekten sakınacağız, çekineceğiz. Eğer çok şey sıkılmışsak, “Allah ıslah etsin!” deriz.


Bazıları çok güzel alıştırmış oluyorlar kendilerini, bizim köyde öyle akrabalar vardı, çok sinirlenirse ne der: “—Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh!” Yâni neticede zikir yapıyor. Fazla kızarsa; “—Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammed!” Yani kızıyor ama salevat getiriyor. Veyahut; “—Hasbüna’llàhu ve ni’me’l-vekîl.” Yani zikri yaparak kızgınlığını söndürüyor. Beddua etmek doğru değil.


c. Kimseye Zulmetmeyin!


Dokuzuncu hadis-i şerife geçiyoruz.

Ebü’d-Derdâ RA’dan Deylemî ve Hàkim Târih’inde kaydetmişler. Bu hadis-i şerif kulun başına gelen bir haksızlığın karşılığı nedir, onu gösteriyor.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:89


ال عَب دُ إِذَا ظُلِمَ، فَلَم يَن تَصِر ، وَلَم يَكُن لَهُ مَن يَن صُرُهُ، رَفَعَ طَرَفَهُ


إِلَى السَّمِّاء فَدَعَا اللهَ، قَالَ اللهُ تَعَالَى: لَبَّي كَ عَب دِى، أَنَا أَن صُرَكَ


عَاجِلًَ، أَ و آَجِلًَ (ك. في تاريخه، والديلمى عن أبى الدرداء)


RE. 104/9 (İnne’l-abde izâ zulime felem yentasır, velem yekün



89 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.196, no:740; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXVIII, s.115; Ebü’d-Derdâ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.507, no:7648; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.375, no:6508.

474

lehû men yensuruhû, rafea tarafehû ile’s-semâi, fedea’llàhe, kale’llàhu teàlâ: Lebbeyke abdî, ene ensurake acilen, ev âcilâ.)

(İnne’l-abde izâ zulime) “Kul bir zulme uğradı mı, bir haksızlığa maruz kaldı mı, kulun bir hakkı çiğnendi mi, kendisini üzecek bir tatsız muamele kendisine yapıldı mı, zulme uğradı mı; (felem yentasır) ve bu zulmü kaldırmaya gücü yetmedi mi, zulmü engelleyecek, zulmün karşısında kendisini destekleyecek bir çare bulamadı mı; (velem yekün lehû men yensuruhû) ve kendisine yardım edecek, o zalimin karşısında kendisinin yanına gelecek bir yardımcı bulamadı mı; (rafea tarafehû ile’s-semâi, fedea’llàhe) gözünü şöyle gökyüzüne kaldırıp Allah’a dua etti mi, yâ Rabbi diye böyle dua etti mi, (kale’llàhu teàlâ) Allah-u Teàla Hazretleri buyurur ki: (Lebbeyke abdî) “Buyur ey kulum!” Lebbeyk ne demek? Bir insan çağırdığı zaman bir insanı Araplarda, çağrılan ne der? Buyurun manasında lebbeyk der.

“—Ahmed!” “—Lebbeyk…” Ne demek? Arapça’da lebbeyk buyur demek.

“—Ben senin kat kat emrindeyim. Yani bir defa değil, kat kat emrindeyim!” manasına bir deyim bu Arapça’da.

Kul zulmü def edemedi, kendisine yardım edecek de bir dost yanına gelmedi de gözünü kaldırıp Allah’a dua etti de, “Yâ Rabbi zulme uğruyorum!” dedi mi, dua etti mi, Allah kuluna: “Lebbeyk, buyur kulum!” der. O Allah’a dua ediyor, sesleniyor, Allah da kuluna, “Lebbeyk!” der, “Buyur kulum!” der.

(Ene ensuruke) “Ben sana yardım edeceğim, buyur kulum! (Àcilen) Ayın ile acilen, acele demek. (Ev âcilen) Elif ile; veya tehirli olarak…”

“—Acele olarak veyahut tehirli olarak yardım edeceğim!” der.

“Dünyada da ahirette de…” mânâsına da gelir. Çünkü dünya acildir, ahiret de tecilli bir alemdir. Yani, “Buyur kulum, ben sana dünyada da yardım edeceğim, ahirette de yardım edeceğim. Hem dünyada o zalimden senin intikamını alacağım, seni zulümden kurtaracağım; hem de ahirette sana sevap vereceğim, ona ceza vereceğim!” demek olur yani. Allah-u Teàla Hazretleri kulunun

475

duasına böyle cevap verir.

Bundan çıkacak ibretli sonuç nedir?

Kimseye zulmetmeyelim, elini kaldırır, gözünü kaldırır Allah’a dua ederse, Allah’ın hışmına uğrar zulmeden kimse… Belasını bulur, cezasını bulur.


Elbette olur ev yıkanın hanesi viran.


Kişi ettiğini bulur, ev yıkanın evi yıkılır. Zulmeden bir zaman gelir, bir başkası ondan daha baskın çıkar, bir başkası tarafından zulme uğratılır.

Onun için kimseyi üzmemeli, kırmamalı, kimseye haksızlık, zulüm yapmamalı, mazlumun ahını almaktan çekinmeli, zalime yardım etmemeli, zalimin yanında yer almamalı! Bu da çok mühim. Bunu pek çok kimse yapmıyor.

“—Hocam ben etliye sütlüye karışmaz bir insanım, hiç kimseye zulmetmem, öyle ortada dururum.” Olmaz, yetmez. Zalime destek olmayacaksın, mazlumun yardımına koşacaksın. Zalime destek oldun mu ne olur? Zalimle beraber helâk olursun.


Mazluma destek olmadığın zaman ne olur? Kabre girerken kabirde bekleyen melekler kafana ateşten bir büyük topuz patlatır, kabrin içi ateş dolar. Dersin ki: “—Ya ben Müslüman adamdım, namaz kılıyordum, vaaz dinliyordum, oruç tutuyordum, zekât veriyordum; neden benim kafama bunu vuruyorsunuz?” Melekler der ki: “—Falanca yerde, filanca mazlum zulme uğruyordu, sen yanından geçtin de ona yardım etmedin.” Demek ki zulüm bahis konusu olduğu zaman, ne gibi vazifeler terettüp ediyor etraftaki Müslümanlara? Zalimi durdurmak, mazlumun yardımına koşmak vazifesi terettüp ediyor. Başka? Zalimin yanında yer almamak, onu desteklememek gerekiyor.

476

وَلاَ تَر كَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُم النَّارُ (هود:٣١١)


(Velâ terkenû ile’llezîne zalemû fetemessekümü’n-nâr) “Zalimlere meyletmeyin, sonra size de Allah’ın azabı erişir, cehenneme düşerseniz, yanarsınız.” (Hud, 11/113) diye Ayet-i Kerime’de tehdit var. Şimdi bu devirde pek çok kimse bilerek veya omuz silkerek zalimin yanında yer alıyor. Meselâ, Saddam’ın yanında yer alan bütün Irak ordusu… Değil mi ki o zulüm yapıyor, o tehlikeli.

Allah bu durumlara da getirmesin insanları. Kaçmak da kurtulmak da zor. Kaç defa İran’la savaşmak için asker topladı, bazıları askere gitmemiş yani Müslüman’la Müslüman çarpışmaz diye, kaçmış, bu sefer onların peşine düşmüş, anasına, babasına, ailesine zulmetmiş, yakaladıklarına zulmetmiş filan. Yani Irak’ta durumlar çok karışık, çok zor.


Bir memlekette hürriyetin olması, her şeyin açık olması çok güzel bir şey, diktatörlük olması çok fena… Ama diktatörlük nasıl oluşuyor, bu çirkin ot, bu mikrop nasıl ürüyor, nasıl büyüyor? Dalkavuklardan ürüyor. Dalkavuklar olduğu için, destekçiler olduğu için zalimler türüyor. Hiç kimse desteklemesin, hiçbir zalim türemez.

O halde zalime destek olmak çok büyük bir suçtur. Hatta fasık facir zalim bir insana efendim bile denmeyecek. Neden?

“—Efendim, buyurun efendim!” filan dense Arş-ı A’lâ titrermiş.

“—Neden titriyor arşı A’lâ?” “—Eyvah, bu ne kadar fena bir iş yaptı, şimdi Allah buna öyle bir belâ verecek ki… Bak Allah’ın sevmediği fasık, facir bir kimseye efendim dedi.” diye

Arş-ı A’la titriyor. Adam yaptığı işin fenalığının farkında değil. Zalime destek olmayacak.

Başka? Zalime dobra dobra hakkı söyleyecek. Hadi… Bu daha zor.

477

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:90


أَف ضَلُ ال جِهَادِ، كَلِمَةُ حَقٍّ عِن دَ سُل طَانٍ جَائِرٍ (د. ه. عن أبي سعيد؛ حم. ه. طب. عن أي أمامة؛ ن. عن سمرة؛ حم. ن. هب. ض. عن طارق مرسلَ)


RE. 76/11 (Efdalü’l-cihâdi kelimetü hakkın inde sultànin câir) “En faziletli, en üstün, en sevaplı cihad, zalim hükümdarın karşısında takır takır hakkı söylemektir.” Ona hak sözü söyleyecek, dobra dobra söyleyecek. Bunu eski İslam alimlerinden yapmış olanların menakıblarını kitaplar yazıyor. Şöyle demiş, böyle demiş, hayatı pahasına hakkı söylemiş filan diye...

Onlar tarihte kaldı. Onlar kendi imtihanlarını başarıyla verdiler. Şimdi biz ne yapıyoruz? Bizim zulmümüz nasıl olur? Zalimi reyle desteklersin, olur zalimin destekçiliği… Zalimi gidersin alkışlarsın, “Ben de sana katılıyorum, senin fikrindeyim!”



90 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.527, no:4344; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.471, no:2174; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1329, no:4011; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.19, no:11159; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.551, no:8543; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.352, no:1101; Hàmidî, Müsned, c.2, s.331, no:752; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.247, no:1286; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.358, no:1448; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIII, s.305; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1330, no:4012; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.282, no:8081; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.166, no:1596; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.VI, s.93, no:7581; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.248, no:1288; İbnü’l- Ca’d, Müsned, c.I, s.480, no:3326; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.V, s.176; Rûyânî, Müsned, c.III, s.337, no:1161; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.370; Ebû Ümâme RA’dan.

Neseî, Sünen, c.VII, s.161, no:4209; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.314, no:18850; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.435, no:7834; Ziyâü’l-Makdîsî, el- Ehàdîsü’l-Muhtâre, c.III, s.230, no:123; ed-Dûlâbî, el-Künâ ve’l-Esmâ’, c.I, s.238, no:427; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIV, s.421, no:2939; Tàrık ibn-i Şihab Rh.A’ten.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.64, no:5511 ve c.XV, s.923, no:43588; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.172, no:457; Câmiü’l-Ehàdîs, c.V, s.198, no:3981.

478

dersin, olursun destekçisi, dalkavuk… Ne yapacaksın? Haksız olan kim olursa olsun ona haksızlığını söyleyeceksin. Kuran-ı Kerim’de Allah ne buyuruyor?


وَلَو عَلٰى أَنفُسِكُم أَو ال وَالِدَي نِ وَا لأَق رَبِينَ (النساء:٥٣١)


(Ve lev alâ enfüsiküm evi’l-vâlideyni ve’l-akrabîn) “Kendinizin aleyhine bile olsa, annenizin babanızın aleyhine bile olsa, akrabalarınızın aleyhine bile olsa adaletten ayrılmayın!” (Nisâ, 4/135) buyruluyor.

Bu ayetleri öğrenin yani kalbinize nakşedin bunları. Adaletten ayrılmayın, kendi aleyhinize de olsa, ana-babanızın, akrabanızın aleyhine de olsa adaletten ayrılmayın. Kendi babasına bile iltimas yapmayacak. Kendisini bile kayırmayacak, kendisinin aleyhine bile olsa adaleti icra edecek, hakkı söyleyecek, hakkı yapacak. Müslümanlık bu…


Şimdi bunlar yapılmıyor. Adaletin kitaplarda adı kaldı. (İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciùn) Mahkemelerde adalet yok, rüşvet var, yalancı şahitlik var, avukatlarda yalan, haksızlık diz boyu. Tabii bazı avukatlar Müslümanmış, dürüstmüş, mütedeyyinmiş de gelen adama soruyormuş, haklıysa davayı alıyormuş. Böyle iyiler de var ama; “—Sen bana şu kadar milyon ver, ben seni cinayet işlemiş olmana rağmen hapisten kurtarayım, bir çare bulayım!”

Tamam…

Şimdi gelirken telefon ettiler bana, bu da başka bir şey. Ailede dört kızı varmış adamın, birisi istenmiş. E işte istediler madem, evlensin. Baba kızmış, neden kızdıysa, teferruatını bilmiyorum, dört kızını evden kovmuş. Madem siz beni dinlemiyorsunuz, olmayacak demiş, madem siz beni dinlemiyorsunuz, o halde çıkın evimden. Yav bunlar senin sorumluluğun altında, sen bunları nasıl dışarı atıyorsun, ne biçim babasın sen. Allah sana soracak bunları. Yapmasaydın, çocuğa bakmayacaksan çocuk yapma. Çocuk yapmış, dört tane kız, Müslüman, mütedeyyin yani bize telefon ettiklerine

479

göre anlaşılan, bir de gelmiş birisi istemiş.

E sorarlar bak birisi istiyor seni, razı mısın filan. İnceleyelim, bakalım, Müslüman, mütedeyyin; falancanın tanıdığı, filancanın tavsiye ettiği.

E olsun yani niye kızıyorsun? Olsun işte olsun bitsin. Dört tane kız evde duruyor. Birisinin kısmeti çıkmış, küçüğü büyüğü hangisiyse. Sıra da yoktur, önce büyükler evlensin öyle, öyle bir şey yok. Kimin kısmeti gelirse o gider. Allah ötekisinin de kısmetini gönderir.


Baba kızmış, vay siz benim istediğimi yapmıyorsunuz, çıkın evimden. Yâhu güzelce söyle. Yavrum, kızım, şu sebepten şöyle de. Haksızsa onların haksızlığını söyle. Çıkın evimden demiş filan. Şimdi benim anlatmak istediğim burası değil, acaba babamız niye bize böyle ters muamele yapıyor? Sihirden, büyüden demiş birileri. Gülüyorum ama üzüntümden yani, üzülüyorum aslında.

Bir büyücüye gitmişler, üfürükçüye gitmişler. O da demiş ki bin dolar verin Mısır’da bir iyi hoca var, ona ben bu işleri düzelttireceğim. Hadi oradan yalancı, hokkabaz, sahtekâr!

Sakın böyle şeylere inanmayın muhterem kardeşlerim. Yani Allah-u Teàlâ Hazretleri duaları kabul ediyor işte bak. Kuluyla Rabbi arasına kimse girmiyor, perde yok, tercüman yok. Duaları kabul ediyor Allah. Büyücü ne yapacak, parayla iş görmek falan. Ne bu böyle komisyon? Allah-u Teala hazretlerinin işi düzeltmesine komisyon… Öyle şey olur mu? Var mı İslam’da böyle şey? Yok. Hem de işçi Hollandalı işçiymiş de onun için aşağısı kurtarmıyor, Türk lirası kıymetsiz, bin dolar. Yani arayı düzeltmek için bin dolar. Dedim yani giderseniz günaha girersiniz. Bilet almışlar, gidecekler. Bana telefon açıyorlar. Katiyen gitmeyin, giderseniz vebal altında kalırsınız dedim. Hani böyle sahtekârlar filan oluyor.


Evet, zalimle zulümle ilgili konuyu konuşuyoruz. Zalime destek olmak yok, zalime hak sözü söylemek var, mazluma yardım etmek gerekiyor, yardım etmezse ahirette sorumluluklar var, cezalar gelebiliyor. Kendisi zulme uğrarsa Allah’a dua ettiği zaman Allah

480

da ona dünyada, ahirette acele olarak veya tecilli olarak yardım ediyor, edecek. Sana yardım edeceğim diye, lebbeyke abdi ene ensuruke acilen ve acila. Buyur ey kulum, ben sana yardım edeceğim. Hem acele hem tecilli, hem dünyada hem ahirette yardım edeceğim diyor Allah-u Teala hazretleri. Onun için kimseye zulmetmeyelim. İyi Müslüman nasıl Müslümandır? Kimseye zulmetmeyen Müslümandır. Kimsenin hakkını üzerine geçirmeyen Müslümandır.

Rahmetli büyüklerimiz nur içinde yatsınlar, bize derlerdi ki: “—Hem zulmetmek iyi değil, ezmek iyi değil, hem de ezilmek iyi değil. Aldanacak kadar da aptal olmayacaksın!

“—Ver bin doları, ben sana bu işi Mısırlı hocayla çözeyim!” Aptal mısın sen ya dedim ben, dayanamadım. Aptal mısın? Dolandırıyor seni işte açıkça. Pahalı şey. Fakat nedense bu gibi şeylere millette bir acayip kanma var. Neden? İslam’ı iyi bilmedikleri için. Aldanıyorlar. İslam’ı bilmiyorlar.


d. Namazda Kulun Allah’a Yönelmesi


Onuncu hadis-i şerife geldik. Huzeyfe RA’dan Deylemî rivayet etmiş bu hadis-i şerifi. Namazı nasıl kılacağımızı anlayın.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:91


إِنَّ ال عَب دَ إِذَا قَامَ إِلَى الصَّلََ ةِ، فَال تَ فَتَ؛ قَالَ لَهُ رَبُّهُ: أَى عَ ب دِى، أَنَا


خَي رٌ مِمَّ ا تَل تَفَتَ إِلَي هِ؛ فَإِنِ ال تَفَتَ الثَّانِيَةَ وَالثَّ الِثَةَ، قَالَ لَهُ مِث لَ ذٰلِكَ؛


فَإِنِ ال تَفَتَ الرَّابِعَةَ، أَ ع رَضَ اللهُ تَعَالَى عَن هُ (الديلمى عن حذيفة)


RE. 104/10 (İnne’l-abde izâ kàme ile’s-salâti, feltefete; kàle lehû



91 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.195, no:737; Huzeyfe RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.376, no:6511.

481

rabbühû: Ey abdî, ene hayrun mimmâ teltefete ileyhi; feini’ltefete’s- sâniyete ve’s-sâlisete, kàle lehû misle zâlike; feini’l-tefete’r-râbiate, a’rada’llàhu teàlâ anhu.) Geçen hafta idi galiba, çok güzel bir hadis-i şerif, müjdeli bir hadis-i şerif okumuştuk, kul Allahu ekber diye namaza durdu mu ne oluyordu? Yetmiş bin nurdan, yetmiş bin zulmetten perdeler, ne kadarsa, Allah bilir onun sayısını, kul ile Allah arasında perdeler kalkıyordu. Âşikâre gördü Rabbü’l-izzeti dediği gibi, Mevlâsıyla kul baş başa kalıyordu, sekiz cennetin kapıları açılıyordu. Oh cennetin kapıları açıldı, Mevlâsı karşısında kulunun, iki tarafta da melek, huri kızları dizilmişler, istikbal ediyorlar, Allah’ın huzuruna geliyor diye.

Manzarayı şimdi ben bir haftadır böyle canlandırıyorum namazda, Allahu ekber diyorum, sefasını sürüyorum, hoşuma gidiyor. Cennetin kapıları açılmış, melekler iki tarafa dizilmiş, huri kızları dizilmiş, perdeler kalkmış. Ne güzel şey, ne kadar hoş şey…


Şimdi burada ne buyuruyor Allah-u Teàlâ Hazretleri, ne yaparmış namaz kılana?

(İnne’l-abde izâ kàme ile’s-salâti) “Kul namaza kalktığı zaman…” Geldi camide veya evinde, farz veya nafile bir namaza kalktı, ‘Allahu ekber!’ dedi, namaza durdu.

(Feltefete) “İltifat ettiği zaman…” İltifat etmek Arapça’da yönelmek demek, yönünü çevirmek demek. Ama Türkçe’de kompliman yapmak manasına kullanılıyor. Arapçada öyle değil. (Feltefete) Yâni, “Namaza durdu da aklını, gönlünü başka tarafa çevirdi.” demek. Rabbinin huzurunda, perdeler kalmış, Rabbine teveccüh etsin; hayır, başka tarafa dönüyor.

“Uygun olmayan bir şey yaptığı zaman, (kàle lehû rabbühû) Rabbı ona der ki: (Ey abdî, ene hayrun mimmâ teltefete ileyhi) ‘Ey kulum, senin şu yönünü döndüğünden ben daha hayırlıyım, nereye dönüyorsun yönünü?’ der. Rabbi kuluna böyle der.”


Kul onu anlar mı? Arif olsa anlar, evliya olsa duyar, evliya olsa zaten sağa sola bakmaz. Bakar mı? Rabbimizin huzurunda sağa

482

sola bakılır mı? Edebe riayet eder, tamam Rabbime kavuşmuşum diye hayran, Rabbinin cemâlini seyreder. Vech-i pâkine teveccüh eder.

“—Ey kulum, senin yüz çevirdiğin, yan döndüğün o şeyden ben daha hayırlıyım!” der, bir ihtar.

(Feini’ltefete’s-sâniyete ve’s-sâlisete,) “İkinci defa, üçüncü defa gene bu ihtarı anlamaz, duymaz da gene sağa sola döner, ya gözüyle sağa sola bakar, ya da gönlü kayar.”

“—Bakkaldan ne alacaktım, hanım ne demişti, gazete ne yazıyordu, akşam ne yapacaktım, sabah ne yapacaktım?” “Namazın içinde başka taraflara ya gönlü kayıyor, ya gözü kayıyor, yani böyle bir kayma olursa, sapma olursa, (kàle lehû misle zâlike) Allah gene böyle söyler: ‘Ey kulum, senin o gözünü, gönlünü çevirdiğin şeyden ben daha hayırlıyım. Ey kulum, senin o gözünü, gönlünü çevirdiğin şeyden ben daha hayırlıyım!’ der namaz kılan

kuluna…”

(Feini’l-tefete’r-râbiate) “Dördüncü defa gene yönünü başka tarafa dönerse, (a’rada’llàhu teàlâ anhu) Allah ondan yüz çevirir.” Kötü bir şey tabii ki. Onun için, namazda yönünüzü Kâbe’ye döndüğünüz gibi, gönlünüzü de Mevlâ’ya döndüreceksiniz. Perdelerin kalktığını düşüneceksiniz, sekiz cennetin kapılarının açıldığını hatırınızdan çıkarmayacaksınız. İki tarafta huri kızları el pençe divana durmuş, istikbal ediyor sizi diye o manzara gözünüzün önüne gelecek. Dünyayı bir tarafa atacaksınız, dünya işlerini hatırınıza getirmeyeceksiniz. Allah ile niyazınıza, münacatınıza aklınızı vereceksiniz.


Ne diyorsunuz?

(Sübhàneke, allàhümme, ve bi-hamdik, ve tebâreke’smük, ve teàlâ ceddük, ve lâ ilâhe gayrük.)

Bu ne demek, bilmiyor kimse… Ha öğren o zaman! Ağzından çıkanı kulağın duysun, aklın akletsin. Ne demek Sübhàneke?

“—Ben seni her noksandan tenzih ederim. Sen noksansızsın, çok güzelsin, her şeyin tam yâ Rabbi!” demek.

483

(Allàhümme ve bi-hamdik) “Sana hamd ederim, seni överim yâ Rabbi!” demek.

(Ve tebâreke’smük) “Senin ismin mübarek yâ Rabbi!” demek.

(Ve teàlâ ceddük) “Senin şanın yüce yâ Rabbi!” demek. (Ve lâ ilâhe gayrük) “Senden başka ilâh yok!” demek.

Bu manaya ver kendini! Allah-u Teàla Hazretleri’ni övüyorsun, onun hoşuna gidecek şeyleri söylüyorsun.

Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm) “Şu kovulmuş şeytandan Allah’a sığınıyorum. (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) Allah’ın adıyla şu ibadetime başlıyorum!” diyorsun,

(El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn) Fâtiha’yı okuyorsun, manasını öğren! Sübhàneke’nin manasını öğren, Fatiha’nın manasını anla, öğren; ondan sonra arkasından okuduğun ayetlerin manasını öğren! “—E hocam bir sürü iş yüklüyorsun sen bana, onu öğren, bunu öğren…”

484

Ama güzel şeyler.

Bir kere şaka gerçek söylüyoruz, Peygamber Efendimiz’in hanımları bizim annemiz olduğundan, Arapça hepimizin ana dilidir.

“—Senin ana dilin ne?” “—Türkçe, Kürtçe, Çerkezce, bilmem ne…” Değil. Senin ana dilin Arapça. Neden? Hz. Hatice anan, Hz.

Fatıma anan, Hz. Aişe anan, Arapça konuşuyorlardı, senin ana dilin Arapça. O zaman ana dilini öğreneceksin! Biz de hep söz veriyoruz, veriyoruz da yapamıyoruz; bizim kusurumuza bakmayın! Radyodan, televizyondan, dergilerden, gazetelerden, kıyıdan köşeden ana dilinizi öğretmeye başlamamız lazım. Eùzü besmele’yi çekip Arapçayı öğretmemiz lazım. Burada kurs açmamız lazım. Yandaki, arkadaki salonları açtık, duvarları yıktık, koca mekânlar yaptık, sedirler koyduk, halılar döşedik, eee? Talebe var, hoca yok. Kabahat bizde...


Kabahat bizde. Size Arapçayı öğretmemiz lazım! Her vesileyle Arapçayı anlamalısınız. Sübhàneke ne demek, El-hamdü li’llâh ne demek, okuduğun ayet ne demek, Fâtiha ne demek anladığınız zaman çok güzel olur. Hele bir de artık çocuk değilsiniz, ilkokula gitmiyorsunuz, kısa pantolon giymiyorsunuz... Koca iş güç sahibi, müdür, memur, amir, esnaf, tüccar insan olmuşsunuz. Şimdi siz haylaz talebe de olmazsınız. Güzelce öğrenirsiniz öğrendiğinizi…

Ondan sonra da ibadetlerinizi öğrendiklerinize göre yapınca, uçarsınız ya! Ayaklarınız yerden kesilir, havalarda uçarsınız! Fezada dolaşırsınız. Jet uçakları yetişemez size. Bu güzel manaları öğrenirseniz.

Arapça öğrenmek lazım! Biraz gayret etmek lazım. Sevmek lazım, himmet etmek lazım. Çalışmak lazım. Ne zamana kadar çalışacağız? Mezara kadar. Pazara kadar değil mezara kadar dedi Menderes, Allah şifa versin, pazara kadar değil mezara kadar dedi. Siz de mezara kadar ilim öğreneceksiniz, Arapça öğreneceksiniz, hadis öğreneceksiniz, ayet öğreneceksiniz.

485

Zaten çoğunu yavaş yavaş öğrendiniz. (İnne’l-abde) “Muhakkak ki kul…” anlıyorsunuz. Bizim mühendis kardeşimiz oturuyor karşıma;

“—Ağabey, sen oku, ben tercüme edeyim!” diyor.

Okuyorum, yüzde seksen beş, yüzde doksan okuduğum hadislerin manasını doğru veriyor. Mühendis, Makine Yüksek Mühendisi, yani anlıyor. Biz zaten camilere gide gele, vaazları dinleye dinleye çok şeyleri biliyoruz.

Azcık bir gayret etsek, hepimiz evelallah çok güzel durumlara geleceğiz. Biraz aşkımızı, şevkimizi artıralım, biraz himmetimizi, gayretimizi çoğaltalım, bu işlere çalışalım muhterem kardeşlerim!

Neden? Her yaptığımız işi düşünerek taşınarak, bilerek yaptık mı sevabımız kat kat fazla oluyor da ondan. Bilmeden camiye geliyor, bilmeden abdest alıyor, bilmeden namaz kılıyor. Ne kazandığını bilmiyor, ne söylediğini bilmiyor, ne yaparsa neyi kaybettiğini bilmiyor. Öğreneceğiz.


Bak zulümle ilgili bir hadis geçti, zulmün kaç yönünü öğrendik. Mazluma yardım etmek lazım, zalime yardım etmemek lazım, iltifat etmemek lazım ve saire, ve saire… Öğreneceğiz, öğrendiğimizi tatbik edeceğiz.

Bir düşünüverin; Peygamber Efendimiz’in zamanında yaşasaydınız, sahabesi olsaydınız, şimdiki gibi mi yaşardınız? Şimdiki gibi memurluk, esnaflık, ticaret mi yapardınız? Allah aşkına, bir düşünüverin!

“—Yok hocam, Peygamber Efendimiz’in zamanında olsaydım, canımı verirdim. Ne ev, ne bark, ne para, ne pul, ne dükkan, ne ticaret; hiçbir şeyi gözüm görmezdi hocam… Peygamber Efendimiz’in cemâlini görmek yeterdi bana, elini ayağını öpmek benim için kâfi idi.” demez misiniz, demiyor musunuz içinizden.

E ne oldu şimdi? Peygamber Efendimiz’den sonra geldiniz de ne oldu yani? Gene aynı aşk ile, şevk ile Allah’a kulluk edeceksiniz. İşte Rasûlüllah Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi karşımızda, kitaplara yazılmış. Allah razı olsun… Bir sayfadan hazine gibi eşeledikçe, okudukça neler öğreniyoruz. Ben bayılıyorum, çok

486

hoşuma gidiyor.


Bizim büyüklerimiz, Allah makamlarını a’lâ eylesin, çok muhteşem insanlarmış. Şimdi bu Gümüşhaneli Hocamız’ın yüz on küsür halifesi var… Yâni eline diploma vermiş, icazet vermiş: “—Sen şeyhlik yapabilirsin, hadi bakalım!” diye yuvadan uçurmuş, medresesinden mezun etmiş olduğu arif-i billah, el-vâsıl- ı illallah evliyaullahtan talebesi var, halifesi var; yüz on küsur… Mısır’da üç sene kalmış, Arabistan’da ders vermiş, tarikata mürid kaydetmiş, Mısır’da halen halifelerinin çocukları tekke işletiyorlar, Türkiye’nin öyle her yerinde… Çok mübarek insanlar onlar. Osmanlı Devlet-i Aliyyesi’nin her tarafına yetiştirdiği halifelerini göndermiş, onların bereketine…

Şimdi ben mesela bir mübarek zat tanıyorum, bir hoca, çalışkan… Babasını soruyorum, dedesini soruyorum, bizim Gümüşhaneli dergahının malı çıkıyor. Biraz daha karıştırdın mı babaya, dedeye doğru; bakıyoruz ki dedesi Gümüşhaneli tekkesinden vs.


Perşembe günü Çanakkale’nin Bayramıç’ındaydık. Ne yaptık orada? Bu Gümüşhaneli Hocamızın halifelerinden, evliyaullahtan, kerametleri anlatıla anlatıla bitirilemeyen Çırpılarlı Ali Hocaefendi diye birisi var… Bir mübarek büyüğümüz var bizim tekkeye bağlı bir zat, e onun anmasını, hatırlatmasını yaptık.

“—E ne diye hatırlatıyorsun ölmüş gitmiş olan insanları?”

Geride kalanlara ibret olsun diye, örnek olsun diye, aşk ve şevk olsun diye, teşvik olsun diye.

Bak, senin Bayramıç’ından böyle bir evliya yetişmiş, senin haberin yok. Benim Bayramıç’ta bir talebem vardı, Almanya’da filan vazife görmüştü. Bayramıç’a ziyarete gittim, evinde bir iki gece kaldık. Çok solcu varmış Bayramıç’ta, Bayramıç küçük Moskova diye adlandırılıyormuş. Nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm…

Ya Moskova orası, Moskof bizim ezeli düşmanımız, her yerde bize zulmetmiş, her ailede Moskof’un öldürdüğü birkaç şehid var. Yani hepimize zararı dokunmuş bir millet… Toprağımızı almış,

487

kardeş milletleri esarete almış, Orta Asya’mızı çiğnemiş, Balkanlar’da, Kafkasya’da hâlâ zulmü devam ediyor. Küçük Moskova yapmışlar Bayramıç’ı… E biz ne yapacağız? Bak siz böyle değildiniz, sizin içinizden evliyaullah yetişmiş, böyle kerametleri dillere destan mübarek insanlar doğmuş, yaşamış buralarda; siz onların hemşehrilerisiniz demek istiyoruz.

Neden? Yeni nesillere güzel insanları numune göstermezsen onlar gider artistlere uyarlar. Saçını artistlere benzetmeye çalışır. Şimdi saçını şuradan bağlayanlar türemiş. Ne modası o? Korsan modası. Tek gözlü korsan modası. Saçını buradan, arkadan bağlıyor erkek. Bir tanesini ben arabada arkadan gördüm; “—Öndeki arabayı kadın sürüyor!” dedim. Yanımdaki arkadaşlar dedi ki hayır, erkek… Hakikaten arabayla yan yana geldik, şöyle bir baktım, sakal da var, erkek. Erkek olduğu anlaşıldı. Kimisinin saçı öyle, onların modası... Kimisinin bıyığı şöyle, kimisinin sakalı şöyle… Yani kimi örnek alıyor, model alıyor? Falanca artisti. Filancanın saç modası,

488

filancanın, Paris’in bilmem nesi.

Biz ne yapacağız? İyi insanları örnek göstereceğiz. Bu kimmiş? Çırpılarlı Ali Hocaefendi kimmiş? Gelmiş İstanbul’a, Gümüşhaneli Efendimiz’den ilimleri öğrenmiş, Gümüşhaneli Hazretleri’nin tekkesinin yanındaki medresede yetişmiş, diploma almış, hilafet almış. Resmi vazife kabul etmemiş, Bayramıç’a gitmiş. Kendi parasıyla böyle bir cami yaptırmış. Bundan büyük, bunun üç misli filan büyük bir cami yaptırmış köyünde... Köyünde bir cami yaptırmış, yirmi dört odalı bir medrese yaptırmış arka tarafına, harıl harıl talebe yetiştirmiş.

Şimdi oradaki merasimde Çırpılarlı Ali Hoca’nın hakkında bilgi veren araştırmacı alim bir şahıs var, o da bu hocadan ders görmüş, o da Çırpılarlı Ali Hoca’nın yetiştirmesiymiş. Yani hocasının hocası Çırpılarlı Ali efendi… Bak nerelerden nerelere ne kadar faydalar sağlamış.


Benim babam da gitmiş Çırpılarlı medresesinde bir müddet tahsil görmüş. Annemin dedesi de gitmiş ondan tarikat almış, babamın büyük dedesi gelmiş Gümüşhaneli Hazretleri’nden el almış, iltifat görmüş filan.

E bu mübarek insanlar fedakârca çalışmışlar, medrese kurmuşlar köyde… Başlı başına etrafa ilim neşretmiş, insan yetiştirmiş, bir olay, bir hareket meydana getirmiş.

Şimdi gittik camisinde namazı kıldık, medresesi yok. Türkiye’de medrese düşmanları vardır, nerede medrese varsa yerle bir etmişler. Medrese yok… Dedik ki: “—Biz burada bu ilim yuvasını yeniden kurmaya geldik. Kuracağız!” dedik. İnşallah, Allah’ın izniyle gideceğiz, orada; ama o arsada, ama bu arsada… Köylü arsayı tarım teşkilatlarına bağışlamış, medresenin yeri ziraate gitmiş. Eh, Allah’ın yeryüzü geniş. (Ardu’llàhi vasıah) Biz de gideriz biraz başka bir yerde bir başka müessese kurarız.

Ama bir güzel şey oldu. Bayramıç’ta Çırpılarlı Ali Hoca’yı andığımız gün Bayramıç’ta radyomuz yayına başladı.

489

Soruyorlar bize: “—Hangi gazeteyi okuyalım hocam?”

Üç yüz kişi karşımda, merasime gelmişler, soru geldi: Hangi gazeteyi takip edelim?

“—Gazete mazete takip etmeyin, işte bak bizim Akra Radyosu sabahleyin basın özetlerini veriyor, ondan sonra öğleye yakın yazarların fikirlerinin özetini veriyor. Saat başında iki saatte bir günün haberlerini veriyor. Alırsın bir walkman, delikanlılar gibi şuraya takarsın, şuraya da kulaklığı takarsın. Hem tarlada çalışırsın hem haberi dinlersin, hem yolda yürüsün hem haberi dinlersin. Devir şimdi feza devri!” dedim. Yani, sevindim ikisinin aynı zamana rastlamasına…


d. Yalan Söylemenin Kötülüğü


Sonuncu hadis-i şerifi okuyorum, sayfa bitiyor bu hadis-i şerifle, on birinci hadis-i şerif. Öteki sayfanın başına gelmiş oluyoruz.

490

Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet edilmiş,

İnsan yalan söyleyince ne olur? Düşünün, tahmin edin. Yalan kıvırttı bir insan. Kuyruklu, kanatlı, boynuzlu, kulaklı bir yalan uydurdu:

“—O yalan, bu yalan; fili yuttu bir yılan, söyle bu da mı yalan?” Tabii yalan, fili yılan yutabilir mi, elbette yalan. Elbette, hem de çok kocaman bir yalan. Şimdi, bir insan yalan söylerse ne olurmuş, bu hadis-i şeriften onu anlıyoruz. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:92


إِنَّ ال عَب دَ لَيَك ذِبُ ال كِذ بَةَ، فَيَ تَبَاعَدُ ال مَلَكُ عَ ن هُ مَسِيرَةَ مِيلٍ، مِن نَت نِ


مَا جَاءَ بِهِ (الخرائطي في مساوئ الأخلَق عن ابن عمر)


RE. 104/11 (İnne’l-abde leyekzibu’l-kizbete, feyetebâadü’l- melekü anhu mesîrete milin, min netni mâ câe bihi) (İnne’l-abde leyekzibu’l-kezibete) “Kul bir yalan kıvırttırır, söyler. Ne olur? (Feyetebâadü’l-melekü anhüm mesîrete milin) Yanındaki melek ondan bir mil öteye kaçar.” Neden? (Min nitni mâ câe bihî.) “Söylediği yalanın çirkin, pis, feci, korkunç, kötü kokusundan melek tahammül edemediğinden bir mil öteye kaçar.”

Demek ki, bir yalancı bir yalanı söylediği zaman, müthiş bir çirkin koku yayılıyormuş etrafa… Korkunç bir kötü koku yayılıyormuş, fena bir koku. Netin, Arapçada fena koku demek. Çok böyle insanı muazzeb eden, tahammül edilemez kötü koku demek yani.

Bu yalandan hasıl olan kötü kokudan dolayı melekler yanında duramıyor, bir mil mesafe… Bir mil ne kadardır? Deniz mili olursa 1852 metredir, kara mili olursa 1670 bilmem kaç metredir, yani epeyce bir uzağa kaçıyor melek kokusundan rahatsız olduğu için.



92 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.198, no:746; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.VIII, s.197; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.622, no:8216; Câmiü’l-Ehàdîs. c.VII, s.394, no:6544.

491

“—Ben yalanın koku saçtığını hiç bilmiyordum. Affedersiniz, insan yellense pis bir koku olur ama, yalandan bir koku olduğunu bilmiyordum ben.” Öğren! Bak yalanın bir kötü kokusu varmış ve ondan dolayı melekler yalan söyleyenin yanından kaçıyormuş.

Ne yapacak Müslüman? Asla ve kat’a yalan söylemeyecek. Doğru olacak. Doğru sözlü, doğru özlü olacak. Yalan söylemeyecek. Kale gibi sağlam olacak. İnsan yalan söylememek için yalan söylemeyecek şekilde de hareket etmesi lazım.

“—Yarın bunu bana sorarlar, yalan söylemeyeceğime göre, en iyisi ben bu işi böyle yapmayayım!” der insan.

Böylece yalan söylememe kararı, insanı iyi işler yapmaya, kötü işler yapmamaya götürür. İyi işler yapmak, kötü işlerden vazgeçmek, kötü işleri yapmamak da insanı cennete götürür.

Yalan da insanı kötü iş yapmaya sevk eder. Yâhu şunu yapayım da nasıl olsa bir yalan uydururum. Şu kuzuyu keseyim, sahibine kurt yedi derim. Yalan söyleme kararı, fikri, alışkanlığı insana kötü işler yaptırır, günahlı işler yaptırır; günahlı işler de insanı cehenneme götürür.

Onun için İslam’da yalan söylememek çok önemlidir, doğru sözlü olmak çok teşvik edilmiş, çok ısrarla tavsiye edilmiştir. Onun için doğru sözlü olacağız. Dobra dobra, dosdoğru insan olacağız.

Tabii hareketlerimiz de doğru olacak. Sözümüz de doğru olacak, özümüz de doğru olacak. Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi güzel huylu, güzel hareketli, güzel düşünceli, güzel icraatlı, güzel hayırlı hasenatlı, güzel ömür süren kullarından eylesin… Günahlardan, haramlardan korusun… Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


01. 09. 1996 – İskenderpaşa Camii

492
17. HESAP GÜNÜ TERLEMEK