PROF. DR. MAHMUD ES’AD COŞAN

01. KUR’AN-I KERİM’İN İNCELİKLERİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn.,,

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Seyyidinâ ve senedinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn… Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi

kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu teàlâ aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl


أُنْزِلَ الْقُرْآنُ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ، وَالْمِرَاءُ فِى الْقُرْآنِ كُفْرٌ؛ فَمَا


عَرَفْتُمْ مِنْهُ، فَاعْمَلُوا بِهِ؛ وَمَا جَهِلْتُمْ مِنْهُ ، فَرُدُّوهُ إِلَى عَالِمِهِ

(ابن جرير، حب. وأبو نصر السجزى عن أبى هريرة)


RE. 84/1 (Ünzile’l-kur’anu alâ seb’ati ahruf, ve’l-mirâu fi’l- kur’âni küfrün; femâ araftüm minhu, fa’melù bihî; vemâ cehiltüm mihnu, fereddûhu ilâ àlimihî.) Sadaka rasùlü’llàh, ve nataka habîbu’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem, sevgili ve kıymetli kardeşlerim!

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin lütf u ihsanı, salât u selâmı Peygamber Efendimiz’in üzerine olsun… Âlinin, ashâbının üzerine olsun… Sadât ve meşayih-i turùk-u aliyyemizin üzerine olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri o büyüklerimizin sevgisine, şefaatine

23

sizleri ve bizleri nail eylesin… İki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin… Sevgili Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa SAS Hazretleri’nin mübarek hadis-i şeriflerinden bir miktar okumak üzere toplanmış bulunuyoruz. Hadis-i Şeriflerinin okunmasına başlamadan önce o büyüklerimize sevgimizi, saygımızı ifade etmek için birer hediyyey-i kur’âniyemiz olsun bizlerden, biz aciz muhiblerinden onlara diye... Peygamber Efendimiz’in ruhu için, âlinin, ashâbının, etbâının ruhları için; cümle enbiyâ ve mürselin ve evliyaullah u mukarrebînin ruhları için; Hassaten İstanbul’da medfun bulunan Yûşa AS’ın, Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin ve saîr sahâbe-i kiramın, kitabını okuduğumuz Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Efendi Hocamız Hazretleri’nin, kendisinden feyz aldığımız başımızın tacı, gözümüzün nuru Muhammed Zâhid-i Bursevî Efendimiz Hazretleri’nin rûh-i pâki için… Ve saîr fatihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücahidlerin, sàlihlerin, hayır hasenat sahiplerinin, İskender Paşa’nın ruhu için…

Uzaktan yakından, kimisi şehirler arası mesafelerden bu dersi dinlemeye gelen siz değerli kardeşlerimin bütün ahirete göçmüş müslüman geçmişlerinin, sevdiklerinin, yakınlarının, anne, baba, kardeş, evlat, ahbab u yâranlarının ruhları için… Ruhları şad olsun, kabirleri cennet bahçesi olsun, nur dolsun, makamları âlâ olsun diye…

Biz de dünya ve ahirette saadet ve selâmete erelim, iki cihanda aziz ve bahtiyar olalım diye, bir Fâtiha, on bir İhlâs-ı Şerif okuyup, büyüklerimize hediye edip öyle başlayalım buyurun! …………………………….


a. Ayetler Hakkında Tartışmayın!


Okuduğumuz, okuyacağımız hadis-i şerifler Râmûzü’l-Ehàdîs

isimli, Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Hocamız Hazretleri’nin toplamış, yazmış ve tekkede okunmasını emretmiş olduğu hadis kitabının, 84. sayfasının, 1. hadis-i şerifi ve devamı olacak. İlk beş-

24

altı hadis-i şerif Kur’ân-ı Kerimle ilgili hadis-i şeriflerdir.

Metnini okuduğumuz hadis-i şerif Ebû Hüreyre RA’dan rivayet olunmuştur. Birçok kaynakları var.

Efendimiz SAS Hazretleri buyuruyor ki:1


أُنْزِلَ الْقُرْآنُ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ، الْمِرَاءُ فِى الْقُرْآنِ كُفْرٌ؛ فَمَا


عَرَفْتُمْ مِنْهُ، فَاعْمَلُوا بِهِ؛ وَمَا جَهِلْتُمْ مِنْهُ ، فَرُدُّوهُ إِلَى عَالِمِهِ


(ابن جرير، حب. وأبو نصر السجزى عن أبى هريرة)


RE. 84/1 (Ünzile’l-kur’anu alâ seb’ati ahrufin, ve’l-mirâu fi’l- kur’âni küfrün; femâ araftüm minhu, fa’melù bihî; vemâ cehiltüm mihnu, fereddûhu ilâ àlimihî.) (Ünzile’l-kur’anu ala seb’ati ahruf) “Kur’ân-ı Kerim yedi vecih üzere nâzil olmuştur. (Ve’l-mirâu fi’l-kur’âni küfr) Kur’ân-ı Kerim üzerinde münakaşaya kalkışmak, Kur’ân ayetleriyle ilgili konularda karşı tarafla fikir-söz münakaşasına kalkışmak küfürdür. İnsanı küfre kaydırabilir.”

Çünkü iki taraf zıt fikirle karşı karşıya geliyor. Birisinin söylediği doğru, ötekisi hatalı. İnat ediyor ikisi de… Mücadele sürüyor, münakaşa sürüyor. Üzerinde münakaşa ettiği şey sıradan, dünyevî bir şey değil ki… Allah’ın kelamı. Yanlış olan, yanlış şeyde ısrar ediyor. Tehlikeli bir iş yapıyor. Kur’ân-ı Kerim çok ciddi bir konu olduğunda, orada münakaşa yapılmayacak, ceng ü cidâl, sataşma, çekişme olmayacak. Nasıl olacak? İzah ediyor devamında Efendimiz:

(Fema araftüm minhu fa’melù bihî) “Kur’ân-ı Kerim’den



1 İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.275, no:74; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.273, no:6806; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.410, no:6016; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.VII, s.315, no:11574; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XI, s.26, no:5693; Taberî, Tefsir, c.I, s.22, no:7; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.54, no:3093; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.68, no:5820.

25

anladığınız, net olarak öğrendiğiniz bir şeyi uygulayın! Allah ne emrediyorsa, hayatınızda uygulayın onu. (Vemâ cehiltüm minhu) Anlayamadığınız ayet varsa, ona burnunuzu sokmayın. Orada cür’etli hareket etmeyin! (Fereddûhu ilâ âlimihî) Onu bilen insana bırakın konuyu. Bilmediğiniz konuya karışmayın. Bilmediğiniz konuya girip, ileri geri konuşmayın, sonra ne olur? Küfre düşersiniz.”

Tehlikeli iş yapıyorsunuz, oyuncak değil. Allah’ın kelamı üzerine konuşuyorsunuz. Şu şöyledir, bu böyledir diye yanlış olabilir.


Bunu hayatımızda misallerle biliyoruz. Kardeşlerimiz Kur’ân-ı Kerim üzerinde okuyan, yazan gençler, üniversiteliler… Sonra işi çığırından çıkartıp, birbirleriyle bu konularda mücadele ederek çok yanlış noktalara geldiler ve hakikaten imanları tehlikeye düştü. Hakikaten namazı, niyazı, ibadeti bırakanlar oldu. Sapıtanlar, şaşıranlar oldu. Rasûlullah Efendimiz’in bildirdiği bu husus meydana geldi.

Kur’ân-ı Kerim yedi vecih üzere indirilmiştir. Çeşitleri de vardır. Muhtelif vecihleri vardır. Bunları bilen insanlar, hem de edepli insanlar… Alim ilminde yükseldikçe edepli olur, saygılı olur, dikkatli olur. Sözünü düşüne düşüne söyler. Onlara bırakmak lazım. O konularda münakaşaya geçmemek lazım diyor. Evet Kur’ân-ı Kerim’i seveceğiz, Kur’ân-ı Kerim’e çalışacağız, Kur’ân-ı Kerim’i öğreneceğiz, Kur’ân-ı Kerim üzerinde münakaşaya girmeyeceğiz.

“—Dur arkadaş, sen de girme, ben de girmeyeyim! Bu işi ehline bırakalım!” diyeceğiz.


Çocuk daha üniversite talebesi, hem de dini tahsil de yapan bir talebe değil. Siyasetçi, hukukçu, daha başka bir daldan… Kalkıyor koca koca alimlerin konularına giriyor, ahkâm kesiyor, yüksek perdeden konuşuyor, atıyor, tutuyor, suçluyor, inkâr ediyor:

“—Şu yoktur, bu yoktur!”

Herkese akıl öğretmeye kalkıyor, kendisinin aklı kendisine

26

yetmez. Yetmez… Kuş beyninden daha küçük beyni var, biliyorum. Yazılarından belli oluyor. Herkese “Bu böyledir” demeye çalışıyor, bilmediği konularda konuşuyor, komik duruma düşüyor. Olmaz, bilmediğin şeyde konuşma da bari hiç olmazsa ayıbın belli olmasın. Sus da… Karga durup durup da birden “gak!” dediği zaman millet ne diyecek:

“—Amma da çirkin sesi varmış!” diyecek.

Sussa belki anlayamaz. Onun için bazıları çok yanlış işler

yaptılar, biliyorum yaptıklarını. Ve çok da kötü durumlara düştüler sonradan. Çok kötü durumlara düştüler.


Biz ne yapacağız? Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerine sarılmak, sünnet-i seniyyeye uymak, bid’atlardan kaçınmak yoludur. Biz dikkatli olacağız, biz edepli olacağız. Biz bilmediğimiz konuda… Bak ne diyor:

(Vema cehiltüm minhu) “Bilmediğinizi, (fereddûhu ilâ àlimihî) alimine bırakın o işi.” Bilmediğin konuda da konuşmak zorunda değilsin ki… Bilmediğin konuda ne karıştırıyorsun ortalığı, ne diye konuşuyorsun? Bilmiyorsun işte, bilmediğin de ortada.

Tahsilin yok… Lise tahsiliyle bu iş olmaz ki. Tornavida ile elektronik saat tamir edilmez ki… Her her mesleğin bir erbabı var. Hatta her vidanın ayrı bir tornavidası oluyor. Yıldız tornavida ile açılacak şeyi ötekisiyle açmaya kalktın mı bozuluyor. Yâni erbabına bırakmak lazım.


O bakımdan biz buna dikkat edeceğiz. Edepli olacağız, dikkatli olacağız, saygılı olacağız ve kendimizin hatalı bir şey söylememesine çok dikkat edeceğiz.

Hatalı bir söz aman söylemeyelim, aman ağzımızdan bir yanlış şey çıkıp da helâk olmayalım diye… Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“—İnsanları ekseriyetle helak eden, ekseriyetle cehennemlik eden, ekseriyetle cezaya müstahak hale getiren nedir? İki dudağı arasıyla, iki bacağı arası…” diyor, kısaca anlatıyor.

Ekseriyetle insanlar neden günaha giriyor, neden cehenneme

27

düşüyor? İki dudağı arası. Yâni söylediği sözlere dikkat etmediğinden. İki bacağı arası, yâni namusunu koruyamadığından. Ekseriyetle bundan olur diye söylüyor.

Onun için biz bu edebe riayet edelim. Kur’ân’ı çalışalım, Kur’ân’ı sevelim, Kur’ân başımızın tacıdır. Ama Kur’ân oyuncak değildir. Münakaşa mevzuu yapmayalım!


b. Kur’an-ı Kerim’in Hükümleri


Hemen öbür hadis-i şerife geçiyorum:2


أُنْزِلَ القُرْآنُ على عَشْرَةِ أَحْرُفٍ: بَشيرٌ، وَنَذِيرٌ، وَنَ اسِخٌ، وَمَنْسُوخٌ،


وَعِظَةٌ، وَمَثَلٌ، وَمُحْكَمٌ، وَمُتَ شَابِهٌ، وَحَلالٌ، وَحَرامٌ (أبو نصر

السجزى عن على)


RE. 84/2 (Ünzile’l-kur’ânu alâ aşreti ahrufin: Beşîrun ve nezîrun, ve nâsihun, ve mensùhun, ve ızatun, ve meselün, ve muhkemun, ve müteşâbihun, ve halâlun, ve harâmun.)

“Kur’ân on tarz hükmü ihtiva etmektedir. Bir: Beşîr.” Bazı ayetler insana istikbalde iyi müslüman olursa, iyi kul olursa ne güzel mükafatlar alacağını anlatan müjdeleyici ayetlerdir. Bir kısmı müjdeleyicidir.

Mesela:


نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (الحجر:٩٤)


(Nebbi’ ibâdî, ennî ene’l-gafûru’r-rahîm) “Ey Rasûlüm, kullarıma haber ver ki, Gafûr ve Rahîm olan benim! Çok affeden, çok mağfiret eden, çok merhametli olan benim! Kullarıma bunu



2 Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.16, no:2956; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.69, no:5821.

28

müjdele!” (Hicr, 15/49)

Müjdeli bak, ne kadar güzel. Tamam… Bir kısmı müjdeleyicidir.

Bir kısmı (nezîr) ihtar edicidir, ikaz edicidir, korkutucudur:


وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمُ (الحجر: ٠٥)


(Ve enne azâbî hüve’l-azâbü’l-elîm) [Benim azabımın çok elem verici, çok şidditli bir azap olduğunu da bildir!] (Hicr, 15/50) Bu da ne? Bu da tehditli, bu da ikaz edici. Yâni günah işlemeyin, cezanızı çekersiniz, cayır cayır yanarsınız, çok pişman olursunuz, perişan olursunuz demek.


Sonra (ve nâsihun ve mensùhun) “Yeni bir hüküm getirir, eski hükmü kaldırır.” Eski hükme mensùh denilir, yeni hükme nâsıh denilir. Onun için

“—Kur’ân-ı Kerim’de şöyle yazıyor…” der birisi.

Demek lazım ki ona:

“—Sen Kur’ân-ı Kerim’in tarihini biliyor musun? İniş sırasını biliyor musun? Kur’ân-ı Kerim’in nâsıhını, mensùhunu biliyor musun?”

Hani Allah bir emir göndermiştir. Ondan sonra bir emir daha göndermiştir arkasından. Sen en son emri biliyor musun? Meselâ Müzzemmil Sûresi’nde:

“—Geceleyin kalk, gece ibadeti yap. Teheccüd namazı kıl!” diye emir var. Müzzemmil Sûresi’nin son ayetinde… Bu işe çok düşmüş sahabe-i kirâm. Sabahlara kadar ibadet etmişler.

Uyku durak olmayacak şeklide gece ibadetini çok yapınca, en son ayet-i kerimede de: “—İçinizden bir kısmını seyahate gidebilir, bir kısmınız savaş için sefere çıkmış olabilir, içinizde hasta olanlar olabilir, bu kadar aşırı yapmayın!” diye hafifletici bir hüküm var.

Birincisi, ikincisi… Nâsıhı, mensùhu bilmek lazım. Yâni hangi ayet gelmiş, öteki ayetin hükmünü sınırlamış, durdurmuş, değiştirmiş… Onu iyi bilmek lazım. Etti dört… Müjdeleyici, ihtar, ikaz edip korkutucu, hükmü kaldıran, hükmü kaldırılan; dört…

29

Sonra, (Ve ızatun) “Öğüt.” “—Şunu şöyle yapın ey kullarım! Bunu böyle yapmayın ey kullarım! Birbirinizi gıybet etmeyin…”


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنْ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَ


تَجَسَّسُوا وَلَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا (حجرات:12)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’ctenibû kesîren mine’z-zanni) [Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının, sûi zanda bulunmayın! (İnne ba’da’z-zanni ismün) Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin! (Ve lâ tecessesû) Tecessüs etmeyin, birbirinizin kusurunu araştırmayın! (Ve lâ yağteb ba’dukum ba’dâ) Biriniz ötekisini gıybet etmesin!” (Hucurat, 49/12)

30

“—Bu adam niye geceleyin kalktı? Niye ışıkları yandı? Eve kim girdi, kim çıktı?..”

Ne oluyorsun yâhu! Tecessüs etmeyin!..

Bunlar ne? Birer öğüt. Şöyle yapma, böyle yap!.. Birer öğüt.


لَ تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَاْلأَذَى (البقرة:٤٦)


(Lâ tübtilû sadakàtiküm bi’l-menni ve’l-ezâ) “Verdiğiniz sadakaları, zekâtları başa kakarak, eza vererek bâtıl hale, boş hale getirmeyin!” (Bakara, 2/264) diyor. Bu da öğüt…

Öğütler var Kur’ân-ı Kerim’de…

(Ve meselün) “Eski kavimlerin başına gelen olaylar misal olarak zikredilir.” Bak Nuh kavmi şöyle şöyle yaptı da sonra böyle belâsını buldu. Semûd kavmi şöyle şöyle yaptı da, Salih Peygamber’in sözünü dinlemedi de sonra böyle oldu. Hûd AS şöyle şöyle yaptı, ondan sonra kavminin başına şu geldi manasına... Eski ümmetlerin kıssaları var. Bunlara kıssa deniliyor. Bir de temsiller var.

Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:


لَوْ أَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْآنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ


اللََِّّ، وَتِلْكَ اْلأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (الحشر:21)


(Lev enzelnâ hâze’l-kur’âne alâ cebelin) “Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, (leraaytehû hàşian mütesaddian min haşyeti’llâh) muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.” Allah’ın haşyetinden böyle büzülür, eğilir, tirtir titrer, parça parça parçalanırdı. Dağ sağlam olduğu halde, taştan yapılmış olduğu halde öyle olurdu.” (Ve tilke’l-emsâlü nadribühâ li’n-nâsi leallehüm yetefekkerûn.” “Biz bu meselleri insanlara naklederiz, söyleriz ki akıllarını başlarına toplasınlar diye.” (Haşr, 59/21) buyuruyor.

“Şu size indirdiğimiz Kur’ân-ı Kerim var ya, siz bunun kadrini,

31

kıymetini bilmiyorsunuz, buna gereken hürmeti göstermiyor- sunuz… Eğer bir bu Kur’ân-ı Kerim’i bir dağın üzerine indirseydik, dağa hitaben gönderseydik… ‘Ey dağ! Bak sana vahiy gönderiyorum, Allah’ın vahyini dinle!’ diye dağa gönderseydik, çatır çatır kocaman ulu dağ, kayalık dağ, yüksek dağ, zirve… Bir dağın üzerine indirseydik bu Kur’ân-ı Kerim’i; dağı parça parça parçalanmış, Allah’ın haşyetinden, korkusundan büzülmüş görürdün!”

O koca dağ böyle olurdu. Nedir bu sizin gafletiniz, duygusuzluğunuz, anlayışsızlığınız, hissizliğiniz, vurdum

duymazlığınız demek. Tabii bu temsil.

Demek ki bir kısmı da böyledir. Allah’tan gayrisine taptığınız putlar var ya bir sivrisineğin kanadını bile yaratamaz. Bu da bir mesel bak. İşte bak… Kolayca anlaşılsın diye Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle meseller irâd ediyor.


Sonra (ve muhkemün ve müteşâbihun) Apaçık ayetler vardır, muhkem ayet denilir bunlara… Sağlam, hükmü kesin, apaçık, bir hükmü sağlamca bildiriyor.

(Ve müteşâbihun) Manasını herkesin kavrayamayacağı esrarlı ayetler vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim çağlara hitap ediyor. O eski çağın adamı anlamaz da ilerideki adam anlayacak onu. Falanca alim anlayacak.

“—Aaa, vay! Böyle mi demiş Kur’ân-ı Kerim? Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlüh!” Böyle şeyler var. Vay “Kur’ân-ı Kerim böyle mi demiş!” deyip müslüman olanlar var, Kur’ân-ı Kerim’in bir ayetiyle…


Ben Ankara’dayken birisi geldi. Yokladım, kurcaladım,

“—Ailenden, soyundan, sülâlenden müslüman var mı, yok mu?” “—Yok hocam, hiç arama!” dedi. “Benim soyum eskiden beri hep böyle hıristiyan, müslüman yok!” dedi.

“—Nasıl müslüman oldun?” dedim.

“—Kur’ân-ı Kerim’i okudum, müslüman oldum!” dedi.

Kur’ân-ı Kerim’in böyle özelliği var. Esrarengiz ayetler var.

32

Muhkem ayetler var. İnsanı böyle mest eden ayetler var. Ama bir kısmını da herkes anlayamaz.

Yüksek matematiği köylü dayı anlıyor mu? Anlayamıyor… İnce, vücudun hassas beynini, falanca şeylerini basit bir öğrenci anlayabiliyor mu? Anlayamıyor. Her konuda derin mütehassıs olan insan var, bir de çağlar boyunca insanlığın gelişmesi var. İlk Çağ’la Yirminci Yüzyıl bir değil ki. Orta Çağ’la, zamanımız aynı değil ki. Tabii onun da farkı olacak.


(Ve halâlun ve harâmun) “Helalleri bildiren ayetler var, haramları bildiren ayetler var.”

Domuz eti yemeyin, ölmüş hayvan eti yemeyin! Kan haramdır ve saire… Bunlar haram, bunları yapmayın. İçki içmeyin, kumar oynamayın. Bunlar haram… Zina etmeyin, haram…

Bir de helaller var:


كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَ تُسْرِفُوا إِنَّهُ لَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ (الأعراف:31)


(Külû ve’şrabû velâ tusrifû) “Yeyin, için, israf etmeyin; (innehû lâ yuhibbü’l-müsrifîn) çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)


فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ، فَإِنْ خِفْتُمْ


أَلَّ تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً (النساء:3)


(Fe’nkihû mâ tâbe leküm mine’n-nisâi mesnâ ve sülâse ve rubâ’, fein hiftüm ellâ ta’dilû fevâhideten) [Beğendiğiniz size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Ama aralarında adalet etmekten korkarsanız bir tane alın!] (Nisa, 4/3)

“—Hanımlardan uygun olanlarını, saliha hatunları nikâhlayın, evlenebilirsiniz.”

Bir müsaade, helâl. Haram değil, günah değil, sevap.

33

Demek ki Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinin çeşitleri varmış. Onları da sıralamış olduk bu hadis-i şerifte…

Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinin çeşitleri var. Nedir? Müjdeleyici ayetler, ikaz ihtar edip korkutucu ayetler, hükmü kaldıran ayetler, hükmü kaldırılan ayetler, öğüt ayetleri, mesel ayetleri, muhkem ayetler, müteşâbih ayetler, helalleri bildiren ayetler, haramları bildiren ayetler. Çeşitleri var diye Peygamber Efendimiz bildirmiş.

Tabii bunları bilmezse bir insan, Kur’anı tam iyi tanıyamaz. Kur’ân-ı Kerim’i anlayamaz. Kur’ân-ı Kerim’i anlamak için iyice Kur’ân-ı Kerim’in ehli olmak için bu çeşitler hakkında da iyi bilgi sahibi olması lazım, öğrenmesi lazım onları da…


c. Ayetlerin İncelikleri


Üçüncü hadis-i şerif:

İbn-i Mes’ud RA’dan rivayet edilmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:3


أُنْزِلَ الْ قُرْآنُ عَلٰى سَبْعَةِ أحْرُفٍ لكُلِّ حَرْفٍ مِنْهَا ظَهْرٌ وبَطْنٌ، وَلِكُ لِّ


حَرْفٍ حَدٌّ مُطَّلَعٌ (ابن جرير، حب . طب . وأبو نصر السجزى

فى الإبانة عن ابن مسعود)


RE. 84/3 (Ünzile’l-kur’ân alâ seb’ati ahrufin, li-külli harfin minhâ zahrun ve batnun, ve li-külli harfin haddün muttaleun)

(Ünzile’l-kur’ân alâ seb’ati ahrufin) “Kur’ân-ı Kerim yedi harf

üzere indirilmiştir. Yedi lügat üzere…”

Şimdi Arapların çeşitli kabileleri var. Her birinin üslubu var. Şivesi var. Adam senin şöyle dediğin kelimeye, onların kabilesinde telaffuz böyle. Mesela biz gel diyoruz, Karadenizli kardeşlerimiz



3 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.236, no:773; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.278, no:5403; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.53, no:3086; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.67, no:5819.

34

cel, cel diyor mesela. Bu bir şey. Bunun gibi işte yedi telaffuz veya harf üzere veya şive üzere indirilmiştir. Veya çeşit üzere indirilmiştir.

Bu harften maksat nedir diye çeşitli alimlerin rivayetleri var. Her veçhin de bir zahiri vardır, bir batını vardır. Her çeşidin bir dış görünüşü bir de iç şeyi vardır. Ve hepsinin hududu vardır. Ve inkişaf noktası vardır. İşte Kur’ân-ı Kerim’i iyi bilmek için, bunları iyice öğrenmek lazım.

Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerim konusunda bu râvî Abdullah ibn-i Mes’ud Efendimiz çok bilgiliydi, Kur’ân-ı Kerim’i çok iyi bilen bir kimseydi. O söylüyor Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerif’ini o naklediyor bize. Bunların hepsini tefsir kitaplarını okuyup, güzelce öğrenmek lazım. Öyle yâni… Arap bile, Arapça biliyorum diye Kur’ân-ı Kerim’i izaha kendisi kalkışamaz. Neden? Arapça yetmez.


Çok güzel bir söz söylüyor Kemal Kürkçüoğlu diye bir zat vardı, Allah rahmet eylesin. Mü’min kimse… Milli Eğitin, din eğitimi genel müdürlüğü de yapmıştı. Bizimle de muarefesi vardı, tasavvufla ilgisi vardı, şairliği vardı… O diyor ki: “Kur’ân-ı Kerim Arapça değildir, Rabca’dır. Yâni Allah söylüyor bunu. Her Arap bu Rabca’yı anlayamaz. Hıristiyansa hiç anlayamaz. Müslüman olsa o da yetmez. E okuyacak biraz, öğrenecek. Tefsir kitapları var. Bu duvardan o duvara yazılmış tefsir kitapları var…

Geçen gün bir alimi okuduk. Bir Kur’ân-ı Kerim tefsiri yazmış. Bin cüz. Maşallah!.. Çok sevdim adamı yâni. İsmi şöyle kalbime yazıldı yâni. Hadis ilminde de bir kitap yazmış o da bin beş yüz cüz. Yâni bu cüz bir fasikül bile olsa, muazzam bir bilgi. Muazzam bir bilgi. Yâni bir cüzde kaç sayfa varsa, bir ayet için kaç sayfa ayırmış olduğunu anlayın oradan yâni. Bir de uzun uzun yazdıysa, ne kadar müthiş bilgiler var işin içinde. E insanın bunları okumadan, öğrenmeden, bilmeden cahillikle kalkıp Arapçayı biraz okudum diye ahkâm kesmesi uygun olmaz.


Bizim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bir tefsir kitabı yazmış, sekiz cilt. Böyle odaya kapanırmış, bütün kitapları

35

açarmış. Oraya onu koyarmış, oraya onu. Basacak yer yok odada. Bir ona bakarmış, bir oraya bakarmış. Hülasasını işte oraya yazmış, sekiz cilt. Muazzam güzel bir tefsir. Okumak, anlamak bir mesele. Ama Kur’ân-ı Kerim’in kendisinin yanında deryadan bir bardak nümune, o kadar. Derya nerede, bardak nerede…

Hani bir bardak suda fırtına koparmak filan diyorlar. Bir bardak ne olacak, yâni nihayet bir bardak, güp diye içersin. Ama deryayı içemezsin. Derya tatlı bile olsa. Tuzlu olduğu için içmek değil de… Onu kimse içemez. Kur’ân-ı Kerim deryadır. Onları bilmeyen insan da lütfen haddini bilsin de Kur’ân-ı Kerim’i diline dolamasın, bilmediği şeylerden anlatmaya, konuşmaya kalkmasın. İnsaf… Allah’ın kelamı, oyuncak değil. Allah’ın ne dediğini, bizden ne istediğini anlatıyor Kur’ân-ı Kerim. O konu da yanlış bir yorum yaparsa mahvolacak. Evet…


d. Kur’an-ı Kerim Yedi Kısımdır


Dördüncü hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:4


أُنْزِلَ الْ قُرْآنُ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ: آمِرٌ، وَ زَاجِرٌ، وَتَرْغِيبٌ، وَتَرْهِيبٌ،


وَجَدَلٌ، وَقِصَصٌ، وَمَثَلٌ (ابن جرير عن أبى قلابة مرسلاً)


(Ünzile’l-kur’ânu alâ seb’ati ahrufin, amirun ve zâcirun ve terğibun ve terhibun, ve cedelün, ve kısasun, ve meselün)

Burada da yine Kur’ân-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir diyor. Bu harflerden ne kasdedildiğine dair mâlûmat olduğu için, bu hadis-i şerifi de buraya yazmış demek ki şeyhimiz.

Yedi harf üzere inmiştir, bu yedi nedir?

1. (Âmirun) “Emredici, bir…



4 Taberî, Tefsir, c.I, s.69, no:68; Ebû Kılâbe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.55, no:3096; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.66, no: 5815.

36

2. (Ve zâcirun) Yapma diye men edici, iki…” Şunu yap diye emreden, yapma diye yasaklayan, iki…

3, 4. (Ve terğibun, ve terhibun) Bak şöyle yaparsanız sevap kazanırsınız, terğib bu. Şöyle yaparsanız bak çok kötü duruma düşersiniz, bu da terhib… Terğib bir şeyi rağbetlendirmek demek, terhib de bir şeyi yapmayın diye korkutmak demek, dört…

5. (Ve cedelün,) Bir de cedel var Kur’ân-ı Kerim’de… “Kâfirler şöyle dedi, sen ona şöyle söyle ey Rasulüm!” Onlarla mücadele. Kâfirin küfrüne karşı, Allah’ın cevabı.


Mesela ne demiş: Kemiği eline almış kafir, müşrik. Peygamber Efendimiz’in karşısına gelmiş. Eski bir kemik bulmuş ne kemiği bulduysa. Böyle parmakları arasında ufalamış. Kemik ufalanıyor. Çürümüş yâni…

“—Bu çürümüş kemik böyle ufalanıp dururken, Allah bunu da mı diriltecek?” kafirliğe bak, diriltemez sanıyor. Peygamber

37

Efendimiz’e Allah ayet indiyor. De ki o kâfire:


قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ ، وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ

(يٰسٓ:٩٧)


(Kul yuhyîhe’llezî enşeehâ evvele merreh) “Rasûlüm de ki o kâfire: Onu ilk yaratan Allah ilk başta nasıl yaratmışsa, onu tekrar yaratacak. (Ve hüve bi-külli halkın alîm.) O her çeşit yaratmaya kàdirdir ve bilgilidir.” (Yâsin, 36/79)

Onu ilk yaratan Allah değil mi? Hatta o ilk yaratışından sonra onun çürümesi bile Allah’tan. Niye çürüyor? Değişme oluyor, o değişme de Allah’tan. O değişmeyi yaptırtan da Allah. Onu yeniden yaratmaya da kàdirdir. Her çeşit yaratmayı hakkıyla bilir, her çeşit yaratmaya hakkıyla kadirdir.

Nedir bu? Kafirin kafirce bir sözüne, Allah’ın bir cevabı var, cedel… Öyle diyorsun ama böyledir diye. Evet Kur’ân-ı Kerim’de böyle şeyler de var. İnsan okudukça imanı artar.

“—Vay be! Kâfir de amma boş kafalıymış. Müşrik de amma yanlış düşünüyormuş!” der.

Bak diyor ki bir ayet-i kerimede:


لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّ اللَُّ لَفَسَدَتَا (الأنبياء:22)


(Lev kâne fîhimâ âlihetün illa’llahu lefesedetâ) “Eğer bu yerde, göklerde Allah’tan başka emir kuvvet sahibi varlık daha olsaydı, mücadele ederlerdi, (lefesedetâ) ortalık karmakarış olurdu. Yer gök mahvulordu, fesada uğrardı, bozulurdu. Karma karış olurdu. (Enbiyâ, 21/22)

Neden? O bir şey söyler, ötekisi bir şey söyler.

Bir birliğin başında iki tane komutan olsa, birisi hücum dese, ötekisi dur dese; birisi ileri dese, ötekisi geri dese; birisi sağa dese ötekisi sola dese bu askerler ne yapacak? Birbirlerine çarparlar, mahvolurlar, karışıklık olur…

38

Fesad karışıklık demek. Karmakarış olur ortalık. Eğer Allah’tan başka bir ilah daha olsaydı, bir tanrı daha –hâşâ, sümme hâşâ– olsaydı, nizam bozulurdu, karmakarış olurdu.


Ne diyorlar? Külhan beyler bile söylüyor:

“—Bana bak, çekil buradan, bir çöplükte iki horoz ötmez!” diyor. “Hadi bakalım, burası benim semtim!” diyor. Yâni olmuyor iki tane.

Ya birisi ötekisini temizleyecek, tepeleyecek, çekecek, kaçırtacak; bir tane olacak yâni, iki tane olmuyor. Bunları Allah CC çok güzel anlatıyor Kur’ân-ı Kerim’de. O zaman el-hamdü lillah bizim imanımız ne kadar kuvvetliymiş, ne kadar doğru yoldaymışım, el hamdü lillah ne kadar sağlam akla, mantığa, ilme, hikmete, irfana uygun bizim dinimiz. Hamd ediyoruz, secdelere kapanıyoruz, sevinçten uçuyoruz yâni. El-hamdü illah ki müslümanız yâni. Ya puta tapsaydık? Allah saklasın, ya öyle bir aileden gelseydik.

“—Hadi bakalım! Gel bu öküze tapın!” Öküz karşıda “Mööh!” diyecek, bu da onun karşısında ona kıymet vererek tapınacak. Öküz arkasından caddeyi pisleyecek, bu da onu temizleyecek. Hadi bakalım, taptığının pisliği! Buyur…

Ondan sonra biz getireceğiz öküzü keseceğiz burada. Etinden taze ise, beğeniyorsak pirzola yapacağız, yiyeceğiz... O orada tapınacak. Derisinden pabuç yapacağız, tepe tepe giyeceğiz… O orada ona tapınacak. Boynuzundan borazan yapacak millet… O orada tapınacak. Akıl mantık var mı? Yok… Demek ki el-hamdü lillah bizim dinimiz ne kadar güzelmiş, memnun oluyoruz.


Evet Kur’ân-ı Kerim’de ne vardır? Böyle şeyler de vardır. Yâni kâfirlere ne söylemek lazım geldiğini mücadelenin usulünü gösteren, söylenecek sözü gösteren ayetler de vardır.

6. (Ve kısâsun) Demin de söylediğim gibi kıssalar vardır.

Firavun ne yaptı, sonra ne oldu?

“—Bu dağlar benimdir, bu ovalar benimdir, bu ülke benimdir!” dedi. “Benden başka sizin tanrınız olamaz, bana tapacaksınız!..” dedi.

39

Sonra ne oldu? Suda boğuldu gitti. Leşini deniz kenara attı. Hani ne oldu? Nerede kaldı o iddialar, o palavralar?.. Bitti.

İşte Nuh AS’ın kavmi… Dinlemediler. Hem de nasıl dinlememişler, inada bak yâni:


رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلاً وَنَهَارًا. فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلً فِرَارًا (نوح:٥-٦)


(Rabbi innî deavtü kavmî leylen ve nehârâ.) “Yâ Rabbi! Sen vazife verdin, peygamberlik verdin, ben de kavmimi gece gündüz senin yoluna çağırdım. (Felem yezidhüm duâî illâ firârâ.) Benim bu davetime bir cevap vermediler, ben onları doğru yola çağırdıkça ancak geri kaçmayı arttırdılar.” (Nuh, 71/5-6)


وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا

40

ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا (نوح:٧)


(Ve innî küllemâ deavtühüm li-tağfira lehüm) “Ben onları hak yola çağırıp, sen onları mağfiret edesin diye imana davet ettiğim zaman, (cealû esàbiahüm fî âzânihim) kulaklarına parmaklarını tıkadılar. (Ve’stağşev siyâbehüm ve esarrû ve’stekberu’stikbârâ.) Elbiselerine büründüler, küfürde ısrar ettiler, hakkı kabul etmemekte direttiler, kibirlendiler. Ondan sonra putlarını bırakmadılar, şirki bırakmadılar.” (Nuh, 71/ 7)

“—Boş ver!” demekle yetinmiyor, bir de inadından kulaklarını tıkıyor.

Böyle inat ettiler de ne oldu? Tufan geldi, hepsini sildi süpürdü. Hepsi boğuldu. Yeryüzünde kafirlerden kimse kalmadı. Nuh AS’ın yanında olanlar, ona iman edenler kurtuldu. Oğlu iman etmedi, mahvoldu. Karısı iman etmedi, mahvoldu. Çok ibretli. Bunlar nedir? İşte bunlar emsaldir. Kıssalardır.

7. (Ve meselün) Sonra meseller de vardır.

Demek ki bu hadis-i şerife göre Kur’ân-ı Kerim yedi harftirden maksat, yedi kısımdır demek. İşte bu da emir, nehiy, teşvik, terhib, cedel, kısas, mesel diye sıralanmış.


e. Kur’an-ı Kerim Şifa Vericidir


Beşinci hadis-i şerif, hep Kur’ân üzerine altı tane gelecek dedim, beşinciye geldik.

Muaz RA’dan rivayet edilmiş. Buyurmuş ki Rasûlüllah Efendimiz:5



5 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.150, no:312; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.319, no:11589: Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.142, no:6033; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.318, no:11586; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.V, s.193, no:2; Ümm-ü Eyyûb RA’dan.

Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.272, no:6804; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.316, no:11578; Hz. Osman RA’dan.

41

أُنْزِلَ القُرْآنُ مِنْ سَبْعَةِ أبْوابٍ عَلٰى سَبْعَةِ أحْرُفٍ، كُلُّهَ ا شَ افٍ، كَافٍ

(طب. عن معاذ)


RE. 84/5 (Ünzile’l-kur’âni min seb’ati ebvabin, alâ seb’ati ahrufin, küllühâ şâfin, kâfin)

“Kur’ân-ı Kerim yedi kapıdan, yedi harf üzere inmiştir. Her birisi şifa bahşedicidir, insanın dertlerine, sorularını cevaplandırmaya kifayet edecek mahiyettedir.” Yâni çeşitleri var Kur’ân-ı Kerim’in. Nedir bu çeşitler? İşte o çeşitlerin ne olduğuna dair geçtiğimiz hadis-i şeriflerde rivayetler oldu. Şunu anlıyoruz ki Kur’ân-ı Kerim’in içinde çeşitli sınıflandırmalara göre farklı durumda olan ayetler var. Onları öğrenmek lazım, dikkat etmek lazım geliyor.


f. Mekke, Medine, Şam


Ve altıncı hadis-i şerif:6


أُنْزِلَ القُرْآنُ فِي ثَلاَثَةِ أَمْكِنَةٍ: مَكَّةَ، وَالْمَدِينَةَ، وَ الشَّامَ

(كر. عن أبى أمامة)


(Ünzile’l-kur’âni fî selasi emkinetin: Mekkete, ve’l-medinete, ve’ş- şâm) “Kur’ân-ı Kerim üç yerde inmiştir: Mekke’de, Medine’de ve Şam’da…” diye bildiriyor.

Şimdi bir kere ayetler genel olarak Mekkî ve Medenî, yâni


Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.53, no:3084; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.69, no:5823.


6 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.171, no:7717; Heysemî, Mecmaü’z Zevâid, c.VII, s.327, no:11620; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.I, s.165; Ebû Ümâme RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.48, no:3066; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.69, no:5822.

42

Mekke’ye ait, Medine’ye ait diye ikiye ayrılır. Onun için surenin başında yazar; bu sure Mekkî sûredir yâni Mekke’de inmiş suredir demek. Mekkî kelimesinin tarifi var. Medenî, yâni Medineli sözünün tarifi var.

Bunların detayı Kur’ân-ı Kerim’i anlatan güzel kitaplar var. Ömer Nasûhi Hocamız’ın güzel kitabı var. Daha başka kimselerin kitapları var. Mekke ve Medineli… Hangileri Mekkî sayılır, hangileri medeni sayılır.


Bir de burada Şam diyor. Tabii Peygamber Efendimiz Şam’a kadar gitmedi ama Tebük’e kadar gitti. Araplara göre Peygamber Efendimiz’in zamanında kuzey taraf Şam sayılırdı. Yâni biz Şam deyince, şimdi Suriye’nin baş şehrini düşünüyoruz. Araplarda o manaya değil. Suriye’nin baş şehrinin adı başka; Dımaşk diyorlar ona. Avrupalılarda da Damascus diyorlar, aynı.. Dımaşk ve Damascus aynıdır. Şam dedikleri sol taraf demek aslında. Kelimenin çıkışı: şam ne demek? Sol taraf demek.

“—E yâni niye sol taraf demişler kuzeyde olan kısımlara, yukarıda olan kısımlara?” Güneşe doğru baktıkları zamanı esas almışlar eski Araplar. Güneşe doğru baktıkları zaman doğuya bakıyorlar. Tabii ne olur? Sol taraf Şam. Yâni sol. Kuzey taraf olur. Sağ taraf Yemen. Yemîn sağ taraf demek Arapçada. Cenub yâni yemen ondan demişler. Yemene Yemen denmesi, sağda olduğundan; Şam’a Şam denmesi solda olduğunda. Şark, garp güneşin doğduğu yer, battığı yer. Sağ taraf, sol taraf diye isimlendirmişler.

Onun için aşağı tarafta, cenubde olan yere yemen diyorlar, yukarıda olan yere de şam diyarı diyorlar. Bir şehir değil, mıntıka yâni, kuzey demek yâni. Demek ki Mekke’de inmiş, Medine’de inmiş, kuzey tarafta inmiş diye böyle bir sıralama var. Başka tasnifler de var ayetlerin, gece inenleri var, leylî deniliyor. Gündüz inenler var, neharî deniliyor. Çeşitli taksimler var, o Kur’ân-ı Kerim’i anlatan kitaplardan onları güzelce öğrenirsiniz. Tariflerini de öğrenirsiniz. Çünkü Medineli ayet denildiği zaman, Mekkî ayet denildiği zaman ne anlaşılacak, o hususta da başka tarifler var.

43

Gelelim biz yedinci hadis-i şerife. Buraya kadar Kur’ân-ı Kerimle ilgili bilgiler sunulmuş oldu. Kur’ân-ı Kerim’i iyi öğrenmek için, Kur’ân bilgilerini tam öğrenmemiz lazım. Sağlam alimlerin, büyük alimlerin, takva ehli, salih alimlerin Kur’ân üzerine yazmış olduğu kitapları okumak lazım.

Bozuk insanların kitaplarını okumamak lazım. Çünkü bozuk insan meseleye tam vakıf değildir. Yanlış fikir söyler, kafirce fikir söyler, eksik fikir söyler, yanlış bilgi sahibi olur insan. Demek ki biz okuyacağımız kitaplarda konunun uzmanı, hakikaten mütehassısı, alimi olan insanların eserini okuyacağız. Cahili olan insanların eserlerini okumaktan kaçınacağız çünkü vakit israfıdır. Cahilin yanlışını düzelteceğim derken çok zaman harcanır. Delinin birisi kuyuya bir taş atar, bir deli bir kuyuya bir taş atar, on tane akıllı o taşı çıkaracağım diye ter döker. Kolay değil yâni. Onun için yanlış kitap okumayın.

44

Bir arkadaş vardı profesör, öldü, Allah rahmet eylesin. Fransaya gitmiş, tabii orada müslüman, ilahiyatlı olduğu için oradaki kaldığı şehirdeki insanlarla çeşitli münakaşalar yapmışlar, dini konularda… O da demiş ki:

“—Bak şu kitabı, şu kitabı oku, göreceksin o zaman bizim haklı olduğumuzu!..” o zaman diyor ki, hayret ettim diyor bana anlatırken.

“—Ben senin söylediğin kitabı, papaza sormadan okuyamam!” demiş. “Önce papaza bir soracağım, ‘Efendim, şu kitabı oku diyorlar, okuyayım mı, okumayayım mı?’ oku derse okuyacağım!” diyor. Bak adamlar nasıl şeye bağlamışlar. Kendi elemanlarını… O kitabı okuma diyecek, tamam. Bir bakıma güzel neden? Mütehassısı hangi kitabın okunacağını, okunmayacağını söyleyebilir. Onun için bizde de kardeşlerimiz her kitabı okumasa da alime gelse sorsa, iyi olur.

Papaz tabii yamuk insan olduğundan, yanlış insana sormuş oluyor. Hangi kitabı okuyacağına aslında gerçek alim bir kimseye sorması lazım. Fransa’daysa, gidip Hamidullah Bey’e sorsunlar

orada ne diyecek?.. Yanlış yere soruyor tabii. Türkiye’de de yanlış yere sorarsan, namaz kılmayan bir insana cuma namazına gitmek iyi midir, kötü müdür diye sorsan ne diyecek? Kendisi de gitmiyor zaten; “—Gitmesen de olur.” der.


Böylece Kur’ân-ı Kerim’i iyi öğrenmek lazım diye, bu hadis-i şeriflerden sonra ona dikkati çekiyoruz. Bakın şu ayet-i kerimeyi hiç unutmayın, sabahları okunuyor mihrabda:


لَوْ أَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْآنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ


اللََِّّ، وَتِلْكَ اْلأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (الحشر: 21)


(Lev enzelnâ hâze’l-kur’âne alâ cebelin) “Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, (leraaytehû hàşian mütesaddian min haşyeti’llâh)

45

muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.” Allah’ın haşyetinden böyle büzülür, eğilir, tirtir titrer, parça parça parçalanırdı. Dağ sağlam olduğu halde, taştan yapılmış olduğu halde öyle olurdu. (Ve tilke’l-emsâlü nadribühâ li’n-nâsi leallehüm yetefekkerûn.” [Bu misalleri insanlara, düşünsünler diye veriyoruz.] (Haşr, 59/21) buyruluyor.

Yâni bu kadar önemli Allah’ın kelamı. Onun için bunu öğreneceğiz. Öğrenmek için de bu kadar hadis-i şeriften aklımızda kalan ne? Kur’ân-ı Kerim’in incelikleri var, çeşitleri var, onları da öğreneceğiz.

“—Bu çeşitleri kimden öğreneceğiz?” Kur’ân’ı iyi bilen alim, sàlih, àbid, zâhid, ehl-i Kur’ân Allah’ın mübarek kullarından öğreneceğiz.


Şimdi ben Ankara’da bir vali kardeşimiz bana rica etti, dedi bir tanıdığım var, akrabam. Onlar cumartesi günleri toplanıyorlarmış, Kur’ân-ı Kerim öğrenmek istiyorlar. “—Hocam şunlara gidip Kur’ân-ı Kerim öğretiverir misin?” dedi. Ben de o zaman fakültede asistandım. Vali, sevdiğimiz kimse, vali rica edince insanın da koltuğu kabarıyor, hoşuna da gidiyor. Sonra Kur’ân öğreteceksin dedi, o da güzel. Sevap kazanacağız demek ki… Kalktım, gittim. E, gittim toplantıya… Bahçelievler’de bir ziraat mühendisi beyefendinin apartman dairesi. Kaloriferli daire. Gittim… İçeri girdim, şoke oldum, şaşırdım, afalladım. Niye? Bizim Kur’ân talebelerinin kimisi mini etekli, kimisinin başı açık, kimisi erkek, kimisi kadın, kimisi büyük, kimisi küçük. Dizilmişler karşıma. Hadiii… Ben böyle tahmin etmiyordum. Harman olacaklarını tahmin etmiyordum böyle yeni harman sigarası gibi. Oradan bir şaşırdım. Mini etek…

Yâhu Kur’ân okuyacak insan hiç olmazsa evinden arar, bulur, bir uzun etek bulur, maksi etek, onu giyer. Kur’ân dersine gidiyorum diye. Bir de şifondan da olsa, uydurma da olsa, kaydırma da olsa başına bir örtü tedarik eder, öyle gelir Kur’ân dersine gidiyorum falan diye… Başı da açık, bacakları da açık.

46

Şimdi fesubhanallah, tövbe tövbe… Ben şaşırdım. Bizim böyle bir şeye alışkanlığımız yok. Şaşırdım, neyse ilk başta da bir şey de demedim. Dur bakalım nereye varacak iş diye, ben de merak ettim. Dedim:

“—Haydi! Kağıtlar, kalemler nerede?” Bir kara tahta bir şey yok mu şurada yâni elif yazacağım, be diyeceğim, üstün diyeceğim, esre, ötre diyeceğim, Kur’ân-ı Kerim’i anlatacağım, filan…

“—Yok!” dediler. “Biz öyle Kur’ân öğrenmek istemiyoruz.

“—E nasıl istiyorsunuz?” “—Bize Kur’ân-ı Kerim’in manasını anlat!” dediler.

Kur’ân-ı Kerim’in tefsirini istiyorlarmış. Ben de sandım Kur’ân- ı Kerim’in yazısını öğrenecekler.

“—E, pekâla!” dedim. O zaman nereden başlayalım, nereden başlayalım… Kur’ân-ı Kerim’in ilk inen ayetlerinden başlayalım diye düşündüm ben. Neden? Bunlar şey değil… Şimdi bekledim, bekledim. Akşam vaktinde çağırmışlardı, gittim. Namaz kılan yok içlerinde. Namaz kılmıyorlar. Dedim:

“—Ben namaz kılacağım.”

Ev sahibi afalladı, bocaladı. Bana bir küçük sandık odası gibi bir oda gösterdi. Duvarında ud asılı. Kocaman karınlı, ud mu deniliyor ona, ne deniliyorsa; dımbırtı… O asılı duvarda. Ondan sonra, bir de küçük etejer var, kitaplar var orada. Baktım Budizmle ilgili kitaplar var, Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar var. Haa… Anladım, adamlar koleksiyon yapıyor. Her dinden bilgi sahibi olacaklar, haftanın bazı günlerinde de dımbırtı var, anlaşılıyor. Bazı günlerinden dımbırtı, bazı günlerinde zımbırtı, bazı günlerinde tıkırtı, bazı günlerinde fıkırtı. Anlaşılan böyle gidiyor.


Şimdi ben namazı kıldım, canım sıkıldı tabii. Ama dedim ki, Allah Kur’ân-ı Kerim’i mü’min olmayan bir kavme, Peygamber Efendimiz’i gönderdi, o da uğraştı Allah’ın dinini tebliğ etti, ben de bunlara dini tebliğ edeyim dedim. Nasıl tebliğ edeyim? Kur’ân-ı Kerim’in iniş sırasına göre, Kur’ân-ı Kerim nasıl indiyse öne imanları bunların bir sağlamlaşsın, kendiliklerinden şöyle hizaya gelsiler falan.

47

İkra Sûresi’nden başladık. Hani Hıra mağarasındayken Peygamber Efendimiz’e ilk gelen vahiylerden başladık. Fakat ondan sonra Müddessir Sûresi, Müzzemmil Sûresi derken mühendislerden bir tanesi Almanca bir kitap getirmiş. Theodor Nöldeke’nin Kur’ân-ı Kerim üzerine bir kitabı.

Theodor Nöldeke İslam düşmanı bir Alman. Azılı kafir, biliyorum. Azılı kafir… Azılı kafirin Kur’ân üzerine yazdığı bir kitabı almış gelmiş Kur’ân çalışıyoruz diye. Canım Nöldeke’den ne çıkacak? Yâni sineği sıksan, ne yağı çıkar yâni. Nöldeke kafir, onun kitabını getirmiş. Onun oradan okuyarak konuyu daha geniş anlayacak, manlayacak falan… Yâni ne oluyor, ehil olmayan kaynaklardan Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmeye çalışıyor.

Biz epeyce tabii gittik, geldik, çalıştık. Onlar da memnun oldular. E biraz bilgileri biz tebliğ etmiş olduk, anlatmış olduk. Sonra benim askerlik işim geldi. Ben askere gittim. Ondan sonra bir daha geliş gidiş olmadı. Öyle kaldı. Tebliğ ettiklerimizden ne faydalandılarsa artık sekiz ay, ne kadar gittiysek, öyle oldu.

48

Yâni olmadık kitapları okursa insan, hidayet bulamaz. Kâfirin kitabını okudu mu sapıtır. Mesela İslâm Tarihi diye kitap yazmış İtalyan Leone Caetani isimli bir adam. Ama tek başına yazmamış, bütün papazlara taksim etmiş görevi. Ne kadar iftira, ne kadar yanlış, ne kadar hata, ne kadar kâfirce fikir varsa, hepsini kitabına yazmışlar. Annali dell’Islam diye bir İslâm düşmanı ve hatalarla dolu, iftiralarla dolu bir kitap yazmışlar.

Hüseyin Cahit Yalçın, hapise tıkılmış burada, gazeteci. İtalyanca biliyormuş. İtalyan lisesinden mi mezun, neyse. O kitabı tutmuş Türkçeye çevirmiş. Bez, gri ciltli on cilt halinde, basmışlar, piyasaya da sürmüşler. Okuyanın kafası karışıyor. Çünkü adamlar müsteşrik, papaz, din düşmanı, İslâm’a karşı… Artık Allah razı olsun, Asım Köksal var Ankara’da, iyi alim, fazıl, tanıdığımız bir kimse. O bir İslâm tarihi yazdı da çok güzel yazdı. Hatta Ziyâu’l-Hak Pakistan’a çağırdı da nişan verdi buna, büyük mükafat aldı. Biliyorsunuz Asım Köksal’ın İslam tarihi böyle beyne’l-milel bir mükâfat da aldı.


O hem İslam tarihini yazdı, hem de ayrı bir cilt halinde Annali dell’Islam Leone Caetani’nin İslam tarihi isimli iftiralar ve yanlışlarla dolu eserinin yanlışlarını koca bir eser halinde belirtti. İslam tarihinin de dipnotlarında belirtti.

Neyi anlatmak istiyorum bu kadar teferruattan, misaller, isimler vererek?.. Bir bilgiyi sağlam yerden almazsanız, zehirlenirsiniz. Suyu sokağın kenarındaki birikintilerden susadım diye eğilip, hüp içer misiniz? Her çeşmeden su içer misiniz? İçmezsiniz. Her çeşmenin suyu içilmez. Her kuşun eti yenmez. O çeşmenin üstüne yazıyor belediye kırmızı yazı ile: “—Bu su mikropludur, içilmez! Ancak sulamaya yarar, araba yıkamaya yarar!” diye yazıyor.

Onun için mikroplu adamların, mikroplu fikirleri, mikroplu kitaplardan AIDS mikrobu gibi yayılır. Hani doktorun birisi AIDS’li bir hastayı tedavi ederken bulaşmış. Öyle şeyler oluyor. Onun için mikroplardan sakınır gibi, böyle garezkâr insanların

49

eserlerinden de kaçınacaksınız.

Alim arayacaksınız. Hakiki alim arayacaksınız, takva ehli olacak, Allah’tan korkan insan olacak. Hakikaten derin alim olacak, güzel ahlaklı olacak. Misyoner falan olmayacak, oranın buranın ajanı, din düşmanı olmayacak.


Şimdi kaç dakika oldu konuşma başlayalı? Birisi bir söylesin bilen varsa. Kaç?.. Epeyce geçmiş… Bir hadis daha okuyalım, burada bırakalım. Yedinciyi okuyalım, bırakalım.


g. Kardeşine Yardım Et!


Ramuz’un 84. sayfasının 7. hadis-i şerifi.. Ahmed ibn-i Hanbel RA’de, Tirmizi’de, hem de Tirmizi hasen sahih hadis-i şerif diyer, İbn-i Hibban’da Enes RA’dan rivayet edilmiş. Taberani İbn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş. Yâni sahih bir hadis-i şerif.

Ne buyurmuş Peygamber Efendimiz:7


اُنْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا! قِيلَ: يَا رَسُولَ اللََِّّ ، أَنْصُرُهُ مَظْلُومًا،



7 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.863, no:2312; Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.210, no:2181; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.99, no:11967; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XI, s.571, no:5167; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.346, no:576; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.449, no:3838; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.101, no:7606; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.94, no:11290; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.94; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.II, s.764, no:762; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.411, no:1401; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.375, s.646; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.V, s.83; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.321; Bezzâr, Müsned, c.II, s.358, no:7458; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.122, no:229; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.V, s.338, no:40057; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.III, s.93, no:1092; Hàris, Müsned, c.III, s.238, no:747; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.431, no:1757; Enes RA’dan.

İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XI, s.570, no:5166; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.202, no:649; Hz. Aişe RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.210, no:679; Dârimî, Sünen, c.II, s.401, no:2753; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIII, s.345; Câbir RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.414, no:7204, 7205; Keşfü’l-Hafâ, c.1, s.241, no:631; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.76, no:5840.

50

فَكَيْفَ أَنْصُرُهُ ظَالِمًا؟ قَالَ: تَحْجُزُهُ عَنِ الظُّلْمِ، فإنَّ ذَلِكَ نَصْرُهُ

(خ . ت. حم. حب. ع. هب. ق. عن أنس)


RE. 84/7 (Ünsur ehàke zàlimen, ev mazlumen! Kîle: Yâ rasûla’llàh, ensuruhû mazlûmen, fekeyfe ensuruhû zàlimen? Kàle: Tahcüzühû ani’z-zulmi, feinne zâlike nasruhû.)

(Ünsur ehàke zàlimen, ev mazlûmen) “Müslüman kardeşin

zàlim de olsa, mazlum da olsa ona yardımcı ol!” (Kîle) Denildi ki: (Yâ rasûla’llàh, ensuruhû mazlûmen) “Yâ Rasûlallah, mazlum olduğu zaman yardım etmeyi anlıyorum. Yâni birisi ona zulmediyor, gideyim yardımına koşayım, zulme uğramasın, zulümden kurtulsun… (Fekeyfe ensuruhû zàlimen) Ama zàlimken ona nasıl yardım edeyim, bu ne demek?” Olur mu, zalime gidip yardım etmek olur mu? Yardım etsem, adam öbür taraftaki adamı dövüyor, ona yardım etsem, ben de günaha girerim. Kesiyor, ben de kessem, ben de katil olur. Yâni zalime yardım nasıl olacak diye sormuşlar.

(Kàle) O zaman Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (Tahcüzühû ani’z-zulmi) “Zàlimi zulmünden alıkoyarsın, zulmü yapamaz duruma getirirsin, zulüm yapmasını engellersin; (feinne zâlike nasruhû) bu da ona senin yardımındır.”


İyi ki sormuşlar çünkü Peygamber Efendimiz SAS bazı konular dinleyenlerin hatırında iyice yerleşsin diye nükteli söylerdi. Şimdi bu herkesin hatırında kalır. Peygamber Efendimiz dedi ki:

“—Zalim kardeşine de yardım et, mazlum kardeşine de yardım et!”

Tabii herkes afallar, şaşırır. Çünkü dinimizde çok kesin olarak biliyoruz ki zalime yardım edilmez. Zalime meyledilmez. Zalime eyvallah denilmez. Zalime destek olunmaz. Zalimin yüzüne gülünmez. Zalim desteklenmez. Bunu biliyoruz, kesin bu. Allah’ın çok aşikâr bir emri bu. Zalimken yardım edin, mazlumken yardım edin. Ne demek oluyor? Hemen sormuşlar. Sorulsun diye zaten Efendimiz mahsustan öyle nükteli söylemiş oluyor.

51

“—Mazlumken yardım edelim ama, zalimken nasıl yardım edebiliriz?” diye sorunca demişler ki:

“—Zalim kardeşini, zulüm yapmaktan men edersin, engellersin, yaptırtmazsın.” İşte o da ona yardımdır.

Neden? Zulüm yapsa belasını bulacak, cehenneme girecek. Cezasını çekecek. Yaptırtmayınca ona yardım oluyor. Zalime yardım nasıl olacak? zulmünü engellemekle olacak. yaptırmamakla olacak.


Bu son hadis-i şerif yâni mü’min, mü’min kardeşini sevecek. Tamam hepimiz birbirimizi seveceğiz. Aziz ve muhterem kardeşlerim, bu çok mühim bir husus. Yâni biz ihvanız, ne demek? Kardeşiz. Nasıl kardeşiz? Ahiret kardeşiyiz. E nedir bu? Ahiret kardeşliği çok sevaplı bir şeydir. Ahiret kardeşi olanlara Allah mahşer yerinde, Arş-ı A’lânın gölgesinde, nurdan minberlerde gölgelendirecek, safa sürecekler. Büyük mükâfatlar verecek. Çok sevaplar kazanacaklar.

Onun için kardeş olmak çok önemlidir. Birbirimizi çok

52

seveceğiz, birbirimizi destekleyeceğiz, birbirimize yardımcı olacağız, kenetleneceğiz, beraber çalışacağız. İslâm’ı koruyacağız, Müslümanlara yardımcı olacağız. Ama zalimse, zulmünü yaptırmayacağız, doğru yola çekeceğiz. Şaşırmışsa, hakka çekeceğiz. Sapıtmışsa, düzelmesine çalışacağız, o tarzda. Doğru yolda gidiyorsa, destekleyeceğiz.


Allah bir insanın hayrını murad etti mi, ona iyi bir arkadaş nasib edermiş. Bilmediğini hatırlatırmış, iyi şeylerden. Bildiği şeyi yapmasına yardımcı olurmuş. Vazifemiz böyle olacak.

Allah hepinizden razı olsun… Hepimizi böyle birbirini seven, hakiki ahiret kardeşleri eylesin... Böylece büyük sevaplara nail olmayı nasib eylesin… Bir burada kâğıt geldi: Geçen hafta bir çift siyah ayakkabı yanlış alınmış. Alan kardeşimiz bunu fark ettiyse, dersten sonra şadırvanda buluşup değiştirelim diye mesaj var. Bundan sonra gelelim hatmimizi yapmaya ve çok hatim duaları var onları yapmaya... Ondan sonra da ders tarifimiz olacak, duaları evvela yapalım.

Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


26. 03. 1995 – İskenderpaşa Camii

53
02. DÜNYANIN FÂNÎLİĞİ