10. DİNDARLARI EVLENDİRİN!

11. EVLENMEDEN ÖNCE GÖRÜŞMEK



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn…

Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân! Feinne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem...

Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sâhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِذَا خَطَبَ أَحَدُكُمْ الْمَرْأَة،َ فَإِنْ اسْتَطَاعَ أَنْ يَنْظُرَ مِنْهَا إِلَى مَا يَدْعُوهُ


إِلَى نِكَاحِهَا، فَلْيَفْعَلْ (حم. د.ع. ك. ق. طح. ض. عن جابر)


RE. 44/1 (İzâ hatabe ehadükümü’l-mer’ete, feini’steta’a en yenzura minhâ ilâ mâ yed’ùhu ilâ nikâhihâ, felyef’al) Sadaka rasûlü’llàh, fîmâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Peygamber SAS Hazretlerinin mübarek hadîs-i şeriflerinden bir miktar okuyup, anlayıp anlatmaya çalışacağız. Bu hadîs-i şeriflerin izahına başlamadan önce, evvelen ve hâsseten efendimiz, Peygamberimiz, rehberimiz, başımızın tâcı Muhammed-i Mustafâ SAS Hazretleri’nin ruh-i pâkine hediye olsun diye; sonra onun cümle âlinin, ashâbının, etbâının ve ahbâbının ruhlarına;

Cümle evliyâullahın, sâir enbiyâ ve mürselînin ve hâsseten verese-i enbiyâ ulemâ-i izâmımız, meşâyih-i kirâmımız, sahâbe-i

323

kirâmdan müteselsilen Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî’ye kadar güzerân eylemiş olan sâdât ve meşâyih-i turuk-u aliyyemizin ruhlarına ve onların hulefâsının, tâbîlerinin, müridlerinin, muhiblerinin ruhlarına hediye olması için;

Hâsseten okuduğumuz eseri telif eylemiş olan Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddîn Efendi Hocamız’ın ruhu için; bu eserin içindeki hadislerin bize kadar gelmesine emek sarf etmiş olan bütün râvilerin, alimlerin, hadis alimlerinin ruhları için;

Bu beldeleri fetheden fatihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücâhidlerin, Allah yolunda gayret gösteren bütün mücahid insanların, hayır ve hasenat sahiplerinin, içinde ibadet yaptığımız şu camiyi bina etmiş olan İskender Paşa’nın ve yıllar geçtikçe, eskidikçe, lüzum görüldükçe bu camiyi tekrar tekrar tamir eden, tevsi eden, genişleten, ibadette, hizmette daim tutan kimselerin;

Uzaktan, yakından bu hadis-i şerifleri dinlemek üzere gelen siz kardeşlerimizin ahirete göçmüş olan bütün geçmişlerinin, yakınlarının, sevdiklerinin, dostlarının mü’min olanlarının ruhlarına hediye olmak üzere bir Fatiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım, buyurun:

………………………………….


a. Evleneceği Kızın Yüzüne, Boyuna Bakılabilir


Metnini az önce okumuş olduğumuz hadis-i şerif Buhàrî’de, Ahmed ibn-i Hanbel’de ve daha başka kaynaklarda mevcud olan, Câbir RA’dan rivayet edilmiş bir hadis-i şerif.

Peygamber SAS Hazretleri buyuruyorlar ki:98


إِذَا خَطَبَ أَحَدُكُمْ الْمَرْأَةَ فَإِنْ اسْتَطَاعَ أَنْ يَنْظُرَ مِنْهَا إِلَى مَا يَدْعُوهُ


إِلَى نِكَاحِهَا فَلْيَفْعَلْ (حم. د.ع. ك. ق. طح. ض. عن جابر)



98 Ebû Dâvud, Sünen, c.V, s.475, no:1783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.334, no:14626; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.84, no:13265; Tahâvî, Şerhü’l- Maânî, c.III, s.14, no:3960; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.290, no:44527; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.95, no:1855.

324

RE. 44/1 (İzâ hatabe ehadükümü’l-mer’a) “Sizden biriniz bir kadına evlenme teklifinde bulununca, kadınla evlenmek için müracaat edince...” Buna hutbe-i nikâh diyorlar; nikâhlanmak için talepte bulunmak, kız istemek…

Dinimiz politika olarak evlenmeyi, nüfusun artmasını, müslümanların kalabalıklaşmasını teşvik ediyor. Biz bu tavsiye-i nebeviyyeye riayet eylesek, bugün dünyayı nüfusla fethederiz.

Geçtiğimiz yıllarda 10, 20 yıl önce İngiliz mecmualarında okumuştuk ki: “—Rusya’da müslümanlar çoğalıyor. Zamanla Sovyetler Birliği’nin tamamına hâkim olacaklar.” “—Eyvah!” dedim kendi kendime. Bu adamlar bunu tespit etmişler. Şimdi bunun karşısında tedbir de alırlar. Çünkü müslümanların çoğalmasını, hâkim olmasını istemezler. Tespit ettikten sonra müslümanların başına çorap örerler.” filan dedim.

Arkasından Rusya’nın parçalanma işi geldi. Ruslar kendilerinin oldukları yerleri ayırdılar, kıvırdılar güzel yerleri, gelişmiş yerleri... Çölleri de müslümanlara bıraktılar. “—Ne haliniz varsa görün! Sizi soframıza almıyoruz. Kendiniz peynir ekmek, tuz ekmek yiyin. İşinizi halledin!” dediler,

ayırıverdiler. Evden dışarı çıkarıvermek gibi.

Yoksa o düzen içinde kalabalık olarak devam etseydi, nüfus öbür tarafı bastıracak gibiydi. O mümkün değil artık. Rusya kendi içinde nüfusu istediği kadar gelişirse gelişir. Kendisinin olur. Ukrayna kendisi gelişir. Ötekisi kendisi gelişir. Özbekistan da gelişirse orada biraz gelişir; ama ne kadar çok gelişse öbür tarafa sataşabilmesi mümkün olmaz.

İçeride serbestlik yok çünkü. Birlik ve beraberlik yok. Ayrılmadan hürriyet olsaydı, belki tamamına hâkim olma durumu varken; şimdi tamamına hâkim olmayı böylece sınırlarla kesmiş mi oldular diye düşünüyorum.

Bir oyun mu filan diye.


Avrupa’da da nüfus artmıyormuş. Bazı ülkelerde nüfus daha da geriye gidiyormuş, diyorlar. Ve nüfusun yaş ortalaması çok yüksekmiş. Yani ahâli ihtiyarmış. Gençler yetişmeyince, bebek yapmayınca mevcutlar yaşlanıyor. 60 yaşında, 70 yaşında bir sürü

325

ihtiyar insandan ibaret oluyor nüfus. Tabii onlar gidince, yerine bebek de gelmedikçe nüfusları azalıyor. Fransa’da, Almanya’da böyle durumlar olduğunu söylüyorlar. Türkiye’nin de genç nüfusun çok olduğu, yaş ortalamasının bir hayli hoşlanılacak şekilde olduğu, nüfusun genç dinamik elemanlardan meydana geldiği söyleniliyor. Bu da bir avantaj oluyor.

Genç ahâli bir tarafta, ihtiyarlar öbür ülkelerde. Bu tarafta gençler; cıvıl cıvıl, pırıl pırıl, enerjik, kuvvet dolu insanlar. Öbür tarafta da içi geçmiş kimseler. Tabii bu bir millet için lehte bir durum.


Biz Peygamber SAS Efendimiz’in evlenin, çoğalın tavsiyesini uygulamaya devam edersek, bu adamlarda çocuk yapmaktan memnun değiller. Hoşlanmıyorlar. Köpek beslemeyi tercih ediyorlar. Kucaklarında köpek. Arabalarında köpek. Köpek oteli, köpek lokantası, vesairesi, vesairesi. Köpeklere hizmet yolunda geçiyor, ömürleri. Biz artarız. Dünyaya hâkim olabiliriz.

Ama nüfusu müslüman yetiştirmek lazım. Adının müslüman adı olup da kalbinin kâfir kalbi. Kafasının kâfir kafası, fikrinin kâfir fikri olması. O zaman müslüman nüfusu artıyor diye göstermez.

Yetişen nesil nasıl? Camilerde ekseriyetle gençler mi var?

Üniversitelerdeki gençler ekseriyetle Müslüman mı, mütedeyyin

mi? Lisedeki gençler Müslüman mı, mütedeyyin mi? Genç nüfus, bu beğendiğimiz insanlar; 100 kişide anket yapsak, 1000 kişide, 10 bin kişide anket yapsak yarıdan çoğu Müslümanlıktan mı geliyor? Yoksa kafası, gönlü boş mu veya kara

mı veya kırmızı mı? Menfî mi? Bu önemli. Adının Ahmet olması, Ali, Veli olması yetmiyor. Adamla konuştuğun zaman bakıyorsun kâfir…

İnkâr ediyor, çünkü. Ayeti inkâr ediyor. Hadis-i şerifi inkâr ediyor. Benim öyle şeye aklım ermez, diyor. Başörtüsüyle uğraşıyor. Sakala çatıyor. Camiye kızıyor. Ezana kızıyor. Ezansız bir semt istiyor. Ezanı hoparlörler bağırmasın, uykum bölünüyor filan. Kâfir. Yani hasım, İslâm’a düşman. İçinde hınç var. Bunun adının eski an’anevî isimlerden birisi olmasının bir faydası yok. Mühim olan evlatlarımızı halis, muhlis, sâdık, âşık, şuurlu,

326

gayretli müslüman olarak yetiştirmek. O zaman müslümanlar artıyor, diyebiliriz. Yoksa nüfusun artması da yetmiyor. Müslüman nüfus artması veya artan nüfusun müslüman olarak ortaya çıkması, müslümanlaşması…


Bir profesör arkadaş diyor ki: “—Ah bizim zamanımızda, üniversitesinde tıp fakültesinde okurken hocalarımızın arasında bir tane namazlı niyazlı müslüman yoktu. Hepsi bize karşıydı. Hasımdı. El-hamdü lilah, şimdi bir sürü profesör var; doçent var. Mü’min, namaza gidiyor, camiye gidiyor, cumaya gidiyor filan. Bu güzel bir şey. Ama kâfi değil. Yeterli değil. Çünkü semt semt, şehir şehir dolaştığın zaman, insanlarla konuştuğun zaman resmi televizyon, gayri resmi televizyon, yurt dışı televizyon yayınları, komşulardan gelen yayınlar, uydulardan gelen yayınlarla kafalarının, kalplerinin İslâm’dan kaymış olduğunu, sapmış olduğunu görebiliyoruz; bazı kimselerin.

O halde var gücümüzle, her yönden müslümanı arttırmaya çalışmamız lazım. İşte bu mantık içinde evlenmeyi Peygamber Efendimiz teşvik buyurmuş. Elbette bir bildiği vardır. İstediği vardır. Emri başımızın üzerindedir. Evleneceğiz.


Bekârlık sultanlıkmış.

Bekârlık sultanlık değil, padişahlık değil. Dünyanın hâkimiyeti olsa Peygamber Efendimiz’in dediğini yapsak daha iyi. Mühim olan Peygamber Efendimiz’in tavsiyesini tutmak.

“—Hocam; çok çocuğa bakmak zor.”

Çok çocuğa bakmak zor da olsa Efendimiz’in tavsiyesini tutmak iyi.

“—Beslemek, yetiştirmek bir problem.” Çalış, çabala. Hepsinin rızkını Allah gönderiyor. Seninkini de o gönderir. Her şey hallolur. Öyle kardeşlerimiz var ki hayranlık duyuyorum. Üç tane, dört tane, beş tane çocuğu var. Hepsi hafız veya şöyle böyle filan.

Hepsini din yolunda yetiştirebilmiş; hoca yetiştirebilmiş, imam hatibe gönderebilmiş, ilahiyata gönderebilmiş. Aslanın oğlu yine arslan olur. Kendisi müslüman, çocuğu da İslâm terbiyesi görüyor. Kendisi derviş. Çocuğu da elbette böyle ahlâklı, güzel olacak. Ve

327

inşaallah iyi şeyler yapacaklar, bunlar.

Böyle olunca nikâha rağbet var. Nikâh, yâni evlenmek kıymetli, teşvik edilen bir şey. Nikâh yoluyla insanların böyle yuvalar kurması, evlenmesi teşvik ediliyor.

Diyor ki Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde:99


إِذَا خَطَبَ أَحَدُكُمْ الْمَرْأَةَ، فَإِنْ اسْتَطَاعَ أَنْ يَنْظُرَ مِنْهَا إِلَى مَا يَدْعُوهُ


إِلَى نِكَاحِهَا، فَلْيَفْعَلْ (حم. د.ع. ك. ق. طح. ض. عن جابر)


RE. 44/1 (İzâ hatabe ehadükümü’l-mer’a) “Sizden biriniz bir kadına evlenme teklifinde bulununca, kadınla evlenmek için müracaat edince, imkân bulursa, nikâhını destekleyici olacak vasıflarına nazar etsin!

Kadının yüzüne, boyuna bakabilirse baksın!

“—Yüzü güzelmiş. Haydi, tereddüdüm kalktı. Evleneyim şununla…” Veyahut “Selvi boyluymuş. Tamam, evleneyim!” Yani bu arzunun lehte neticelenmesi. Veyahut:

“—Hay Allah! İstiyordum ama bununla yapamayacağım. Hocam; elimden gelmiyor, ne yapayım? Kusuruma bakma!” filan.


Kimisi geliyor, bize müracaat ediyor. Hayırlısıyla şöyle bir işe aracı olmamızı istiyor. Bizimde hatırımıza gelen birisi olursa bak, git falancayla konuş; filancayla diyoruz. Ondan sonra bakıyorsun olmuyor. Veya evleniyorlar. Ondan sonra geçim olmuyor.

Ben bu aile saadetinin devamına çok önem veriyorum. Dinimiz çok önem verdiği için konuşmalarımda buna pay ayırmaya dikkat ediyorum. Çok önemli bu.

Kimisi kadını alıyor. Annesinin, babasının evine göndermiyor.

Ya bu senin esirin mi? “—Gitmeyecek.”



99 Ebû Dâvud, Sünen, c.V, s.475, no:1783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.334, no:14626; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.84, no:13265; Tahâvî, Şerhü’l- Maânî, c.III, s.14, no:3960; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan, Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.290, no:44527; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.95, no:1855.

328

Niye gitmeyecek? İki gözümün nuru, ne diye göndermiyorsun?

Onun canı yok mu? O annesini özlemez mi? O babasını özlemez mi?

“—Bizim âdetimiz, töremiz böyle.” İslâm’ın dışında adet, töre mi olur? İslâm’ın dışındaki töreler, âdetler cahiliye âdeti olur. Var mı Peygamber Efendimiz’den böyle bir rivayet: “Aldığınız kızı, kapatın kafese, vurun kilidi üstüne. Hiç annesine, babasına götürmeyin!” diye.

“—Annesine, babasına götürünce huyu bozuluyor.”

Canım bozdurtma…

“—Şımarıyor.”

O da şımarmasın tabii. Kocasına darılıyoruz, ona da onu tavsiye ediyoruz.


Evin reisi erkektir. Kadın, kocasına itaat edecek. Peygamber Efendimiz’e secde etmek istediler.

“—Hayır!” dedi. “Secde etmek yoktur, bizim şeriatimizde... Ama bir kimse bir kimseye secde edecek olsaydı, böyle bir müsaade olsaydı —yok, ama olsaydı— ben şahsen kadının kocasına secde

329

etmesini emrederdim.” dedi.

Yok böyle bir şey ama bu ne demek? Kadın kocasına hürmet edecek.

Pekiyi, koca ne yapacak?

“—Benim pazum kuvvetli. Çapı 35 santimetre. Halteri şu kadar kaldırıyorum!” filan diye egzersizini kadın üzerinde yapmayacak.

Pat bir tane, çat bir tane, küt bir tane. Böyle şey olmaz. Yok, böyle bir şey. Dindar olduktan sonra böyle bir eza, cefa yapmak yok.

Dışarı çıkartmamak yok. Anasına, babasına göndermemek yok. Hukukunu çiğnemek yok. Sen burada çiğnersin, yarın Allah; onu haklı çıkartır. Senden hakkını alır. Yarın sen cezayı çekersin. Hukukuna riayet edeceksin. Gönlünü hoş tutacaksın. O da senin gönlünü hoş tutacak. Muhabbet olacak. Allah’ın rızasını kazanacaksınız. Müslüman evlatlar yetiştireceksiniz.

Sizden sonra da onlar hayırlı işler yaptıkça sevabı siz kazanacaksınız. Ahirette de hayrını göreceksiniz, dünyada hayrını göreceksiniz. Bir çocuk; annesi, babası için dünyada da sermayedir. Ahiret sermayesidir, aynı zamanda.


Neden?

Öldükten sonra evladın yaptığı hayırlar babaya gider. Evladı yüzünden baba kurtulur, anne kurtulur. Kabri nur dolar. Makamı yüksek olur. Cennete gider. O bakımdan hayırlı evlat yetiştirmek fevkalade önemli, akıllıca bir iş. En önemli işlerden birisi.

Büyüklerimiz düşünmüşler. En hayırlı işler hangileri, neleri yapalım filan diye. Bekâr duranlar gitmiş, evlenmiş. Evlendiği zaman sevabı çok oluyor. Evlat yetiştirdiği zaman sevabı devam ediyor. Öldükten sonrada amel defteri kapanmıyor. Sevaplar yazılmaya devam ediyor, diye sırf bu sebeple evlenmişler. Sevabı var bu işin.

“—İlle güzel olsun...”

Tabii güzellik birkaç çeşittir. Vücut güzelliği vardır. Huy güzelliği vardır. Akıl güzelliği vardır. Bunların hepsi bir güzelliktir.

Dirayetlidir. Çocuğu iyi yetiştirecek durumdadır. Veyahut huyu çok güzeldir. Veya dindarlığı harikadır. O da bir güzellik. O güzelliği görmek lazım. Ve o güzelliği başkasından da üstün tutmak lazım. Bir kadın malından dolayı evlenilebiliyor, alınabiliyor. Güzelliğinden dolayı

330

ekseriyetle alıyorlar. Soyundan, sopundan dolayı alınabiliyor. Falanca zengin milyarderin karısıdır. Kızıdır. Onu alırsam milyonlara fabrikalara bende konarım, filan diye bazı damat namzetleri onun peşinde, onun için koşuyor. Güzel değil. Ama evlendiği zaman zengin olacak diye ondan koşuyor. Parası için. Güzelliği için. Soyu, sopu için. Alınabiliyor.


Peygamber Efendimiz bunları söylemiş; hadîs-i şerîfinde. Bu sebeplerden dolayı alınabilir; ama sen dindarlığı için al.

Dindarlığı iyi olan kızı almaya rağbet et, diye tavsiye etmiş. Paraya bakma, güzelliğe bakma, soya sopa bakma. Dindarlığa bak diye söylemiş. Ama tabii o da istenmeyecek diye bir şey yok.

Bir kadın dindarsa çok güzel. Huyu da güzelse aliyyul âlâ. Vücudu da güzelse oh o zaman, âlânın âlâsı. Güzel. Peki, ötekiler ne olacak?

Onlar da evlenecek. Onlar da evlensin yazık. Bir misâli her zaman söylüyorum.


Bende fayda görüyorum. Ankara’da melek gibi bir kimseyle tanışmıştık. Onun babasını anlattılar. Melek gibi bir adamdı, evliyâ gibi. Konuşması... Kimseyi üzmez yumuşak filan. İyi bir kimseydi. Allah rahmet eylesin, öldüyse. Kaldıysa selamet versin.

Bu kimin çocuğudur?

Bir alimin çocuğuymuş. Bu alim bir gün gitmiş, mahalledeki bir evin kapısını çalmış.

“—Hocam, hoş geldin. Aman ne şeref, ne devlet, ne saadet bizim için. Buyurun efendim; şöyle başköşeye oturun.” filan.

Hoca efendi, ciddi alim. Oturmuş. “—Bir emriniz mi var efendim?” Evin sahibi soruyor.

“—Evet. Allah’ın emridir. Ayıplanacak, kınanacak, küsülecek bir durum yoktur. Sizin bir kızınız olduğunu öğrendim. Allah’ın emriyle, Peygamberimizin sünneti üzere ben sizin kızınızla evlenmek istiyorum. Kızınıza talibim. Kızınızı istiyorum.” demiş. Olmuş bu hadise, o tanıdığım şahsın babası bu. Masal değil, hikâye değil. Uydurma bir şey, roman değil. Senaryo değil. Kızın babası: “—Canım feda sana hocam. Bizim için çok büyük şeref. Evet,

331

kızım da var doğru. Ama hocam kızım sakat. Ayakları tutmaz. Elleri çolak, gözü şaşı.” bilmem ne, bir sürü kusuru var.

Hoca Efendi, gayet ciddi.

“—Evet. Biliyorum. Onu bile bile istiyorum.” “—Hocam size layık değil.” “—Yok, onu düşünmek bana ait bir mesele… İstiyorum!” demiş, ısrar etmiş.

“—Pekâlâ…” demişler.

Nikâhlanmışlar, bu çocuk doğmuş. O hoca Efendi niye evlenmiş? Çok dindar bir insanmış. Evlenmese de olacakmış. Ama düşünmüş ki; bu kızcağızı kimse gidip almaz. Evde kalır. Anası, babası ölür. Perişan olur. Bu kızcağızı ben alayım. Gönlünü yapayım. Bir kulun gönlünü kazanmış olayım. Oradan da sevap alayım. Aslında evlenmek arzusu filan yok. İlme kendisini vermiş. İbadete kendisini vermiş bir insan; ama o kızında gönlünü hoş edeyim. Onunda duasını alayım, diye almış kızı. Böylesine de maşaallah, can kurban. Böyle insanlar da oluyor demek ki. Kimisi de: “—Yeşil gözlü isterim.” Ya bu kara gözlü olsa ne olur?

“—Yok, yeşil olacak. Saçları sarı olacak…” bilmem ne.

Canım saçları şöyle de olsa böyle de olsa sen onları bırak. İlmine, irfanına, dindarlığına bak diyorsun. Anlatamıyorsun.


“—Bir kız evlenilecek, alınacak, istenecek. Bakılabilir mi?” Bakılabilir. Bu hadîs-i şerîf onu gösteriyor. Sizden biriniz kadını istemeye niyetlendi mi, gücü yeterse onun nikâhına, kendisini rağbet ettirecek yerlerine bakabilir. Yüzüne bakabilir, güzel mi diye.

Boyuna, posuna şöyle nazar edebilir; bakabilir diye Efendimiz’in müsaadesi var. İmam Buhârî Hazretleri’nin kitabında ve diğer kaynaklarda rivayet edilmiş.


b. Evleneceği Kızın Saçını da Sorsun!


Hz. Ali Efendimiz'den rivayet edilmiş, bu hadîs-i şerîf. Bu da sizi şaşırtabilir. Hayret edersiniz, Allah Allah! Böyle olduğunu

332

bilmiyordum, diyebilirsiniz. Sizden biriniz kadına nikâhına talip oldu mu, istemeye karar verdi mi; Peygamber Efendimiz bu hadîs- i şerifinde buyuruyor ki:100


إِذَا خَطَبَ أَحَدُكُمُ الْمَرْأةَ، فَلْيَسْئَلْ عَنْ شَعْرِهَا، كَمَ ا يَسْ ئَلُ عَنْ


جَمَالِهَا؛ فَإِنَّ الشَّعْرَ أَ حَدُ الْ جَمَالَيْنِ (الديلمي عن علي)


RE. 44/2 (İzâ hataba ehadükümü’l-mer’ete, felyes’el an şa’rihâ, kemâ yes’elü an cemâlihâ; feinne’ş-şa’ra ehadü’l-cemâleyni.) (İzâ hataba ehadükümü’l-mer’ete) “Sizden birisi bir kadına talib olduğunda, (felyes'el an şa’rihâ) ‘Saçı nasıl diye onu da sorsun!’ Topuklarına kadar uzun mu, güzel mi, sırma gibi mi, ipek gibi mi?’ filan neyse. Saçını da sorsun. (Kemâ yes’elü an cemâlihâ) ‘Yüzünün güzelliği nasıldır; güzel mi, çirkin mi?’ diye soruyor ya, bunu sorduğu gibi saçını da sorsun! (Feinne’ş-şa’ra ehadü’l-cemâleyni) Çünkü saç da iki güzellikten bir güzelliktir.” buyurmuş, Peygamber Efendimiz.

Burada yes’el kelimesi, elif üzerine konulmamış. Harekesi de yok ama yüs’el gibi okunabilir. Ama yes’el yani güzel mi değil mi diye güzelliği hakkında bilgi sorduğu gibi, saçı hakkında da bilgi sorsun; nikâhına talip olduğu kadının. Çünkü saç da iki güzellikten birisidir.

İki güzellikten birisidir ne demek? Şu mânaya gelebilir: Yarısıdır. Bayağı bir önemli güzelliktir mânasına gelebilir. Yani yüzde ellisidir mânasına gelebilir. Veyahut bütün öteki güzellikler hepsi yüzde elli, saç da yüzde elli. Yani yüz güzelliği, göz güzelliği, boy güzelliği ve saire filan. Saçlar o kadar önemli. Bu hadîs-i şerîf bize ne gösteriyor?

İmamlarımızın, mezhep müctehidlerimizin, büyüklerimizin bize bildirdiği, yalnız namazda değil her zaman saç kapanacak.

Neden? Âyet-i kerîmede kadınlar güzelliklerini örtsünler, nâmahreme göstermesinler diye emredilmiş. Saç da güzelliktir.



100 Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.291, no:44528; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.9, no:1552; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.96, noı:1857.

333

Binâen aleyh; örtülecek diye mezhep imamlarımız karar vermiş. “—Bu kıl güzel olur mu? Kıl yemeğe düşse ağzımıza geliyor, midemiz kabarıyor filan. Kenara atıyoruz. Bu güzel olur mu?” Güzelmiş işte... Güzellik unsuru olduğu anlaşılıyor. Örtülmesi lazım. Güzelliklerini kadınlar örtüyle saklayacaklar. Örtülü gezecekler.


Bakın; felsefeler ne kadar değişik. Müslümanın felsefesiyle, gayrimüslimin felsefesi ne kadar, ne kadar farklı. Bizde güzellik var. Saklamak gerekiyor.

Avrupa’da, şu Batıda bütün güzellikleri meydanda. Hepsini açığa çıkartmak, izhar etmek, reklam etmek ve göstermek. Entari yaptırmışsa bile kalçasına kadar, kenarı yırtmaçlı. Bacağı görünsün diye. Bluz yaptırmışsa bile beline kadar, arkası açık veya önü açık veya kolsuz veya bilmem ne. Yani bir rezalet, iğrenç bir durum.

Dinimizin ne kadar güzel olduğunu görün. Dinimize sımsıkı sarılın. Ve bu insanlar başka bir şeye heves etmesinler. İslâm’dan

334

gayrı güzellik yok. İslâm’dan gayrı sistemlerde şöyle zerre kadar bir güzellik yok. Akıl yok, mantık yok, güzellik yok. Hayvanlar gibi durumları. Hayvanlardan aşağı…


c. Cennete Girmeden Kul Hakları Sorulur


Üçüncü hadîs-i şerîf. Bu da Buhàrî’de ve diğer kaynaklarda Ebû Said el-Hudrî Hazretleri’nden rivayet edilmiş. İki hadîs-i şerîf evlenmek teşebbüsleriyle ilgili bilgi verdi bize. Evleneceği insanın bazı güzelliklerine bakabilir.

Nikâhına daha çok heves duyması ve sağlaması için bakabilir, bakılacak yerlerine. Saçı da güzel mi değil mi diye aracılara sorulabilir.

Kulların birbirleri arasındaki haklar, haksızlıklar, zulümler, gadirler konusu. Diyor ki Peygamber Efendimiz, bu üçüncü hadîs-i şerîfte:101


إِذَا خَلَصَ الْمُؤمِنُونَ مِنَ النَّارِ ، حُبِسُوا بِقَنْطَرَةٍ بَيْنَ الجَنَّةِ والنَّارِ،


فَيَتَقاصُّونَ مَظَالِمَ كانَتْ بَيْنَهُمْ في الدُّنْيا، حَتَّى إِذَا نُقُّوا وَهُذِّبُوا،


أُذِنَ لَهُمْ بِدُخُولِ الْجَنَّةِ؛ فَوَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، لأَحَدُهُمْ


بِمَسْكَنِهِ في الجَنَّةِ أدَلُّ مِنْهُ بِمَسْكَنِهِ، كانَ في الدَّنْيا (حم. خ.

عن أبي سعيد)


RE. 44/3 (İzâ halesa’l-mü’minûne mine’n-nâri, hubisû bi- kantarati beyne’l-cenneti ve’n-nâri) Mü’min kullar cehennemden kurtulunca, cehennemle cennet arasında bir köprüde durdurulurlar.



101 Buhàrî, Sahîh, Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.170, no:486; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.94, no:11917; Hàkim, Müstedrek, c.II,s.385, no:3349; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.404, no:1186; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.370, no:38978; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.101, no:1865.

335

(Feyetekâssûne mezâlime kânet beynehüm fi’d-dünyâ) “Aralarındaki gadirler, haksızlıklar orada kısas edilir. Yani oradaki haksızlıklar temizlenir ve haklar alınır, verilir. Tertemiz olduktan sonra cennete girmelerine izin verilir.” O hapsedildikleri, durduruldukları yerde cehennemden kurtuldular; ama aralarındaki bu gadirler, üzmeler, haksızlıklar dünyada yaptıklarından dolayı olan bu gadirlerden, zulümlerden dolayı kısas olur.

Kısasa kısas diyoruz ya, karşılıkları hak sahiplerine, haksızlık yapanlardan hakları alınır. Kısas yoluyla. Bedel yoluyla hakları ödettirilir. Dünyada yaptıkları gadirler ve haksızlıkların ödettirilir orada.


(Hattâ izâ nukkû) “Tertemiz olduktan sonra, haklar verilip bittikten sonra; (ve hüzzebû) yine bu işler hizaya konulduktan sonra; (üzine lehüm bi-duhuli’l-cenneh) o zaman cennete girmelerine müsaade edilir.”

Haklar varken edilmez. Onun için kul haklarına çok dikkat etmek lazım ve kulların hakkını üzerine geçirmemeye bir mü’minin çok gayret etmesi lazım. Ve kimseye gadir ve haksızlık etmemeye çok dikkat etmesi lazım!

Bu dünyada zayıftır; evet güçsüzdür, belki kendi hukukunu koruyacak kadar bile bir kudreti yok olabilir ama âhirette başı belâya girer insanın.


O kul hakkından, o zulümden, o haksızlıktan dolayı. Onun için böyle bir kısas olacak, bu haklar mutlaka ödetilecek diye en iyisi hak almamak, hak geçirmemek, zulüm yapmamak. Gadir yapmamak, haksızlık yapmamak. Ezmemek, üzmemek.

Mânevî hakkını geçirmemek gerekiyor. Buna çok dikkat etmek lazım. Geçmiş olanlar varsa ödeşmek lâzım. Gidip: “—Seni üzdüm. Seni kırdım. Seni bir zamanlar epeyce bir gadrettim. Canını yaktım. Ödemeye hazırım. Hakkını helal et. Ne yapmam gerekiyorsa söyle.” filan deyip bu dünyadayken onlardan kurtulmak lazım.

Gıybet ediyorlar, iftira ediyorlar, yalan söylüyorlar, eza ediyorlar, gadrediyorlar, cevrediyorlar, cefa ediyorlar insanlar birbirlerine.

336

Ama ahiret gününü düşünmüyorlar. İşte orada o zaman büyük bir kısas işi olacak. Hak sahipleri haklarını alacaklar. Maddî haklarda alınacak. mânevî zulümler, gadirlerde orada ödettirilecek. Cennete ondan sonra girebilecek.


Mü’min, cennete kul hakkını ödemeden giremeyecek. Kul hakkını Allah tövbeyle de affetmiyor.

“—Tövbe yâ Rabbi! Yaptığım bütün kusurları, günahları affeyle.”

İyi ama kul haklarını affetmiyor. Günahları affediyor da kul haklarını affetmiyor.

Onun için kimsenin gıybetini bile etmeyin. Gıybet edince de hakkı geçer. Sonra bu kalabalıkta gıybet edersiniz bu kalabalığı bir daha bulamazsınız. On taneye “Benim söylediğim yanlışmış.” diye sonradan söyleseniz bile 900 tanesi gitmiş olur, o gıybet yayılır. Onlar söylendikçe size günah yazılmaya devam eder. Onun için insanın ağzını iyi tutması lazım. Kimseyi üzmemeye, ezmemeye çok dikkat etmesi gerekiyor. Sonunda da buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:


(Feve’llezî nefsü muhammedin bi-yedihi) “Şu Muhammed’in canı, nefsi elinde olana yemin olsun ki…” Elinde olan kim? Allah. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki… Nasıl canı elinde olur? Dilerse yaşatır, dilerse öldürür. Her şey Allah’ın emrine bağlı… Ne dilerse kaderine bağlı. Ne dilerse öyle olur. “Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a, Yaradan’a yemin olsun ki, (le-ehadühüm bi-meskenihi fi’l-cenneti) onlardan birisi cennetteki yerini, (edellü minhu bi-meskenihi fi’d-dünyâ) dünyadaki evinden daha iyi bilir. Daha hızlı gider, oraya…” “—Vay mübarek vay! Sen cennete ilk giriyorsun. Nerden bildin köşkünün yolunu?” Bilir, diyor Peygamber Efendimiz.

Dünyadaki evini nasıl biliyor: Fatih’e gelirsin. Duraktan sola kıvrılırsın. İkinci sokaktan sağa dönersin. İşte o apartmanın üçüncü katı. Gözü kapalı gider insan kendi evine. Cennete de ilk girdiği halde dünyadaki evini bulduğundan daha kolay bulacak

köşkünü. Daha rahatlıkla bulacak. Sanki daha önceden gitti de orada

337

yaşamış gibi. Dosdoğru cennetteki köşküne gidecek. Karışıklık, trafik tıkanıklığı, köşede şaşırma, yanlış sokak ve saire böyle durumlar yok.

Dosdoğru evine varacak. Veya götürtülecek artık, dünyadaki evine gittiğinden daha garantili, şaşırmadan oradaki köşküne varacak. Allah, bizi kul haklarına bulaştırmasın. Kimsenin hakkını yemeyelim.


Herkese iyilik yapmamız nasib olsun… Ama kimsenin hakkını; maddî veya mânevî hakkını yiyip çiğnemeyelim! Cennet karşımızda. Öyle bir de kısas için beklemeyelim. Köprünün başında. Bir de oradan heyecan çekmeyelim. Bazıları sıratı parıldayan bir şimşek gibi geçip gidecekmiş. Hızla şimşek çakmış gibi bu uçtan, bu tarafa.

Ne oldu?

Allah’ın evliyâsı, sıratı geçti, o tarafa. Öyle yürümek, terlemek, beklemek, hapsedilmek filan yok. Geçip gidecek, bir ışık gibi öbür tarafa geçecek. Allah öyle geçenlerden etsin. Üzüntülere uğratmasın. Köşkümüze dosdoğru varmayı nasip eylesin, cümlemizi.


d. Besmeleyle Girmek, Besmeleyle Yemek


Ahmet ibn-i Hanbel, Müslim, Ebû Dâvud, İbn-i Mâce ve diğer kaynaklar Câbir RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:102


إِذَا دَخَلَ الرَّجُلُ بَيْتَهُ، فَذَكَرَ اسْمَ الله تَعَالٰى حِينَ يَدْخُلُ ، وَحِينَ


يَطْعَمُ، قَالَ الشَّيْطَانُ : لاَ مَبِيتَ لَكُمْ، وَلاَ عَشَاءَ هَ اهُنَ ا؛ وإنْ دَخَلَ




102 Müslim, Sahîh, c.X, s.293, no:3762; Ebû Dâvud, Sünen, c.X, s.217, no:3273; İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.356, no:3877; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.346, no:14771; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.VII, s.276, no:14384; Ebû Avâne, Müsned, c.V, s.161, no:8240; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.396, no:41534; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.127, no:1898.

338

فَلَمْ يَذْكُرِ اسْمَ الله عِنْدَ دُخُولِهِ، قَالَ الشَّيْطانُ : أَدْرَكْتُمُ الْمَبِيتَ؛


وَإِنْ لَمْ يَذْكُرِ اسْمَ الله عِنْدَ مَطْعَمِهِ، قَالَ: أدْرَكْتُمُ المَبِيتَ وَالعَشَاءَ

(حم. م. د. ه. عن جابر)


RE. 44/4 (İzâ dehale’r-racülü beytehû, fezekera’smal’làhi teàlâ hîne yedhulu, ve hîne yet’amu, kàle’ş-şeytànü: Lâ mebîte leküm, ve lâ aşâe hâhünâ; ve in dehale felem yezküri’sma’llàhi inde dühùlihî, kàle’ş-şeytànü: Edrektümü’l-mebîte; ve in lem yezküri’sma’llàhi inde mat’amihî, kàle: Edrektümü’l-mebîte ve’l-aşâe) Eve girerken, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm diyerek girecek. Besmeleyle girecek, duayla girecek. Anahtarı öyle açacak. Zili öyle çalacak. Ayağını öyle atacak. Allah’ın adıyla girecek evine. Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerifinde diyor ki; adam evine girerse girdiği zaman: (İzâ dehale’r-dacülü beytehû, fezekera’smal’làhi teàlâ hîne yedhulu) Allahu Tealâ’nın ismini anarak girerse Bi’smi’llâhi’r- rahmâni’r-rahîm diyerek, Allah’ın adını anarak girerse; (ve hîne yet’amu) yemek yerken yine besmele çekerse;

(Kàle’ş-şeytànü) O zaman şeytan avanesine der ki: (Lâ mebîte leküm) Bu gece bu evde sizin geceleme imkânınız yok! (Ve lâ aşâe hâhünâ) Yemek de yok size burada… Yallah, gidin buradan!” Çünkü besmeleyle girdi, bu adam. Burada yemek yemek de yok, yallah der avânesine…


Biliyorsunuz şeytan var, avânesi var, hizbi var, grubu var.

Sabahleyin büyük şeytan adamlarını toplarmış, her birini bir yere görevlendirir, salarmış; ustabaşı gibi. Sen şuraya, sen şuraya. En büyük şeytanlığı yapana da akşamleyin hesap sorup, bugün ne yaptınız, diye sorarmış. En kötü işi yaptırtana da taç giydirtirmiş. Biliyoruz ki şeytanlar çok. Hatta insanların da şeytanları olduğunu âyet-i kerîme bildiriyor.

İnsanların da, cinlerin de şeytanları var. Demek ki şeytanlaşıyor. Tuz Gölü’ne hani kuş düşüyor, dal düşüyor. Tamamen tuz oluyor. Hayvan düşüyor, tamamen tuz oluyor.

339

Demek ki şeytanların içinde dura dura bazı insanoğulları da Âdemoğulları da şeytanlaşıyor demek ki. Âdemoğulları arasından da şeytanlar var. Cinlerden de şeytanlar var. Kalabalık bu

mahlûklar.

Herkesin şeytanı var. İçindeki şeytanı damarlarında dolaşıyor. Fıldır fıldır dolaşıyor. Vesvese veriyor. Fikir veriyor. Şöyle yap, böyle yap diye. Adam içeriye besmeleyle girince, yemeğe besmeleyle oturunca, şeytan avânesine diyor ki: “—Burada kalamazsınız, besmeleli bu ev.. Burada yemek de olmaz, size…” Niye yemek, diyor?

Bir insan besmelesiz sofraya oturur, besmelesiz yemeğe başlarsa şeytan her yediğinden ortak olur. Şeytan da yemiş olur. Şeytan ortak olmuş olur.


Yemeğine de ortak olur, çocuğuna da ortak olur. Evin beyiyle hanımı evleniyorlar. Kimse yok. Sonra yavaş yavaş çoluk çocuğa kavuşuyorlar. Besmelesiz olursa evlilik münasebetleri, o zaman

340

çocuk da şeytanlı oluyor. Şeytanın çocuğu oluyor. Evlatlarına da ortak olduğunu, iştirak ettiğini âyet-i kerîme bildiriyor. Âyet-i kerîmeyle sabit.

Yiyeceğine de iştirak ediyor. Hatta bir keresinde Peygamber Efendimiz’in huzurunda birisi yemeğe oturmuş. Neden sonra, epeyce bir yemek yedikten sonra aklı başına gelmiş. Besmele çekmiş. Efendimiz; tebessüm buyurmuş, gülmüş. “—Niye güldün ya Rasûlallah?” diye sormuş.

“—Sen besmelesiz sofraya oturdun, yemeğe başladın. Şeytan da seninle beraber ortak oldu, yiyordu. Sen besmele çekince yediklerini çıkarttı.” buyurmuş.

Yani görmediğimiz şeyler bunlar; biz görmüyoruz ama Peygamber Efendimiz görüyor. Melekleri görüyor. “Şu anda o kadar çok melek var ki mesela. Basacak yer olmadığından, izdihamdan parmaklarının uçlarına basıyorlar.” diye o görüyor. Şeytanı görüyor, meleği görüyor. Biz göremiyoruz. Onun zamanındaki öteki insanlar göremiyorlar.

“—Yâ Ebû Bekir; Cebrail geldi sana. Rabbinden selâm getirdi.” diyor mesela.

Peygamber olmanın farkı. O peygamber…


Adam eve besmeleyle girdi. Sofraya besmeleyle oturdu. Yemeği besmeleyle yedi mi, şeytana yiyecek yok. O gece orada kalmak yok.

(Ve in dehale felem yezküri’sma’llàhi inde dühùlihî, kàle’ş- şeytànü) “Besmele çekmeden eve girerse, şeytan adamlarına der ki: (Edrektümü’l-mebîte) ‘Bu evde geceleyin!’ (Ve in lem yezküri’sma’llàhi inde mat’amihî) Yemek yerken de Allah’ın adını anmazsa, (kàle) şeytan adamlarına der ki: (Edrektümü’l-mebîte ve’l- aşâe) ‘Geceleyecek yere de, yemeğe de kavuştunuz!’ der.” O zaman şeytanlar da bir köşeye otururlar. Oturmaz ki, kışkırtır. Bu sefer karı koca kavga eder. Kardeş kardeşle kavga eder. Günah olur, haram işler olur. Her şey olur.

Onun için, her şeyi besmeleyle yapacağız. Adımımızı besmeleyle atacağız. Yani Allah’ı düşünerek. Allah için yaptığımızı düşünerek.

Yemeğimizi besmeleyle yiyeceğiz. Her işimizi besmeleyle yapacağız. Hatta nikâhı besmeleyle olacak. Hatta zifafı besmeleyle olacak. Her şeyi…

341

Hatta bazı edepsiz insanlara: “—Yâhu bu çocuk besmelesiz mi, ne?” derler.

Ne demek? Zifafta besmele olmamış veya muamele-i zevciyelerde besmele olmamış, şeytanın çocuğu. Besmelesiz, kerata… Olmadık rezaleti yapıyor, ortalığı karıştırıyor. Besmelesiz, şeytanın çocuğu demek.

Bunları niçin böyle açık açık anlatıyorum?

Peygamber Efendimiz böyle bildirmiş. Bilelim bunları, yaptığımız iş hayırlı olsun; bereketli olsun. Bir de bereketsiz bir iş neden bereketsiz oluyor, onu da bilelim.

“—Ya bizim bu çocuk bir türlü adam olmuyor. Bizim bu çocuk bir türlü yola gelmiyor. Bizim bu çocuk bir türlü okumuyor. Bizim bu çocuk bir türlü yanlış yoldan dönmüyor. İtaat etmiyor.” filan.

Geçmiş ola. İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciûn… Senin aklın sonradan başına geldi. Besmelesiz birçok işleri yaptın, yaptın, yaptın. Şimdi oğlanı düzeltmeye çalışıyorsun. İşte olan oldu.

Olmayanlar bu işi öğrensinler diye söylüyoruz. Olanlar da tabii tevbe etsinler. Yemeğin ortasında besmele çekince, şeytan nasıl kusmuşsa yediklerini. Sonradan da olsa akılları başlarına gelsin. Çocuklarının akîkasını kessinler. Onlar için dualar yapsınlar ve

saireler. O eski ihmalleri telafi etmeye çalışsınlar.

Neden o adam bir türlü yola girmiyor? İşin görünmeyen tarafı bu. Mânevî tarafı; ama neticede olayların neden olduğu anlaşılıyor.


e. Cennet Ehline İstediğinin Sorulması


Bu beşinci hadis-i şerifi Cabir RA’dan kaynaklar rivayet etmişler. Konu yine cennetle ilgili bir konuya geldi. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:


إِذَا دَخَلَ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ، يَقُولُ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ: هَلْ تَشْتَهُونَ شَيْئًا،


فَأَزِيدَكُمْ؟ فَيَقُولُونَ : رَبَّنَا، وَمَا فَوْ قَ مَ ا أَ عْطَيْتَنَا؟ فَيَقُ ولُ : رِضْوانِي


أَكْبَرُ (ك. عن جابر)

342

RE. 44/5 (İzâ dehale ehlü’l-cenneti’l-cennete, yekùlu’llàhu azze ve celle: Hel teştehûne şey’en, feezîdeküm? Feyekùlüne: Rabbenâ, ve mâ fevka mâ a’taynâ? Feyekùlü: Rıdvânî ekber.) (İzâ dehale ehlü’l-cenneti’l-cennete) “Cennet ehli cennete girdikleri zaman, (yekùlu’llàhu azze ve celle) Aziz ve Celil olan Allah-u Teàlâ Hazretleri onlara buyurur ki:

(Hel teştehûne şey’en, feezîdeküm?) “Şu yediğiniz nimetlerden, içtiklerinizden, gördüğünüzden, bu ikramattan, bu ihsanattan daha başka istediğiniz bir şeyler var mı? Canınızın çektiği arzu ettiğiniz bir şey var mı? Nimetlerimi ihsanlarımı size arttırayım. Daha çok vereyim. Onlardan da vereyim.

(Feyekùlûne) Onlar derler ki: (Rabbenâ) Ey bizim Rabbimiz, (Ve mâ fevka mâ a’taytenâ) Şu bize verdiklerinden ben başka daha ne olabilir ki, ne isteyebiliriz? Bundan daha yüksek bir şey var mı? Her şey var. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin aklına, hayaline sığmayacak her şey var. Daha ne olabilir?” diye sorarlar.

(Feyekùlü) Onun üzerine buyuruyor ki Allah-u Teàlâ Hazretleri:

(Rıdvânî ekber) Benim razı olmam, rıdvanım, yani rıdvân-ı ekberim; işte en önemli, en büyük nimet budur. Yani Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin cennet içindeki ikramatının en büyüğü, en önemlisi rıdvanıdır. Yani razı olmasıdır. Kullarından hoşnut olmasıdır.” Rıdvanın karşılığı nedir? Gazaptır. Gazab-ı ilâhi var kâfirlere ve müşriklere… Cehennemde belalar, azaplar yağacak. Gazabın karşılığı rıdvân-ı ekberi var. Kullarını sevdi, cennetine soktu, hoşnut oldu, razı oldu. İşte bu rıdvanım, benim en büyük nimet budur.

Başka hadîs-i şerîflerde de bu en büyük nimet olduğundan rıdvân-ı ekber, en büyük rıdvan da denir buna.

Allah-u Teàlâ Hazretleri; bizi o rıdvân-ı ekberine eriştirsin… En büyük hoşnutluğuna, en önemli sonuç olan, en büyük sonuç getiren, en büyük saadete ermeye vesile olan o rıdvanına, o en büyük rızasına bizi, hepimizi erenlerden eylesin… Tabii burada rızasını kazanmaya çalışacağız.

Bakın, büyüklerimiz ne kadar güzel söylemişler. Bizim prensibimiz ne:

343

إِلٰـهِي أَ نْتَ مَقْصُ ودِي، وَرِضَ اكَ مَطْلُوبِي!


(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) “Yâ Rabbi! Benim maksadım sensin. Ben senin yolundayım. Senin rızanı istiyorum. Senin rızanın peşindeyim.” diyoruz.

Bu dünyada uğraşacağız, arayacağız, çalışacağız, çabalayacağız, terleyeceğiz, yorulacağız, üzüleceğiz, öleceğiz, öldüreceğiz, şehit olacağız, gazi olacağız, ne olacaksa olacak. Para vereceğiz, hayır yapacağız filan.

Niçin bunlar? Allah’ın rızasını kazanmak için. Biz birisine bir iyilik yaptığımız zaman, o da hemen “Allah razı olsun!” diyor.

Güzel yani. Rızasını isteyeceğiz bu dünyada. Güzel, isabetli çalışma yapabildiysek, doğru çalıştıysak, doğru istikamette çalıştıysak rızasına ereceğiz.


Bugün çok büyük bir tehlike var. Hedefi doğru tespit edemiyor millet. Doğru olan ne?

Hacı babalar bile en doğru olan şeyin ne olduğu hususunda bakıyorsun, fikirler değişmiş: “—Allah affeder. Allah gafurdur, rahimdir. Hayattan da gam alacaksın, dünyadan da muradını alacaksın. Eğlence zamanı da eğleneceksin. İçki zamanı da içeceksin!” diyenler var.

“—Namaz vakti geldi mi namazımı kılarım. Eğlence zamanı geldi mi de kafayı çekerim!” diyen insanı şu kulaklarımla duydum. Görmedim, ama şu kulaklarıma anlattılar, duydu şu kulaklarım. Aklı başından gidiyor insanın. Tahmin etmiyor ama bu kafada insanlar var. Hatta birisini anlattılar. Namaz kılarmış ama içki meclislerine de devam edermiş. Bir dairede müdürmüş, yüksek bir şahsiyetmiş, amirmiş. Herkes onu çok seviyormuş. Müslüman dediğin böyle olur bak. Hiç kimseyi üzmüyor. Herkesle iyi geçiniyor. Ehl-i zevkle hemhal oluyor. Ondan sonra ehl-i ibadetle de hemhal oluyor. Herkesin sevdiği bir insan.

Herkesin sevmesi lazım değil, muhterem kardeşlerim. Allah’ın sevmesi lazım. Allah’ın razı olması lazım. Cümle cihan halkı sevse bile Allah razı olmadı mı kıymeti yok. Millet bunu anlamıyor. Sonra biz bu müdür bey üzerinde çalıştık. İçkiyi bıraktırdık, diyor, içki

344

günah, dedik diyor. Haramları bıraktırdık, diyor. O zaman dairenin yarısı düşman oldu ona. Onu da sevmemeye başladılar, diyor.


Birisini anlattılar albaymış. Bizim arkadaş da tabip teğmenmiş. Orada bir toplantıda: “—Önce benim emrim, sonra Allah’ın emri…” demiş. “—En büyük emir benim emrim.” deyince,

“—Senin emrin çok sonra gelir, çok gerilerde kalır.” demiş arkadaş da; takışmışlar.

Yani Allah’tan büyük var mı? Allah’ın emrinden büyük var mı? Terbiyesize bak!

“—Önce benim emrim.” Sen kimsin? Askere gelmeden önce ben seni tanımazdım. Askerden sonra da tanımam. Burada sana bir salâhiyet vermişiz, vatanı koru diye. O kadar... Yaptığın söz yanlış. Etrafında insaflı, mü’min arkadaşların da vardır. Senden daha yüksek, belki generaller vardır; imanlı, camiye gelen. Onlar söylemiyordur bu sözü. Utanmıyor musun bu sözü söylemeye?

“—Vazife de ibadet, Cuma’ya gitme!”

Öyle şey yok. Vazifeyi her zaman, istersen geceye kadar çalışayım. Ama Cuma, Allah’ın emri. Şu vakit onun zamanı. “—Cuma namazını gece kılmak var mı?” Yok. Cuma namazının vakti, öğle vaktinde... O vakitte camiye gideceğim ben. Kimse durduramaz. İş adamları, patronlar, fabrikatörler, bilmem tüccarlar ve saire.

“—Namaza gidemezsin, Cuma’ya gidemezsin!” diyorlarmış. “Sakal bırakamazsın!” diyorlarmış. “Baş örtemezsin!” diyorlarmış.

Hakkı yok! Hakkı da yok, ötekisi de onun sözünü dinlemek zorunda da değil. Allah’ın emrini dinlemesi lazım!


Tabii millet doğruyu tesbit edemiyor. Ona gitsen; “—Ayıp değil mi bu senin bu söylediğin?” diye nasihat etmeye kalksan; “—Yok, benim babam da müftüydü, dedem de bilmem vaizdi,

ben de dindarım. Ben de mü’minim. Sen kalbime bak! İnsanların ne olduğu belli olmaz!” der. “Ben nice hayırlar yapıyorum!” der. İyi ama bu yaptığın yanlış! Çok sakat zihniyette olan insanlar var. Çocuklarını yanlış

345

yetiştiren, kızlarını yanlış yetiştiren. Karısının başını açtırıyor. “Benim karım başını açmalı. Saçına tuvalet yapmalı. Koluma girmeli. Arkadaşlarımın arasına götürdüğüm zaman ben utanmamalıyım karımdan.” diyor.

Gir karıcığım koluma, yürü! Fayton atları gibi. Ondan sonra oraya gidecek. Herkes karısına bakacak, beğenecek. Bununda koltukları kabaracak. Mantığa bak. Örtülü karısına tazyik yapıyor. Açacaksın başını, böyle olacaksın diye.

Böyleleri var. Demek ki, din unutulunca gayeler sapıtmış, şaşırmış. Yanlış gayeler... Sana da itiraz ediyor:

“—Git, ben senden ne kadar ileri hocalar gördüm, faiz helal diyorlar.” diyor.

“—İçki az olursa ziyan etmez. Arkadaşın gönlünü yapmak için içilir.” bilmem ne. Böyle bir sürü mantıklar çıkmış.

“—Güzele bakmak sevap!” ve saire, ve saire.

Yanlış bunlar. Hepsi insanı küfre bile götürür. Nâmahreme bakmak haram… “Güzele bakmak sevap, bak bu kadına!” derse, kâfir olur insan. Çünkü Allah’ın emrine zıt bir şey söylemiş oluyor. Gözünü bile çevirip bakmayacak. İlk bakış, tesadüfen bakarken gözüne takılması affediliyor.

İkinci bakışta günah işlemeye başlıyor. Başlıyor günah. İkinciye dönüp bakamaz. Baktığı zaman günah olmuş oluyor.


Muhterem kardeşlerim! Tabii umumiyetle cemaatimiz tahsillidir. Biliyordur, okuyordur, dinî mâlumatı kuvvetlidir.

Anlatın, çok kimse dini bugün iyi bilmiyor. Ve dinî hedefleri, dinî gayeleri, dinî hayatlarının yöneldiği istikâmet yanlış. Süleyman Çelebi Hazretlerinin Mevlîd’ini evinde okuttuğu zaman dünyalar onun olacak. Ahiret onun olacak, cennete girecek sanıyor.

Hanımefendi başına bir şifon örttüğü zaman tamam. Dünyanın en sofu insanı olduğunu sanıyor. Şifon. Alt tarafından ensesi görünüyor. Kulağı görünüyor. Saçı görünüyor. Fazla da bastırmıyor. Şöyle hafifçe bağlıyor ki ondülasyon permanant

bozulmasın diye, saçlarının bukleleri bozulmasın diye… Bir buketin üstünü çiçekçinin hafifçe örttüğü gibi, ezilmesin çiçekler diye öyle bir şifon bağlıyor. Tamam, dünyanın en dindar kadını bu sanki.

Sanki cihanı fethetmiş filan gibi. Yanlış bunlar. Allah’ın emrine

346

tam uyması lazım herkesin… Böyle yapmıyorlar. Allah’ın emrini Kur’an’dan öğrenecekler. Allah’ın kitabını okusunlar. Gece gündüz okusunlar. Hocalara sorsunlar.

Hocalar da anlatsın Allah’ın kitabını. Kur’ân-ı Kerîm’i anlatsın, Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini anlatsın. Çünkü bu dinimizi bize en güzel öğreten şeyler hadîs-i şerîfler. Oralardan öğreniyoruz.

Bu altıncı hadîs-i şerîfin konusu yukarıdaki hadis-i şerifle birleşti. Ahirette olacak işlerin sırasını da böylece Peygamber Efendimiz’den, hadîs-i şerîflerden öğrenmiş oluyoruz.


f. Cennete Girmeden Önce Helallaşılması


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:103


إِذَا دَخَلَ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ، وَأَهْلُ النَّ ارِ النَّ ارَ؛ نَادَى مُنَادٍ مِنْ تَحْتِ



103 Taberî, Tefsir, c.XIX, s.73; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.119, no:1888.

347

الْعَرشِ: يَا أَهْ لَ الْمَظَالِمِ، تَ تَارَكوُا مَظَالِمَكُمْ، وَادْخُلُوا الْجَنَّةَ (ابن

جرير عن أنس)


RE. 44/6 ((İzâ dehale ehlü’l-cenneti’l-cennete, ve ehlü’nâri en- nâra; nâdâ münâdin min tahti’l-arşi: Yâ ehle’l-mezâlimi, ve’dhulu’l- cennete) (İzâ dehale ehlü’l-cenneti’l-cennete) Ehl-i cennet cennete, (ve ehlü’nâri en-nâra) ehli cehennem cehenneme atılacağı zaman;

(nâdâ münâdin min tahti’l-arşi) Arş-ı A’lâ’nın aşağısından bir ses seslenir. Bir münâdi nida eder. Allah’ın bir meleği veya Allah tarafından gelen bir nida bu. Bir ses gelir, Arş-ı A’lâ’nın altından:

(Yâ ehle’l-mezâlimi) “Ey dünyadayken birbirlerine gadreden, haksızlık eden, üzen, ağlatan, sızlatan, inleten insanlar! (Tetârekû mezàlimeküm) Yaptığınız gadirleri, zulümleri, helalleşin ve ödeyin. Verin haklarını, sıfırlayın. İşi tamamlayın! (Ve’dhulu’l-cennete) O zaman cennete girin!” denilir.

Demin de söylemiştik. Cennetlik olanlar köprünün başında hapsedilirler, durdurulurlar. Kul hakları, zulümler ve saireler ödettirildikten sonra geçerler, denilmişti. Bu herhalde mal, mülk değil sadece; sözle, fiil ile yapılan üzmeler, ezmeler filan olsa gerek. Bunlar hallolmadan cennete girilmiyor.


g. Cennetteki Kimsenin Ailesini İstemesi


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:104


إِذَا دَخَلَ الرَّجُلُ الْجَنَّةَ، سَأَلَ عَنْ أبَوَيْهِ، وَزَوْجَتِهِ ، وَوَلَدِهِ؛ فَيُقَ الُ: إِنَّهُمْ


لَمْ يَبْلُغُوا دَرَجَتَكَ وَعَمَلَكَ. فَيَقُولُ: يَا رَبِّ، قَدْ عَمِلْتُ لِي وَلَهُمْ فَيُؤْمَرُ




104 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.440, no:12248; Taberânî, Mu’cemü’s- Sağîr, c.I, s.382, no:640; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.245, no:11369; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.293, no:1153; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.478, no:39333; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.127, no:1897.

348

بإِلْحَاقِهِمْ بِهِ (طب . وابن مردويه عن ابن عباس)


RE.44/7 (İzâ dehale’r-racülü’l-cennete, seele an ebeveyhi, ve zevcetihî ve veledihî; feyukàlü: İnnehüm lem yeblüğû dereceteke ve ameleke. Feyekùlü:Yâ rabbi, kad amiltü lî velehüm feyu’meru bi- ilhàkıhim bihî.) (İzâ dehale’r-racülü’l-cennete) Adam cennete girdiği zaman, kişi tabii adamda olsa kadın da olsa... Genelleme suretiyle kişi cennete girdiği zaman; (seele an ebeveyhi) ana, babasını soracak. Ana babasından haber soracak: “—Ya benim annem vardı, babam vardı. Nerede onlar acaba?” Kendisinin başından büyük maceralar geçti. Hesap geçti. Sıratı geçtiler. Haklar kısas oldu. Cennete girdi. O zaman sevdiklerini hatırlıyor. “—Nerede benim anam, babam? Biliyor musunuz?” (Ve zevcetihi) “Ve karım vardı benim. Nerede benim hatunum?

(Ve veledihi) Çoluk, çocuğum vardı, neredeler?

“—Anam, babam, eşim, çocuğum, neredeler onlar?” diye sorar. Herhalde oradaki meleklere sorar veyahut tercümansız konuşacak Rabbiyle.

(Feyükàlu) Ona denilir ki melekler tarafından: (İnnehüm lem yeblüğû deraceteke ve ameleke) “Onlar senin mânevî derecene ulaşamadılar. Senin işlediğin işleri yapamadılar. Sen çok çalıştın. Çok iyi Müslümanlık yaptın. Yüksek dereceye çıktın. Onlar da senin derecene gelemediler.” diye cevap verilir.

(Feyekùlu) Onun üzerine der ki: (Yâ rabbi, kad amiltü lî velehüm feyu’meru bi-ilhàkıhim bihî) “Yâ Rabbi! Ben hem kendim için, hem onlar için yaptım, bu yaptığım iyilikleri. Sadece kendim nefsim için yapmadım.”


Hakikaten de çoğumuz anne, babamızı düşünüyoruz. Fatihalar okuyoruz, Yasinler okuyoruz, kabrini ziyaret ediyoruz. Çeşme yaptırıyoruz. Ziyafet çekiyoruz filan. Yani büyüklerimize veyahut eşlerimize… Çocuğu ölüyor, mesela bizim ahbaplardan birisi kütüphane yaptırdı, çocuğu adına. Cami yaptırdı, kütüphane yaptırdı.

İnsan sevdiği insanın ahiret sevabı kazanması için hayır işleri

349

yapar mı? Yapar. Yapıyor hakikaten de, yapıyoruz da. Allah kabul eylesin. İşte, “Yâ Rabbi; ben bu yaptığım sevaplı işleri kendim içinde yapmıştım, onlar içinde yapmıştım.” deyince;

(Feyü’meru bi-ilhâkihim bihi) “O ana babanın, o zevcenin, o evladın bu şahsa ilhak edilmesi, onun yanına getirilmesi emrolunur.” Getirilir, çünkü cennette hasretlik yok. Ayrılık yok, mahzun olmak yok. O istedi ya anasını, babasını, zevcesini, çocuğunu; onlar onun yanına getirilir.

Âyet-i kerimesinde de bu cümle var. Cennete giren insana zürriyetlerinden mü’min olanlar da eklenecekler. Arkadaşlarından, ahbaplarından istedikleri de eklenecekler.


İmam Gazâli; ahiret kardeşliğinden bahseden, tarikat kardeşliğinden bahseden bölümünde İhyâ-u Ulûm kitabında diyor ki: Tarikat kardeşliğinde de Allah; kardeşi, kardeşten ayırmayacak. Hangisinin derecesi yüksekse yüksek olanın derecesine ötekisi getirilecek. Yanına getirilecek, onunla beraber olacak deniliyor.

Bu tarikat kardeşliğinin çok faydaları var da birçokları bilmiyor bunları. Bir faydası da cennete böyle görülecek. Birbirlerini Allah rızası için sevenler, Arş-ı A’lâ’nın gölgesinde gölgelenecekler. Birbirlerine şefaat edecekler. Cennette de derecesine getirilecekler.

Onun derecesine yükseltilecek. Onunla beraber olsun diye Allah; onun hürmetine ötekisi de onun yanına getirilecek. Bu haktır. Bu hadîs-i şerifte de çok net olarak okudunuz, duydunuz, gördünüz. Allah-u Teàlâ Hazretleri aramızdaki sevgileri, muhabbetleri ziyade eylesin… Zedelettirmesin… Şeytana uydurtmasın, kopartmasın. Şaşırtmasın bizleri, sizleri. Yanıltmasın. Doğru yoldan ayırmasın. Rızasını kazanmaktan geri bıraktırmasın… Fâtiha-i şerîfe mea’l-besmele!


11. 10. 1992 - İskenderpaşa Camii

350
12. CAMİ ÂDÂBI