11. ALLAH BİR KULU SEVERSE…

12. KARDEŞLİKTE İNCELİKLER



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesîran tayyiben mübâreken fih… Alâ külli hàlin ve fi külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîne muhammedini’l-mustafe’l- mahmûdi’l-emîn… Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn… Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu teàlâ aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’s-sahîhi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِذَا أحَبَّ اللهُ عَبْدًا، نَادَى جِبْرِيلَ : إِنِّى قَدْ أَحْبَبْتُ فُلاَنًا، فَأَحِبَّهُُ ؛


فَيُنَادِي فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تُنْزَلُ لَهُُ الْمَحَبَّةُ فِي أَهْ لِ اْلأَرْضِ، فَذٰلِكَ قَوْلُ


اللهِ تَعَالٰى: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ


وُدّا (مريم:96) وَإِذَا أَبْغَضَ اللهُ عَبْدًا، نَادَى جِبْرِيلُ: إِنِّي قَدْ أَبْغَضْتُ


فُلاَنًا، فَ يُنَادِي فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تُنْزَلُ لَهُُ الْبَغْضَاءُ فِى الأَرْضِ (ت .

حسن صحيح عن أبى هريرة)


(İzâ ehabba’llàhu abden, nâdâ cibrîle: Ennî kad ahbebtü fülânen, feahibbehu; feyünâdi fi’s-semâi, sümme tünzelü lehü’l- mahabbetü fî ehli’l-ardı, fezâlike kavlu’llàhi teàlâ: İnne’llezîne âmenû ve amilü’s-sàlihati feyec’alu lehümü’r-rahmanü vüddâ. (Meryem, 19/96) Ve izâ ebgada’llàhu abden, nâdâ cibrîlü enni ebgadtü fülânen, feyünâdî fi’s-semâi, sümme tünzelü lehü’l-bağdàu

389

fi’l-ard.)

Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun…

Peygamber SAS Hazretleri’nin mübarek hadis-i şeriflerinden bir demet okuyup izah etmek üzere namazdan sonra oturduk, toplandık. Rabbül-àlemîn cümle a’mâlimizi, ef’àlimizi rızasına uygun eylesin… Bizi sevdiği kullarından eylesin… Sevdiği işleri yapmaya muvaffak eylesin...

Bu hadis-i şerifleri okuyacağız, Efendimizin emirlerini öğreneceğiz, tatbik edeceğiz, sünnet-i seniyyeye göre yaşayacağız, unutulmuş olan sünnet-i seniyyeyi canlandırmış, tekrar mer’î ve mûcebiyle amel olunan bir hayat tarzı haline getireceğiz. Böyle yapanlara yüzlerce şehid sevabı var. Allah bizi o sevaplara erenlerden eylesin… Bu hadis-i şeriflerin izahına başlamadan önce, başta Peygamber SAS Efendimiz’in ruh-i pâkine hediye etmek üzere, sonra onun mübarek âlinin, pâk ashabının ruhlarına hediye olsun diye; sonra onlara hüsn-ü ittibâ ile ittibâ eyleyip zamanımıza kadar İslâm aleminde yaşamış, hizmetler eylemiş olan sâdât ve meşâyih-ı turûk-u aliyyemizin, evliyaullahın, sàlihlerin, velîlerin ruhlarına hediye olsun diye; Şu beldeleri Allah rızası için cihad eyleyip, mal ve canlarını feda eyleyip fethetmiş, bize emanet bırakmış olan Fâtih Sultan Muhammed Han (aleyhi’r-rahmeti ve gufran) Hazretleri’nin ruhu için ve onun evliya, mübarek insan olan ordusu mensuplarının ruhları için ve bu diyarları korumak için ondan sonra düşmanla nice nice savaşlar edip, şehid veya gazi olmuş olan şehidlerin, gazilerin ruhları için;

Hassaten beldemizde nâmı yürüyen Yûşâ AS’ın, adını bilmediğimiz diğer büyüklerimizin, enbiyaullahın, sahabe-i kiramın, mihmandar-ı peygamberî Ebû Eyyûb el-Ensàrî Hazretleri’nin ruhları için, sâir sahabe —yirmi otuz kadar sahabe olduğu rivayet ediliyor— ve mübareklerin ruhları için; Şu camiyi bina edip hizmete sunmuş olan İskenderpaşa merhumun ruhu için, bu camiyi tekrar tekrar tamir etmiş,

390

genişletmiş olan, ki bu genişletmenin şerefi sizlerde de var… Sizler de bu cami şu oturduğumuz yerden ibaretken, bu camiyi sekiz misli genişlettiniz, istifade alanı sekiz misli, on misli büyüdü. Alt katlar, üst katlar, yan taraflar hizmete girdi, bahçeler cami oldu. Kümes olan yerler ibadet edilen yerler haline geldi. En şerefli hizmetleri yüklendi. Az veya çok hepiniz hizmet ettiniz. Cümlenizin ve geçmişlerinizin ruhları için;

Bu hadis-i şerifleri bize kadar nakil ve rivayet eylemiş bulunan alimlerin; bu okuduğumuz kitap (Ramuzü’l-Ehadis) ki, tekkemizin ana kitaplarındandır. Kitabını yazan Gümüşhaneli Hocamızın ruhu için, kendisinden feyz aldığımız mübarek Hocamız Muhammed Zâhid-i Kotku Hazretleri’nin ruhu için; Uzaktan yakından dinlemeye gelmiş siz kardeşlerimizin ahirete göçmüş olan tüm sevdiklerinin, yakınlarının, geçmişlerinin, ecdâdının, ceddâtının, akrabasının, taallukatının ruhları için bir Fatiha, üç İhlas-ı Şerif okuyalım, öyle başlayalım, buyurun!

………………………..


a. Allah Bir Kulu Severse…


Metnini okuduğumuz hadis-i şerif Râmûzü’l-Ehàdis’in 25. sayfasındaki 6. hadis-i şeriftir. Efendimiz SAS’den Ebû Hüreyre RA rivayet etmiştir. Hadis alimi İmam Tirmizî’nin kitabında hasen ve sahih hadis diye geçmiştir.

İmam Tirmizî’nin diyarlarına gitmek nasip oldu birkaç hafta önce. Oralarda 1200. sene-i devriyesinin kutlamak için pankartlar, yazılar filan yazmışlar duvarlara... Nâmını sevgiyle, hürmetle yad ediyorlar. Allah şefaatlerine erdirsin. Mübarek alim kimseler…

Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifinde buyuruyor ki:66


إِذَا أحَبَّ اللهُ عَبْدًا، نَادَى جِبْرِيلَ : إِنِّى قَدْ أَحْبَبْتُ فُلاَنًا، فَأَحِبَّهُُ ؛




66 Buhàrî, Sahîh, c.XVIII, s.468, no:5580; Tirmizî, Sünen, c.X, s.436, no:3085; Bezzâr. Müsned, c.II, s.478, no:8981; Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, c.I, s.474, no:433; Ebû Hüreyre RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.194, no:1133.

391

فَيُنَادِي فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تُنْزَلُ لَهُُ الْمَحَبَّةُ فِي أَهْ لِ اْلأَرْضِ، فَذٰلِكَ قَوْلُ


اللهِ تَعَالٰى: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ


وُدّا (مريم:96) وَإِذَا أَبْغَضَ اللهُ عَبْدًا، نَادَى جِبْرِيلُ: إِنِّي قَدْ أَبْغَضْتُ


فُلاَنًا، فَ يُنَادِي فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تَنْزِلُ لَهُُ الْبَغْضَاءُ فِى الأَرْضِ (ت .

حسن صحيح عن أبى هريرة)


RE. 25/6 (İzâ ehabba’llàhu abden, nâdâ cibrîle: Ennî kad ahbebtü fülânen, feehibbehû; feyünâdi fi’s-semâi, sümme tünzelü lehü’l-mahabbetü fî ehli’l-ardı, fezâlike kavlu’llàhi teàlâ: İnne’llezîne âmenû ve amilü’s-sàlihati feyec’alu lehümü’r-rahmanü vüddâ. (Meryem, 19/96) Ve izâ ebgada’llàhu abden, nâdâ cibrîlü enni ebgadtü fülânen, feyünâdî fi’s-semâi, sümme tenzilü lehü’l- bağdàu fi’l-ard.)

(İzâ ehabba’llàhu abden) “Allah bir kulunu sevdi mi, (nâdâ cibrîle) Cebrâil AS’a der ki: (Ennî kad ahbebtü fülânen) ‘Ben filanca kulumu sevdim, hoşuma gitti. Benim sevdiğim işleri yaptı, sevgimi kazandı, sevgime mazhar oldu. (Feehibbehû) Sen de onu sev!’ diye emreder Cebrail AS’a, nidâ eder.”

(Feyünâdî fi’s-semâi) “O da semâya seslenir: Ey semâ ehli, Allah CC filanca kulu sevdi, haberiniz olsun, mâlûmunuz olsun gibi. (Sümme tünzelü lehü’l-muhabbetu fî ehli’l-ard) Sonra gök ehli sever de, yeryüzüne de o kimsenin sevgisi yayılır. Yeryüzündekiler de sever, yeryüzünde de nâmı yürür, yeryüzünde de sevgisi yayılır.” (Fezâlike kavlü’llàhi teàlâ) Bu Kur’an-ı Kerim’de şu ayet-i kerimede buyrulmuştur, onu ifade ediyor. Buyurmuş ki Allah-u Teàlâ Hazretleri ayet-i kerimesinde:


إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُلَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدّا (مريم:96)

392

(İnne’llezîne âmenû ve amilü’s-sàlihati feyec’alu lehümü’r- rahmanü vüddâ.) [İman edip de sàlih ameller işleyenlere gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, bir sevgi yaratacaktır.] (Meryem, 19/96)

Yani iman etmişse, a’mal-i saliha işlemişse, Allah onlar için sevgi hasıl edecek. Nerede sevgi hasıl edecek? Melekleri arasında sevgi hasıl edecek; semâ ehli, göklerin ahalisi; bizim görmediğimiz, bilmediğimiz mübarek yaratıklar arasında ve yeryüzünde muhabbet hasıl edecek ayet-i kerimesidir.

Ama ayet-i kerimenin iki noktasına işaret etmek istiyorum: 1. (İnne’llezîne âmenû) İman edecek. Şartlardan bir tanesi, mü’min olacak bu. Mü’min kul olacak.

2. (Ve amilü’s-sàlihati) Ve sàlih a’mal işleyecek. Salih demek; uygun, iyi demek. İyi işler yapacak, münasip işler yapacak. İmanına uygun düşen, kulluğa yaraşan, insanlar arasında hayırlı olan, yapılması cemiyete uygun düşen, insanların faydasına uygun düşen işler yapacak.

“—Bu adam bu işe sàlihtir.” derler.

Yâni bu adam bu işin ehlidir demek; yakışır, yaraşır, uygundur demek.

Bu uygunluk başta, tabii, imanına uygunluk, Kuran’a uygunluk, hadise uygunluk, şeriata uygunluk, Allah’ın rızasına uygunluk. Ters istikamette olmamak, cemiyetin faydasına olmak gibi uygunluk. Genişletebiliriz zihnimizde…


Demek ki, sadece iman edenler demiyor; iman edenler dedikten sonra, imanının gereğine göre uygun, güzel, hayırlı, sàlih işler yapanlar diyor. Demek ki imanımız bizi hayırlı işlere sevk etmeli. İman ettikten sonra durmamalıyız, hayırlı işlerde koşturmalıyız, çalışmalıyız. Faaliyette bulunmalıyız. Hani şairin birisi ne diyor:


Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde…


“İnsanın lafına bakılmaz, işine bakılır. Aynası, onun değerini gösteren ayna, işidir.”

Laf, çok güzel… Pazarda bol. Kamyon kamyon, tümen tümen bir

393

sürü laf; salata gibi. İş yok... Bakıyorsunuz yüz güzel, giyim güzel, tavır güzel, laf güzel, seviyorsunuz. İyi, maşallah, dur bakalım. Arkasından bakıyorsunuz, lafına uygun işi yok. Lafına aykırı işi var. Söz veriyor, sözünde durmuyor. Ahd ediyor, ahdini bozuyor veyahut lafına hiç uygun olmayan, ters ters, Allah Allah, ağzınız açık kalacak işler yapıyor.

O zaman, bir kere denersiniz, bazen en asil Arap atı bile bazen tökezler derler Araplar. Arap atı, çok kıymetli bir atmış, pahalı bir atmış ama, bazen Arap atı da tökezler derler. Eh, bir kere bir hata edince, dur bakalım dersiniz. Bir daha hata etti mi şüpheniz biraz daha artar. Bir daha hata etti mi, tamam dersiniz, o adamı boş ver, aldırma, palavracı dersiniz. Lafı var, işi yok filan dersiniz.


Hatta levha basmış, bir arkadaşın evine koymuşlar, gördüm. “Bir insanın namazı, orucu bile seni aldatmasın!” diyor. “İşine bak!” diyor. Yani namaz kılıyor ama belki seni kandırmak için kılıyordur, riya ile kılıyordur. Oruç tutuyor ama belki bir başka şeyi vardır. İşi nasıl adamın? Sen işine bak bakalım. İşi uygun mu? İşi Müslümanca mı? İşi dürüst mü? İşi güzel mi? Hak yiyor mu, yemiyor mu? Hile karıştırıyor mu, karıştırmıyor mu?

Bir kitapta okuduk. Diyor ki:

“—Adamın birisi var idi, sütüne su katar idi, sonunda sel geldi, sürülerini apardı.” Böyle anlatıyor eski bir kitapta. Şimdi sen satacağın süte su katarsın, sonra o su sel olur, dağdan iner, sürünü alır, götürür. Koyunun kendisini bile götürür. Değil sütü götürmek, sürüyü götürür. Haram bir girdi mi sermayenin tamamını götürür. Yani girdiği haram kadarını götürmez, bozar, hepsini götürür.

O bakımdan iman edecek bir Müslüman, iman etmiş bir insan, ondan sonra boş durmayacak; imanına uygun, Allah’ın rızasına uygun, Şeriat’e uygun, insanların menfaatine, insanların hayrına, İslam’ın güzel adına uygun çalışma yapacak.


Çalışma yapmıyor, laftan ibaret. Ben müminim, sen benim kalbime bak. Ben röntgen mütehassısı mıyım? Ben senin kalbine baksam ne anlayacağım? Dinlesem tak tuk tak tuk oradan ses geliyor, tamam, herkesin kalbinden tak tuk ses geliyor, tık tık ses geliyor. Bu bir şey değil ki. Senin işinden belli olacak.

394

Kalbi Allah bilir, niyetleri Allah bilir. Ben niyeti anlamam. Mümin, öteki mümini nasıl değerlendirir, hareketinden. Ben müminim diyor, pek ala kardeşim. Müminsen müminsin, Allah selamet versin deriz biz. Kalbi fesatmış, kalbinde hile varmış, yalan varmış, nifak varmış, küfür varmış, şirk varmış; onu Allah bilir ve cezasını verir, belasını bulur.

Onun için, iman eden ve uygun hareket eden, salih a’mâl işleyenlere Allah sevgi hasıl edecek. Nasıl sevgi hasıl edecek? İşte böyle: “—Ey Cebrail, ben filanca kulumu sevdim, sen de onu sev!”

Allah-u Teàlâ emrediyor. Nida ediyor, emrediyor. O seviyor, sema ehline sesleniyor: “—Ey sema ehli, Allah filanca kulu seviyor, siz de sevin!” Ondan sonra yer ahalisine, yeryüzü ahalisine: “—Ey yeryüzünün görünen görünmeyen varlıkları, çiçekleri, ağaçları, böcekleri, varlıkları; Allah filanca kulu seviyor, siz de sevin!”

Her şey sever. Her şey sever. Peygamber SAS Efendimiz’e minber yaptılar da, eskiden hurma kütüğünün üstüne çıkarak, sesi duyulsun diye, orada hutbe okurdu. Minber yaptılar, oraya koyunca, hurma kütüğünden bir cızıltı, bir sızıltı gelmeye başladı. Iıııııh… Nasıl ses çıkıyorsa… Efendimiz elini koydu, sakin ol diye, okşadı, o zaman sustu. Yani ben Efendime hizmet ediyordum, onun ayağının altında hutbe okumasına sebep oluyordum, şimdi ben bu hizmetten alındım diye sızıldanıyor yani. Peygamber Efendimiz’in

emriyle bu kütük, minberin altına kazılan bir çukura gömüldü.


Uhud Dağı’nın üzerinde Peygamber Efendimiz SAS diyor ki:67



67 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.539, no:1411; Müslim, Sahîh, c.II, s.1011, no:1392; Ebû Humeyd es-Sa’dî RA’dan. İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IX, s.42, no:3725; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.255, no:1905; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.11, no:2585; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.V, s.58, no:131; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.224, no:1037; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.308, no:889; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.90, no:6467; Ukbe ibn-i Süveyd, babasından.

Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.485, no:34986; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.56, no:137; Câmiü’l- Ehàdîs, c.I, s.462, no:738.

395

أُحُدٌ جَبَلٌ يُحِبّنا وَنُحِبّهُُ (طس. عن أنس)


RE: 18/5 (Uhudün cebelün, yuhibbünâ ve nuhibbühû.) “Uhud öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz.”

Hakikaten Medine’ye gidiyorsun, Uhud Dağı’na baktıkça insanın hoş oluyor hali. Güzel bir dağ… O da bizi sever diyor Peygamber Efendimiz.

“—Dağ insanı sever mi?” Sen ne anlarsın? Sen sevgiden, maneviyattan ne anlarsın? Allah buyuruyor, ayet buyuruyor, hadis buyuruyor. Dağ da sever, taş da sever, ağaç da sever, çiçek de sever.

Şimdi biraz modern mecmualarda okuyunca, insan hayret ediyor. Bilmem bir ağacın altında cinayet işlenirse, ağaç irkilirmiş, yani kötü bir şey yapıldığı zaman. Evde karı koca kavga ederse, saksıdaki çiçekler üzülürmüş. Tesbit ediyorlarmış bilmem bilimsel metotlarla, aletlerle...

Tabii ya, bir sensin duygusuz olan. Bir sensin gözü kör olan. Her şeyin bir duygusu var. Taşın bile bir duygusu var da biz galiba taşa

396

hakaret ediyoruz, taş kalpli dediğimiz zaman bazı insanlara… Belki taş bile daha güzel.


وَإِن مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُُ اْلأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ


فَيَخْرُجُ مِنْهُُ الْمَاءُ (البقرة:٤٧)


(Ve inne mine’l-hicâreti lemâ yetefecceru minhü’l-enhâr, ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku feyahrucü minhü’l-mâ’) [Taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır.] (Bakara, 2/74)

Yâni o kâfirlerin kalpleri taştan da fena... Taş çatlar da içinden pınarlar çıkar. Hem de taştan çıkan pınarın suyu ne kadar güzel olur! Gayet güzel, gayet süzülmüş, son derece güzel memba suyu olur. Taş bile güzel ama kafirin kalbi ondan da fena... Onun için Allah sevmeyi nasip etsin, sevilmeyi nasib etsin… Sevmeyi, sevilmeyi nasib etsin… Allah’ın rızasını kazanmak için çalışmayı nasib etsin…

Bir büyük cömertliği var Rabbü’l-àlemîn’in ki muhterem kardeşlerim, Peygamber Efendimiz bize bildirmiş, fısıldamış “Hey, haberiniz olsun ey ümmetim!” gibilerden. Allah CC kim neyi isterse istediğini ona verir, sübhàna’llàh! İsteyene istediğini verir. Arayan Mevlâsını da bulur, belâsını da bulur. Belâ mı istiyorsun? Bulursun belânı… Mevlâ’yı istiyorsan, onu da bulursun ama sabredeceksin.

Arapçada bir söz var, buyruluyor ki:


من طلب شيئا وجد وجد و من قرع الباب ولج ولج


Men talebe şey’en ve cedde vecede

Ve men karaa’l-bâbe ve lecce velece.


(Men talebe şey’en ve cedde vecede). “Kim bir şeyi isterse ve

397

istediği için gayret gösterirse, çalışırsa; istediğini bulur. muradına erer. (Ve men karaa’l-bâbe ve lecce velece.) Kim bir kapıyı çalarsa, ve ısrar ederse; kapıdan ayrılmazsa, durursa; kapı bir zaman sonra açılır. O kapıdan içeriye girer.”

Kapıyı bekleyecek. Kapıyı çaldıktan sonra bekleyecek, dur bakalım, içeriden duyulacak, şey olacak, içerisi hazırlanacak.

“—Aman bir misafir geliyor, dur bakalım, kadınlar şu tarafa geçsin, erkekler bu tarafa…” Azıcık bekle. Kapıyı çaldım, açılmadı. Hadi… Gidersen, biraz sonra kapı açılır, ya kim çaldı kapıyı? Dışarıya bakarlar, birisi çaldı, yok şimdi derler. Sabret be mübarek! Allah sabredenlerle beraberdir. Sabredecek yani; çalışacak, sabredecek. Allah bizi işte o güzel hallere nail eylesin…


b. Allah Biri Kuluna Buğzederse…


(Ve izâ ebgada’llàhu abden) “Allah bazen bazı kullarına da buğz eder, sevmez. Buğz ettiği zaman da, sevmediği zaman da, (nâdâ cibrile) Cebrail büyük melek, çok büyük melek, meleklerin en büyüklerinden, Cebrail AS’ye nida eder. Buyurur ki: (Ennî kad ebgadtü fülânen) “Ben filancaya kızdım, buğz ettim, sevmedim o kulu der Rabbü’l-àlemîn. (Feyünâdi fi’s-semâi) O da semaya seslenir: Ey semaların ahalisi! Allah-u Teàla Hazretleri filanca kulu, mahluku sevmiyor, bir kulu sevmiyor, haberiniz olsun. İsmi şu, cismi şu…” (Sümme tünzelü lehü’l-bağdàu fi’l-ard) “Sonra yeryüzünde de onun için bir nefret, bir buğz, bir adavet yer ahalisi arasında da yayılır. Menfur bir kul olur, sevilmeyen bir kul olur.” Nemrut gibi olur, Firavun gibi olur. Haman gibi olur, Kàrun gibi olur, Şeddat gibi olur. Namlı böyle, Allah’ın sevmediği namlı, tarihe geçmiş insanlar var, öyle olur.


Tabii bir de, başka hadis-i şeriflerden bildiğimiz, bir de Allah’ın gizli kulları vardır, kendisi bilir: Bir hadis-i kudsîde Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:68



68 Gazâlî, İhyâ, c.IV, s.357.

398

أَوْلِيَائِي تَحْتَ قِبَابِي، لاَ يَعْرِ فُهُمْ غَيْرِي .


(Evliyâî tahte kıbâbî, lâ ya’rifühüm gayrî) “Benim sevgili kullarım, gelin çadırı gibi çadırlarımın içinde saklıdır; benden gayrı kimse bilmez.”

Benim evliyaullahım vardır, sevdiğim dostlarım vardır ki, onlar hani gelinin çadırında, gelin otağında perdeler kapalı, dışarıdakileri göstermiyorlar. Herkes aman çadırın bir tarafı açılsa da içerideki gelini bir görsek… Yağma mı var, her tarafı kapalı? Göstermezler.

Öyle düğün çadırlarında gelinin saklandığı gibi benim evliyaullahım öyle saklı dururlar, bir kısmı. Benden gayrisi bilmez diyor. Benden gayri kimse onu bilmez diyor. Saklı kulları... Öylesi de olur. Onun için bize düşen edep, terbiye herkese hoş nazarla bakmak, her gördüğünü Hızır bilip ona göre ayağını denk almak, her gecesini kadir bilip gecesini ihya etmektir. Akıllıca olan hareket bu.

399

Hızır’ı görmek isteyen Hızır’ı görür, kadre ermek isteyen kadre erer. Cenneti isteyen cennete girer, cehennemi isteyen de belâsını bulur, cehenneme gider. Kimisi öyle edepsiz oluyor ki, öyle laflar söylüyor ki… Cehennem istenir mi dersin ama, sen gir şu insanların arasına ne deliler var, ne azılı zıpırlar var, divaneler var. Ne laflar söylüyor, başından takken havaya uçar o lafı duyunca; hop gider, hop gelir. Bu adamlar deli mi? Deli! Delilerden beter deli… Öyle acaip insanlar var. Allah bir insanın aklını almasın, Allah bir insanı şaşırtmasın. Öyle oluyor.

“—E hocam şimdi bir de bazı kâfirler var, müşrikler var, dansözler var, artistler var, filancalar var, falancalar var, onları da ahali seviyor.” Onların sevgisi aldatıcı, sahte. Sonra zaten insanların sevilmesi… İmanlılar sever, kâfir mümini sevmez ki. Peygamber Efendimiz’i seviyor mu kâfir? Sevmez. Fatih Sultan Mehmed Han’ı Yunanlılar sever mi? Sevmez! Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.

O kâfirin hükmü yok da, onları anmıyor bile. Kâfiri anmıyor bile... Evliyaullah taksimat yapmış, müminler dört tabakadır diyor, tabakalarını sayıyor, en yükseği àşık-ı sàdıklardır, àriflerdir. Ondan aşağısı, ondan sonra àbidlerdir; ondan sonra diye böyle sıralama yapıyor. Ötekiler solda sıfır, onların kıymeti yok ki. Onları almıyor. Onlar anılmaya değmez ki.

Onlar sirke sineği gibi diyor Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte. Yani insan müminse kıymetlidir, insan imanlıysa insandır; öyle değilse sirke sineğidir. Ne demek o? Sirke sineği gibi kıymetsizdir. Sirkenin tasını mutfağa koy, üstüne bir sürü sinek gelir, uçuşurlar, kırmızımsı böyle, uçarlar uçarlar, bir iki gün beklet, bakarsın o masanın üstü sinek ölüsü dolmuş. Hepsi ölmüşler, biraz uçmuşlar, yaşamışlar, zayıf mahlûklar demek ki…

Sirke sineğine benzetiyor. Kıymeti yok, uçuşuyor, uçuşuyor, ölüyor, gidiyor filan. Kıymeti yok.


Kıymetli olan insan. İnsan nesli içinde kıymetli olan mümin. Müminler içinde kıymetli olan mümin-i kâmil, àşık-ı sadık; o olursa onun kıymeti var. O olmadı mı, ötekilerin zaten rey hakkı bile yok. Ötekiler solda sıfır, çizginin altında, tahte’s-sıfır. Sıfırın altında

400

olduğu için onların kıymeti yoktur kardeşlerim. Allah bizi sıfırın altına düşürmesin…

Yani bir insanın, hiç olmazsa derdi Hocamız, tasavvufta mütmainne makamı denilen makama ulaşması lâzım! Nefsi emmâresi terbiye olacak, nefsi levvâme nefsi mülhemeye dönecek, nefsi mülheme nefsi mütmainneye gelecek. O zaman istikrarlı, sağlam, değişmez bir hale gelecek.

Tamam, işte bu mümin; böyle gelmiş, böyle gider. Değişmez. Hapse atsan değişmez. Diyarı küfre vazifeyle, elçilikle göndersen değişmez. Eza etsen değişmez, zenginlik versen değişmez. Neden? Mütmainne makamına ermiş, sağlam. Tamam, istikrarlı hale gelmiş. Allah o güzel makamlara erdirsin cümlenizi, cümlemizi…


c. Allah Sevdiği Kula Hayırları Nasib Eder


İkinci hadis-i şerif.

Ebû Said el-Hudrî’den Beyhakî rivayet etmiş, Rh.A. Diyor ki Peygamber Efendimiz SAS:69


إِذَا أَحَبَّ اللهِّ عَبْدًا، أَثْنٰى عَلَيْ هُِ سَبْعَةَ أَ صْنَافٍ مِنَ الْخَيْرِ لَمْ يَعْمَ لْهُُ؛


وَإِذَا سَخَطَ عَلٰى عَبْدٍ، أَثْنٰى عَلَيْهُِ سَبْعَةَ أَ صْنَافٍ مِنَ الشَّرِّ لَمْ يَ عْمَلْ هُُ

(ق. في الزهد عن أبي سعيد)


RE. 25/7 (İzâ ehabba’llàhu abden, esnâ aleyhi seb’ate esnâfin mine’l-hayri lem ya’melhu; ve izâ sahita alâ abdin, esnâ aleyhi seb’ate esnâfin mine’ş-şerri lem ya’melhu.)

(İzâ ehabba’llàhu abden) “Allah bir kulu sevdi mi, (esnâ aleyhi seb’ate esnâfin mine’l-hayri) onu yedi türlü hayırdan dolayı medh eder; (lem ya’melhu) daha yapmadan…” Yapmaya muvaffak eder. O hayırlı işleri yapmaya onu muvaffak eder. Bir kulu sevdi mi, daha yapmadan yedi türlü hayırla kendisi



69 Beyhakî, Zühdü’l-Kebîr, c.II, s.331, no:826; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.97, no:30771; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.190, no:1126.

401

medheder, meleklerine medh ettirir.

Ayet-i kerimede buyruluyor ki:


وَلَيَنصُرَن اللهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (الحج:٠٤)


(Ve leyensuranna’llàhu men yensuruhû) [Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. (İnna’llàhe lekaviyyün azîz) Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.] (Hac, 22/40)

Kendisine iyi bağlanan, iyi hizmet veren kullarına yardım eder. Daha hayrı yapmadan, hayırdan dolayı medh eder ve hayrı yapmaya da muvaffak eder. İnâyet-i ilahiyyeye mazhar olmuş oluyor yâni.

(Ve izâ sahita alâ abdin) “Bir kula kızdığı zaman da, gazap ettiği zaman da, (esnâ aleyhi seb’ate esnâfin mine’ş-şerri lem ya’melhu) onu daha yapmamış olduğu yedi türlü şerle bahsini geçirttirir. O şerleri yapacak duruma düşürtür.” Esrarı ilahi...

Bütün gaye, bütün iş Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sevgisini kazanmakta… Hayatın gayesi ne, tasavvufun gayesi ne? Nedir böyle kitaplar, şiirler, ilahiler… Gaye ne? Bunun bir kısa yolu, kısa tarifi yok mu? Gayet kolay: Allah’ın sevgisini kazanmak.

Tasavvuf nedir? Allah’ın sevgisini kazanmak. O kadar. Allah’ın sevdiği kul olmak. Sen onu seveceksin, senin içinde bir aşkullah, muhabbetullah hasıl olacak; o da seni sevecek. Bu hasıl oldu mu tamam, murad hasıl olmuştur, ne mutlu öyle kimseye... Bütün çalışmalar hep onun hasıl olması için…


d. Sevdiğini Kardeşine Söyle!


Bundan sonraki hadis-i şerif,

Buhari’de, Ahmed ibn-i Hanbel’de, Tirmizi’de hasen, sahih hadis diye geçmiş, daha başka kaynaklarda geçmiş, Enes RA’dan rivayet edilmiş.

Peygamber SAS Efendimiz bizlere şöyle emrediyor:70



70 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.406, no:2314; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.130, no:17210; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.189, no:7322; Taberânî, Mu’cemü’l-

402

إِذَا أَحَبَّ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ، فَلْيُعْلِمْهُُ أَنَّهُُ يُحِبّهُُ (حم . خ . فى الأدب، د. ت. حسن صحيح غريب، وابن أبى الدنيا في كتاب الإخوان، حب. ك. طب. وابن السني عن الْمِقْدَامِ بْنِ مَعْدِي كَرِبَ؛ خ . في الأدب عن رجل من الصحابة؛ هناد عن مجاهد مرسلا؛ حب. عن أنس و عن ابن عمر)


RE. 25/8 (İzâ ehabbe ehadüküm ehàhu, felyu’limhu ennehû yuhibbuhû.)

(İzâ ehabbe ehadüküm ehàhu) “Sizden biriniz kardeşini seviyorsa, (felyu’limhu ennehû yuhibbuhû) onu sevdiğini gidip bildirsin!” Kardeşi dediği, din kardeşi demek. Bir Müslüman kardeşini, bir din kardeşini sizden biriniz sevmiş, beğeniyor uzaktan uzağa. O zaman ne yapacak? Gidecek, selâm verecek, bildirecek sevgisini: “—Kardeşim ben seni seviyorum!” diyecek.

İhya-i ulumda geçmişti ki, bir zat anlatıyor, gittim diyor Şam’daki, Dimaşk’taki mescide, baktım ki nur yüzlü bir insan konuşuyor, etrafında da bir kalabalık, herkes de onu zevkle, hayranlıkla dinliyor. Onu sevdim diyor, yanına gittim; “—Yahu mübarek, sen kimsin? Ben seni çok sevdim.” dedim diyor.

O da sordu:

“—Gerçekten mi sevdin? Hakikaten mi sevdin?”


Kebîr, c.XX, s.279, no:661; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.59, no:10034; Taberânî, Müsndü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.282, no:491; İbnü’s-Sinnî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyleh, c.I, s.369, no:196; İbn-i Kànî, Mu’cemü’s-Sahabe, c.VI, s.295, no:1698; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.58, no:1675; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.99; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.IV, s.275, no:2440; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.191, no:542; Mikdam ibn-i Ma’dî Kerb RA’dan Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.489, no:9010; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.446, no:765; Abdullah ib-i Ömer RA’dan. Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.447, no:766; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.303, no:1197; Ebû Saîd el-Hudrî RA’den. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.24, no:24745; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.185, no:1115.

403

“—Evet, hakikaten sevdim.”

“—Tamam, o zaman bir mümin bir mümin kardeşini severse Allah da onu sever. Sana müjdeler olsun!” diyor.

Muhabbetten muhabbet hasıl oluyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rızası kazanılıyor.

Bazı insanlar yapmıyor işte bu şeyi. Uzaktan uzağa seviyor, hiçbir hareket, hiçbir emare belli değil. Kaşları çatık, gözleri aşağıda. Adam kızıyor mu, seviyor mu belli değil. Olmaz ki. Müslüman biraz tatlı dilli olur, konuşkan olur, sokulgan olur, geçimli olur, geçinilebilen tipte bir insan olur.

Adam sabahleyin camiye geliyor diyelim, bir tip mesela. Kaşlar çatık, elinde baston. Bastonu kenara dayıyor, ayakkabıyı da kenara koyuyor, içeri giriyor, gayet ciddi. E güzel, tabii camide ciddi olması lazım insanın. Namaz kılınıyor, kaşlar çatık, gayet ciddi... Dua bitiyor, kaşlar çatık, gayet ciddi... Yine böyle aynı ciddiyetle, kaşlar çatık, gidiyor, pabucunu alıyor, değneğini alıyor, gidiyor. Kimse yanına yanaşamıyor değneği bana mı vuracak diye. Olmaz ki! Güleç yüzlü olacak.

Buyrulmuş ki:71


تَبَسّمُكَ فِي وَجْهُِ أَخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ (ت. عن ابى ذر)


(Tebessümüke fî vechi ahîke leke sadakatün) “Arkadaşının yüzüne tebessüm etmen, senin için sadakadır.” Mü’min kardeşinin yüzüne tebessüm etmen, senin için sadaka vermek gibi sevaptır. Para vermek gibidir. Bak, ne kadar kolay! Arkadaşının, kardeşinin yüzüne tebessüm edeceksin. Tebessüm edersen sadaka gibidir, elini tutar musafaha edersen günahlar sapır sapır dökülür.



71 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.213, no:1879; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.287, no:529; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.220, no:3377; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.183, no:8342; Bezzâr, Müsned, c.II, no:108, no:4070; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.307, no:891; Taberânî, Mekârimü’l-Ahlâk, c.I, s.26, no:20; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.70, no:2396; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.275; Ebû Zerr-i Gıfârî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.410, no:16305; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.202, no:10571.

404

İnsanın hoşuna gider bazen. Sararmış, ağacın yaprakları. Sonbahar… Dibine gider, ağacı bir silkeler, sapır sapır sapır sararmış yapraklar aşağı dökülür. Hoşuna gider yani. Veyahut çöpçü süpürmekten kızıyor, aşağısı gene toprak dolmuş. Gidiyor, ağacı silkeliyor silkeliyor, iyice dökülsün de ondan sonra süpüreyim diye süpürüyor, bidona koyuyor. Yani sonbaharda ağacın dibi, yaprağın dibi kuruduğu zaman, yaprak sarardığı zaman dökülüyor.

Sonbahardaki yaprakların ağaçtan sapır sapır döküldüğü gibi, mümin müminin elini tutup da musafaha ettiği zaman günahlar dökülüyor. Yüzüne baktığı zaman, sadaka vermiş gibi sevap oluyor. İslam’ın güzelliğine bak! Bir Müslüman bir Müslümanı Allah rızası için sevince, Allah’ın sevgisi onların üzerine hak oluyor, vacip oluyor, tahakkuk ediyor, gerekli oluyor, Allah da seviyor. Sen onu seviyorsun, o seni seviyor, Allah da sizi seviyor.


İki kişi ortaklık kurduğu zaman, üçüncü ortak Allah CC Hazretleri… İltifat yoluyla bildiriyor ki: “—İki kişi ortak olsa, üçüncüsü ben olurum. Birisi ötekisine hıyanet etmediği müddetçe üçüncü ortakları benim.” “—Sen kimsin?” “—Efendim, ben işte Kayseri’den falanca… Bu da arkadaşım Ankara’dan filanca. Evet? İkimiz bir nalbur dükkânı açtık.” “—Maşallah… Niçin?” “—İşte, mümin kardeşiz. Birbirimizi sevdik, seviyoruz. Allah rızası için, helâl kazanç kazanalım, hiç haram karıştırmayalım diye bir nalbur dükkânı açtık.” “—İyi, mübarek olsun! Üçüncü ortağınız kim?” “—İki ortağız.” “—Hayır, üçüncüsü Allah CC.” “—Neden?” İki kardeş bir araya geliyor. Birlikte hayır, feyiz, bereket olduğundan, Allah-u Teàlâ Hazretleri “İki kişi ortak olsa, üçüncü ortakları ben olurum!” buyuruyor.

Hem ticaret Peygamber Efendimizin mesleği olduğundan, hem muhabbet İslâm’ın şiarı olduğundan, üçüncü ortak Allah CC. Mânevî bir hayır ve bereket var.

“—Hudut, ölçü, sınır ne? Ne zamana kadar?”

“—Bir ortak ötekisine hıyanet edinceye kadar.”

405

Hıyanet etmezse üçlü ortaklık devam ediyor.

Birisi ötekisinin haberi olmadan, kasadan 10.000 lirayı cebine soktu mu? Filanca yerle alışveriş yaptıktan sonra ortağına duyurmadı mı? Filanca alacakta, satışta; “Sen bu kadar yaz, ondan sonra şu kadar parayı da benim hesabıma filanca yere yatır!” dedi mi? Tamam, Allah CC ayrılıyor.

Hıyanet olan yerde, şirkette hıyanet olan, aldatmaca olan, haram olan yerde Allah’ın hayrı, bereketi kalmıyor muhterem kardeşlerim. Onun için, Allah bizleri birbirini seven, sayan, sevdiğini bildiren kimselerden eylesin... Her işi muhabbetle Allah’ın rızasına uygun yapanlardan eylesin… Allah’ın rızasını kazananlardan eylesin…


e. Muhabbeti Artıracak Şeyler


Müteakip, ondan sonraki hadis-i şerif de aynı konuda ama biraz daha ibarelerde değişme var, gelişme var. Dokuzuncu hadis-i şerif.

Bu da Mücâhid Rh.A’ten rivayet edilmiş, İbn-i Ebi’d-Dünyâ isimli alimin kitabında yazılı. Mürsel olarak yazmış, yani sahabe

406

ismi zikredilmeden gelmiş rivayet demek, ama hadis.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:72


إِذَا أَحَبَّ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ فِي اللهِ، فَلْيُعْلِمْهُُ، فإِنَّهُُ أبْقٰى فِي الأُلْفَةِ، وَأَثْبَتُ

فِي الْ مَوَدَّةِ (ابن أبى الدنيا عن مجاهد مرسلاً)


RE. 25/9 (İzâ ehabbe ehadüküm ehàhu fi’llâhi, felyu’limhu, feinnehû ebkà fil ülfeti, ve esbetu fi’l-meveddeti.) (İzâ ehabbe ehadüküm ehàhu fi’llâhi) “Sizden biriniz Allah yolunda edindiği kardeşini severse…”

Bak, demin yukarıda kısaydı. Kardeş diyordu ama ne olduğu belli değildi. Burada biraz netleşmiş ibare. Allah yolunda kardeş, yâni ehun fi’llâhi.

Bir insan ana babadan kardeş olabilir, tamam, bu bunun küçük biraderidir, ağabeysidir, anaları babaları aynı filanca deriz. Bir de birisi Kayserilidir, birisi Hataylıdır, ötekisi Erzurumludur ama Allah için kardeş olmuşlardır. Din kardeşliğidir, tarikat kardeşliğidir, ihvanlıktır, buna da uhuvvet fi’llâh derler, yani Allah yolunda kardeş olmak derler. Onu ifade ediyor Efendimiz.

“Bir Allah yolunda kardeşini sizden birisi sevmişse, (felyu’limhu) bu sevgisini ona gitsin, belli etsin. Yani ilan-ı aşk etsin, seviyorum kardeşim seni desin! Bak haberin olsun, ver elini, bir sarılsın boynuna filan, neyse. Bir musafaha etsinler, ben seni seviyorum desin, bildirsin yani.

“Çünkü…” diyor, izahı da var bu hadis-i şerifte: (Feinnehû ebkà fil ülfeti) “Çünkü böyle şeyler ülfeti, muhabbeti daha çok devam ettirir.” Susarsa, belli etmezse nasıl devam edecek? Belli ederse, ifade ederse o zaman daha iyi oluyor. İkinci sebep: (Ve esbetu fi’l- meveddeti) “Sevgi daha sabit olur yani sağlam olur, devamlı olur.”

Kendi kendine karşı taraftaki nereden bilecek böyle sevip sevmediğini? Gidip söyleyecek. Sevgisinin gereği olan işleri yapacak. Selâm verecek, halini hatırını soracak: “—Nerede kaldın?” diyecek, “Çoluk çocuk nasıl?” diyecek, “İşin



72 İbn-i Ebi’d-Dünyâ, el-İhvân, c.I, s.120, no:69; Mücâhid Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.25, no:24747; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.186, no:1116.

407

nasıl?” diyecek, “Bir derdin var mı?” diyecek, “Hasta mısın, bugün benzini sarı gördüm, gözünü kanlı gördüm?” diyecek. “Ne oldu, gece uyuyamadın mı?” diyecek, filan. Yani dilbazlık yapacak, dilnüvazlık yapacak, hatır alıcı hoş şeylerle sevgiyi arttırmaya çalışacak.


f. Kardeşliğin Âdâbı


Onuncu hadis-i şerif: Muaz ibn-i Cebel RA’dan bu hadis-i şerif. Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:


إِذَا أحْبَبْتَ رَجُلاً، فَلاَ تُمَارِهِ ، وَلاَ تُجَارِهِ، وَلاَ تُشَارَّهُ، وَلاَ تَسْأَلْ عَنْهُُ أَ حَدًا؛


فَعَسٰى أَنْ تُوَافِيَ لهُُ عَدُوّا، فَيُخْبِرَكَ بِمَا لَيْسَ فِيهُِ ، فَيُفَرِّقَ مَا بَيْنَكَ


وَبَيْنَهُُ (ابن السنى، حل. عن معاذ بن جبل)


RE. 25/10 (İzâ ahbebte racülen, felâ tümârihî, ve lâ tücârihî, ve lâ tüşarrihi, ve lâ tes’elhü anhü ehaden; feasâ en tüvâfiye lehû aduvven, feyuhbiruke bimâ leyse fîhi, feyuferrika mâ beyneke ve beynehû.)

Herhalde râvî Muaz RA’a hitaben söylemiş. Muaz RA, sevdiği sahabesidir. Yemen’e de kadı olarak gönderdi. Ona buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:

(İzâ ahbebte racülen) “Bir adamı sevdin mi; (felâ tümârihî) münakaşa yapma!” Münakaşa, muhabbeti zedeler. Fikirler çatışır, iş kızışır, kafalar bozulur, sözler gittikçe keskinleşir, hiddetlenir. Tatsızlaşır iş. Münakaşaya girmeyeceksin. Pekiyi diyeceksin, arkadaşlık pekiyi demekle kaimdir.


Mehmed Zâhid Kotku Hocamız Rh.A öyle derdi:

“—Arkadaşlık, pekeyi demekle kaimdir.”

Pekeyi, tamam. Biz iyi diyoruz şimdi, İstanbul şivesi; eskiden eyi derlerdi. Pekeyi demekle kaimdir, yani pekiyi diyeceksin, itiraz etmeyeceksin.

408

Yine Hocamız söylerdi ki, bir arkadaş öteki arkadaşa: “—Kalk gidelim!” dese; Öbürü de;

“—Nereye?” diye sorsa, bu arkadaşlığa sığmaz derdi.

“—Kalk gidelim!” diyor, ötekisi oturuyor, “Nereye?” diye

soruyor. Hoşuna giderse gidecek, hoşuna gitmezse gitmeyecek. Böyle arkadaşlık mı olur? Arkadaşın kalk gidelim demiş. Hop kalkacak, yürüyüp gidecek. Münakaşa etmeyecek.

Arkadaşlık kıymetli bir şey. Allah arkadaş olunca seviyor, bunu koruyacak. Cam kavanozu korur gibi, bir güzel vazoyu korur gibi, bir elektronik cihazı korur gibi bu muhabbeti koruyacak, zedelemeyecek. Zedeleyecek şeyleri yapmayacak. Münakaşa çatışma demektir.

Elinde kırılacak şeyler varken çatışır mısın birisiyle? On tane yumurta almışsın bakkaldan, kese kağıdına koymuşsun, çarpışır mısın birisiyle? Böyle tutarsın, alimallah bir yere çarpmasın diye, çünkü yumurtaların hepsi kırılır. Sarısıyla akı, kabuğuyla bilmem nesi birbirine karışır, eve götüremezsin onu… “—Kırılmaması için, arkadaşlığın bozulmaması için, münakaşa

409

etme!” diyor Muaz ibn-i Cebel RA’a…


İkincisi, (Ve lâ tucârihî) Bu cevirden geliyormuş. Ben demin şeddeli okudum, buraya şedde koymuşlar diye ama şeddeye lüzum yok. (Ve lâ tucârihî) “Ona cevretme, zulmetme, cevr ü cefa eyleme ona! Zulüm olacak şeyi yapma!” Ben üniversite talebesiyken, Erenköy’den burada Edebiyat Fakültesi’ne gelip gitmek zor oluyordu. İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal’ın vakıf olarak bıraktığı yurtta kaldım. Orada bazı arkadaşlar vardı. İki tane arkadaş gözümün önünde, ikisi de hemşehri, aynı ilden. Bir tanesi hafız, hocazade, imamzade, sülalesi hafız, dedesi hafızmış, kendisi hafız filan; ötekisi de onun ilinden bir başka arkadaş. Biz tahammül edemezdik. Cevrederdi daima:

“—Git, şunu getir. Pabucumu boya! Şunu yıka, al, gel!” Aynı odada kalıyorlar. Ötekisi de onun seyisi gibi, hizmetçisi gibi pekiyi derdi. Biz dayanamazdık, yani cevrederdi. Gülerek, imtihan eder gibi cevr ü cefa ederdi. İşi cevr ü cefa. Emir, zahmet, meşakkat, hep böyle… Tabii, Allah mütevazi olana daha yüksek makamlar verdi, daha iyi hale geldi. Tevazu eden, sabreden kazanıyor. Daha yüksek mevki verdi, izzet verdi, itibar verdi. Ötekisi de cevr ü cefasından dolayı kötü durumlara düştü. Allah onu da kurtarsın. İsim zikretmiyoruz ama, cevr ü cefanın sonu iyi olmuyor. Onun misali olarak hatırına geliyor insanın, ister istemez.


Şimdi eğer bir adamı sevdiysen onunla münakaşa etme, ona cevr ü cefa etme! (Ve lâ tuşarrihî) “Onunla şer ve zarar verecek şekilde bir mücadeleye girişme!”

“—Sen bana böyle yaptın, ben de sana gösteririm. Sen benim harmanıma zarar verdin, ben de senin harmanını yakarım. Ben senin ocağına incir dikerim. Ben sana gösteririm!” Yani kötülük yapacak. İşler zıtlaştı. Unutamıyorum, gözümün önündeki sahnelerden birisi: Küçük çocukken bizim köye gittik. Bizim bir arkadaş da bizi onların bağına götürdü. Güzel; taşların, çamların aşağısında bir bahçe… Biz orada dolaşırken birisi önümüzden, öndeki yoldan, başı önünde hızlı hızlı yürüdü, gitti. Hatta biz ismiyle seslendik ama, o kadar başı dumanlıydı ki adamın, bizi duymadı. Hızlı hızlı gitti.

410

Akşam duyduk ki, o kestirme yoldan, öbür yoldan giden bir arkadaşın önüne geçmiş, kafasını odunla parçalamış. Yani hastanelik etmiş. Arkadaş ama bir zaman geliyor bıçaklaşıyorlar, kavgalaşıyorlar, kafa göz kırıyorlar, burun kanatıyorlar filan.

Böyle şey yok. İslam’da böyle bir şey yok. Yani sevdin mi bir adamı, sevdin. Münakaşa çıkartma, cevr ü cefa etme! İşi kavgaya, gürültüye, kafa kol kırmaya, yumruk atmaya getirme! Kavgaya dökme! Yani işi kavga hâline getirmeyecek Müslüman. Kavga, iki taraflı olur. Birisi kavgayı istemedi mi, kavga olmaz muhterem kardeşlerim. İlle iki taraf da kavgayı isterse, kavga o zaman olur. Tek kişiyle kavga olmaz.

Ne demek bu? Birisi kavgadan yan çizerse, onun kavga etmeye niyeti yoksa, o alttan alır, vazgeçer, cevap vermez, kavga olmaz. O diklenir, bu diklenir, nasıl olsa bizi ayırırlar diye o onun üstüne atlarsa, bu bunun üstüne atlarsa; aşağıdan tekme, yukarıdan yumruk derken birbirlerini alt alta işte… Ayıranlar da bir zaman sonra kendileri de birer yumruk yeyince ah, aman diye bir kenara çekilince, artık bundan sonra şeytanın işi artık. Bakalım nereye varacak bu kedilerin birbirleriyle kavgası gibi alt alta, üst üste yerlerde boğuşurlar.

Bu, İslam’ın usülü değil. İslam’da böyle bir şey yok. İslam’da işi bu noktaya getirmek yok. Neden? Münakaşa bile yok. Münakaşa zaten bunu öbür tarafa götürür. Münakaşa şiddetlendirir işi, öbür tarafa doğru öyle gider. Münakaşa bile etmeyince, pekiyi dedikten sonra, yumuşak olduktan sonra kavga olmaz.


Adamın birisini çok medh etmişler: “—Çok güzel huylu bir adamdır.” filan diye. Birisi de de demiş ki:

“—Ben onun güzelliğini size gösteririm. Bakalım güzel huylu muymuş, değil miymiş görürsünüz.” Takılmış peşine adamın. Adam Cuma günü hamama gitmiş, eskiden her evde böyle su bulmak filan imkanı yok, hamamda sıcak su var… Dağın içinden çıkmış, güzel kurnalar, havuzlar filan peştamal vs. usulüme uygun, tesettürlü… Yıkanır, Cuma’ya giderdi eskiden insanlar. Şimdi el-hamdü lillâh herkesin evinde banyo var, duş var; sabah bir duş, akşam bir duş… Terli olduğu zaman, öğlen geldiği zaman bir duş… Kolay, ama eskiden öyle

411

değildi. Hamama gitmiş, tabii peştamalini vermişler, tasını vermişler; o da lifini, sabununu almış, gitmiş bir kurnanın başına oturmuş. Kurna diyoruz yani çeşme… Önünde bir hazne var. Su orada ılıştırılacak, yıkanacak adam. Yıkanacak ama ötekisi de onun peşinden hamama girmiş, o da aynı şekilde tası, sabunu, lifi filan almış yanına, keseyi; dosdoğru bu adamın başına gitmiş: “—Bana bak, kalk buradan!” demiş.

Şöyle bir bakmış: “—Niye kalkacak mışım?” “—Ben yıkanacağım burada…” demiş.

“—Pekiyi, öyle olsun.” demiş adam, tası tarağı toplamış, kalkmış, gitmiş öbür kurnaya…


Hani tası tarağı toplamak tabiri buradan geliyor. Tas; kurnadan, hazneden suyu alıp dökmek için. Tarak, yıkanırken taranmak için. Tası tarağı toplamış, gitmiş öbür kurnaya. Malum hamamın muhtelif yerlerinde muhtelif kurnalar vardır. Birisi orada yıkanacak, ötekisi orada, ötekisi orada filan…

Şimdi adam bu sefer onun gittiği öbür kurnanın başına gitmiş: “—Öbür kurnanın suyu iyi akmıyor, bu kurnada yıkanacağım, buradan kalk!” demiş.

“—Pekâlâ…” demiş, gene adam tası tarağı toplamış, başka tarafa gitmiş.

Öbürü onun arkasından tekrar gitmiş, tekrar kalkmış. Sonra demiş ki: “—Yâhu pes doğrusu, maşallah! Hakikaten güzel huyun varmış senin. Seni medh ettiler de ben onun damarına basarım, güzel huyun da bir hududu vardır, bir zaman sonra sinirlenir; onun güzel huylu olmadığını gösteririm diye senin böyle üstüne üstüne, sataşa sataşa vardım, ama hakikaten güzel huyluymuşsun, tebrik ederim!” demiş.

Yani kavga iki kişiyle oluyor; birisi kavgayı istemeyince, tası tarağı toplayınca, ötekisi ne yapsın, yapamıyor bir şey… Tabii kardeşlikte bu daha önemli. Kardeşlikte kavganın çıkmaması için münakaşa bile etmeyecek. İtiraz etmeyecek, pekiyi diyecek, yumuşak davranacak, cevr etmeyecek, cefa etmeyecek. Ona zarar verici inatlaşmaya girişmeyecek.

412

Sonra, bir şey daha tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz: (Ve lâ tes’elhü anhü ehaden) “Onun hakkında bir başka şahsa soru sorma!” Ne sorusu soracak? “Yahu ben Ahmed’le tanıştım, nasıl bilirsin bu adamı?” Denir ya, yani yoklama… Tanıştığı bir kimseyi filancadan sormak, bir başkasından… “Nasıl biliyorsun bu adamı?” filan… Sorma diyor Peygamber Efendimiz. Sorma! Neden? (Feasâ en tüvâfiye lehû aduvven, feyuhbiruke bimâ leyse fîhi) “Belki, tesadüfen onun düşmanı olan birisine sormuş olursun soruyu. Onun bir düşmanına tesadüf etmiş olursun. O düşmandır da sana gerçeği söylemez, gerçek dışı şey söyler, düşmanlığından dolayı söyler. (Feyuferrika mâ beyneke ve beynehû) Seninle onun arasını açar. Aranızı açar, ahbaplığınızı bozdurur.”

Sorma! Yani insan ayıp aramak için değil, ayıp görmemek için göz kapatacak. İslam’da böyle. Gıybet etmeyecek, kötülüğünü söylemeyecek.

“—Adamda hakikaten kötülük var, niye söylemeyecek mişim?”

Kötülüğü örteceksin, çünkü sen örtersen, Allah da senin ruz-i mahşerde kusurunu örter.

413

“—Adam sahtekâr, hırsız, dolandırıcı. Geçenlerde beni dolandırmıştı, bu sefer de bunun yanına yanaşmış, bu tüccarı da dolandıracak.” Ha, o ayrı. İş konusunda, aldatma konusunda, böyle sahtekârlık konusunda o zaman söylenir. O zaman gidersin, söylersin. Kardeşim, bu şahıs senin bildiğin gibi değildir, bana şöyle etti, filancaya böyle etti, falancaya böyle etti, o zaman denilir.

Bunun dışında filancayı nasıl bilirsin diye bile sorma, belki düşmanına rastlarsın, o da kötüler, muhabbetiniz bozulur diyor.

Mümin müminin kusurunu araştırmaz. Kusurlarını örtmeye çalışır. Kusur örtmek İslam’ın vasıflarından birisidir. Olan kusuru örtecek. Hz. İsa AS buyurmuş ki bir kardeşiniz uyuyor olsa, üstü açılmış olsa, avret mahalleri görülecek gibi bir hale gelmiş olsa ne yaparsınız? Uyuyor, farkında değil, uyurken ayağını bir atmış, şimdi nâmahrem yerleri görünecek bir hale gelmiş. Örtüsü kaymış. Mesela ihramda oluyor ya bazen, hani hacda, umrede filan olabilir böyle şeyler. Ne yaparsın?

Örtüsünü çekiverirsin, örtüverirsin görünmesin diye. İşte öyle olacak. Setredecek, örtüverecek kardeşinin ayıbını. Eğer o ayıbın düzelmesini istiyorsa Allah’a dua edecek, bu kardeşimi bu ayıptan kurtar diye. Gidip bildirecek: “—Kardeşim ben sende böyle bir kusur gördüm, bunu bırak! Kimseye söylemedim ama yapma!” filan diye bildirecek.


g. Günah İşledin mi, Hemen Tevbe Et!


Bir hadis daha okuyalım inşallah.

Enes RA’dan, 11. hadis-i şerif. Peygamber SAS buyuruyor ki:73


إِذَا أَحْدَثْتَ ذَنبًا، فَأَحْدِثْ عِ نْدَهُ تَوْبَةً؛ إِنْ سِرّا فَسِرّا، وَإِ نْ


عَلاَنِيَةً فَ عَلاَ نِيَةً (الديلمى عن أنس)




73 Beyhakî, Zühd, c.II, s.473, no:967; İbn-i Hibbân, Sikàt, c.II, s.110; Muaz ibn- i Cebel Ra’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.220, no:10248; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.200, no:1143.

414

RE. 25/11 (İzâ ahdeste zenben, feahdis indehû tevbeten; in sirren fesirran, ve in alâniyeten fealâniyeh.)

(İzâ ahdeste zenben) “Sen bir günah işledin mi, (feahdis indehû tevbeten) hemen bir tevbe yap!” Bir günah işledin mi, hemen bir tevbe yap! Yeni bir günah işledin mi, hemen yeni bir tevbe yap! Çünkü bu insanoğlu hata edici bir mahlûktur, zavallıdır, kusurludur, eksiklidir, bakarsın yanılır, günah işleyiverir.

“—E Müslüman günah işler mi?” İşleyebilir. Şeytan var, nefis var, dünya var, zaaflar var, hırs var, tamah var filan derken bir hata işleyiverir, gözü kayıverir, uzanıverir, olmadık bir şeyi yapıverir. Hah, bir günah işledi mi bir insan, ne yapacak? Hemen, günah işlediğini anlar anlamaz hemen bir tevbe, hemen bir tevbe…

(İn sirran fesirran) “Gizli bir günah işlemişsen, tek başına, odadayken, kimsenin bilmediği, görmediği bir yerde bir günah işlemişsen; gizli bir tevbe yap! (Ve in alâniyeten fealâniyeh) Aşikâre bir günah işlemişse, herkesin gördüğü bir şekilde; aşikâre bir tevbe

yap o zaman.” Bazen insan herkesin gördüğü bir yerde bir hata yapıyor.

415

“—Hay Allah, niye yaptım ben bunu? Tevbe estağfirullah... Yine hata ettim.” diye hemen pişmanlığını başkasına da duyuracak. Çünkü günahı başkası gördü. Günah aleni işlendi, tevbeyi de herkes duyacak. Bu işe pişman oldum filan diye söylemesi gerekiyor muhterem kardeşlerim!


h. Kim Müslümanlığını Güzel Eylerse


Hava sıcak, benim alnımı silen arkadaşlarım var ama herkesin alnını silecek arkadaşı yok. İsterseniz bir tane daha okuyup bırakalım.

Ahmed ibn-i Hanbel, Buhàrî ve Müslim (rahmetu’llàhi aleyhim ecmaîn) bu hadis-i şerifi Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:74


إِذَا أَحْسَنَ أَحَدُكُمْ إِسْلاَمَهُُ، فَكُلّ حَسَنَةٍ يَعْمَلُهَا تُكْتَبُ لَهُُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا،


إِلَى سَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ؛ وَكُلّ سَيِّئَةٍ يَعْمَلُهَا تُكْتَبُ لَهُُ بِمِثْلِهَا، حَتَّى يَلْقَى


اللهَ (حم. خ. م. عن أبى هريرة)


RE. 25/12 (İzâ ahsene ehadüküm islâmehû, feküllü hasenetin ya’melühâ tüktebü lehû bi-aşri emsâlihâ, ilâ seb’i mieti dı’fin; ve küllü seyyietin ya’melühâ tüktebü lehû bi-mislihâ, hattâ yelka’llàh.) (İzâ ahsene ehadüküm islâmehû) “Sizden biriniz Müslümanlığını güzelleştirdi mi, istikrarlı, güzel bir Müslümanlık seviyesine getirdi, rayına oturttu mu, iyi bir Müslüman oldu mu… (Feküllü hasenetin ya’melühâ tüktebü lehû bi-aşri emsâlihâ, ilâ seb’i mieti dı’fin) yaptığı her iyiliğe ya on misli fazlasıyla sevap verir Allah, ya da yedi yüz misline kadar daha büyük bir sevap verir. Yani bire bir vermez, bire on veya bire yedi yüz verir.”



74 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.73, no:40; Müslim, Sahîh, c.I, s.321, no:185; Ahmed ibn- i Hanbel, Müsned, c.II, s.317, no:8201; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.465, no:228; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.389, no:7046; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.271; Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, c.I, s.131, no:120; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.69, no:266; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.200, no:1146.

416

(Ve küllü seyyietin ya’melühâ tüktebü lehû bi-mislihâ) “İşlediği her hataya da bir günah yazar. (Hattâ yelka’llàh) Allah’a kavuşuncaya kadar bu böyledir.”

İyiliğe on misli sevap yazar veya yedi yüz misli sevap yazar da günah işlemişse, seyyie, hata işlemişse ona sadece bir yazar. Günaha bir yazıyor ama iyiliğe on veya yetmiş veya yedi yüz veya bazen daha fazla verebiliyor.


Burada şart neymiş?

Peygamber SAS Efendimizin söylediği: (İzâ ahsene ehadüküm islâmü) “Sizden biriniz Müslümanlığını güzel bir hale getirdiği zaman” demek. Yâni istikrarlı, iyi niyetli, iyi bir Müslüman olma yolunda rayına oturmuş, güzel bir Müslüman olduğu zaman durum böyle oluyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi Müslümanlığı güzel ifa eden, işi yoluna koyan, rayına oturtan, dengeli, güzel bir tarzda yapan Müslümanlardan eylesin… Allah’ın sevdiği işleri yapmaya muvaffak eylesin...

Sevdiği kullarla dost eylesin… Sevgisini nasib eylesin… Gök ehline, yer ehline, meleklere bizi sevdirsin… Yolunda daim, zikrinde kàim eylesin… Ümmeti Muhammed’e nâfî ve faydalı eylesin… Huzur-u izzetine sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasib eylesin…

Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


29. 09.1991 – İskenderpaşa Camii

417
13. ALLAH’IN TAKSİMİNE RAZI OLMAK