02. EN ÇOK YEDİKLERİ ARPA EKMEĞİ İDİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn... Muhammedini’l-mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin zevi’s-sıdk-i ve’-vefâ...
Emma ba’dü fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh, ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtihâ, ve külle muhdesetin bid’ah, ve külle bid’atün dalâleh, ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kân:
كانَ يَبْدَأُ بِالشَّرَابِ إِذَا كانَ صَائِمًا وَكَانَ لاَ يَعِبُّ يَشْرَبُ مَرَّتَيْنِ
أَوْ ثَلاَثًا (طب. عن أم سلمة)
RE. 550/2 (Kâne yebdeu bi’ş-şarâbî izâ kâne sàimen, ve kâne lâ yeubbü yeşrabü merreteyni ev selâsen.)
Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl…
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihan saadetine cümlenizi nail eylesin.
Peygamber SAS Efendimiz’in mübarek itiyatlarını, ahlâkını, şemâilini ifade eden bölümü Râmùzü’l-Ehâdis isimli Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Hocamız’ın te’lif eylediği kitaptan takip etmeye devam ediyoruz. Sıra 550. sayfanın rivayetlerini okumaya kadar geldi.
Bu rivayetlerin okunup, Peygamber Efendimiz’in hayatı ve itiyatları, adetleri, âdet-i seniyyeleri izah edilip konuya girilmezden önce, başta Peygamber SAS Efendimiz’in rûh-u pâkine hediye olsun
diye… Sonra onun mübârek âlinin, pâk ashabının, kıyamete kadar ona ittibâ eden etbâının, ahbabının ve sâir enbiyâ ve mürselînin ve cümle evliyâullahın ve hassaten Ümmet-i Muhammed’in hakiki mürşidleri, Peygamber Efendimiz’in varisleri, ulema-i muhakkıkîn, meşâyih-i vâsılîn hazerâtının… Ebû Bekr-i Sıddîk ve Aliyy-i Murtazâ’dan müteselsilen Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî’ye kadar güzerân eylemiş olan cümle mensublarının ruhlarına ayrı ayrı hediye olsun, o mübarek evliyaullahın himmetleri üzerimizde hazır olsun diye;
Ahirete göçmüş bütün sevdiklerimizin, yakınlarımızın, büyüklerimizin, analarımızın, babalarımızın; bu beldeyi fethetmiş Fatih Sultan Mehmed Han’ın ve mübarek ordusunun ve sâir fatihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücahidlerin; beldemizin medâr-ı iftihârı Yûşâ AS’ın, Ebû Eyyûb el-Ensârî ve sâir sahabe-i kirâm hazerâtının, cümle sàlihlerin ve evliyâullahın ruhlarına hediye olsun diye;
Cümle hayır ve hasenat sahiplerinin ve camimizin bânisi İskender Paşa’nın ruhuna; şu camiden güzerân eylemiş olan imamların, hatiplerin, vaizlerin, müezzinlerin, cemaatlerin; caminin çevresinde medfun bulunanların ruhlarına hediye olsun diye;
Ve sâir mü’minîn-i mü’minât ve müslimîn-i müslümât kardeşlerimizin de dereceleri üzere Rabbimiz ruhlarına ihsan eylesin, kabirleri pür nûr olsun, ruhları mesrûr olsun, makamları âlâ olsun… Rabbimiz bize de ömrümüzü rızasına uygun geçirmeyi nasib eylesin… Huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varalım diye bir Fatiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım; buyurun:
……………………………
a. Suyu Süze Süze İçerdi
Biraz önce Arapça metnini okuduğum hadis-i şerif, Râmûzü’l- Ehâdîs isimli hadis kitabının 550. sayfasındaki 2. hadis-i şeriftir.
Ümmü Seleme RA Hazretleri’nden Taberâni Rh.A rivayet
eylemiş:12
كانَ يَبْدَأُ بِالشَّرَابِ إِذَا كَانَ صَائِمًا، وَكَانَ لاَ يَعِبُّ، يَشْرَبُ
مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا (طب. عن أم سلمة)
RE. 550/2 (Kâne yebdeu bi’ş-şarâbî izâ kâne sàimen, ve kâne lâ yaibbü, yeşrabü merreteyni ev selâsen.)
“Oruçlu olduğu zaman meşrubat içerek başlarlardı. (Ve lâ yaibbu) Böyle suyu lakır lakır, paldır küldür, lıkır lıkır, çok çok içmezlerdi. Süze süze, sakin sakin, yavaş yavaş içerlerdi. (yeşrebu merrateyni ev selâsâ) İki veya üç nefes alarak içerlerdi.” Demek ki bu hadis-i şeriften Peygamber Efendimiz’in oruç meselesinde nasıl davrandığına dair bir işaret; bir de suyu içmenin, meşrubatı içmenin şekline dair bir adab öğrenmiş oluyoruz.
Peygamber SAS Efendimiz tabii sahuru tavsiye ediyor. Oruç tutan kimsenin:
“—Canım ben kavîyim, tahammül edebilirim, akşamdan yedim mi, olur biter.” demesi uygun değil.
Oruç tutan kimsenin sahura kalkmasını tavsiye ediyordu. Çünkü sahurun kendisinde bereket var… Zaman olarak da kıymetli, değerli bir zaman. Duaların kabul olduğu bir zaman. Göğün kapılarının açıldığı bir zaman. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin: “—Yok mu benden bir şey dileyen, haydi gelsin dilesin! Affedeceğim, mağfiret edeceğim, istediğini vereceğim!..” diye kendisinin kullarını teşvik ettiği mübarek bir zaman olduğu için; zaten Müslümanlar, salih kimseler, veli kimseler, abid kimseler, dini iyi bilen kimseler, sevabına düşkün olan kimseler o vakitte umumiyetle uyanmış olurlar, teheccüd namazı kılmaya kalkmış olurlar.
12 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXIII, s.332, no:766; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.III, s.369, no:4885;
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.83, no:18070; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6956.
Peygamber SAS Efendimiz sahuru tavsiye ediyor:13
13 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.678, no:1823; Müslim, Sahîh, c.II, s.770, no:1095; Tirmizî, Sünen, c.III, s.88, no:708; Neseî, Sünen, c.IV, s.141, no:2146; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.540, no:1692; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.99, no:11968; Dârimî, Sünen, c.II, s.11, no:1696; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.213, no:1937; İbn- i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.245, no:3466; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.295, no:2028; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.58, no:60; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.235, no:2848; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.IV, s.227, no:7598; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.274, no:8913; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.408, no:3908; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.236, no:7902; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.75, no:2456; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.35; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.215, no:1425; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.395, no:677; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.55, no:2310; İbnü’l-Cârud, el-Müntekà, c.I, s.104, no:383; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.III, s.127; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.I, s.354, no:283; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.305; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IIL, s.230; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.177, no:2737; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.238; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Neseî, Sünen, c.IV, s.140, no:2144; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.213, no:1936;
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.138, no:10235; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.7, no:5073; Bezzâr, Müsned, c.V, s.217, no:1821; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.75,
تَسَحَّرُوا، فَإِنَّ فِي السَّحُورِ بَرَكَةٌ (ط. حم. خ. م. ت. ن. ه. حب. عن أنس؛ ن. حل. حم. خط. ض. عن أبي هريرة، و أبي سعيد، وجابر)
RE. 251/7 (Tesahharû, feinne fi’s-sahùri berekeh) “Sahur yapın! Çünkü sahurda hayır, bereket, nimet vardır; manevî lezzetler, hikmetler vardır.” buyuruyor.
Onun için kalkın sahur yemeği yeyin. Azıcık bir şey de olsa, birkaç lokma da olsa, bir su içmek şeklinde de olsa sahuru yapması lazım müslümanın… Bir edep bu.
Tabii ertesi gün uzunca bir zaman aç ve susuz kalınacağın için; hele hele Suudî Arabistan’da bilmiyorum, oraları görmüş kardeşlerimiz, onlar daha iyi anlayacaklardır; başkası belki anlayamaz. Öyle bir amansız sıcak oluyor ki, insanın eli ayağı
no:2454; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.305; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.395, no:675, 576; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.IV, s.69; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXIV, s.515; İbn-i Hacer, Tehzîbü’l-Tehzîb, c.IX, s.62; Cürcânî, Târih-i Cürcân, c.I, s.300, no:510; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.103; Dâra Kutnî, İlel, c.V, s.67, no:712; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.178, no:2745; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan. Neseî, Sünen, c.IV, s.141, no:2147-2151; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.377, no:8895; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.175, no:4990; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.162, no:253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.IV, s.228, no:7601; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.275, no:8914; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II,s.75, no:2457; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.322; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l- Muhaddisîn, c.III, s.20; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.233, no:2719; İbn- i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.15; Dâra Kutnî, İlel, c.XI, s.103; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.178, no:2744; Ebû Hüreyre RA’dan. Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.32, no:11299; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.91, no:8064; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.275, no:8920; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c..I, s.1185; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.90; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.111, no:1116; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.98; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.60, no:1126; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.849, no:23966; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.361, no:976; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.262, no:10736.
kesiliyor. Fevkalade sıcak bir ülke. Tabii su ile oruca başlamak uygun. Suyu içecek, depo edecek ki mümkün olduğu zaman susuzluk çekmesin. Sahur yapacak ki mümkün olduğu kadar halsizlik olmasın, ibadetini de yapabilsin diye.
Peygamber Efendimiz iftarı da tavsiye ediyor.
“—Canım işte ben dayanabilirim. Nasıl olsa iftar ederiz, hele dur bakalım…” “—Hayır!” İftarı da acele yapmayı tavsiye ediyor.
“—Peki o zaman ne yapalım? İftarı acele yapmak gerektiğine göre, kuralım evimizde sofrayı, yemeği yiyelim, namazı nasıl olsa bir kılarız…”
O da doğru değil. O da namazı çok geriye atıyor. Akşam namazını çok ötedeki bir zamana atıyor, yatsıya yaklaştırıyor. Bir de insana bir rehavet çöküyor, orucun üzerine bir şey yediğini zaman… Artık namazlar biraz tatsız, tuzsuz oluyor. Onun için bu işin kestirme şekli, orucu hemen açmalı… İftariye dediğimiz, hemen iftar etmeye vesile olacak birkaç şeyle orucu hemen açmalı ondan sonra akşam namazını kılmalı ki, oh ferah, ondan sonra artık istediği kadar rahat durabilir yatsıya kadar.
Bir de Suudlular bir kurnazlık düşünmüşler, çok hoşuma gidiyor. Ramazan’da yatsı namazını biraz geç kılıyorlar, yarım saat daha geç kılıyorlar. Güzel… Yani karar vermiş onların diyanet teşkilatı, devlet teşkilatı. İftarın okunmasından iki saat sonra yatsı kılınacak diye. Tamam. Herkes ona göre yemeğini yiyor, abdestini alıyor, camiye yetişiyor.
Biz öyle yapmıyoruz, sanki yatsının vakti hemen kaçacakmış gibi. Evvel vaktinde kılarsak zaten o akşamla yatsının arasını diyanet bir saat yirmi dakika yahut bir saat on dakika koymuş. Ötekisi bir saat yirmi dakika koymuş. Daha ötekisi bir saat otuz dakika koymuş. İhtilaflar var, çeşitli fikirler var. o evvel vaktinde kılmak gerekmez, azıcık tehir edersin, herkesin dediği olur, gönlü olur. Hem de oruç güzel tutulmuş olur.
b. Orucu Hurma İle Açardı
İftar etmeyi de hurma ile yapmayı severdi Peygamber Efendimiz. İkinci rivayette onu göreceğiz:14
كانَ يَبْدَأُ إِذَا أَفْطَرَ بِالتَّمْرِ (ن. عن أنس
RE. 550/3 (Kâne yebdeu iza eftare bi’t-temri) “Peygamber SAS Efendimiz hurma ile iftar ederdi, orucu hurma ile açardı.”
Yukarıdaki hadis-i şerifte oruçlu olduğu zaman içmekle başlardı, yani neye başlardı? Oruca başlardı diye anlamak daha doğru… Halbuki galiba öyle anlamamış, tercümede oruçlarını evvela içecek şeyle bozarlardı diye tercüme olunmuş. Tabii oruca meşrubat içerek böyle başlamak şeyi düşünülebilir. O zaman altındaki hadis-i şerifle de bir farklılık da meydana gelmemiş olabilir.
Eğer o da orucu bozmak manasına düşünülecek olursa, bu tercümeyi yapan Abdülaziz Hocaefendi’nin kanaati gibi; o zaman demek ki bazı kereler suyla iftar ediyordu, bazı kereler hurmayla iftar ediyordu diye bir mana ortaya çıkmış olacak.
Ama biliyoruz ki bir başka hadis-i şeriften, Peygamber Efendimiz’in kendisinin tavsiyesi var ki:
“—İftarı su ile açarsanız halsizlik olur.” diye ikazı var.
Yani aç karnına birden su ile açtığınız zaman, insanda bir nasıl oluyorsa, sindirim sisteminde bir halsizlik, bir dermansızlık durumu olabiliyor. Onun için eftara demek, iftar etmek demek, o doğru. Hurma ile açmak daha uygun olmuş oluyor. Ötekisi de oruca başlamak yani sabahleyin, sahur bitimi zamanı diye anlamak daha uygun olabilir.
Temr, olmuş hurma demektir. Hurmanın çok çeşitleri vardır. Peygamber Efendimiz’in en çok sevdiği hurma çeşidi, yarısı olmuş
14 Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.253, no:3318; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.348, no:5517; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.83, no:18071; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6957.
yumuşamış, yarısı da daha taze kıtır kıtır olan hurma şekli. Ona rutab deniliyor. Hurma dediğimiz şeyi bilmeyen arkadaşlarıma biraz anlatayım.
Hurma bizim hünnap gibi kıtır kıtır olur ilk önce. Fakat uç tarafından yumuşamaya başlar. Bir ucu yumuşar, yavaş yavaş ilerler yumuşaması. Ortasına kadar yumuşar, sonra tamamı yumuşar. Bizim bildiğimiz yumuşak, tatlı hurma haline gelir. Ama yarısı yumuşayıp da yarısı kıtır kıtır taze, sulu olduğu zaman çok tatlı olur. Sanki şeyin içine badem katmış gibi. Efendimiz de onu severmiş. Kendisine rutab yani yarısı olmuş, yarısı taze hurma ikram edildiği zaman onunla başlarmış. O olmadığı zaman kuru, bildiğimiz normal, yıllanmış diyeceğiz, öyle hurmayla iftar edermiş.
Tabii böyle tatlıyla iftar etmek kuvvetlendiriyor. Suyla iftar etmek insanda bir halsizlik meydana getiriyor. İftarı demek ki mümkünse hurmayla yapacağız veya zeytinle yapacağız. Onun hakkında da rivayet var.
Aşağıda da gelecek, Peygamber Efendimiz sadece Ramazan’da oruç tutmazdı; Ramazan’ın dışındaki zamanlarda da oruç vardır. O oruçlar sevap kazanmaya, ecir kazanmaya vesiledir. Mecbur değildir, mecburi olan oruç, senede bir ay, ramazan ayı orucudur ama onun dışındaki oruçların da çok sevabı var, faydası var. Onlar da aşağıda gelecek, hangi oruçlar olduğuna dair rivayetleri okuyacağız.
c. Gezmek İçin Şehrin Dışına Çıkardı
Geçelim üçüncü hadis-i şerife. Hz. Aişe RA şöyle rivayet ediyor:15
كَانَ يَبْدُو إلَى التِّلاَعِ (د. حب. عن عائشة
15 Ebû Dâvud, Sünen, c.VI, s.478, no:2119; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.58, no:24352; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.203, no:580; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.311, no:550; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.190, no:4747; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.322, no:25813; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.74, no:18030; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6958.
RE. 550/4 (Kâne yebdû ile’t-tilâi) “Peygamber SAS Hazretleri, tenezzüh için şehrin dışına, ağaçlık, kuyu, çeşme başı olan yerlere çıkar idi ashabıyla... Öyle çıktığı ve oralarda tenezzüh, yani bizim piknik yaptığımız gibi yaptığı olurdu.” Biliyoruz o zaman Kubâ köyü, Medine-i Münevvere’ye mesafeli bir köydü. Şimdi aşağı yukarı evler birbirine bitişmiş gibi. Yine arada bazı hurmalıklar var ama artık hemen Medine’nin bir mahallesi gibi olmuş.
Efendimiz cumartesi günleri Kubâ mescidine gitmeyi çok severdi. Hatta buyurmuş ki:16
مَنْ تَطَهَّرَفِي بَيْتِهِ، ثُمَّ أَتَى مَسْجِدَ قُبَاءَ، فَصَلَّى فِيهِ صَلاَةً، كَانَ لَهُ
كَأَجْرِ عُمْرَةٍ (ه. عن سهل بن حنيف)
16 İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.331, no:1402; Sehl ibn-i Huneyf RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.263, no:34963; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.28, no:1608; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.161, no:21785.
(Men tetahhera fî beytihî, sümme etâ mescide kubê, fesallâ fîhi salâten, kâne lehû keecri umretin.) “Kim evinde gusül abdesti alır, boy abdesti alır, sonra gider Kubâ Mescidi’nde namaz kılarsa, bir umre yapmış gibi sevap kazanır.”
O da bir bakımdan da Peygamber Efendimiz’in ne kadar vefalı olduğunu gösteriyor.
Çok vefalı idi, çok hatır kollayan, hatırı sayan, çok vefalı insandı Efendimiz SAS. Medine-i Münevvere’ye ilk geldiği zaman Kuba köyüne indi, hicret ettiği zaman, hicret yolundan geldi, Kuba’da birkaç gün ikamet etti. Orada hurmalıkların, bağlıkların olduğu yerde... Ondan sonra Medine-i Münevvere’ye geçti. Yani hemen, birden Medine-i Münevvere’ye girmedi Peygamber Efendimiz.
İşte o ilk misafir olduğu yeri, kendisini orada ilk misafir eden kimseleri, hiçbir şeyini unutmazdı Efendimiz. Kendisine iyilik yapmış olan kimseleri, küçükken ailesine gelip de hizmet edenleri, süt annesini, süt kardeşlerini ve sairelerini… Hiç kimseyi, hiç ihmal etmezdi.
Herkesin gönlünü yapacak, herkesin kalbini hoş tutacak, herkese sevgisini gösterecek tarzda, çok geniş bir sevgisi ve çok güzel bir örnek alınacak vefası vardı. Bu vefası yerlere, mekânlara karşı da öyleydi. Kuba madem öyle bir yer, orayı ziyaret ederdi. Her cumartesi itiyadı, gidiyor, Kuba’yı ziyaret ediyor, mescidinde namaz kılıyor.
Meselâ, Uhud Dağı’na bakarak demiş ki:17
أُحُدٌ جَبَلٌ يُحِبُّنا وَنُحِبُّهُ (طس. عن أنس
17 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.539, no:1411; Müslim, Sahîh, c.II, s.1011, no:1392; Ebû Humeyd es-Sa’dî RA’dan. İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IX, s.42, no:3725; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.255, no:1905; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.11, no:2585; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.V, s.58, no:131; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.224, no:1037; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.308, no:889; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.90, no:6467; Ukbe ibn-i Süveyd, babasından.
Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.485, no:34986; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.56, no:137; Câmiü’l- Ehàdîs, c.I, s.462, no:738.
RE: 18/5 (Uhudün cebelün, yuhibbünâ ve nuhibbühû.) “Uhud öyle bir dağdır ki, biz onu severiz, o bizi sever.” buyurmuş. Böyle şeyleri var.
O Uhud Dağının etekleri ve Medine’yle arasındaki yerler yemyeşil hurmalıktı. Onun civarındaki bazı yerlerde de bazı kaleler vardı, yahudilerin filan oturduğu yerler vardı. Sonradan fethedildi. Surlu falan yerlerdi. Müslümanların eline geçti sonradan.
İşte o hurmalıklara çıkıp, orada tenezzüh ettikleri, gezindikleri olmuş Peygamber SAS Efendimiz’in. Biz de Rh.A Hocamızla hatırlıyorum, Uhud Dağı’nın yakınlarındaki bahçelere nasib oldu gittik, tadına doyum olmuyor. Koyu gölgelik, hurma ağaçlarının altından derin, geniş bostan kuyuları falan olan bahçeler var oralarda... Motor da koymuşlar şimdi pata pata pata çalıştıkça bacak kalınlığında su çıkıyor, filan. Güzel şeyler… Allah ziyaret etmemiş kardeşlerimize de oralarda ziyaretler nasib etsin...
Tabii Peygamber Efendimiz Uhud şehidlerini ziyaret ederdi. Dua ederdi, ziyaret ederdi. O ziyaretleri de oralara gitmiş olan kimselerin yapması uygun olur.
d. Müslümanların Elinin Değdiği Sudan İçerdi
Taberânî Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet ediyor:18
كَانَ يَبْعَثُ إِلَى الْمَطَاهِرِ، فَيُؤْتى بِالمَاءِ، فَيْشْرَبُهُ، يَرْجُو بَرَكَةَ
أَيْدِي المُسْلِمِينَ (طس. حل. عن ابن عمر)
(Kâne yeb’asu ile’l-matàhiri, feyü’ti bi’l-mâi, feyeşrebuhû, ve yercû berekete eydi’l-müslimîn)
(Kâne yeb’asu ile’l-matàhiri) “Peygamber Efendimiz su havuzlarının, çeşme diyelim, havuz diyelim; olduğu yerlere bir müslüman gönderirdi, hizmetçi gönderirdi, adam gönderirdi. (Feyü’ti bi’l-mâi) Oradan su getirtirdi. (Feyeşrebuhû, ve yercû berekete eydi’l-müslimîn) Onu içerdi ve müslümanların elinin değdiği şeyden, bereket beklerdi. Bunun bereketi var diye düşünerek yapardı bunu.” Matahir demek, temizlenme, abdest alma, taharet yapma yeri demek. Matahir taharet kelimesiyle ilgili ism-i mekân sigasının cemi oluyor. Mathar, matahir, abdest aldıkları yer…
Abdesti nasıl alırlardı? Naylon ibrik vardı da hemen oradan doldurup dökerler miydi? Hayır… Büyük havuz var, önce ellerini yıkarlardı. Ondan sonra daldırıp, elleriyle suyu alıp yıkarlardı. Tabii eli değiyor suya... Ama ilk önce böyle bir abdest alınır mı, alınır. Mesela elinizde bir tas var, alınır mı böyle bir abdest, alınır. Ama ilk önce elinin yıkanması lazım. El temiz olduktan sonra oradan daldırılıp, alınıp, ondan sonra abdest alınabilir.
Peygamber Efendimiz böyle havuzlardan, temizlenme, abdest
18 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.242, no:794; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.30, no:2791; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.502, no:1071; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.203; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.112, no:18231; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6959.
alma yerlerinden; su getirtirdi ve müslümanların ellerinin değdiği şeyden bereket umardı, beklerdi. Ondan dolayı yapardı. Müslümanların eli değiyor ya abdest alacak diye oradan…
Hocamız Rh.A’i de hatırlarım, şu hanesinde ihvan toplanırdı. Hele en son sene Ramazan’da, böyle çok uzun zikirler yaptırırdı. Kardeşlerimizin ceketinin üstüne terinin çıktığını bilirim. Zikrederken, ceketin üst tarafına terin ıslaklığının çıktığını, o kadar terleyecek gibi sıcak havada falan. Zikir yaptırırdı vefatına yakın zamanlarda… Hem de ileri zikirleri yaptırırdı. Kalp zikri, ruh zikri, sır zikri, hafi zikri, ahfâ zikri diye onları yaptırırdı. Artık demek ki vefatına işaretmiş. Onları öyle göstermiş oluyor.
Tabii içeride nefes kokardı. Hani vitrinlere bile kuyumcular ampulleri koyuyorlar. Sıcaklığı insanın yüzüne vuruyor, çok sıcak oluyor ya. O kadar vücut orada Allah demiş, Lâ ilâhe illa’llah demiş, terlemiş, teri sırtına çıkmış… Şimdi böyle evde hizmet eden hanımlar falan, hacı teyzeler falan; misafirler gittikten sonra camları açıp havalandırmak isterlerdi. Zikir yapılan salonda nefes
kokuyor, havalansın diye. Hocamız kat’iyyen açtırtmazdı. Dursun derdi, açmayın derdi.
Yani orada terli bir kimse olduğundan değil. Orada zikir yapıldı, oranın havası mübarekleşti, bereketli oldu diye, camları açtırtıp da havasını değiştirtmezdi.
Peygamber SAS Efendimiz de oralardan, o havuzlardan su getirtirdi de onu içerdi ve müslümanların o ellerinden bereket umardı Peygamber SAS Efendimiz. Demek ki, müslümanların her şeyi mübarek olduğu için…
Müslümanın her şeyi mübarek, müslüman kıymetli bir varlıktır. Biz birbirimizin kıymetini bilmiyoruz ama Allah indinde müslümanın çok kıymeti var. Birbirimizi kırıyoruz, incitiyoruz, çeşit çeşit cahillikler yapanlar oluyor ama Allah indinde müslümanın çok kıymeti var. müslümanın her şeyi hayırdır, berekettir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:19
سُؤْرِ الْمُؤْمِنِ شِفَاءٌ
(Sü’ril-mü’mini şifaun) “Müslümanın suyunun artığı şifadır.” Bardağı içmiş, yarısı kalmış. Şarrr dök aşağıya… Yok dökme, mü’minin artığı şifadır. Şifa var orada…
“—Canım dudağı değdi, dili değdi.” Değdi ama, Peygamber Efendimiz şifa var diyor işte.
“—Neden?” Çünkü buyrulmuş ki:20
19 Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.458, no:1500.
20 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.471, no:274; Tirmizî, Sünen, c.I, s.203, no:112; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.292, no:200; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.471, no:10087; Tahàvî, Şerhü’l-Maânî, c.I, s.13. no:6; Ebû Hüreyre RA’dan. Müslim, Sahîh, c.II, s.295, no:557; Neseî, Sünen, c.I, s.442, no:268; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.291, no:199; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.157, no:528; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.402, no:23464; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IV, s.69, no:1258; Huzeyfe RA’dan.
إِنَّ الْمُسْلِمَ لاَ يَنْجُسُ (حم. خ. ت. د. عن أبي هريرة
(İnne’l-müslime lâ yencüsü) “Müslüman necis olmaz!”
Müslümanın dili temizdir, dudağı temizdir, eli temizdir, yüzü temizdir, kalbi temizdir; her şeyi temizdir.
Müslümanın her şeyinden hayır olur, her şeyinden bereket gelir. Abdest aldığı yer, elini değdiği yer, hepsi temizdir. Suyunun artığı, yemeğinin artığı… Hadi, hanımlar bazı yerlerde; yemek yenmiş mi? Yenmiş. Yenmemiş mi, yarım mı kalmış tabak? Hadi boca ediyorlar çöp tenekesine, gidiyor. Olur mu? Müslümanın artığı şifa.
“—Canım kim yemiş, nasıl yemiş, ne bileyim ben?” Canım işte şifa o, artık o kırık, o şey, onda bir hayır var, bir bereket var; her şeyinde bereket var. Onu Peygamber Efendimiz bizzat kendisi bize gösteriyor. İçiyor. Temiz olmasa içmez, içiyor, kendisi içiyor. Suyu getirtiyor oradan... Beri tarafta su yok mu? Var… Oraya gidiyor, o müslümanların abdest aldığı yerden su getirttiriyor, içiyor ve “Müslümanların elinin değdiği şeyde bereket vardır.” diye düşünüyor, onu öyle söylüyor. Onun için bu işin böyle olduğunu bilelim.
“—Acaba yalnız böyle nefesi kuvvetli hocaefendilerin; àbid, zâhid, büyük zatların mı böyle suyunun artığı, bardağının, yemeğinin artığı şifadır?” “—Hayır, öyle demiyor Peygamber Efendimiz. Tüm müslümanlarınki şifadır. O kardeşinin ki de sana şifadır, beriki kardeşininki de ona şifadır.” Müslümanların birbirini böyle sevmesi lazım, birbirlerine böyle yakın olması lazım! Böyle birbirlerinin kıymetli olduğunu bilip, izaz ve ikram etmesi lazım!
Oraya kadar adam gönder, sen oradan su getir. Durup dururken yormak da istemez Peygamber Efendimiz… Oraya adam gönderdiğine göre, gerçekten şifa var, gerçekten bereket var da ondan öyle yapıyor.
e. Günlerce Aç Geceledikleri Olurdu
Tirmizî, İbn-i Mâce, Ahmed ibn-i Hanbel gibi kıymetli kaynaklar, İbn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler. İyi dinleyin ki, bakın ne diyor bu rivayette:21
كانَ يَبِيتُ اللَّيَالِيَ الْمَتَتَابِعَةَ طَاوِيًا، وَأَهْلُهُ لاَ يَجِدُونَ عَشَاءً، وَكَانَ
أَكْثَرَ خُبْزِهِمْ خُبْزُ الشَّعِيرِ (حم. ت. ه. عن ابن عباس)
RE. 550/6 (Kâne yebitü’l-leyâliye el-mütetâbiate tàviyen, ve ehlühû lâ yecidûne aşâen, ve kâne eksere hubzihim hubzü’ş-şaîr)
(Kane yebitü’l-leyâliye el-mütetâbiah) “Nice geceler, peşpeşe… Bir gece, iki gece, üç gece, dört gece… Peş peşe nice geceler karnı bomboş, hiçbir şey yememiş, aç olarak gecelerdi Peygamber Efendimiz. (Ve ehlühû lâ yecidûne aşâen) Ailesi efradı akşam yemeği bulamazlardı. Oturup da karınlarını doyuracak yemek bulamazlardı.” Hatta rivayetler var ki Peygamber Efendimiz karnını doyuruncaya kadar yemek yememiş. (Kâne eksere hubzihim, hubzü’ş-şaîr) “Ekseriyetle yedikleri ekmek de arpa ekmeğiydi.” Tabii bizim şimdi İstanbul’da yaşayan kardeşlerimiz, nerede otururlarsa otursunlar., fırın var, pamuk gibi, sünger gibi ekmeği alıyorlar oradan, yiyorlar. Bu kardeşlerimiz bilmez arpa ekmeği ne demek? Arpa ekmeği sokaktaki kara çamur gibi kapkara olur muhterem kardeşlerim. Böyle beyaz olmaz. Islak olur, hamur gibi
21 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.363, no:2283; İbn-i Mâce, Sünen, c.X, s.102, no:3338; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.255, no:2303; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.XI, s.328, no:11900; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.222; Bezzâr, Müsned, c.II, s.168, no:4805; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.126; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.342; İbn-i Sa’d, Tabakàt, c.I, s.400; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.142, no:18416; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6960.
olur. Arpanın yapısından dolayı. Öyle tadı pek hoş olmaz. Sen burada bu ekmeği buluyorsun, bu buğday ekmeği o arpa ekmeğinin yanında, pastanenin güzel, kıymetli pastası gibidir.
Buğday ekmeğini nerede bulacak, ekseriyetle arpa ekmeği yerdi. Yani kapkara, arpadan yapılmış, koyu renkli ekmeği yerdi. Peygamber SAS Efendimiz’in ekseriyetle ekmeği öyleydi. Ailesi çok geceler akşam yemeği yemezdi. Kendisi çok, peş peşe geceler hiçbir şey yemeden, karnı aç yatıp kalkardı.
Tabii bunu her zaman söylüyorum muhterem kardeşlerim, Peygamber SAS Efendimiz’in eline dünyalık geçmez miydi? Fakir miydi? Hayır!.. Peygamber Efendimiz’in elinden nice nice servetler geçerdi. Böyle yığardı altın veya gümüş veya ganimet veya şunu veya bunu… Eline geçeni hemen dağıtırdı fukaraya. Hemen dağıtırdı yoksullara. Allah gene verirdi, ertesi güne bırakmamaya, akşam geleni sabaha çıkartmamaya, hemen dağıtmak suretiyle, ehline ulaştırmaya çalışırdı. Sabah geleni akşama, geceye bırakmamaya çalışırdı. Kendisinin de mübareğin de halin böyleydi. Bizim kendi halimizi görün şimdi. Kendi durumumuzu düşünün. Ne yapmamız lazım?.. O Allah’ın en sevgili kulu olduğu halde böyle mahrumiyetler içinde yaşamış. Biz bunca nimetlere sahibiz, bir güzel kulluk edemiyoruz yani. Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi affeylesin, insaf versin. Yoksullara da merhamet etmeyi, onlar için de gayretli olmayı. Hayır hasenat yapmayı cümlemize nasib eylesin.
f. Benî Nadir Hurmalarını Satardı
Buhàrî Hz. Ömer RA’dan şöyle rivayet etmiş:22
22 Buhàrî, Sahîh, c.XVI, s.435, no:4938; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.IV, s.18; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.468, no:15478; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.284, no:2038; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.523, no:11544; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6961.
كَانَ يَبِيعُ نَخْلَ بَنِي النَّضِيرِ، وَيَحْبِسُ لأَهْلِهِ قُوتَ سَنَتِهِمْ (خ. عن عمر
(Kâne yebiu nahle beni’n-nadîr, ve yahbisu li-ehlihi) [Beni Nadr hurmalarını satar, velâkin aile efradı için bir senelik hurma alıkordu.]
Peygamber Efendimiz’e Benî Nadir hurmalıklarından, Hayber’in yakınındaki Yahudi kabilelerinden birisinin malları, mülkleri Müslümanlara geçtikten sonra, onun bir miktarı, humus denilen miktarı Peygamber Efendimiz’e tahsis olunmuştu. O hurmaları, mahsulatını satardı Peygamber Efendimiz. Geliriyle çeşitli işleri görmek üzere. Hurmaların bir kısmını da ailesine ayırırdı. (Kùte senetihim) O senenin erzakı olarak ayırır, o hurmaların ailesinin geçiminde medâr olmasına da gayret ederdi.
g. İpekli Elbiseye İzin Vermezdi
Ebû Hüreyre RA şöyle rivayet ediyor:23
كانَ يَتَّبِعُ الحَرِيرَ مِنَ الثِّيَابِ فَيَنْزِعُهُ (حم. عن أبي هريرة
RE. 550/8 (Kâne yettebiu’l-harîre mine’s-siyabi feyenziuhû)
Peygamber SAS Efendimiz ipekli gömlek meselesini takip ederdi, peşini bırakmazdı. Kimde görürse ipekli elbiseyi, çıkarttırırdı. İpekli elbise müslüman erkeklere, giyilmesi haram bir kıyafet olduğundan onu çıkarttırırdı, takip ederdi. Eğer ekseriyeti ipekse, onu da çıkarttırırdı. Hani bazen ipekle başka şey karışmış falan oluyor. Safi ipekse veya ekseriyeti ipekse onun giyilmesi erkeklere haram olduğu için takip eder, çıkarttırırdı.
Hanımlar giyebilirler. Hanımlara müsaade olunmuş, erkeklerin ipek giymesi İslâm’da yok.
23 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.320, no:8244; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.V, s.248, no:8637; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.120, no:18276; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6962.
h. Güzel Koku Sürünmeyi Severdi
Enes RA şöyle rivayet ediyor:24
كانَ يَتَّبِعُ الطِّيبَ فِي رِبَاعِ النِّسَاءِ (ط. عن أنس
(Kâne yettebiu’t-tîbe fî ribâi’n-nisâ’) Peygamber SAS Efendimiz zevcelerinin mahallerinde, menzillerinde, evlerinde, “Güzel kokunuz var mı? Sürmek için güzel koku var mı?” diye sorardı. Varsa isterdi ve onu kullanırdı.” Peygamber SAS Efendimiz’in dünyada, biz bu dünya ehli insanların meta’ları içinde en sevdiği şeylerden birisi, güzel kokuydu. Güzel kokuyu çok severdi. Onun için hanımlarının,
24 Tayâlisî, Müsned, c.I, s.272, no:2042; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6963.
zevcelerinin yanına vardığı zaman da:
“—Ne haber, var mı güzel kokunuz, sürünelim!” filan diye güzel koku sorar ve onu kendisi sürünürdü.
Sakalına sürerdi, kaşlarına sürerdi, saçına sürerdi ve geçtiği yerlerde kokusundan geçtiği belli olurdu. Zaten sürünmese bile kendisinin latif kokusu vardı, fakat kokuyu da çok severdi.
i. İdrar Yapacağı Yere Dikkat Ederdi
Ebû Hüreyre RA’dan:25
كَانَ يَتَبَوَّأُ لِبَوْلِهِ، كَمَا يَتَبَوَّأُ لِمَنْزِلِهِ (طس. عن أبي هريرة
RE. 550/10 (Kâne yetebevveu li-bevlihi, kemâ yetebevveü li- menzilihî.)
Efendimiz SAS Hazretleri, küçük abdest bozma meselesinde çok dikkat ederdi. Yer seçmekte çok ihtimam ederdi. Sanki evini hazırlıyor gibi, konakladığı yeri hazırlıyor gibi… Hani bir kafile bir yere konaklayacak olsa:
“—Acaba şuraya mı konaklayalım, şurası mı uygun, burası mı uygun?” diye böyle araştırır. Meselâ, bir yerden bir yere göçüyor diyelim bir ordu. Otağ kurulacak. “Acaba neresi uygun? Şurası havadar, şurası manzaralı, şurası kuytu. Şurasının yeri düz, burada taş yok, burası kumluk, burası rahat…” Nasıl insan düşünür. Peygamber Efendimiz de küçük abdest bozma meselesi olduğu zaman böyle yerine dikkat ederek, seçerek giderdi.
Bu seçmesinde –Allah-u a’lem– iki mesele hatırıma geliyor. Birincisi tabii tesettür, yâni görünmemesi… Mâlûm tabii yüz
25 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.253, no:3064; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.I, s.482, no:996; Ebû Hüreyre RA’dan. İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.378; Hatîb-i Bağdâdî, el-Müttefik ve’l- Münferid, c.III, s.362, no:1485; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.383; İbn-i Abdil- ber, el-İstîàb, c.I, s.312; Yahya ibn-i Ubeyd babasından.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.46, no:17880; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6964.
numaraların evlerin içinde olması yeni bir hadise. Eskiden evlerin içinde helâ olmazdı. Avlunun kokusu duyulmayacak, havası gelmeyecek, en uzak yerinde olurdu. Sıhhî bakımdan da, her bakımdan öyle… Ses duyulmaz, koku duyulmaz. Her bakımdan uygun olan şekil, dışarıda olması.
Bir seyahata çıktığı zaman insan, evi olmadığı zaman, evinde olmadığı zaman, hazır mahalli olmadığı zaman; tabii onu yine bu şehirliler pek anlayamazlar da, belki Hicaz’a karayoluyla gidenler falan bu işin ne kadar önemli bir iş olduğu orada sezmişlerdir. Kamp yapması lazım Müslümanların… Arada böyle yazları filan, dağ başlarına, bir yerlere gidip kamp yapmaları lazım ki bu gibi hadiseleri iyi anlayabilsinler…
Yüz numara yok netice itibariyle fakat abdest bozulacak, abdest alınacak. Bir ihtiyaç… Beşerin ihtiyacı. Nasıl olacak?.. Tabii bir kere sakınacaksın, görünmemesi gereken yerlerini göstermemeye dikkat ederek şöyle bir tenha mahalle doğru gideceksin.
Onun için halâ demişler. Helâya gitmek deniliyor. Halâ’, Arapçada hiç kimsenin olmadığı boşluk arazi demek. Halâya gitmek ne demek oluyor? Kimsenin görmeyeceği bir yere uzaklaşmak demek oluyor. Artık o halâ’ yüz numara manasına gelmiş sonradan…
Aslında halâ’, mele’ kelimesinin zıddı. İnsanlarla dolu olan yere mele’ derler, insanların olmadığı yere de hala’ derler. Yani (alâ melei’n-nâs) ne demek? Herkesin olduğu kalabalık bir yerde…
“—Şu adam şu adamı (alâ melei’n-nâs) yumrukladı.” Herkesin gözü önünde şu adam şu adama vurdu demek.
Halâ’ ne demek? Hiç kimsenin olmadığı, tenha yer demek. Yani halvet manasına, tenhalık manasına. İşte halâyı gitti sözü de aslında kibar bir söz. Şimdi biz artık onun kibar bir söz olduğunu anlama durumunda değiliz, unutmuşuz. Yani doğrudan doğruya, kaba kaba söylemiyor da, halâya gitti, tenha yere gitti diyor. Bu kibar bir sözdür.
Yüz numaraya gitmeye de büyüklerimiz ne demişler? Abdest
bozmaya gitti demişler. Halbuki abdest ne demek? Eli yüzü yıkamak falan demek. Oraya gittiği zaman abdesti bozuluyor ya… Büyük abdestini yapmaya gitti demiyor, şunu bunu demiyor da, kaba kaba söylemiyor da abdest bozmaya gitti diyor. Kibarlık bu, güzel bir şey. Halâya gitti de öyle. Kibar bir söz.
Şimdi Peygamber Efendimiz’in tabii böyle yer araması bir kere gözden uzak olmasından dolayı. Kimse görmemiştir, kimse bilmez. Kimsenin görmeyeceği uzak bir yerde, mahfuz bir yerde olması… Bu bir.
İkincisi, küçük abdest bozarken, üzerine sıçramaması…
Şimdi bakıyorum millet ayakta... Olmaz. Olur ama olmaz. Yani şar şar şar şar döküldüğü zaman etrafa… O ne kadar kuvvetli aşağıya dökülüyorsa, o kadar kuvvetli etrafa sıçrar. İnsanın ayakları, elbisesi pis olur. Pis olduğu zaman da namazı olmaz, ibadeti olmaz. Yani pis elbiseyle, pis pantolonla ibadet olmaz.
Onun için tabii ayakta olmayacak, çömelecek. Çömeldiği zaman da dikkat etmezse, oradan da sıçrayabilir. Tabii bu gibi şeyleri siz şimdi bilemezseniz, çünkü şehir hayatı yaşıyorsunuz, evlerde yüz numaralar var, vs. Fakat bu durum yine de var muhterem kardeşlerim!
Hanımlar için de bahis konusu, erkekler için de bahis konusu. Bu işi yaparken çok dikkat etmek lazım ki üstüne sıçramasın. Eğer böyle yakın mahalde, sert bir şeye çarparak olursa bu iş, şaldır şuldur etrafa, her tarafa sıçrar. Namaz gider, temizlik gider, olmaz böyle şey yani. Ona çok dikkat etmeleri lazım, üstüne sıçramamasına tedbir almak lazım.
Eğer kırda bayırdaysa, otobüsle bir yere gitmişse, arazide falansa o zaman da yeri iyi seçecek ki kimse görmesin. İyi dikkat edecek ki üstüne sıçramasın. Artık bir taşı mı siper alacak, nasıl yapacaksa, o işi muntazam yapması lazım geliyor.
Bu da temizlikten. Her türlü imkansızlığa rağmen, her türlü mahrumiyete rağmen Peygamber SAS Hazretleri’nin ve mübarek ashabının temizliği, ihtimamı, diş temizliği, tırnak temizliği, koltuk
temizliği, kasık temizliği, diğer temizlikler… İşte gerçek müslümanlık bu…
Dedelerimiz “Pis gâvur!” demişler. Neden? Pis gavur demelerinin birkaç sebebi var. Bir, imanı pis ondan. İmanı yok, imanı yanlış, inancı batıl, boş olduğundan. İkincisi, bilenler bilir Avrupa tarihini okuyanlar bilir. Bu adamların yıkanması yok. Taharetlenmesi yok, dikkat etmesi yok. Kıllarını izale etmesi yok. Kılları mısır püskülü gibi koltuk altında büyüyor. Temizlik olmuyor. Gerçekten pis kokardı eskiden. Kitaplarda okuduğumuza göre…
Şimdi öğrendiler, ilerlediler, toparladılar kendilerini, evlerine banyolar, küvetler yaptılar. Sabah duş alıyor, akşam duş alıyor. Şimdi biz onlar kadar yıkanamaz duruma düştük. Su kesik. Ben şimdi abdest alacağım, alt katlara gittim, su buldum, abdest aldım, buraya geldim. Su yetiremiyoruz. Su kıtlığı var, ısıtma zorluğu var, fakirlik var, şunu var, bunu var derken…
Adam çeşmeye gidecek, sıra bekleyecek de iki kovayı dolduracak. O temizliği nasıl yapsın gibi durum olmuş. Ama dedelerimiz su başlarına çeşmeler kurmuşlar, hamamlar yapmışlar iki adımda bir…
Bir cami yaptıysa, sadece kubbeli bir mekân düşünmemiş. Caminin yanına bir tane hamam lazım demiş, bir hamam yapmış ki girsin yıkansın ihtiyacı varsa... Şarıl şarıl akar sular yapmış. Nerede bir cami varsa, şarıl şarıl akar suyu vardır. Mahmutpaşa olsun, bilmem daha başka camileri falan düşünün. Akar çeşmeleri vardı.
Şimdi belediye onlar mikroplu falan diye biraz kapatıyor ama su kesildiği zaman ne olacak? Onları gene tutmak lazım, hiç olmazsa oradan bir kova alırsın, kaynattıktan sonra mikrobu ölür, kullanabilirsin. O tabii çeşmelerin hepsini kapattılar.
Horhor çeşmesi vardı şurada... Böyle bilek gibi su güldür güldür akar dururdu. Bizim bu caminin olduğu yerde çok şu vardır. Biz bu suların hepsini zayi etmeyelim diye bu inşaatı yaparken avlunun altına depo yaptık. Burada evelallah, şehrin bir koca mahallesine
yetecek kadar suyumuz vardır el-hamdü lillah. Boruyu attık, motor takılır çekilirse herkes istifade edecek kadar evelallah su vardır.
Tabii su temizliğin başı oluyor. Temizlik de imanın yarısı. Temizlik olmadan olmaz. Efendimiz’in bu hususta o zamanın imkânsızlıklarına rağmen titizliğini gösteren bir rivayet oluyor bu. Siz de öyle yapın. Hayatta insanın başına çok şeyler gelir, her zaman böyle şehir hayatı olmaz.
Hoşuma gidiyor benim, bu askerlik falan gibi şeyler.
“—Neden?” İnsan biraz dünyayı öğreniyor. Hanya’yı, Konya’yı öğreniyor. Evdeki rahatlığı bulamıyor. Çocuklar da biraz meşakkat çeksin. Anasının babasının evinde…
“—Ver baba bana bakalım on bin lira! İşim var…” falan derken.
Orada geçiyor subayın karşısına... “Hazır ol, selâm dur, yat, kalk…” falan derken biraz dünyayı öğreniyor. Böyle mahrumiyetler olabilir. Bu mahrumiyetlerin karşısında nasıl hareket etmesi gerektiğini de kişi bilmesi lazım. Sonra temizlendikten sonra da
suyu da tutmamak lazım. Onun da kurulanması lazım. Çünkü müsta’mel sudur, onun da tehlikesi vardır.
Sonra, abdest bozmuş olan bir kimsenin idrarının sonunu alması lazım. Sonunu almadan, bitti diye biraz yürüyüverdi mi hepsi çamaşırını ıslatır. Geriye kalan şeyler ıslatır. Ondan istibra etmek lazım, hiç damlası kalmayacak kadar bekleyip, dikkat etmek lazım.
Bunlara dikkat etmezseniz abdestiniz tehlikeye girer. Abdest olmayınca namaz olmadığından, namazlarınız tehlikeye girer.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın camisinin şadırvanında yazılmış orada, eski yazı hoşuma gitti. Şadırvan, abdest alma yeri ya oraya yazmış:
“—Birçok kimse namazın burada başladığının farkında değildir, bilmez.” diyor.
Orada başlıyor işte. Namazın ilk hazırlığı orası. Abdesti güzel alırsan, namaz güzel olur. Abdesti güzel almazsan, iki adım attım mı abdestin kaçar, farkına varmazsın, abdestsiz namaz kılarsın,
borç kalır bu önünde. Onun için bu temizliğe ve bu işten kurtulmaya, bu işin sonunu tam almaya —dinde utanmak yok— bunları herkesin güzelce bilmesi lazım.
Erkeklerin de temizliği vardır, kadınların da temizliği vardır. Erkeklerin de bu işleri görürken üstüne sıçratmaması gereklidir, kadınların da sıçratmaması gereklidir. Dikkat etmezseniz namazlar tehlikeye girer. Gözünüzü açın, temizliğe son derece dikkatli olun!
j. Pazartesi ve Perşembe Günleri Oruç Tutardı
Hz. Aişe RA şöyle rivayet ediyor:26
كَانَ يَتَحَرَّى صِيَامَ الإِثْنَيْنِ وَالْخَمِيس (ت. ن. عن عائشة
RE. 550/11 (Kâne yeteharrâ sıyâme’l-isneyni ve’l-hamîs) “Peygamber SAS Efendimiz, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmayı takip ederdi. Mutadı idi, hep o vakitlerde oruç tutardı.” Yarın ne? Bugün pazar, yarın pazartesi. Pazartesi-perşembe günleri oruç tutmayı takip ederdi Peygamber Efendimiz, itiyadı idi, o günlerde oruç tutardı.
Sebebini biliyoruz, bir hadis-i şerifinde izah eylemiş:27
26 Neseî, Sünen, c.VIII, s.62, no:2320; İbn-i Mâce, Sünen, c.V, s.275, no:1729; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.121, no:2669; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.282, no:3154: İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.405, no:3643; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.III, s.955, no: 1665; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.255, no:439; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.83, no:18072; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6965.
27 Tirmizî, Sünen, c.3, s.122, no:747; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.287; Ebû Hüreyre RA’dan.
Neseî, Sünen, c.IV, s.201, no:2358; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.201, no:21801; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.377, no:3820; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.121, no:2667; Bezzâr, Müsned, c.I, s.403, no:2617; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IX, s.18; Üsâmetü’bnü Zeyd RA’dan.
Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.III, s.249, no:986; Ümm-ü Seleme RA’dan.
تُعْرَضُ اْلأَعْمَالُ يَوْمَ اْلإِثْنَيْنِ وَالْخَمِيسِ، فَأُحِبُّ أَنْ يُعْرَضَ عَمَلِي
وَأَنَا صَائِمٌ (ت. عن أبي هريرة)
RE. 253/2 (Tu’radu’l-a’mâlü yevme’l-isneyni ve’l-hamîs) “Pazartesi perşembe günleri kulların yaptıkları, iyi kötü ameller Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin dergâhına melekler tarafından sunulur. (Feuhibbu en yu’rada amelî ve ene sàim) Ben de amellerimin oruçluyken arz edilmesini seviyorum da, ondan bu günlerde oruç tutuyorum.” buyuruyor.
“—Neden acaba pazartesi-perşembe arz olunuyor?” diye hatırıma geliyor benim, düşünüyorum.
“—Allah-u Teàlâ Hazretleri her zaman bizimle beraber değil mi, hazır ve nazır değil mi?” “—Hazır ve nazır!” “—Her şeyi bilmiyor mu?” “—Biliyor!” “—Ona arz etmek ne demek? Niye haftanın iki günü arz olunuyor?” İşte onların hepsinin hikmeti var, sebebi var. Rabbimiz gördüğü, bildiği halde, tevbe ederse affediyor. Yani pazartesi ve perşembe günü, o vakit gelinceye kadar yaptığı hatadan pişman olur, tevbe ederse affediyor.
Onun için kulların da böyle hesabının görüleceği, amellerinin Allah’a sunulacağı zamanda Allah’ın sevdiği bir halde, ibadet halinde olması uygun olur; bu oruca alışalım!
Ya bu oruca kendiliğimizden ibadet diye alışırız, ya da bir zaman gelir, doktorlar der ki:
“—Perhiz yapacaksın! Yeme, içme, şöyle yap, böyle yap…”
Kenzü’l-Ummâl, c.8, s.564, no:24192; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXII, s.445, no:35531.
O zaman gene mecburen yapıyorsun. Mübarek, ibadet olarak yap, doktora gitmeden yap, doktor söylemeden yap! Allah’ın emri diye yap, Rasûlüllah’ın sünneti diye yap; sevap kazan! Belki o zaman doktora gitmene lüzum kalmayacak, zaten sıhhatli olacaksın. Sıhhatin bozdurmayacak.
Biz şimdi oturuyoruz,
“—Falanca adam çok yiğittir, çok pehlivandır. Tek başına bir kuzuyu yer…” İyi ama ne lüzum var? Anladık, yer ama herkes bir kuzu yerse, ne olur bu memleketin hali?
Çünkü o onu yediği zaman, kulaklarından ateş çıkmaya başlar, sataşacak yer aramaya başlar. Elense çekmeye başlar arkadaşına. Durmaz ki midede olduğu gibi.
Hani şişede durmaz dediği gibi içkinin. Şişede sakin sakin duruyor, içti mi adamın aklını alıyor, sarhoşlattırıyor. Çeşitli günahlar yaptırtıyor. Katil, kavga, gürültü, patırtı, şunu, bunu oluyor.
Onun için az yemek müslümanın adetlerindendir.
Bak Peygamber Efendimiz kaç gün kaç gece peş peşe aç dururmuş. Ayrıca oruç tutarmış. Olduğu zaman da oruç tutarmış. Büyüklerimiz onun için diyorlar ki muhterem kardeşlerim:
“—Açlık yüksek şahsiyetlerin gıdasıdır.”
Söze bak. Gıda almıyor ki açlıkta. Ama o yüksek insanların gıdasıdır. Ne demek? Yani aç olduğu zaman insanın hikmet damarı çalışmaya başlar. Feyiz damarı çalışmaya başlar, gönlü çalışmaya başlar, kalbi çalışmaya başlar.
“—Kalp zaten çalışıyor, tık tık atıyor.” Benim dediğim o kalp değil. Benim dediğim gönül… Gönlü çalışmaya… Erbab-ı gönül diyor, erbab-ı dil diyoruz falan. Yani uyanık insan olur, arif insan olmaya başlar.
Karnı tok olan insanın nefsinin hizmetinden başka bir şey aklına gelmez. Nefsi kuvvetlenir. Nefsi kuvvetlenince de şeytani yollara meyletmeye, sapıtmaya başlar. Onun için kendi isteğimizle
biraz yemeden, içmeden kesilmemiz lazım.
“—Kimin için ama?” Adam zaten, saz benizli, yarım yamalak, zor duruyor, gözünü açamıyor, hasta oldu olacak, belki de doktor muayene etse hasta… Ha sana değil, sen ye! Sen Allah rızası için ye… Öbürü de Allah rızası için yemesin!
Müslüman neyi ne zaman yapacağını bilecek.
“—Sen Allah rızası için ye!” “—Neden?” Mübarek senin üç tane çocuğun var, bir hanımın var, hepsi senin eline bakıyor sen verem hastanesine yatarsan, bunlara kim bakacak?
“—Allah bakar!” Allah bakar ama seni onların başına imam tayin etmiş, emir tayin etmiş, sen onların yöneticisisin, sen sıhhatini kollayacaksın. Yani sıhhatine önem vereceksin? Neden? Bu can sana Allah’ın emaneti. Bu can senin değil, Allah’ın sana emaneti.
“—Al bunu sana emanet verdim, iyi kullan, yıpratma, bozma!..” Sigara içemezsin, içki içemezsin, keyif süremezsin, tahrip edemezsin, bozamazsın, intihar edemezsin… Neden? Emanet, senin değil. Bunu kollayacaksın. Onun için yerine göre…
Bir keresinde Peygamber Efendimiz seferdeydi, askeri seferdeydi. Askerlik… Sıcaktı hava, yürüyorlardı. Zırhlı araçlarla gidecek değiller ya o zaman. Yarısı yürüyordu, yarısı devesi varsa biniyordu veya münavebeyle biniyorlardı. Güneş tepelerinde, terler akıyor şakaklarından.
Peygamber SAS Efendimiz:28
28 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.687, no:1844; Müslim, Sahîh, c.II, s.786, no:1115; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.732, no:2407; Tirmizî, Sünen, c.III, s.146, no:644; Neseî, Sünen, c.IV, s.175, no:2257; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.319, no:14466; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.322, no:3554; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.222, no:731; Abdü’r-Rezzâk, Musannef, c.II, s.563, no:4470; Tahàvî, Şerhü’l-Maànî, c.II, s.62, no:2967; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.254, no:2017; Ukaylî, Duafâ, c.III, s.277, no:672; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.I, s.190, no:578; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.341, no:2589; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
لَيْسَ مِنَ الْبِرالصِّيَامُ فِي السَّفَرِ (د. ن. حب. عب. عن جابر؛ ن.
ه. حم . در. ك. ط. طب. عب. عن كعب بن عاصم الأشعري؛ ه. حب. طب. عن ابن عمر؛ طب. عن ابن عباس)
(Leyse mine’l-birri’s-sıyâmü fi’s-sefer) “Yolculukta, seferî durumdayken oruç tutmak birr ü takvâ değildir. Oruç tutmayın!” dedi Peygamber Efendimiz.
Dinlemediler. Kimisi dinlemedi, kimisi dinledi. Dinlemeyenler bayıldılar o sıcakta. O halsiz duruma düştüler, bayıldılar. Tabii bunların yüzüne su dökülecek, şakakları oğuşturulacak, elleri ovuşturulacak, nasılsın iyi oldun mu, yelpazelenecek yüzünü aman
Neseî, Sünen, c.IV, s.174, no:2255; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.532, no:1664; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.434, no:23730; Dârimî, Sünen, c.II, s.17, no:1710; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.598, no:1580; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.191, no:1343; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XIX, s.171, no:385; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.III, s.309, no:3248; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.III, s.14, no:9052; Abdü’r- Rezzâk, Musannef, c.II, s.562, no:4469; Şeybânî, el-Âhàd ve’l-Mesânî, c.IV, s.337, no:2505; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.242, no:7940; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.99, no:2563; Tahàvî, Şerhü’l-Maànî, c.II, s.63, no:2970; Hamîdî, Müsned, c.II, s.381, no:864; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.65, no:1813; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.466, no:964; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.399, no:6862; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXVII, s.191; Ka’b ibn-i Àsım el-Eş’arî RA’dan.
İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.532, no:1665; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, no:317, no:3548; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.374, no:13387; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.VIII, s.59, no:7961; Tahàvî, Şerhü’l-Maànî, c.II, s.63, no:2968; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.380, no:5156; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LV, s.412; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.187, no:11447; Ukaylî, Duafâ, c.VI, s.370, no:1490; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.373, no:5597; Bezzâr, Müsned, c.II, s.72, no:3858; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.I, s.269, no:862; Ebû Berze el-Eslemî RA’dan. Neseî, Sünen, c.VII, s.442, no:2224; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.99, no:2564; Saîd ibn-i Müseyyeb Rh.A’ten. Tahàvî, Şerhü’l-Maànî, c.II, s.63, no:2973; Ukaylî, Duafâ, c.IX, s.251, no:2190; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.503, no:23844; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.306, no:19492.
bayılmasın kardeşim falan… Ötekilere iş düştü. Sonra hizmetler, ordunun suyu gelecek, kazanı kaynayacak, bulaşıkları yıkanacak falan. Hizmetler kime düştü, oruç tutmayana düştü. Berikiler sevap kazanacağım diye oruç tuttular, yük oldular; ötekiler oruç tutmadılar, bütün yükler onlara geldi. E Allah’ın adaleti var. Peygamber Efendimiz buyurdu ki “Bugün oruç tutmayanlar sevapları aldı götürdü.” Bak bugün iş değişti işte. Yerine göre müslüman yapacağı şeyi bilecek.
Susulacak yerde susacak. Susulacak yerde konuşursa geveze olur. Konuşulacak yerde susmayacak. Konuşulacak yerde susarsa dilsiz şeytana benzetiyor SAS Efendimiz. Dilsiz şeytan gibi olur. O zaman susmayacaksın. Söylesene hakkı! Müdafaa etsene, Allah rızası için konuşsana… O zaman dut yemiş bülbül gibi susuyor. Konuşsana be adam, şimdi konuşma sırası.
Yeme sırasını bileceğiz, konuşma sırasını bileceğiz, uyuma sırasını bileceğiz, uyanma sırasını bileceğiz.
Bir zaman olur uyursun sevap kazanırsın… Meselâ, öğleden önce uyumak Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Kaylûle uykusu denir; yarım saat, kırk beş dakika uyu, sevap…
Bir zaman olur uyursun, günah kazanırsın. Sabah namazının ezanı okunmuş sen yatıyorsun, namazın vakti geçiyor. Günah… Şimdi uyuma işte, şimdi kalk!
Yenecek zamanı bilecek insan, yenmeyecek zamanı bilecek. Konuşma zamanını bilecek, susma zamanını bilecek. Uyuma zamanını bilecek, uyumama zamanını bilecek. İbadet zamanını bilecek, çalışma zamanını bilecek. Nefsini kollamasını bilecek, yıpratmamasını bilecek. Her şeyine dikkat edecek. Sıhhatin senin için önemli…
نَفْسُكَ مَطِيَّتُك، فَارْفَقْ بِهَا
(Nefsüke matıyyetüke, fe’rfak bihâ) “Nefsin senin bineğindir, ona yumuşak davran, mülayim davran, zavallıyı yıpratma, halsiz hala
düşürme!” diyor Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi bu.
O halde kendini ezdirmeyeceksin, bir… Azdırmayacaksın, iki… Ne ezdireceksin, ne azdıracaksın. Dengeli götüreceksin. Rasûlüllah’ın yolunda götüreceksin, o çizgide götüreceksin. Hem sıhhatli olacaksın… Kuvvetli müslüman, zayıf Müslümandan daha hayırlıdır. Güçlü kuvvetli olacaksın, sıhhatli olacaksın, şöyle pazunu tuttuğu zaman, şafak atacak öbür tarafta:
“—Vay ne pazusu var maşallah!” filan diye…
Güçlü, kuvvetli olacaksın.
Peygamber Efendimiz’in omuzları genişti, elleri iriceydi, pazuları etliydi. Öyle çelimsiz değildi Peygamber Efendimiz. Bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki:29
الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ، وَفِي
كُلٍّ خَيْرٌ (حم. م. ن. عن ابي هريرة)
RE. 230/11 (El-mü’minü’l-kaviyyü hayrun ve ehabbu ila’llahi mine’l-mü’mini’d-daîfi, ve fî küllin hayr) “Hepsinde hayır var ama, kuvvetli müslüman zayıf müslümandan daha hayırlıdır ve Allah indinde daha sevgilidir.”
Yani sen zayıf olduğun zaman, sanma öyle saz benizli, tiril tiril böyle bir insan makbul olsun. Müslüman kuvvetli olacak. Karşı taraftaki korkacak.
“—Bu adamlara takılınmaz, sataşılmaz, bu adamların ne
29 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.142, no:4816; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.87, no:76; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.366, no:8777; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.29, no:5722; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.159, no:10457; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.216, no:194; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.89, no:20668; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.230, no:6346; Hamîdî, Müsned, c.II, s.474, no:1114; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.266, no:221; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.222, no:443; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.IV, s.187, no:6580; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.115, no:540; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.298, no:2713; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XXII, s.95, no:24408.
yapacağı belli olmaz, neme lazım…” diyecek, el pençe divan duracak mecburen.
Öyle olmazsa olmuyor. O bakımdan…
Bizim tavsiyemizi zayıf kardeşler tutuyor bu sefer, zaten zavallı şey yapamıyor, hasta oluyor. Öteki kuvvetli kardeşler tutmuyor. Yani tersine iş oluyor. Biz şu caminin şu hayrı olacak diyoruz, talebe cebindeki harçlığı çıkartıp, getirip veriyor. Zengin hiç oralı olmuyor. Ya hu sen dur, sen bunu al ye. Sen doktor olduğun zaman yardım edersin, şimdi talebesin daha… Al bu para sana harçlık olsun... Caminin senin yardımına ihtiyacı yok.
O Allah rızası için veriyor, berikisi vermiyor. Yani hep tersine işler oluyor. Ben de onu dengelemeye çalışıyorum. Diyorum ki aman durumuna bakıyorum, adamına göre…
“—Şimdi şu kadar tesbih çek!” “—Ne kadar?” “—Adamına göre…” Şu adam bunu kaldırır, bu adam kaldıramaz.
“—Çeksin canım, şu kadar çeksin!..” Olmaz…. Şu kadar tesbih çekerken evini ihmal eder, işini ihmal eder, uykusunu ihmal eder, sana saygısından sevgisinden. Bir gece uyumaz, bir gece daha uyumaz, bir gece daha uyumaz. Dördüncü gece eli ayağı titremeye başlar. Beşinci gece hastaneye gider.
Mühim olan sıhhatini kaybetmemek, dengeli olmak, kuvvetli olmak ve ibadette devamlı olmak.
İbadetin en faziletlisi hangisidir? Az da olsa devamlı olan, istikrarlı olan. Yanıp geçeni, sönüp biteni değil; devamlı…
“—Bu kardeşimiz yirmi beş senedir bilirim camiye müdavimdir, el-hamdü lillâh cemaati hiç bırakmaz.” Hah!.. İyi müslüman, belli.
“—Eee bizim falanca kardeşimiz vardı, günde beş vakite beş vakit katıyordu, camiden çıkmıyordu, şimdi nerede?” Şimdi bilmem nereden çıkmıyor. Olmaz. Yani bir yandı, bir söndü. Bir başladı, bir bitirdi. Bıktı… Bıktırmak da şeytanın bir
oyunudur. Şeytan ilk önce bir fazla düşürttürür, ondan sonra bıktırır. Allah’ın sevmediği kul haline getirecek.
Onun için Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:30
اَكْلَفُوا مِنْ الأَْعْمَالِ مَا تُطِيقُونَ (خ. حم. عنعائشة)
(Eklifû mine’l-a’mâli mâ tutîkùn) “Amellerden takatinize uygun miktarda yüklenin!”
“—Sen ne kadar yük taşıyabilirsin?” “—Yirmi beş kilo...” “—Tamam, buyur, al!” Ben sana iki yüz elli kilo yük yüklersem, sen bizim sultan hamamdaki profesyonel, dağ gibi hamal kardeşlerimizden değilsin ki. O iki yüz elli kilo yükü alıyor sırtında semeriyle, bacakları titreye titreye götürüyor. Alışmış. Ama o oturduğu zaman dört bin kalorilik yemek yiyor. Şöyle bir oturdu mu ekmeği bir bölüşü var, bir yeyişi var, herkes hayran kalıyor.
Sen öyle değilsin. Sen yirmi beş kilo, ötekisi otuz kilo, ötekisi elli kilo. Herkes durumunu bilecek, ona göre vaziyet alacak muhterem kardeşlerim.
k. Yüzüğünü Sağ Eline Takardı
Sonundaki hadis-i şeriflerde de yüzükle ilgili birkaç rivayet var:31
30 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.101, no:5984; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.176, no:25470; Hz. Aişe RA’dan. 31 Tirmizî, Sünen, c.VI, s.363, no:1666; İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.31, no:3637; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.204, no:1746; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.I, s.347, no:435; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.59; Bezzâr, Müsned, c.I, s.352, no:2256; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.285, no:25684; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.I, s.397, no:306; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.349, no:318; Ziyâu’l-Makdîsî, el-Ehàdîsü’l-Muhtâreh, c.III, s.430, no:149; İbn-i Sa’d, Tabakàt, c.I, s.477; Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan.
كَانَ يَتَخَتَّمُ فِي يَمِينِهِ (خ. ت. عن ابن عمر؛ م. ن. عن أنس؛ حم. ت. ه. عن عبد الله بن جعفر)
RE. 550/12 (Kâne yetehattemü fî yemînihî) “Peygamber Efendimiz ekseriyetle yüzüğü sağ eline takardı.” Çünkü sağ el şereflidir, şerefli işlerde kullanılır. O bakımdan sağ eline takardı.
Başka bir rivayet şöyle:32
Neseî, Sünen, c.XVI, s.66, no:5188; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.451, no:9519; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.427, no:3119; Bezzâr, Müsned, c.I, s.336, no:7115; Ebü’ş- Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.350, no:319; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.14, no:4539; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VI, s.396, no:40406; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.357, no:326; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.272, no:8731; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.380; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.244, no:7953; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n- Nebiyyu, c.I, s.361, no:330; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.273, no:8732; Ebû Ümâme RA’dan. Tirmizî, Sünen, c.VI, s.361, no:1664; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.305, no:11815; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.347, no:316; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.196, no:195; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.273, no:8733; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.60; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.408, no:1009; İbn-i Abdi’l-Ber, İstîàb, c.I, s.291; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.187; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Bezzâr, Müsned, c.I, s.168, no:922; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.360, no:329; Hz. Ali RA’dan. Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.272, no:8730; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VII, s.194, no:40563; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyu, c.I, s.353, no:322; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XI, s.93, no:5787; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.125, no:18309; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6968.
32 Ebû Dâvud, Sünen, c.XI, s.298, no:3691; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.142, no:7355; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.202, no:6362; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.284, no:25677; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyi, c.I, s.367, no:336; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.380; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.188; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.186; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebiyyi, c.I, s.352, no:321; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
كَانَ يَتَخَتَّمُ فِي يَسَارِهِ (م. عن أنس؛ د. عن ابن عمر
RE. 550/13 (Kâne yetehattemü fî yesârihî) “Bazen de yüzüğünü sol eline taktığı olurdu.” Caiz, o da mümkün.
Üçüncü rivayeti de buraya eklemiş. Hz. Aişe Validemiz’den, RA’dan:33
كَانَ يَتَخَتَّمُ فِي يَمِينِهِ ثُمَّ حَوَّلَهُ في يَسَارِهِ (عد. عن ابن عمر؛ كر. عن عائشة)
RE. 550/14 (Kâne yetehattemü fî yemînihî, sümme havvelehû fî yesârihî) “Yüzüğünü sağ eline takardı da, bazen de sol eline geçirirdi Peygamber Efendimiz.” Buradan da anlıyoruz. Şimdi burada iki şey anlıyoruz, Peygamber Efendimiz ekseriyetle sağ eline takmış. Sağ elde yüzük olması daha uygun. Ama arada sol eline de takmış.
Şimdi bu rivayetleri ekleyen Gümüşhaneli Hocamız. Peş peşe getiren Hocamızın da burada bize öğrettiği bir şey var: Tek bir hadis ile hemen karar vermeyecek müslüman alim. Bir konuyu enine boyuna inceleyecek. O konudaki bütün rivayetleri göz önüne dökecek. Asıl maksadı ortaya koyacak. Ona göre kararını verecek.
Onun için peş peşe çeşitli rivayetleri getirmiş. Ekseriyetle sağ eline takardı, sol eline de taktığı olurdu. Caiz, fakat sağ eline takması daha efdal diye bildiriliyor.
l. Kendisi Gümüş Yüzük Kullanırdı
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.125, no:18310; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6971.
33 İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.237; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.126, no:18311; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6968.
Abdullah ibn-i Ca’fer RA rivayet ediyor:34
كَانَ يَتَخَتَّمُ بِالْفِضَّةِ (طب. عن عبد الله بن جعفر
RE. 550/15 (Kâne yetehattemü bi’l-fıddati) “Kendisi gümüş yüzük kullanırdı.” “—Altın kullanabilir mi bir müslüman?” Kullanamaz. Altın da ipek gibi müslümanın erkeğine yasak.
“—Hocam benim nikâh yüzüğüm var, altın!” Nikah yüzüğü falan anlamam ben. Yani öyle şey olmaz. Altın Müslümana yasak, gümüş olacak. Gümüş yüzük takacak. Bazılarında akik taşı falan olurdu. Akik taşlı da olabilir. Sağ eline takması daha uygun oluyor. Abdest alacağı zaman yüzüğü
34 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.206, no:6377; Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.126, no:18312; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6969.
oynatmak lazım, alt tarafına su gitsin diye. Yüzüğü olan kimseler ona dikkat etsinler. Şöyle biraz oynatıp, yüzüğün altına da su gitmesini sağlamak lazım.
m. Yolculukta Zayıfları Kollardı
Peygamber Efendimiz’in seyahatlerinde nasıl hareket ettiğine dair bir rivayetle karşı karşıyayız:35
كَانَ يَتَخَلَّفُ فِي الْمَسِيرِ، فَيُزْجِي الضَّعِيفَ، وَيُرْدِفُ، وَيَدْعُو لَهُمْ (د. ك. عن جابر)
35 Ebû Dâvud, Sünen, c.VII, s.230, no:2269; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.257, no:10132; Beyhakî, Âdâb, c.II, s.399, no:653; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.101, no:18162; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6970.
(Kâne yetehallefu fi’l-mesîri, feyüzci’d-daîfe, ve yurdifu, ve yed’ù lehüm)
Efendimizle birlikte bazen kafile gidiyor, ordu veya asker veya bir seyahat; bir yerden bir yere gidiliyor. Kendisi binmiş, başkaları da var. Bir kafile halinde, mübarek bir kafile gidiyor. Peygamber Efendimizle beraber bir güzel şey!
(Kâne yetehallefu fi’l-mesîri) “Geri kalırdı bazen Peygamber Efendimiz, (feyüzci’d-daîfe) zayıfları kollardı, (ve yurdifu) onları bazen kendi bineğinin arkasına bindirirdi, (ve yed’ù lehüm) ve onlara hayır dua ederdi Efendimiz.” Tabii yürümek kolay bir şey değil, insanın tabanı çatlar, topukları çatlar, acısı da geçmez. Çatladı mı bir de kolay kolay da iyi olmaz. Fukaralık zor, şu bineğin üstüne binip de safa sürmek kolay. Efendimiz onları kollardı. Bazen arkasına, atının terkisine aldığı ve onlara böyle dua ettiği burada rivayet ediliyor.
Zayıfları, miskinleri kollamak, müslümanın güzel vasıflarından birisidir. Bu insanı tevazuya götürür, kibirden uzaklaştırır, müslümanlar arasındaki muhabbetin artmasına sebep olur, hayır yapacak insanın da kimlere hayır yapacağını daha iyi görmesine vesile olur.
Onun için benim aziz, kıymetli kardeşlerim, şöyle bazı cumartesi, bayram, tatil günlerinde; şu beldenin yoksul semtlerine bir gidiversinler. Şöyle oralarda bir dolaşıversinler.
“—Bugün nereye gidiyorsun?” “—İşte çoluk çocuğu toparlayıp Çamlıca Tepesi’ne bir safaya gidiyoruz. Orada bir tek çam var, onun altı düzlük, yanında bir iyi su var. İşte oraya bir örtü sereriz, çaylar da hazırdır, termoslara konmuştur. Hanım da yemekleri yapmıştır, dolmaları yapmıştır; işte orada safa süreceğiz.” İyi Allah mübarek etsin, afiyet olsun da bir pazar da gel bakalım bizim şu kulube-i ahzânımızı bir gör bakalım! Şu bizim fukaranın kulübelerini, tenekeyle üstü kapatılmış, damı damlayan, sokağı çamurlu yerlere bir git bakalım! Bir pazar da oraya git. Bir Çamlıca’ya git, tamam; bir de o tarafa git! Aradaki farkı gör. O
kardeşine acı.
Belki içine Allah merhamet verir de, “Şu sokağın çamurdan kurtulması benden... Şuraya suyun getirilmesi benden… Şu yoksul dul kadının çoluk çocuğunu okutmak benden…” filan diye bir hayırlı işi yapmaya vesile olur.
Müslümanlar fakir kardeşlerini unutmasınlar, yoksulları kollasalar, onların yanına gitsinler, kapılarını çalsınlar, misafir olsunlar. En kestirme yol, o fakirlerin oturduğu semtlerdeki camiye gitmektir, namaz kılmaktır. Namaz kıldıktan sonra imamla, cemaatle tanışmaktır, sormaktır:
“—Ne var ne yok, nasılsınız, iyi misiniz? Buralarda fakir yoksul var mı? Sen ne iş yaparsın? Hasta mısın, sağ mısın, esen misin, iyi misin, hoş musun, neyle geçinirsin, ne yersin, ne içersin?” diye sormak lazım. Müslümanlık bu…
n. Dört Şeyden Allah’a Sığınırdı
Bu sayfanın son hadis-i şerifini okuyorum.
Ebû Hüreyre RA’dan, sıhhatli kitaplarda, Buharî’de, Müslim’de, Neseî’de geçen bir rivayet:36
كَان يَتَعَوَّذُ مِنْ جَهْدِ الْبَلاَءِ، وَدَرَكِ الشَّقَاءِ، وَسُوءِ الْقَضَاءِ،
وَشَمَاتَةِ الأَعْدَاءِ (ق. ن. عن أبي هريرة)
RE. 560/17 (Kâne yeteavvezu min cehdi’l-belâi, ve dereki’ş-şekài, ve sui’l-kadài, ve şemâteti’l-a’dâi)
Peygamber Efendimiz Allah’a sığınırdı. Dua ederdi, “Aman ya Rabbi! Sen beni koru ya Rabbi, şunlara uğratma ya Rabbi!” diye
36 Buhàrî, Sahîh, c.XIX, s.428, no:5871; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.233, no:669; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XII, s.14, no:6662; Hamîdî, Müsned, c.II, s.429, no:972; Beyhakî, Deavâtü’l-Kebîr, c.II, s.57, no:290; İbn-i Ebî Asım, Sünneh, c.I, s.393, no:309; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.473; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.76, no:18036; Câmiü’s-Sağîr, c.II, s.206, no:6971.
dua ederdi. Nelerden sığınırmış Allah’a okuyalım:
(Kâne yeteavvezu min cehdi’l-belâ) “Belânın kendisine gelip çatmasından, onu zorlamasından, zora düşürmesinden, sıkıştır- masından, meşakkat vermesinden Allah’a sığınırdı.”
Belâ aslında imtihan demektir. Kelime olarak, mana olarak, lügat manası olarak. İmtihan demektir. Başımıza gelen bu musibetler neden geliyor? Bakalım biz iyi kul muyuz diye imtihan etmek için geliyor.
“—E ben Allah’ın sevgili kuluyum, mü’min kuluyum, bana gelmesin, Avrupa’ya doğru gitsin veya kuzeye doğru gitsin. Rusya’ya doğru gitsin. Kâfirleri helak etsin Allah… Ezsin, yok etsin… Biz keyif ile, safa ile yaşayalım!” İmtihan dünyası, Allah onlara köşkler vermiş, saraylar vermiş, zenginlikler vermiş imkanlar vermiş. Mü’min de böyle sıkıntı çekiyor. Afganistan’da dağlarda, başında sarıklar, mücahidler, tüfekler… Yaralanıyor, kolu kopuyor, bacağı kopuyor falan. Neden? İmtihan dünyası olduğu için. Hepimizin durumu aynıdır. Eh böyle bir bela imtihan gelince ne yapacak müslüman? Müslümanlar ne yapar? Sabreder. Sabredince kazanır. Allahtan geldiğini bilir belanın, imtihanın. Dişini sıkar, sabreder. Sabredince ecir kazanır. İmtihan geçer iyi bir halde gelir. Bir sıkışık olur insan, bir iyi olur. Bir fakir olur, bir zengin olur. Bir zengin olur, bir fakir olur.
Bakarsın fabrikatör yoksul düşmüş. Bakarsın bir yetim çocuk fabrikatör olmuş. Dünyanın imtihanlarıdır. Hepsi boştur, hepsi geçer. Hepsi bir çeşit imtihandır.
Emin olun haddinden fazla mal sahibini daha çok sıkıntıya düşürüyor. Dün konuştuk. Milyonları, milyarları olan bir kimseyle konuştum. “Hocam, haklısın!” diyor. Çok dertler, belâlar açar insana… Karısından, çoluğundan, çocuğundan, çevresinden… Yani, büyük başın derdi büyük olur derler. Onun için her şeyin hayırlısını istemek lazım Allah’tan…
“—Ya Rabbi! Hayırlısını ver, hayırlıysa ver, faydalı olacaksa ver...”
Verecek, çocuğun azacak, kâfir olacak. Alacak paraları, kumarhaneye… Alacak paraları kadın yanına, kız yanına… Alacak paraları, esrara alışacak, meyhaneye alışacak. Aman istemem o zaman demesi lazım insanın.
Her şeyin hayırlısını istemek gerekiyor. Bela da böyle bir imtihandır yani. Allah’ın insanın başına musallat ettiği belâ… Ne yapacak insan? Dikkat edecek, imtihanı kaybetmemeye çalışacak, güzel hareket etmeye çalışacak. Allah’ın rızasına aykırı duruma düşmemeye çalışacak.
Böyle belânın gelip sıkıştırmasından Allah’a sığınırdı.
“—Beni böyle belâlara uğratma ya Rabbi!” demiş olur Peygamber Efendimiz.
Sonra: (Ve dereki’ş-şekài) “Şekàvetin kendisine gelmesinden sığınırdı Allah’a...” Şekàvet nedir, saadetin zıdddır. Saadet; mutluluk, içinin şen olması, ahirette de cennetlik olması… Şekavet; kalbinin katı olması, Allah’ın rahmetinden uzak olması, ahirette de cehennemlik olması…
(Ve sui’l-kadài) [Kötü kazaya uğramaktan Allah’a sığınırdı.]
(Ve şemâteti’l-a’dâi) “Düşmanın şamatasından, sevinip taşkınlık yapmasından Allah’a sığınırdı.”
Allah bizi düşmanlarımızın karşısında böyle durumlara düşürüp de düşmanlara güldürecek durumlara uğratmasın...
Fâtiha-i şerîfe mea’l-besmele!
17. 12. 1989 – İskenderpaşa Camii