1 ilâ 20. sayfalar

(Febühitellezî kefer) "Kâfir olan ses çıkaramaz duruma geldi, dilini yuttu." (Bakara: 258) Neden?.. İbrahim AS korkmuyor da ondan. Çünkü Allah'ın halili, yâni Cenâb-ı Hak'ın dostu. Nemrud'un da karşısına çıkarmışlar; korkmadan yiğitçe konuşmuş. Ahâlinin de karşısına çıkarmışlar; konuşmuş.

Ahâliye de önceden söylemiş:
"--Bak bu putlara tapmayın!" demiş, tapmışlar. "Ben sizin bu putlarınızı kıracağım!" diyor.

Saklamak maklamak yok. Gayet şeffaf, son derece açık. Bir şeyleri saklamaya gerek yok. "Ben sizin bu putlarınızı kıracağım!" diyor, açıkça söylüyor ve kırıyor. Ondan sonra da diyor ki:
"--Böyle konuşmayan, kendisini savunamayan aciz mahlûklara, elinizle yaptığınız mahlûklara niye tapıyorsunuz?" diyor.

Tamam. Yakaladılar. İşte hocam, bak, yakaladılar. Sen sonuna bak!.. Dur bakalım film bitmedi daha. Filmin ortasında, filmin kahramanına zaman tanı. Dur bakalım daha, gücünü toplarsa, bunun sonu ne olur?..

--İşte hocam, ateşe atıyorlar!
Atarlarsa atsınlar!
--İşte ateş tutuştu, cayır cayır, hor hor yanıyor...
Ateşler göğe çıkarsa, çıksın.
--İbrahim'i içine attılar!
Atarlarsa atsınlar. Sonuç itibariyle İbrâhim yandı mı?
--Yanmadı.
Kurtuldu mu?
--Allah kurtardı.
Nemrut öldü mü?
--Gebertti Allah.
Demek ki,

21

(Vallàhu yuhyî ve yümît) "Hayatı veren, hayatı koruyan, öldüren Allah-u Teàlâ Hazretleri." (Âl-i İmran: 156) Korursa korur.

--E hocam, yâni falanca adamı da korumamış, benim dedem de harbde şehid olmuş...

Onun şehid olmasını murad etmiş de, ondan. Şehidlik bir rütbe. İmtihan, hayat nasıl olsa bitecek. Yâni bütün müslümanlarda şehid olma arzusu olsa, kâfirlerin bu durumda olamazlar. Herkes şehid olmaktan korktuğundan oluyor bu zülüm... Onun için burda buyuruyor ki Peygamber SAS:

"O da artık, bunların üstüne, fazilet üstüne fazilettir. Derecesi de yerle gök arası kadar yüksektir yâni. O da Aziz ve Celil olan Allah'ın yolunda cihad etmektir."

Cihad etmeyi sadece birkaç bölgedeki insanlar biliyor. Onlar da bilmiyorlardı da Allah unutuldukça öğretiyor.

Benim dedelerim ve benim hocam Suriye'de çarpıştılar. Benim dedemin en son haberinin geldiği yer Suriye'ydi. Benim dedem gitti de gelmeyiverdi. Nerde olduğunu bile bilmiyoruz. Ne zincirli saati geldi, ne mendili geldi, ne bir hatırası geldi... Gitti, gelmedi. Amcalarım, dayılarım, birisi Çanakkale'de, birisi Suriye cephesinde, birisi başka yerlerde... Yâni şöyle bir hatırası, devletten bir teşekkürü bile yok. Babama dedim ki:

22

"--Dedem şehid olmuş, bir madalya alsak..."
"--Evlâdım, dedi, Allah sevsin yeter. Madalya, dünya malı, ne olacak?" dedi.

Alınca göğsüne takacak şehid torunuyum diye ama, babam önemli görmedi o şeyi. Onun şehid olmasını istiyor da, Allah ona nasib ediyor.

İyiler gidecek, gidecek, gidecek de bu dünya kötülerin başına yıkılacak. İyiler kalmayacak. İyiler gidecek, gidecek de bu dünya en sonunda şerlilerin başına yıkılacak. Ölümden kaçmanın da bir faydası yok.

Mühim olan Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin emrini tutmak, yolunda olmak, "Namaz kıl!" dediği zaman namaz kılmak, "Uyu!" dediği zaman uyumak, "Kalk" dediği zaman kalmak, "Ye!" dediği zaman yemek, "Yeme!" dediği zaman yememek, "Öl" dediği zaman ölmek. Mühim olan söz dinlemek, imanına göre yaşamak... Onu yapmadıktan sonra...

"--Oruç tut" diyor.
"--Doktorlar tutma, boz!" dedi diyor.
"--Namaz kıl" diyor.
"--Uykuyu yenemiyorum" diyor, şeytanın sözünü dinliyor.

Rahman yaratmış. Rahman'ı dinlemiyor. Şeytanın sözünü dinliyor. Allah'ın buyruğu geliyor, okunuyor, anlatılıyor... Nefsi diyor ki: "Boş ver onları" diyor, "Keyfine bak!" diyor. Nefsinin emrini tutuyor. Hocayı seven yok. Herkes nefsinin emri karşısında el pençe divan durmuş, "Emret!" diyor. "Emrin başım, gözüm üstüne..." diyor, "Sen ne emredersen yaparım" diyor.
"--İçki iç!"
"--İçerim..."
"--Rakı iç!"
"--İçerim..."
"--Kadın oynat!"
"--Oynatırım..."
"--Faiz ye!"
"--Yerim..."

23

Ne derse yapıyor. Allah'ın emrini tutacak. Şeytanın emrini tutuyor, nefsin emrini tutuyor.

Peygamber Efendimiz ne dediyse tersini yapıyor. "Dünya sevgisi bütün hataların başı" diyor; sarılmış dünya sevgisine... "Ahiret çok önemli!" diyor Peygamber Efendimiz, unutmuş ahireti... Sanki ölüm başkalarına yazılmış. Sanki bunlar hiç ölmeyecek.

Ölenin mirasını yiyor da bir gün gelip kendisinin de mirasının yenileceğini bilmiyor. Böyle yaşıyor, yaşıyor, ukalâ ukalâ da laflar söylüyor. Böyle haklı sözler söylendiği zaman, o da bazen yarı ciddi, bazen kızıp, bazen dalga geçiyor.

Ama bir gün geliyor, Azrail, "Yeter senin bu ettiğin!" diyor, "Gel bakalım, sen vâden yetti, bu sefer elimden kaçamazsın!" diyor. Çöküyor göğsüne, hırıl hırıl, çatır çutur, nefesini çekip alıyor.

"--Dur yâ Azrâil, biraz daha yaşayayım da sonra öleyim!.."

Geçmiş olsun, bitti. Hayat bittikten sonra, müddet geldi mi geri gitmez:

(Feizâ câe ecelühüm lâ yeste'hirûne sâaten ve lâ yestakdimûn.) [Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.] (A'raf: 34)

24

Ölümden evvel ölmek, ne demek? Büyüklerimiz "ölümden önce ölmek" demiş, edebiyat kitaplarına, tasavvuf kitaplarına girmiş. Bunun anlamı ne?.. "Ölmekten evvel ölümün tedbirini al, ölümden sonrası için hazırlan!" demek.

Ama, "Derviş ol!" diye söylersen, dokuz köyden insanı koğarlar. Koğarlarsa koğsunlar; biz söyleyelim de, dinleyen dinler, dinlemeyen ne yaparsa yapsın!..

El-fâtihah!..

27. 10. 2000 - İSVEÇ

25