Halbuki, kalbinin gaflet perdesi kalkınca, insan işin içyüzünü anlayınca, o kadar güzel, o kadar zevkli, o kadar tatlı bir şey ki zikretmek, zikrullah; tadına doyum olmaz.
Onun için evliyâullahtan bir büyüğümüz demiş ki:
"--Şu hükümdarlar bizdeki şu zevkleri bilseler; ne kadar büyük mânevî hazlar, feyizler, mânevî nimetler, güzellikler olduğunu bilseler, bunları bizim elimizden kapmak için, ordularını bize çevirirlerdi."
Çünkü, ordu ile oraya buraya savaş açıyorlar, ganimet almak için... "En iyisi şunların elindeki nimetleri alalım!" diye bize saldırırlardı, elimizden bu kıymetli şeyleri almak için... Ama bilmiyorlar. Çok kimse zikrullahın kıymetini bilmiyor.
İlk başta tatsız gelir insana... O şeytanın ve nefsin diretmesidir. Yâni zikre karşı direncidir. Onu Allah'a dayanarak, tevekkül ederek, aştı mı insan, zorladı mı, ondan sonra zikrin güzelliklerini tatmağa başlar, anlamağa başlar. Ondan sonra Kur'an-ı Kerim'de medhedilen;
(Vezzâkirînallàhe kesîran vez-zâkirât. eaddallàhü lehüm mağfireten ve ecran azîmâ.) (Ahzab: 35)
Allah'ı çok zikreden, Allah'ın kendilerine çok büyük mükâfâtlar verdiği insanlar haline geliverir.
Allah-u Teàlâ Hazretleri zikrini seven, ibadetini seve seve, güzel, aşk ile, şevk ile yapan kullarından eylesin, cümlemizi...
El-fâtihah!..
18. 12. 2000 - İSVEÇ