PROF. DR. MAHMUD ES’AD COŞAN

01. TEHLİL VE TEVHİD



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi- ihsânin ecmaîn... Emmâ ba’d. Aziz ve sevgili kardeşlerim!

Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı üzerinize olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihan saadetine cümlenizi nail eylesin… İki cihanın hayırlarına erdirsin… Sevdiklerinizle beraber cennetiyle, cemaliyle cümlenizi müşerref eylesin…


Günde yüz defa (Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) demeyi, Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde bize tavsiye ediyor.

Ebû Hüreyre RA’dan rivayet edildiğine göre Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuşlar:1


مَنْ قَالَ : لََ إِلَهَ إِلََا اللهُ وَحْدَهُ لََ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ


وَهُوَ عَلَى كُلِا شَيْءٍ قَدِيرٌ، فِي يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ، كَانَتْ لَهُ عَدْلَ عَشْرِ


رِقَابٍ، وَكُتِبَتْ لَهُ مِائَةُ حَسَنَةٍ، وَمُحِيَتْ عَنْهُ مِائَةُ سَيِّئَةٍ؛ وَكَانَتْ لَهُ


حِرْزًا مِنَ الشَايْطَانِ، يَوْمَهُ ذَلِكَ حَتَّى يُمْسِيَ؛ وَ لَمْ يَأْتِ أَحَدٌ أَفْضَلَ


مِمَّا جَاءَ بِهِ إِلََا أَحَدٌ عَمِلَ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ (خ. م. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ)




1 Buhàrî, Sahîh, c.XI, s.70, no:3050; Müslim, Sahîh, c.XIII, s.201, no:4857; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.302, no:7995; Ebû Hüreyre RA’dan.

27

(Men kàle: Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l- mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, fî yevmin miete merreh) “Her kim günde yüz defa (Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) derse, (kânet lehû adle aşri rikàbin) bu onun için on köle azad etmesine denk olur. (Ve kütibet lehû mietü hasenetün) Ona yüz hasene yazılır, (ve muhiyet anhü mietü seyyietin) ve ondan yüz günah silinir. (Ve kânet lehû hırzen mine’ş-şeytàni, yevmehû zâlike hattâ yemsiye) Bu onun için o günün akşamına kadar şeytana karşı bir himaye olur. (Ve lem ye’ti ehadün efdale mimmâ câe bihî) Hiçbir kimse de onun yaptığından faziletlisini yapamaz, (illâ ehadün amile eksere min zâlike) bundan fazlasını yapan kimse müstesna…” Biz de, Efendimiz Muhammed-i Mustafa SAS Hazretleri’nin tavsiyesini tuttuk, yüz defa (Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) dedik. Allah, Peygamber Efendimiz’in bütün tavsiyelerini tutmayı nasib etsin… Şefaatine erdirsin, cennette komşu olmayı nasib eylesin...

28

(Lâ ilâhe illa’llàh) demek; ancak Allah var; Allah’tan başka tapınılacak, ibadet edinilecek mâbud, ilâh, tanrı yok demek. (Vahdehû) demek, o bir tektir demek, yegânedir demek. (Lâ şerîke leh) Onun şeriki, ortağı yok demek.


a. Tevhid ve Şirk


Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne nasıl ortak düşünüyorlar?

Bir kısmı diyor ki:

“—İyilik tanrısı, bir... Kötülük tanrısı, iki...”

Bu çeşit inançlı olanlara, düalist dinler deniliyor. Yani, ikili tanrı düşünüyor. İyilikleri bir tanrının yaptığını, kötülükleri de bir öteki tanrının yaptığını düşünüyor. Zerdüştiler, ateşe tapanlar bu inançta. Birisi aydınlık tanrısı, birisi karanlık tanrısı… Birisi iyilik tanrısı, birisi kötülük tanrısı; böyle düşünüyorlar.

Bazı insanlar da, her şeyin bir başka tanrısı olduğunu düşünmüşler; aptal adamlar… Meselâ, Yunanlılar dünyanın en aptal milletlerinden birisidir. Çünkü şarap tanrısı demişler, şaraba bir tanrı düşünmüşler. Aşk tanrısı demişler, harp tanrısı demişler, birer tanrı düşünmüşler. Bir de Olimpos dağında oturan sakallı en kocaman tanrı varmış, onun adı da Zeus’muş. Öteki tanrılar bazen birbirleriyle kavga ederlermiş. Zeus de oradan, Olimpos dağından, bunları yola getirmek için yıldırımlar gönderirmiş. Yani, saçma-sapan, rezil-rüsva, alçak hain laflar… Bunlar da çok tanrılı şeyler.


Bazıları da bir tek tanrıya tapsa bile, meselâ bir kabile diyelim ki, bir dağa tapınıyor. Bu dağ benim tanrım diyor. Bir tek dağa tapınıyor ama asıl tapınılacak tanrı o değil ki… Asıl yaradan Allah... Demek ki, Allah’ın yanında onu tanrı olarak gördüğü için, o da ortak koşmuş oluyor.

Çünkü o dağ, meselâ diyelim ki Japonya’daki Fujiyama yanar dağı. Evet. Japonların bazısı tapınıyormuş ona ama Ağrı dağını o yapmadı ki, Everest tepesini o yapmadı ki, Kilimanjoro dağını Afrikada’ki, o yapmadı ki… Demek ki, asıl halik, yaradan başka… Binaen aleyh, yaradanın yanında bir başkasına tapınmak da, bir tek puta tapsa bile, Afrikada’ki bir yamyam kabilesi, vahşi kabile bir totem yapmış, ona tapınıyor. Tek, bir tane farz edelim…

29

Olsun, bir tane olması kurtarmıyor onları. Allah’ın yanında ikinci bir tanrıya tapındıkları için, gene müşrik oluyorlar.


(Vahdehû) Allah bir tek, yaradan bir tane. Kim? Yeri, göğü yaratan, Ay’ı, Güneş’i yaratan, her şeyin sahibi. Biz ne diyoruz? Rabbü’l-àlemîn, alemlerin Rabbi… Sadece bizim bildiğimiz, buranın değil, şu gördüğümüz yerlerin değil, gördüğümüz- görmediğimiz alemlerin Rabbi… Şu gördüğümüz kâinatı yaratan… Ne kadar güzel, ilim de bunu söylüyor. Yani, kâinatın yaratıcısı bir…

Kâinatın nelerden meydana geldiğini biliyoruz. Maddeler moleküllerden meydana geliyor, moleküller atomlardan meydana geliyor. Çok küçük parçalar bunlar, mikroskopla bile görünemiyor. Atomlar da çekirdekten, elektrondan, protondan, nötrondan, positrondan, ve sâireden meydana geliyormuş. Onlar da, enerji paketlerinden meydana geliyor, quantumlardan meydana geliyor..

Onun için, burada demir var. Şu gördüğünüz kırmızı topraklar, demirli toprak. Şu mıntıka demir. Buradan Güney’e kadar, Wollongong’a kadar… Wollongong’dan, taa Cairns’e kadar, bütün bu dağlar demirli. Kırmızı toprak demir alâmeti, demir oksit bu.

Burada da demir var, Ay da da demir var, Venüs de de demir var... Yani, ana yapı malzemesi aynı. Hepsini yaratan Rabbü’l- àlemin, Allahu ekber! Bütün kâinatın sahibi…


Allah’ın ne kadar ekber olduğunu, büyük olduğunu anlamak için; gökyüzüne bakması lâzım insanın:

“—Yâ Rabbi, yeri göğü sen yarattın! Ya Rabbi, ne kadar büyük mekânlar yaratmışsın. Kim bilir sen ne kadar büyüksün ya Rabbi!” diye tefekkür etmesi lâzım.

(Vahdehû) Bir tek o Allah var, alemlerin Rabbi var. Yoksa buradaki bir dağ, buradaki bir ağaç, buradaki kutsal bir hayvan, bir ayı, meselâ Eskimolar beyaz ayıya tapınıyorlarmış. Hintliler de, mooo diyen ineğe tapınıyorlar. Biz onun tapındığını “Bi’smi’llâhi allàhu ekber!” diyoruz, kesiyoruz. Filoto yapıyoruz, pirzola yapıyoruz, kavurma yapıyoruz. Derisini de ziyan etmiyoruz, pabuç yapıyoruz, tepe tepe kullanıyoruz.

Herif aptal adam, hala ona tapıyor. Bir de kızıyor. İnek ana

30

caddede durduğu zaman, kışalayanlara kızıyor.

“—Benim tapındığımı ne kışalıyorsun?

Yahu, bu zavallı mahlûk itilmeden gitmiyor ki, çekilmeden gitmiyor ki, sen bundan da aptalsın. O bile senden memnun değildir.


(Vahdehû) Bir tek, alemlerin Rabbi. (Lâ serike lehû) Şeriki yok. İyilik tanrısı, kötülük tanrısı yanlış. İyiliği de, kötülüğü de yaratan Allah… (Hayrıhî ve şerrihi mina’llàhi teàlâ) İyilik de, kötülük de Allah’tan… (Lâ serîke lehû) Hiç bir ortağı yok. (Lehü’l- müllk) Mülk onun demek.

Şimdi millet mülkü gayrimenkul sanıyor:

“—Tamam Hocam, benim de mülküm var, benim de İstanbul’da iki tane dairem var, Melbourne’da bir tane evim var, bilmem ne...” Yahu, buradaki mülk o mânâya değil ki. Allah mülk sahibi demek, yerin-göğün sahibi demek. Mülk, egemenlik demek, meliklik demek, hükümdarlık demek, malik oluş demek. (Lehü’l- mülk) demek, hakimiyet onun demek.

Hani, Türkçe’de bir laf var ya:

“—Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir.” Nasıl kandırdınız milleti, bunu söyleyerek, nasıl kandırdınız? Hiç milletin dediği oldu mu? Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olsaydı, camiler saman deposu olur muydu? Yıkılır mıydı? Vakıflardan alınıp da, vakıflar bozulup da vakıf mülkleri şaraphane, meyhane, kerhane yapılır mıydı? Ne yalancısınız siz!

Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletinmiş. Hakimiyet senin... Hakimiyeti sen elde etmişsin, diktatörlük yapıyorsun!


(Lehü’l-mülk) Bütün alemlerde mülk, hakimiyet onun, Allah’ın… Her yerde onun dediği oluyor.

“—Hocam, şimdi anlayamadığım bir noktaya geldin. Sözü oraya getirdin dayadın. Yani, bu dünyada bazen bizim hoşumuza gitmeyen şeyler oluyor. Allah’ın razı gelmediği şeyler oluyor. Neden oluyor?” Allah-u Teàlâ Hazretleri bu dünyayı imtihan dünyası yarattığı için, fırsat veriyor. Şeytana da imkân veren o... İnsanı da kötülük yapmakta serbest bırakan o... Ya kötülük yapacak, cehenneme

31

girecek; ya iyilik yapacak, mükâfat kazanacak, cennete girecek. Ondan dolayı… Yoksa, istese istediğini yapar. İstemezse, istemediği olmaz.


إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (يس: ٢٨)


(İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekùle lehû kün feyekûn) Bir şeyi murad ettiği zaman onun yaptığı, ol demesidir, hemen oluverir.” (Yâsin, 36/82)

(Kün) ne demek? Arapçada ol demek. (Feyekûn) ne demek? Olur demek. Allah bir şeyin yapılmasını murad ettiği zaman, ne der? (Kün) “Ol!” der, (feyekûn) o da olur. İsterse olmasın. Başkasını isteyemez ki zaten, Allah’ın dediği olur.


ما شا الله كان


(Mâ şâa’llàhu kân) “Allah’ın dilediği olur.” (Lehü’l-mülk) Hakimiyet, egemenlik, meliklik, mâliklik, mülk, hükümdarlık, hükümranlık Allah’ındır. Hüküm onundur. Ama, burada fırsat vermiş. Gâvura gâvurluk yapma fırsatı vermiş. Putpereste putperestlik yapma fırsatı vermiş. Mü’mine mü’minlik imkânı var...

Peygamber göndermiş. Peygamberine de diyor ki:


إِنْ عَلَيْكَ إِلََّ الْبَلََغُ (الشورى:٩٤)


(İn aleyke ille’l-belağ) “Ey Rasûlüm! Çok öyle her şeye üzülme, sen sadece tebliğle vazifelisin. Tebliğ et, isterlerse yapsınlar, istemezlerse yapmasınlar.” (Şûra, 42/49)

(Belağ) ne demek? Tebliğ demek. “Senin üzerine tebliğden başka bir vazife vermedim ben sana, sen söyle ey Rasûlüm! Söyle, ‘Allah birdir!’ de. ‘Allah’a ibadet edin!’ de. İster iman etsinler, ister etmesinler. Ben onların hakkından gelirim. Sen onlara bildir sadece…” demek.

32

Çünkü yarın rûz-i mahşerde mahkeme-i kübrâda: “—Aldandık yâ Rabbi, bilemedik yâ Rabbi, anlayamadık yâ Rabbi!” dedikleri zaman;

“—Hadi oradan, yalancı, anlayamaz olur musun? Herkes biliyor, tilki gibi biliyor, domuz gibi biliyor, bunlar bile biliyor. Bunlar da biliyorlar. Haçtan, puttan bir fayda gelmediğini, ama gene tapınıyor. Dedemden, babamdan böyle geldi diye tapınıyor. Küçükten böyle gördüm diye tapınıyor.”

Öyle şey yok. (Lâ ilâhe illa’llah) Allah’tan başka ilah yok. (Vahdehû) Tek başına o var; şeriki, nazîri yok. Başka tapınan şeylerin hepsi bâtıl, boş, hiç yok. (Lehü’l-mülk) Egemenlik onun. (Ve lehü’l-hamd) Bütün övgüler de onun…


b. Bütün Hamdler Ona…


Hamd, övgü demek, övülmek demek. Bütün övgüler Allah’ın… Neden? Allah Allah! Şu ağaca bak yahu, ne kadar güzel, yemyeşil... Tamam. Allah yarattı, övgü oraya gitti. Kime gitti övgü? Ağacı sen mi yarattın? Hocam işte, birisi gelmiş dikmiş filan.. Diken dikmiş. Hazır bulmuş fidanı dikmiş. Yaratan kim? Büyüten kim? Ağacı büyüten, meyvayı olduran, insanı yaşatan; küçücük çekirdeği ağaç yapan, küçücük tohumu bebek yapan, insan yapan; olanları olduran, ölenleri öldüren kim? Allah.

Güzel bir şey gördün mü, nedir? Allàhu ekber! Allah yapmış. Ne güzel yahu! Tamam, Allah’ın işini güzelledin sen. Şu çiçek ne kadar güzel, aman, bayıldım. Evin kenarından sarmış, renginin güzelliğine bak. Aman, ne kadar güzel! Tamam. O övgü Allah’a…

Aman, kokusu ne kadar güzel, bayıldım, mest oldum. Allah’a gider.

Şu adam ne kadar akıllı… Yaratan kim? O adama aklı veren kim? Buna aklı verip de, ötekisine aklı vermeyen kim? Allah… O övgü Allah’a gider,


(Lehü’l-hamd) Bütün övgüler, dikkatle takip edersen, Allah’a gider. Hepsi Allah’ındır. Çünkü mülk onundur, Çünkü onun dediği oluyor. O demezse olmuyor. İnsan bazı şeyleri yapıyor ama insan da Allah’ın yarattığı bir canlı...

İnsan ne? İnsan kendi kendisini yapabiliyor mu? İnsan kendi

33

kendisini tamir edebiliyor mu? Edemiyor. Cihanın doktorları bir araya gelseler, Bazı hastalığın çaresini bulamıyorlar filan.. Hastalığa çare buluyorsa, gene aklını kullanarak bulunuyor. Allah’tan buluyor, Allah’ın verdiği imkânlarla bulunuyor.

(Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamd) Egemenlik de onun, bütün övgüler de onun, bütün övgüler de ona gider. Ona lâyıktır, ona gider. Anlasan da, anlamasan da onundur. Bütün övgüler Allah’ındır.


c. Yaşatan da O, Öldüren de O


(Ve hüve yuhyî ve yumit) Yaşatan odur, öldüren odur. Öldükten sonra huzuruna gideceğimiz de odur. El-hamdü lillâh ki, öldükten sonra her şey bitmiyor, yeni bir hayat başlıyor. El-hamdü lillâh, ne güzel! Ne mutlu size, ne mutlu bize...

Ya, taş toprak gibi olsaydık? Hayvan, böcek gibi olsaydık? Öldükten sonra dirilmek olmasaydı, öldükten sonra cennet olmasaydı, ne yazıktı yahu. Ne mutlu bize, öldükten sonra bir hayat daha var.


لََ يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلََ زَمْهَرِيرًا (انسن:٣١)


(Lâ yerevne fîhâ şemsen ve lâ zemherîrâ) [Ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk...] (İnsan, 76/13)

Aşırı güneş yok, aşırı soğuk yok… Böyle sırtına battaniye almak, seccade bürünmek yok… Çok sıcak olduğu zaman, “Ah, yandım!” demek yok. Soğuk olduğu zaman, “Eyvah, dondum!” demek yok. Böyle gölgelikler var, yeşillikler var, bağlar var, bahçeler var, ırmaklar var… Hizmetler var, ikramlar var, nimetler var, rahmetler var, lütuflar var, ihsanlar var…

Ne mutlu! El-hamdü lillâh, hem ebedi, bitmeyen, tükenmeyen, sonu gelmeyen nimetler… Yaşatan da o... Bizi buraya gönderdi. Kendin mi geldin? Nereden geldin? Hayrola, hangi istasyondan geldin? Hangi şehirden geldin?

“—Vallah ki, Hocam bilmirem, hiç bilmirem. Bir şey bilmiyordum, küçücüktüm, ufacıktım, acizdim, akılsızdım, bir şeyden haberim yok; büyüdüm böyle oldum.”

34

Kim büyüttü seni böyle, selvi boylum? Allah büyütüyor. Büyüten Allah, hayatı veren Allah, büyüten Allah... Rabb ne demek? Büyüten, geliştiren demek. Yani, bir şey olduğu yerde dursa kıymeti yok. Bir şey olduğu yerde durmuyor, gelişiyor. Küçücük çocuk buyuyor, koca adam oluyor. Akıllı adam oluyor yahu, atom alimi oluyor. Aferin be… Bizim oğlan adam oldu diyoruz, mâşâallah diyoruz.

Bu geliştirme işte Allah’ın işi, Rabliği yani. Rubûbiyet ne demek? Geliştiricilik demek. Bir şeyi büyütmek, geliştirmek. Küçük bir incir çekirdeğini koca bir incir ağacı yapıyor. Küçük bir çam çekirdeğini kocaman bir çam ağacı yapıyor. Küçük bir okaliptüs çekirdeğini kocaman bir okaliptüs ağacı yapıyor. İki yüz on metre yüksekliğinde ağaçlar var, Amerika’da. Altından kemer açmışlar, otomobiller, kamyonlar geçiyor.. Kamyonun resmini gördüm. Kendisini görmedim, tanışmadık daha henüz; o buraya gelmedi, ben de yanına gitmedim, tanışamadık daha ama; altından otomobiller geçen ağaçlar var… Allàhu ekber!


İki yüz on metre ne demek, biliyor musun? Metreden anlar mısın? Şu ağaç kaç metre? Olsa olsa yirmi metre... İki yüz on metre. İki yüz on metreye su çıkar mı, çıkmaz mı? Bağın, bahçen var mıydı? Hiç kuyu kazdın mı? Hiç aşağıdaki kuyudan yukarıya su çekmeyi denedin mi? Hiç su pompası kullandın mı? Bilir misin bu işi? İki yüz on metre aşağıdan, suyu yukarıya çekebilir misin sen? Çekemezsin.

“—Hocam, teknik var, teknoloji var!” Hadi oradan, çekemezsin. Her şeyin bir usulü var. Motor da basmaz. Amma Allah, iki yüz on metre boyundaki ağacın tepesindeki yaprağa suyunu gönderiyor. Aşağıdan, kökten gönderiyor. İki yüz on metre yukarıya gönderiyor. Nasıl gönderiyor? O elini açmış, “Ya Rabbi, ben su istiyorum!” diyor. Tamam diyor, aşağıdan postalanıyor. Damarlardan yukarıya, kılcal damarlar usulüyle, atezyon, kuazyon kuvvetiyle yukarıya kadar çıkıyor. İki yüz on metre yukarıya... Yoksa pompayla su çıkartamazsın.

Mühendisler kalksın, söylesin; “Hocam doğru söylüyor!” desin. İçinizde erkek mühendis varsa, çıksın söylesin. Öyledir. İki yüz on metre su basılmaz, ancak kademe yaparsın. Suyu oraya

35

boşaltırsın, oradan bir kademe daha, bir kademe daha…


Muazzam işler dönüyor etrafımızda, gözümüzü açalım! Yaradan, sübhàna’llah neler yapıyor. (Yuhyî ve yumît) Hayatı veren o. Yaşatan o, öldüren de o… Onun emriyle ölüyorsun.

“—Yeter artık yahu, hayat imtihanın tamam. Senin ne olacağın belli oldu, gel bakalım buraya!” diyor, alıyor.

“—Ya Rabbi, biraz daha bırak da, yaşayayım da, düzeleceğim de…” filan..

Hep imtihanlarda talebeler böyle söyler.. Tam kâğıdın alınacağı sırada:

“—Hocam beş dakika daha…”

“—E, kepaze, bir buçuk saat sana müddet verdim. Sen niye doldurmadın, o zaman? Beş dakika daha, beş dakika daha… Ver bakayım kâğıdı, tamam, bitti. Kalemleri bırakın! Kalemi bırakmayanın almam kâğıdını, sıfır atarım…” bilmem ne diye korkutuyorsun talebeyi...

Biz de Hocalık yaptık, biz de çok talebeler korkuttuk. “Basarım sıfırı!” diye.


Amma; işte imtihan bittiği zaman, yuhyi, yaratan Allah, yumit, öldürüyor. Öldüren kim? Katil mi öldürüyor? Mikrop mu olduruyor? Hayır. Allah, yeter artık bunun yaşadığı, imtihanı bitti diyor,

(Yuhyi ve yumîtü ve hüve alâ kulli şey’in kadîr.) Her şeye kàdir. Öyle bir kudreti var ki, okyanuslar yaratmış. Öyle bir kudreti var ki, dağlar yaratmış. Öyle bir kudreti var ki, eşsiz bir nizam yaratmış. Öyle kudreti var ki, denizlerden suları dağların tepesine götürüyor. Oradan şapır şapır aşağıya döküyor. Boru mu var? Ne sistemle, nasıl yapıyor?

Bak, ibret al, Sübhàna’llah de, El-hamdü li’llâh de, övgüler yağdır, kasideler yaz! Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr... Böyle dedik işte. Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh… Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor. Diyeceksin de, içine yerleşecek. Allah’ın varlığı, birliği içine yerleşecek. Yoksa, bu milletin kafasının tahtaları yıpranıyor, oynar yerinden, zıngıldar çıkar. Tahtaları eksilir bu insanların.

Şimdi bir arkadaş söyledi, Avustralya’nın Kuzeyinde bir ada

36

varmış. Müslümanlar varmış ama Hazreti Muhammed’in heykelini yapmışlar, ona tapıyorlarmış. Öyle müslümanlık olmaz, gidip anlatmak lâzım. Gidip anlatmak lâzım. Ha… bu insanların tahtaları, kafalarının tahtaları karıncalanır, kurtlanır, bozulur. Tahtaları zıvanasından Çıkar, çivileri çürür, tahtaları eksilir bu insanın kafasının. Ne yapması lâzım? İmanı tazelemek lâzım.


d. İmanınızı Tazeleyin!


Peygamber Efendimiz diyor ki:2


جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ، أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لََ إِلَهَ إِلََّ اللهَُّ (حم. ك. حل. عد. عن أبي هريرة)


(Ceddidû îmâneküm, eksirû min kavli lâ ilâhe illa’llàh.) “Lâ ilâhe illa’llàh sözünü sık sık söyleyerek imanınızı yenileyin, tazeleyin!” buyuruyor.

İmanın yenilenmesi lâzım!

Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh... Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh… Lâ ilâhe illa’llàh… Lâ ilâhe illa’llàh… Lâ ilâhe illa’llàh… Allah… Allah… Allah... Allah…

Ooo, ne oluyor? Uçacak… Duramamağa başladı, coştu. Tabii ya, zikirden muhabbet hàsıl olur, Allah sevgisi hàsıl olur. İnsan àşık-ı sàdık olur, Yunus Emre gibi olur, Mevlânâ gibi olur. Evliyaullah gibi olur, evliya olur. Gibisi kalkar, evliya olur. Allah’ın sevgili kulu olur.

“—Allah’a ısmarladık. Ben Mekke’de namaz kılayım, geliyorum.” der, gider namazı kılar gelir.

Allah’ın sevgili kulu olunca, mağrib ile maşrık arası uzun bir



2 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.359; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.285, no:7657; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.357; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.417, no:1424; ibn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.76, no:925; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.416, no:1768; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.51, no:1068; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XII, s.34, no:11367; RE. 270/13.

37

mesafe değil.


Soru:

Hocam. İki hacı arkadaşım, yarım hacılıklarını bana verdiklerini söylediler. İki tane yarım hacılık, eder bir hacılık diye söylüyor yani. Bu arada birkaç sene geçmesine rağmen aradan; bu laflardan, sözleşmelerden iki üç sene geçmesine rağmen; şu anda bir tanesi, harcadığım parayı verirsen veririm. Yoksa vermem diyor. Ne tavsiye edersiniz?


Parayı vermemesini tavsiye ederim başta; bir... Ondan sonra izahatını yapacağım. Bir insan hac yapsa, ondan sonra, yarım hacılığımı sana verdim dese bir kimseye, burada öyle demiş. O haccın eğer sevabı varsa, yarısı verdiği kimseye gider. Çünkü sözün İslâm’da önemi vardır. İnsan ağzından çıkan söze bağımlıdır. Ağzından çıkan söz insanı bağlar. Yarım hacılığını vermiş, tamam. Yarım hacılığını da verir, tam hacılığını da verir.

Meselâ, bir insan hac yapar, sevabını babasına verebilir, arkadaşına verebilir, komşusuna verebilir. Verir amma, sevabını verir. O kimse hacca gitmemişse, ben artık hac sevabı aldım, hacca gitmeme lüzum kalmadı diyemez. Yani, kendisinin hacılığını yapmış sayılmaz, bunu da anlatalım. Yani, iki kimse yarım hacılığını buna vermişler. Bir hacılık kadar sevap kazanmış. Eğer onlar sevap kazandıysa…

Onların da sevap kazanıp kazanmadığını bilmiyoruz, Allah biliyor. Muhasebesini biz tutmuyoruz, melekler yazıyorlar. Allah’a sunuyorlar. Allah-u Teàlâ Hazretleri kabul ederse, ediyor. Kabul etmezse; götürün bu ibadeti o herifin yüzüne patlatın diye geri gönderdiği de olabiliyor. Hadislerden biliyoruz. Eğer kabul olduysa, yarım hacılığın sevabı gelir. Fakat bunun hacılığı yapılmış olmaz. Sevap kazanmış olur. Çok sevap kazanmış olur.

Üç sene sonra bir insan verdiği haccın sevabından dönerse, ne olur? Hava alır. Veren vermiştir, alan almıştır, olan olmuştur, iş bitmiştir. Üç sene sonra dönmek yoktur. Hatta akşamdan söz verip de, sabaha bile dönmek yoktur. Akşamdan söz verip de sabaha dönüş mü olur? Olmaz, öyle bile olmaz.


Sonra demiş ki: harcadığım parayı verirsen, veririm demiş.

38

Tabii, bu da boş bir laftır. Amma; bir insan Allah rızası için bir kimseye, hac yapmış olan bir kimseye dese ki: sen benim yerime hacca git. Ben bu sene gidemeyeceğim, sıhhatim müsait değil. Veyahut, sıhhatim yerinde ama, işlerim müsait değil. Sonra gitmeyi düşünüyorum. Ben sana parayı vereyim, Allah rızası için sen git hac yap. Gel dese. Parasını verse bir kimseye, hac yaptırsa, onun sevabı, parayı verene gider. Parayı veren hac sevabını kazanır.

Haccı yapan da hac sevabını kazanır. Allah onu da mahrum etmez. Haccı yapan da mahrum olmaz, parayı veren de mahrum olmaz; ikisi de sevap kazanır. Amma; Ammaaaa, bir insanın sıhhati, zenginliği, durumu müsaitse; hacca kendisinin gitmesi mecburidir. Birisini gönderirse, sevap kazanır, ama kendisinin gene gitmesi lâzım gelir. Gene gidecek. Yani, bir fırsat bulduğu zaman, gene gitmesi lâzımdır.


İslâm’da söz çok ciddidir. Bazı şeylerin şakası olmaz. Şaka olarak söylense bile, ciddiye yazılır. Meselâ köle, adamın kölesi var. “Seni azad ettim, hadi hürsün!” dedi. Sonra, şaka yapmıştım,

39

dur gitme dedi. Geçmiş ola. Adam hürdür artık.

“—Şaka yaptım yahu. Bu kadar arkadaşla gülüşüyorduk, Kah..kah..kah, kih..kih..kih, kasıklarımız patlayacaktı. Bu arada işte buna da hürsün dedik, filan. Bakalım yüzü ne olacak, ne tavıra gelecek diye ölçmek istedik.”

Geçmiş ola… O adam artık hürdür. O tamam… O kadar şahit huzurunda kadıya gittiği zaman, “Bu bana böyle demişti.” bitti, o adam hürdür.


Karısına dese ki:

“—Seni boşadım karı, boşsun benden!” Ondan sonra da dese ki:

“—Şaka yaptım yahu! Ben seni boşar mıyım, ben seni seviyorum, bilmem ne… Sen benim bir tanemsin, hayatta yegâne eşimsin, gönlümün sultanısın…” Geçmiş ola, nikâhta şaka olmaz. Aldım derse alır, vardım derse varır. Boşadım derse boşanır.

Alış verişte de böyledir. Bir şeyin verilmesi, sevabın da verilmesi böyledir.

Bir şeyin sevabı birisine verilebilir mi? Verilebilir. Bir insan yaptığı bir işin sevabını birisine verebilir. Bunlar, bu adamlar yarım hac sevaplarını bu zat-ı muhtereme vermişler. Mübarek olsun, tamam. Güzel bir sevap kazanmış. Allah razı olsun.

Konuşmam olacak, onun için ayrılmak zorundayım. Telefona gidiyorum.

Es-selâmü aleyküm!



27. 12. 1996 - İkindi

Toowoomba/Avustralya

40
02. HİZMET VE HİMMET