20. ÇOCUKLARINIZI DİNDAR YETİŞTİRİN!

21. İNSANLARIN EN HAYIRLILARI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi- ihsânin ecmaîn... Emmâ ba’d. Muhterem hanımefendiler! Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı üzerinize olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri iki cihan saadetine cümlenizi nail eylesin… İki cihanın hayırlarına erdirsin… Sevdiklerinizle beraber cennetiyle, cemaliyle cümlenizi müşerref eylesin…

Hanımlarla ilgili bir toplantı ve konuşma yapmak, tabii onların soruları varsa; o soruların kendilerine ait meselelerinin konuşulması için bir fırsattır. Eğer hazırladığınız sorular varsa veya düşündüğünüz konularda sormak istediğiniz hususlar varsa; yazarsınız, gönderirsiniz. Ben onları cevaplandırmağa çalışırım.


a. İnsanoğlunun Emaneti Yüklenmesi


Aslında, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kulu olarak, yarattığı, nimetlerine gark ettiği, emaneti teslim ettiği yaratıklar olarak; beylerle hanımların bir farkı yok…

Emanet nedir? Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de çok mühim olduğunu söylediği, bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


إَنها عَرَضْنَا اْلأَمَانَةَ عَلَى السهمَاوَاتَ وَاْلأَرْضَ وَالْجَبَالَ فَأَبَيْنَ أَ نْ


يَحْمَلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مَنْهَا وَحَمَلَهَا اْلإَ نْسَانُ إَنههُ كَانَ ظَلُومًا جَهُ ولًَ (الأحذاب:٢٧)


(İnnâ arad’ne’l-emânete ale’s-semâvâti ve’l-ardı ve’l-cibali feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehe’l-insân) [Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu

523

yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.] (Ahzâb, 33/72) ayet-i kerimesinden, çok mühim bir şey olduğunu söylediği emaneti, insanoğlu almış yüklenmiştir.

Nedir emanet? Allah’ın emirlerini tutmak, Allah’a güzel kulluk yapmak… Allah-u Teàlâ Hazretleri bu emaneti, bu ayet-i kerimede göklere, yerlere, dağlara teklif ettiğini. Onların bunu kabul etmediğini, insanoğlunun kabul ettiğini beyan ediyor.

Tabii, bu çok derin manalı bir ayet-i kerimedir. Bu ayet-i kerimenin esrarı üzerinde çok düşünmek lâzım. Gökler ne kadar muazzam bir varlıktır. Yeryüzü ne kadar muhteşem bir varlıktır. Dağlar ne kadar güçlüdür, kuvvetlidir. O emaneti yüklenmekten korkuyorlar, yüklenmiyorlar; İnsanoğlu yükleniyor. Hazret-i Adem Atamız yükleniyor. Cennette, hadis-i şeriflerde anlatılıyor ki:

Allah-u Teàlâ Hazretleri, gökler ve yer ve dağlar bu emaneti kabul etmeyince, Adem Atamız AS’a:

“—Sen yüklen bu emaneti!” diye buyurunca, demiş ki:

“—Yâ Rabbi, bu emaneti yüklenirsem, bana ne var? Ne olacak, sonucunda?”

“—Eğer sen benim emrimi tutarsan, cenneti ebedî kazanacaksın. Benim lütfuma ereceksin, ebedi saadete ulaşacaksın.”

“—Tamam, o zaman kabul ettim.” demiş Adem Atamız.


Bu Yirminci Yüzyıl’ın insanları olarak, sizler ve bizlerin anlayabileceği bir şekilde söylememiz gerekirse; Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi çok yüce bir yaratık olarak var etmiştir. Yani biz göklerden de kıymetliyiz, yerden de kıymetliyiz, dağlardan da kıymetli ve kuvvetliyiz. Allah bize çok büyük kabiliyetler vermiştir. Çok büyük nimetler vermiştir. Dağların taşıyamayacağı yükleri taşıyabiliriz. Yerlerin göklerin yapamayacağı güzel kulluk vazifesini yapabiliriz biz.

Yaparsak, Allah’ın lütfuna ereriz, büyük nimetlere sahip oluruz. Bu, başka bir mahlûkun yapacağı bir şey değildir. Eşref-i mahlûkat olan, en yüksek mahlûk olan insanoğluna verilmiş.

Tabii insanlar, hanımlar ve beyler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Erkekler ve hanımlar olarak bunların Allah’ın divanında,

524

huzurunda, karşısında birbirinden bir farkı yoktur. Yani Allah, kadın diye, erkek diye bir fark, farklı muamele, ayrı istek koymamıştır. Herkes Allah’ın huzurunda Allah’a kulluk etmekte, erkek-kadın eşit durumdadır. Başarırlarsa, Allah’ın nimetlerine ererler. Başaramazlarsa, kusurları nisbetinde cezalarını çekerler. Bu bakımdan erkeklerle hanımlar arasında bir fark yoktur.

O halde, bir genel vazife tarifi yapmamız gerekirse; yani Allah, erkek olsun kadın olsun, fark gözetmeden; insanlardan ne istemiştir diye soracak olursak, Allah’ın istediği bizden; kendisine, emirlerine, Kur’anına, Rasûlüne itaat etmektir.


b. İnsanların En Hayırlısı


Sözümüz bereketli olsun, toplantımız mübarek olsun, toplantımıza Allah’ın rahmeti insin, Rasûlüllah SAS Efendimiz’in şefaatine nâil olalım diye Efendimiz’in güzel hadis-i şeriflerinden bir hadisi okuyarak girmek istiyorum bu konuya… Peygamber SAS Efendimiz, Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî ve daha başka hadis kaynaklarında yazıldığına göre, buyurmuş ki:60


خَيْرُ النهاسَ أَقْرَؤهُمْ وأَ فْقَهُهُمْ فَي دَينَ ا لِلَّ؛ وَأَتْقَاهُمْ لِلَّ؛ وَآمَرُهُمْ


بَالْمَعْرُوفَ وَأنْهَاهُمْ عَنَ الْ مُنْكَرَ؛ وَأَوْصَلُهُمْ لَلرهحَمَ (حم. طب.


عن درة بنت أبي لهب)


(Hayru’n-nâs) “İnsanların en hayırlısı…” İnsanlar, yani kadın olsun erkek olsun, insan mıyız hepimiz? İnsanız. Hazreti Adem’in evlâtlarıyız, insanız. İnsanların en hayırlısı, en iyisi, en kıymetlisi kimdir?

(Akraühüm ve efkahühüm fî dîni’llâh) “Allah’ın dinini en iyi



60 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.432, no:27474; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.XXIV, s.257, no:657; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.V, s.332, no:3167; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.220, no:7950; Dürre bint-i Ebû Leheb RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.153, no:28782; Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.520, no:12119; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.356, no:12086.

525

bilen, Allah’ın kitabını en çok okuyup o hususta en geniş bilgiye sahip olandır.” Bir…

(Ve etkàhüm li’llâh) “Allah’tan en çok korkanıdır insanların en iyisi, en hayırlısı…” İki...

(Ve âmüruhüm bi’l-ma’rufi ve enhâhüm ani’l-münker) “İyiliği yapmayı en çok emreden, kötülüğü yapmaktan en çok nasihat edip yaptırtmamağa çalışandır.” Üç…

(Ve evsalihüm li’r-rahimi) “Akrabalarını en çok kollayıp gözeten, onlara en çok iyilik yapandır.” Dört…

Bunları biraz geniş olarak açıklayacağım.

Peygamber Efendimiz SAS uzun konuşmazdı, çok konuşmazdı, hatırda kalmayacak şekilde konuşmazdı; kısa konuşurdu, herkesin anlayabileceği şekilde konuşurdu, hatırda kalacak şekilde konuşurdu. Onun için, Efendimiz’in sözlerini herkes anlardı, hem de ezberleyebilirdi. Hafızasında tutardı, başkalarına da anlatabilirdi.


Bu hadis-i şerifin mübarek metnini böyle okuduktan sonra, şimdi insanların en iyi olması şartlarını biraz açarak anlatmağa ben geçeyim. İlk başta ne buyuruyor Peygamber Efendimiz:

(Hayru’n-nâs) “İnsanların en hayırlısı…” Tabii, ben de insanların en hayırlısı olmak isterim, siz de en hayırlısı olmak istersiniz. Hayırlı bir insan olmaktan, hem de Allah’ın en sevgili kulu olmaktan hepimiz şeref duyarız. Hepimizin amacı, Allah’ın en sevdiği kul olmaktır. Binaen aleyh, o halde bu en sevgili kulu olmanın yolunu bir görelim bakalım, neymiş:


1. Allah’ın Dininde Derin Bilgisi Olanlar


أَقْرَؤهُمْ وأَ فْقَهُهُمْ فَي دَينَ الِلَّ؛


(Akraühüm ve efkahuhüm fî dîni’llâh) “Dînî konuları en çok okuyup, Allah’ın dininde en derin bilgiye sahip olandır.”

Bakın, işte burada karşımıza Allah-u Teàlâ Hazretleri bir alemin kapısını açıyor. İlim aleminin kapısını açıyor. Muazzam, geniş, güzel bir bahçenin, gül bahçesinin, gülistanın kapısını açıyor. “Buyurun, burası sizindir, gelin girin.” mânâsına... Şimdi

526

tabii, bu bahçede neler var? Bu bahçede her şey var.. En güzel çiçekler var, en güzel meyvalar var, en güzel gıdalar var, en güzel manzaralar var, en rahat yerler var.. Yani, artık bahçe kocaman, kapısından içeri girdiniz mi, çok geniş bir yer.

Nedir bu güzel bahçe? Allah’ın dinini en iyi bilmek, Allah’ın dininde en derin, en sağlam kültüre sahip olmak. İşte burada bizim Allah’ın yanındaki kıymetimiz ortaya çıkıyor. Allah’ın yanında kıymetli bir kul olmak nasıl olacakmış, burada ortaya çıkıyor. Allah’ın emirlerini bileceğiz, dinini bileceğiz, Kur’an-ı Kerim’i bileceğiz, İslâm’ın ahkâmını bileceğiz..

İslâm’ın ahkâmını, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’ini, Allah’ın gönderdiği Peygamber-i Zîşânını en iyi bilince ne olacak? Hayatımızda aklımıza gelebilecek ne kadar soru varsa, hepsinin cevabını bulacağız. Hani, söyle bir durum olursa, ne yapayım acaba? Söyle bir durumla karşılaştım, şimdi benim ne yapmam lâzım? İşte. Bütün soruların cevabı artık bu şeyin içinde mevcut olacak. Ne yapacağız? Hayatımızda yaptığımız her şeyi, İslâm’a uygun olarak yapacağız. İslâm’a uygun olmayan her şeyden de

kaçınacağız.

“—Acaba içki içmek iyi mi, kötü mü?”

Kur’an-ı Kerim’de içki içmek haramdır, yasaktır, içmeyin buyuruyor. Tamam, içmeyeceğim.

“—Acaba açık-saçık gezmek nasıl? İşte başkaları geziyor, biz de gezsek olur mu, olmaz mı?..

Allah-u Teàlâ Hazretleri, ne diyor Kur’an-ı Kerim’de: “Örtünün.” buyuruyor, Binaen aleyh, örtüneceğiz. Daha başka böyle hayatta karşılaşacağımız her meselenin cevabı İslâm’ın

içinde, Kur’an-ı Kerim’in içinde, dinimizin ahkâmı içinde hepsi var... Fezaya giden insanın, astronotun, fezâda, Ay’da, Merih’te ne yapacağına dair bilgiler bile dinimizin içinde var...

O halde hepimize, hepinize; yani burada erkek ve kadın ayırımı yok, Allah’ın divanında hepimiz eşitiz. Hepimize Allah’ın emirlerini öğrenmek vazifesi terettüb ediyor. Size ve sizin çocuklarınıza, bize ve bizim erkek çocuklarımıza; Allah’ın dinini öğrenmek, en başta gelen vazife oluyor.


Bu nereden başlar? Bu, küçükken çocuğu tatilde hocaya göndermekten, camiye göndermekten, Elifbe’yi okutmaktan

527

başlar; ondan sonra derya gibi bir alim oluncaya kadar gider. Derya gibi muazzam bir alim oluncaya kadar gider. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri gibi; çok büyük tefsir alimleri, hadis alimleri gibi; İmam-ı Azam’lar gibi böyle çok büyük insan olmaya kadar gider.


“—Allah’ın sevdiği işleri yapmak isteyen bir kimseyiz. Acaba Allah’ın en çok sevdiği iş hangisidir? Onu yapayım da, Allah’ın sevgisini daha çok kazanayım?”

En çok sevdiği iş, ilimle meşgul olmaktır. İnsanın ilimden bir bölümü öğrenmesi, tabii hepsini birden öğrenemiyor. Kitaplar çok. Ciltlerle kitaplar var, kütüphanelerimiz yaldızlı, kıymetli kitaplarla dolu. Hepsini birden öğrenemeyiz. Ne yapacağız? Açacağız, zamanımızın yettiği kadar bir sayfa, bir sohbet bir şey okuyacağız.

Rahmetli Annem bizi methederdi, pohpohlardı:

“—Hadi evlâdım, sen güzel okuyorsun, aç bakalım şu kitaptan bir bölüm oku! Ben çok seviyorum.” derdi.

Ben bir bölümü okuyunca, artık bir sürü medhiye söylerdi:

“—Aferin, mâşâallah, ne kadar iyi... Aaa, bak, bunu iyi öğrendik, iyi ki okuduk.” filan derdi.

Maksat, benim aklıma daha çok yerleştirmek. Ben daha namaz kılmakla mükellef bir çocuk değilken, beni güzelce yıkardı, en sevdiğim elbiseleri giydirirdi, camiye yollardı.


Camiye gittiğim zaman, “Anneme hocanın söylediklerini nakledeceğim!” diye giderdim, can kulağıyla dinlerdim. Yani, “Aman unutmayayım, aman kaçırmayayım, ne dedi?” diye. Çocuk aklı, hafızası ne kadarını muhafaza edebiliyorsa, ne kadar anlıyorsa, gelirdim, anlatırdım. Annem artık bir sürü medhiyede bulunurdu bana:

“—Aferin, mâşâallah. Ne kadar çok hatırında tutmuşsun.” derdi.

Ben şimdi büyüdüm, annemin taktiğini anlıyorum. Hem beni camiye gideceğim diye evden çıkıp, yaramazlık yapıp, camiye gitmemekten kontrol etmiş oluyor. Çünkü, camiye gitmesem, hocanın ne dediğini nereden bileceğim, ne anlatacağım anneme?.. Hem camiye gitmemi sağlıyor, hem camide yaramazlık

528

yapmamamı sağlıyor. Uyumamamı, sağa-sola bakmamamı, oynamamamı sağlıyor, hocayı dinlememi sağlıyor. Hem de hocanın söylediği sözü kalbime, kafama iyi yerleştirmemi sağlıyor. Hem de bir şeyi dinleyip, anlatmamı sağlıyor.


Bir bölüm açardı, okurdu. En çok sevdiği kitaplardan birisi Mecmau’l-Adâb isimli bir kitaptı. Çarşamba Müftüsü eski bir mübarek zat yazmış. Çok güzel bir kitap… Adâb-ı Muaşeret-i İslâmîye’yi anlatıyor. Yani, müslümanın âdâb-ı muaşereti nasıl olacak? Yani, yemek nasıl yenilecek, bir toplantıya nasıl girilecek, bir odaya nasıl girilir, çıkılır?.. Annenin, babanın evlâtlarına karşı görevleri nelerdir? Evlâtların anneye, babaya karşı görevleri nelerdir? Hanımın beyine karşı görevleri nelerdir? Beyin hanıma karşı vazifeleri, görevleri nelerdir? Her şeyi anlatan çok güzel bir kitap…

Onu çok severdi. Kendisi okurdu. Kendisi bilirdi okumasını, anlatırdı veya bize okuturdu. Bizim okuyacağımız kitaplardan bir bölüm dinlerdi.


Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“İnsanın ilimden bir küçük bölüm bile okuması; bir bölüm, bir bahis, küçük bir bölüm (chapter) okuması, dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.” Küçücük bir bölüm bile, en sevaplı şeydir.

Çok büyük bir alime sormuşlar:

“—Mâlûm olsa sana yarın öleceğin, haber gelse, yarın artık son günün; ahirete göçeceksin. Öleceğin kesin. Acaba bu günden yarına kadar zamanını nasıl değerlendirirdin? Ne yapardın?” diye sormuşlar.

Yâni, maksatları ne? O alimden en sevaplı işi öğrenmek... Hani, insan artık dünyada yaşamağa ümidi kalmayınca, ne yapacak bakalım? Para kazanmakla uğraşmaz, eğlenceyle uğraşmaz; bir de ahirete göçüyor tabii, eğlencenin zamanı mı şimdi der. En çok yapması gereken şeyi yapar. Onun için sormuşlar.

Demiş ki:

“—İlim öğrenirdim.”

Neden? İlim öğrenmek en sevaplı olduğundan.

529

Eğer daha sevaplı olsaydı, derdi ki: Kur’an okurdum, namaz kılardım derdi. O vakte kadar, öleceğim zamana kadar namaz kılardım, namaz kılarken Allah canımı alırdı. Öyle demiyor da, ilim öğrenirdim diyor. Tabii, Kur’an okumak sevap, namaz kılmak sevap ama; ilim öğrenmek daha sevap olduğundan, bunu diyor.

O halde, ne yapacağız? Ne yapacaksınız? Her gün dinimizin bir bölümünden bir kısım bir şey öğreneceğiz. Benim rahmetli annemin yaptığı gibi, sizde çocuklarınızla oturup; hadi bakalım bir bahis oku dersiniz. Öyle olur. Veyahut, diyelim ki şimdi karşılıklı oturmuşuz, ben bir hadis-i şerifi açıklıyorum. Siz dinliyorsunuz. Bu da bir bölümdür, dinimizin bir bölümünden bir şey öğrenmektir. Şimdi biz namazda gibiyiz. Hac da gibiyiz. En sevaplı işi yapmış oluyoruz, netice itibariyle…

Bu hususta çalışmamızın devamlı olması lâzım, her gün olması lâzım. Her günlük programımızda programı nasıl yapıyoruz? Yemek yemek var mı? Var. Yemek pişirmek var mı? Var. Evi toplamak var mı? Var. Bulaşıkları yıkamak var mı? Var. Ütüleri yapmak var mı? Var. Dikiş var mı? Var. Tamam. Bunların hepsi dünya işi… Bunların yanında, bir de dinimizi öğrenme bahsi olması lâzım. Bu bir…


Şimdi, en hayırlı insan olmak için dinimizi öğreneceğiz ve bu hususta bilgimizi günden güne genişleteceğiz. Tabii, ilimde bir ince nokta vardır: İnsan İslâm’a göre, bildiği bilgiyi uygulamalı. Buna diyoruz ki: İlmiyle amil olmak. İnsan ilmini uygulamalı, bildiğini yapmalı. Yani yalan söylemek günah, biliyoruz. Tamam, yalan söylememeli... Beş vakit namazı kılmak sevap... Tamam, beş vakit namazı kılmalı... Yani, bildiği şeyi sadece sözde bırakmak değil, uygulamasını da yapmak lâzım! Uygulamasını ihlasla, samimiyetle yapmak lâzım. Yani, ilmi öğrenecek ama, ilmini de tatbik edecek. İlmi kendi hayatında uygulayacak. Bu (Bir).


2. Allah’tan En Çok Korkanlar


İkincisi: Ne buyurdu Peygamber SAS Efendimiz:


وَأَتْقَاهُمْ لِلَّ؛

530

(Ve etkàhüm li’llâh) “Allah’tan en çok korkanıdır insanların en iyisi, en hayırlısı…” Tabii, biz hemen etkàhüm, takvâ deyince korkmak diyoruz. Takvâ, tam korkmak değil. Sakınmak, çekinmek demek aslında... Yani, meselâ çok korkunç bir mahlûk karşımıza gelse, veya rüyamızda çok böyle kıllı, elli-ayaklı, kıskaçlı-kancalı, siyah renkli böyle bir acaip mahlûk görsek, korkarız. Şimdi bu, Arapça’da buna havf derler. Korkmak. Korktu birden.. Eyvah. Yüreğim ağzıma geldi, korktum filan..

Şimdi, takvâ böyle değil. Takvâ, sakınmak, çekinmek demek. Nereden sakınıyor insan? İki şeyden sakınır. Ben Allah’ın sevgisini ya kaybedersem.?.. Çekiniyor, sakınıyor. Gel sunu yap. Yoo, yapmam. Ya, Allah sevmezse o zaman? Ya, Allah’ın gözünden düşersem? Allah indinde derecem düşerse?. İşte, bu bir sakınmadır. Yani, tam korkmak değil bu. Daha başka bir şey… Yani titizlenmek demek, dikkat etmek demek... Veyahut da, ya böyle yaparsam, Allah beni cezalandırırsa, cehenneme düşersem…


Cehennemde cayır cayır yanmak kolay mı? Bir gün ben tesbih diziyordum. Naylonun ucu açıldığı için, deliğinden geçmiyor tanenin. Kibritle yakıp toplamak istedim. Kibriti yakarken de, kibritin ateşi yavaş yavaş dibe geldiği için; parmağımın ucuna birazcık sıcaklık verdi. Azıcık. Hemen attım tabii ama, bir hafta parmağımın ucu zonkladı. Ondan sonra bir hafta sonunda da, parmağımın orası soyuldu. Altından taze deri geldi.

Bir kibritin zayıf bir alevi, bir hafta böyle insanı ızdıraba gark ediyor. Cehenneme düşüp de cayır cayır yanan bir insanın halinin nasıl olacağı, hem bu dünya ateşinin cehennem ateşi yanında ne kadar az olduğu düşünülürse; işin, tabii tehlikenin boyutları anlaşılır.

O bakımdan, Allah’ın azabına uğramaktan da çekinmeliyiz. ihtiyatlı, dikkatli bir kul olmalıyız. Takvâ bu. Takvâ dediğimiz şey böyle tir tir titremek mânâsına değil de, ihtiyatlı, dikkatli, uyanık

bir Müslüman olmak. İşte, Allah böyle kulu seviyor. Yani, ille böyle korkunç bir mahlûktan korkmak mânâsına değil. Sakınmak, çekinmek demek... Tam doğru mânâsı bu.

Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de takvâyı bize çok emretmiştir. Yani, sizlere ve bizlere en çok emrettiği hususlardan

531

birisi, takvâdır. Nasıl emrediyor?


(İtteku’llah) demek, “Allah’tan sakının, korkun, takvâ ehli olun!” demek.

Meselâ, bildiğiniz takvâyı emreden birkaç ayet-i kerimeyi hatırlatıvereyim size… (Huva’llàhu’llezî)’nin birkaç ayet yukarısında Allah-u Teàlâ Hazretleri ne buyuruyor? Bi’smi’llâhi’r- rahmani’r-rahîm:


يَاأَيُهَا الهذَينَ آمَنُوا اتهقُوا الِلّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدهمَتْ لَغَدٍ وَاتهقُوا الِلّهَ


إَنه الِلّهَ خَبَيرٌ بَمَا تَعْمَلُونَ (الحشر:٨١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler!” İşte biz iman ettik, bizlere sesleniyor ayet-i kerime, Kur’an-ı Kerim: (Yâ eyyühe’llezîne âmenû) Ey iman edenler! (İtteku’llah) Allah’tan sakının, takvâ ehli olun! (Veltenzur nefsün mâ kaddemet li-kad) Her biriniz, sizden her birisi yarın için burada ne hazırlıyor, yarına ne gönderiyor; ona baksın!”

Biz şimdi yarına ne gönderiyoruz burada? Sevap gönderiyoruz. Dinimizi öğreniyoruz. Bu saatler, bu dakikalar sevap olarak gidiyor yarına… Yarına ne gönderdiğine baksın!


Peygamber Efendimiz SAS Emretmiş, bir koyun kesmişler evde… Demiş ki:

“—Bu kestiğinizi dağıtın! Hayır olsun, fukaraya dağıtın!”

Namazdan geldikten sonra sormuş:

“—Ne oldu, kestiniz mi, dağıttınız mı koyunu?” diye sormuş.

Demişler ki,

“—Yâ Rasûlallah! El-hamdü lillâh kestik, vazifeyi yaptık. Bir but hariç ötekileri hep fukaraya verdik.”

Koyunun bir budunu ayırmışlar. Rasûlüllah yemek yapar filan diye herhalde… “Bir budu bizim oldu, bizde kaldı, hepsi gitti.” demişler.

Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:

“—Demek ki, bir budu hariç bütün koyun bizim olmuş. Neden? Sevap oldu o artık. O fakirlere gidince, ahirete geçti artık, ahiret

532

defterine yazıldı. Onların hepsi sevap oldu.”

İnsanın yediği helâlse bir şey değil, ama haramsa sorumluluktur. Ondan bir şey yok. Helâlse, işte helâlinden besleniyor, hadi bakalım beslensin. Ne yapalım karnı var, midesi var, bir şey yiyecek.

Ama, dağıttığı sevap... Fukaraya verdi, Allah razı olsun... “Yiyeceğimiz, içeceğimiz yoktu, hay Allah razı olsun!” dediler diye sevap alıyor, o ahirete geçiyor.


İşte bizim bütün yaptığımız işler, böyle iyi veya kötü olarak ahirete geçtiği için, Allah emrediyor:

“—Allah’tan korkun, takvâ ehli olun! Yarına bu günden, şimdiden ne gönderdiğinize bakın! (Veltenzur mâ kaddemet li-kad) Her biriniz yarın için şimdiden ne hazırladığına baksın, nazar etsin!” Çünkü, bugün yaptıklarımızın hepsini yarın orada bulacağız.

Bu neye benzer? Avustralya’dan Türkiye’ye gidiyorsunuz, bütün eşyaları (Container) ile göndermişsiniz; gittiğiniz zaman orada bütün eşyanız karşınızda olacak. Tamam. Ben bunları Avustralya’da şu marketten, bu marketten almıştım. Tamam. İşte bak, önceden gönderdiğimiz gibi hepsi gelmiş. Tamam. Evin şurasına, burasına yerleştireyim.


Biz de dünyadan ahirete, yaptığımız şeyleri gönderiyoruz. Orada bulacağız. Aaa, bak. Ben bunu filanca gün yapmıştım. Aa, bak. Hemen karşımda şimdi… Ama, ne gönderdiğine bak. Sevap mı gönderiyorsun, günah mı gönderiyorsun?.

Ey insanlar, ey mü’minler! Allah’tan çekinin, sakının, korkun, takvâ ehli olun! Şimdiden, ahirete ne gönderdiğinize bakın! (Ve’tteku’llah) Bir kere daha emrediyor yine, Allah’tan korkun, sakının! (İnna’llàhe habîrun bimâ ta’melûn) Allah her yaptığınızdan hakkıyla haberdardır, hepsini biliyor.” (Haşr, 59/18) Tek başınıza da yapsanız, karanlıkta da yapsanız, evin köşesinde de yapsanız, nerede yaparsanız yapın… Ormanın içinde de yapsanız, kimsenin görmediğini sandığınız yerde bile yapsanız, Allah görüyor. Allah’tan korkun! İşte, bu bir ayet-i kerime.


Yine takvâyı emreden bir başka ayet-i kerime ne?

533

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.


يَاأَيُهَا الهذَينَ آمَنُوا اتهقُوا الِلّهَ حَقه تُقَاتَهَ وَلََ تَمُوتُنه إَلَه وَ أَنْتُمْ مُسْلَمُونَ (اۤل عمران:٢٠١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’t-teku’llàhe hakka tukàtihî) “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun, hakkıyla korkun! (Ve lâ temûtünne) Sakın ha ölmeyin, sakın ha asla ve kat’a ölmeyin; (illâ ve entüm müslimûn) ancak ve ancak müslüman kimseler olarak ölün, başka bir şekilde ölmeyin!” diyor. (Âl-i İmrân, 3/102)

Takvâ çok önemli bir konu, çok uzun…

Dinimizi öğreneceğiz. Bak ne kadar kolay! Dinimizi öğreneceğiz; bir… Takvâ ehli olacağız. Allah’tan korkan, sakınan insan olacağız; iki...


3. İyiliği Emreden, Kötülüğü Engelleyenler


Üçüncüsü ne?


وَآمَرُهُمْ بَالْمَعْرُوفَ وَأنْهَاهُمْ عَنَ الْ مُنْكَرَ؛


(Ve âmiruhüm bi’l-ma’rufi ve enhâhüm ani’l-münker)”İyiliği emreden, kötülüğü engelleyen kimseler”

İyiliği en çok emreden, kötülükleri en çok engelleyen insanlar olacağız. İşte, İslâm’da farzlardan birisi de budur.

Şimdi biz namazı farz olarak biliyoruz, orucu farz olarak biliyoruz, haccı farz olarak biliyoruz ve yapmağa çalışıyoruz. Tamam. Bu farzlardan birisi de nedir? El-emru bi’l-ma’rufi ve’n- nehyü ani’l-münker; veyahut emr-i ma’ruf, nehy-i münker diyoruz.

Emr-i ma’ruf ne demek? İyi olan bir şeyin yapılmasını emretmek… Nehy-i münker ne demek? Kötü olan bir şeyi yaptırmamak için tavır koymak, yaptırtmamak.

Demek ki, farzlardan birisi neymiş üzerimizdeki? sizin ve bizim farkımız yok. Üzerimizdeki farzlardan birisi neymiş? İyi

534

şeyleri yaptırtmağa çalışmak, gayret etmek; kötü şeyleri de yaptırtmamağa çalışmak. Emr-i ma’ruf, nehy-i münker farzı bu. Namaz farzı gibi, oruç farzı gibi bir farz; Bunu yapacağız.


“—Pekiyi, ben bir hanımefendi olarak, nasıl yapabilirim bunu?” diyebilirsiniz. Kötülüğü yaptırmayacağım, iyiliği de yaptıracağım. Bunu nasıl yapabilirim?”

Herkes ister hanım olsun, ister bey olsun; kendi alanında, kendi çevresinde, kendi bölgesinde, kendi evinde, kendi salâhiyeti sahasında bunu yapacak. Sizin kendi salâhiyet sahanız ne? Çocuklarınız, eviniz. Anne değil misiniz? Çocuklarınızın sorumluluğu sizin üzerinizde değil mi? Onu yaparsınız. Çocuklarınıza sözünüz geçer. Çünkü annesiniz.

“—Hocam, benim çocuğuma benim sözüm geçmiyor!”

Haa, o senin kusurun... Sen onu küçükken yapmadın, yetiştirmedin; büyüdü, arslan gibi oldu; o artık dinlemez tabii, o senin kusurun… Küçükten sevdirecektin, saydıracaktın, öğretecektin. O zaman dinlerdi.


Ben nice babalar, nice adamlar biliyorum; annesinin babasının karşısında elpençe divan duruyor. “Babacığım, bir emrin var mı? Anneciğim, bir arzun var mı? diyor, bir dediğini iki ettirmiyor.

Neden? İyi yetiştirdi evlâdını. Küçükten iyi yetiştirdi. Adam koca adam olduğu halde, genel müdür olduğu halde, bakan olduğu halde, çok zengin bir fabrika sahibi olduğu halde; emret anneciğim diyor, emret babacığım diyor.

Onun için, küçükten, sözünüzün geçtiği zamandan öğreteceksiniz. Aman evlâdım. Komşunun bahçesindeki elmayı koparma. Aman evlâdım. Söyle yapma, böyle yapma diyerek; hani öğreteceksiniz.


Bu hususta hikâyeler çoktur da hani, benim Annem anlatırdı, küçükten aklımıza sokardı:

Çocuğun birisi eve yumurta getirmiş. Anne bak, yumurta getirdim. Haa, kıralım yiyelim. Anne bak. Elma getirdim. Anne bak, bilmem ne getirdim filan. Peki, sonra bu şahıs Hırsız olmuş. Hırsız olmuş hayatta. Hırsız olunca, suçları büyüyünce, nihayet Adaletin pençesine düşmüş, yakalanmış. Kafası kesilecek, cezasını

535

bulacak, neyse.

“—Son arzun nedir?” demişler.

“—Ben annemi görmek istiyorum!” demiş.

Annesinin yanına gitmişler götürmüşler bunu, elleri bağlı demiş: İşte hikâye ya. Bilmiyorum yani, küçükken bize annemiz böyle anlatırdı, kaldı hatırımızda; Allah rahmet eylesin, cümle geçmişlerimize...

“—Anneciğim, çıkart dilini bir öpeyim!” demiş.

Dil öpülmez ya. Herhalde nasıl dediyse… O da dilini çıkartınca, hart diye ısırmış, dilini koparmış.

“—Niye böyle yaptın, haydut? Tam en son anda bir de bu suçu işledin!” demişler.

Demiş ki:

“—Ben küçükken eve yumurta götürürdüm, ‘Bunu nereden buldun evlâdım?’ demezdi. Elma götürürdüm, ‘Nereden aldın?’ demezdi. O diliyle bana nasihat etmediği için, onu hart diye ısırdım, kopardım.” demiş.


Olmuş mudur, olmamış mıdır bilmiyorum bu olayı ama; benim üzerimde tesiri büyük. Yani çocuk, annesi küçükken ona öğretecekti. Küçükken yumurta getirdiği zaman; “Haa, aferin, iyi!” deyip, nerden aldığını sormamak yerine; “O bizim değil... Nereden aldıysan, git onu bulduğun yere koy!” demesi lâzımdı. Böyle demezse; o küçük haylaz çocuk büyüyünce haydut olur. Mafia çetesi lideri olur. Sonunda, ya ipte sallanır, ya elektrikli sandalyede can verir. Ülkesine göre suçluları öldürme şekilleri

değişiyor.

Onun için, emri ma’ruf yapacaksınız. Evvela çoluk-çocuğunuza, sonra kardeşinize, konu-komşunuza, sonra eşinize... Eşlerin en hayırlısı, bir hayrı eşi düşündüğü zaman; onun yapılmasında yardımcı olandır. Unutursa, hatırlatandır.

“—Efendi kalk, sahur vakti oldu.” filan.

Yardım ediyor. O zaten kendisi kalkmış, tamam. Hayırları biliyor beyefendi, hanım ona yardımcı oluyorsa; ya yardımcı olur hayırlı es, hatırlamışsa yardımcı olur, hatırlamamışsa hatırlatır. Eşe de yardımcı olabilir bir insan... Tabii, bey de Hanımına karşı.

“—Hanım, namazını kıldın mı? Bak, dikiş dikiyorsun ama, mutfakta bizim için çalışıyorsun ama; Allah razı olsun. Aman,

536

namazını kılıver. Ben peynir-ekmek de yerim, kuru ekmeğe de razıyım. İbadetini kaçırma!”

İşte bu bir hatırlatma. Bu bir nedir? Emr-i ma’ruf. İnsan eşine yapabilir emr-i ma’rufu, çoluk-çocuğuna yapabilir. Biraz iyi yetiştirirseniz kendinizi, hele su hadis-i şerifin başındaki isi tamamlarsanız, Allah’ın dinini güzel öğretmek; o zaman başkalarına anlatırsınız. Bu çok mühim...


Siz burada, yani Avustralya’da hanım sahabe gibisiniz Sahabe hanımlar gibisiniz. İnşâallah. Neden? Siz buraya Müslüman olarak geldiniz, buranın ahàlisi gayrı müslim. Bunlar hristiyan, bunlar dinsiz, bunlar dinden, imandan nasipsiz, havai insanlar.

Ne yapacaksınız? “Hazret-i Aişe anamız, Hazret-i Fatıma anamız buraya gelseydi, ne yapardı?” diye düşüneceksiniz, öyle yapacaksınız. Etrafınıza İslâm’ı anlatabilirsiniz, sevdirebilirsiniz.

Ben Avustralyalılardan Müslüman olmuş kimseler biliyorum, olabiliyor. Biz güzel örnek olursak, olur; güzel anlatırsak, olur. İslâm’ı sevdirebilirsek, bizim vasıtamızla severlerse, Müslüman olabilirler. Çevremize de anlatabiliriz.


Emr-i ma’ruf nehy-i münker. Veyahut, yani iyi bir şey söylüyorsun yapsın diye de, bakıyorsun kötü bir şey yapıyor. Onu da yaptırmamak esas İslâm’da. Nasıl yaptırmayacağım? Gücün yeterse, zorla yaptırtmayacaksın. Meselâ, ne yapıyor, bir çocuk bir çocuğu dövüyor. Ne yapacaksın? Gel buraya. Çekil oradan, höt.. Neden, niye zorluyorsun, niye kibarlığı bıraktın? E, o onu dövüyor, yazık. Altta kalanın canı mı çıksın yani? Ayırıyorsun, yani bir kötü şeyi engelliyorsun.

Yapabilirsen gözünle. Yapamıyorsan camdan bakıyorsun, iki çocuk birbirlerine pat, küt vuruyorlar, ağızları burunları kan içinde… İki delikanlı kızmış, “Yahu evlâdım, ayıptır, yapmayın, etmeyin, günahtır! Şunları ayırın!” filan..

Öteki bakanlar da seyrediyorlar, Horoz döğüşü seyreder gibi; yahu ayırsanıza şunları! Bak, onlara emri ma’ruf yapıyorsunuz. Ayırın demek, emr-i ma’ruf. Kavga edenlere, “Yapmayın!” demek, nehy-i münker. Nehy-i münker, yani kötü bir şeyi yaptırmamak. Bu da bir vazife... Emr-i ma’ruf nehy-i münker. İşte, bunu en çok yapan, Allah’ın en sevgili kulu oluyor. Allah’ in dinini en iyi

537

öğrenen, Allah’ın en sevgili kulu oluyor. Ondan sonra, en takvâ sahibi olanı, en sevgili kulu oluyor. Ondan sonra, emr-i ma’rufu, nehy-i münkeri en çok yapan, en sevgili kulu oluyor.


Şimdi bir dakika nefes alalım, bir dakika sükût edelim! Bu söylenen üç şeyi ne kadar yaptığımızı bir düşünelim! Allah’ın dinini öğrenmek için bir gayretimiz, bir programımız, bir sistemimiz var mı, yok mu? Camide bir program var mı hanımlar arası? Kendi evimizde bir program var mı çoluk çocuğumuzla? Düşünelim! Allah’ın dinini, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek, mânâsını öğrenmek, hadis-i şerifleri öğrenmek; Fıkıh öğrenmek, ilmihal kitabı öğrenmek, âdâb-ı muaşeret-i İslâmîyeyi öğrenmek; Var mı böyle bir faaliyet? (Bir).

“—Hocam, utanıyorum, kusura bakmayın! Bu soruyu sorunca, bende kendi içime sordum: ben şimdiye kadar hiç böyle bir şey yapmıyordum.”

“—Hah, tamam. Sır aramızda kalsın, sen bundan sonra yapmağa başla! Şimdiye kadar yapmıyorsan bile, bundan sonra yapmağa başla! Her gün bir bölüm oku! Bir güzel kitabın, bir din kitabının bir bölümünü her gün oku.”


Bakın. Bir alimin hayatını okudum, ömründe hiç katı yiyecek yememiş. Yani, et yememiş, ekmek yememiş, elma yememiş. Ne yapmış? Sulu yiyecek yemiş. Neden? Çiğnemekle vakit boşa geçiyor diye. Suyu böyle içti, tamam.

Rahmetli bir Ali Yakup Hocaefendi vardı, mert bir insandı. Arnavut asıllıydı. Mısır’da tahsil görmüştü. Türkiye’de yaşadı, vefat etti. Makamı a’lâ olsun, kabri cennet bahçesi olsun… Tatlı tatlı anlatırdı:

“—Ben Mısırda’yken çok mahrumiyet çektim derdi. Üç beş tane hurmayı bardağın içine koyardım, akşama kadar o suda biraz erirdi. Akşam onu, o suyu içerdim, ders çalışırdım, ilim öğrenirdim. Çok aşkım vardı ilim öğrenmeğe, sevgim vardı. Bardak boşalınca gene su doldururdum, içine üç beş tane hurma atardım; sabahleyin kahvaltı onu yapardım. Gündüz yemek yemezdim derdi rahmetli.


Böyle çok zaman geçti. Hocamız, benim hanımımın babası olan

538

Şeyhimiz Mehmed Zâhid Efendi şişmancaydı. Gülerek anlatırdı:

Annem vefat etmiş olduğundan, evde mahrumiyet de olduğundan; eve gelirdim sıcak yemek yok, aş yok. Giderdim, kümesten tavuğun yumurtladığı yumurtayı alıp kırar, içerdim. O da katı sayılmaz, yani o da biraz sulu. Bir yumurta yerdim. İşte onlar beni böyle şişmanlattı derdi. Yani, mahrumiyetten şişmanlamış.

Tabii, El-hamdü lillâh gene mahrumiyet değil. Tavuk var da, yumurta var da, onu yiyebiliyor. O olmasa, onu da yiyemeyecek.

Hocamız halvetten çıktığı zaman, otuz yedi kiloymuş, dal gibiymiş. Herkes ölecek diye düşünmüş. Sapsarı böyle…

Halvet ne demek? Tasavvufi bir eğitim görmek için kırk gün zikir, zikir, zikir… İbadet, ibadet, ibadet… Böyle bir yerde kırk gün insanlarla konuşmadan ibadet etmek...


4. Sıla-i Rahim Yapanlar


Bunları nereden açtık? İşte. İlim öğrenmek için bir zaman ayırmaktan açtık, takvâ ehli olmaktan açtık, emr-i ma’ruf nehy-i münker yapmayı söyledik. Hadisi tamamlayalım:


وَأَوْصَلُهُمْ لَلرهحَمَ .


(Ve evsalühüm li’r-rahim) “Akrabaya, yakınlara en çok ilgi gösteren, yardımına koşan; sıla-i rahim yapan en sevgili kulu.”

Evet, İslâm sevgiye çok büyük önem veriyor. Kimin sevgisine? Müslümanlar bir kere birbirlerinin kardeşidir, bu sevgi önemli. Bir…

İkincisi: Akrabanın sevgisine önem veriyor. Akraba birbirini unutmayacak, akraba birbiriyle ilgili olacak. Buna ne eliyoruz? Sıla-i rahim vazifesi eliyoruz. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:


‘Sadaka vermek ve Sıla-i rahim yapmak ömrü arttırır’.

Ömrü arttırırmış. Nasıl arttırır? Allah sevince, arttırmasını Allah bilir. Yani, bize ne? Ömrü arttıracak olan Allah. Sen sıla-i rahim yapınca, sen sadaka verince; insanın ömrü uzarmış, ömrü artarmış. Akrabanı arayacaksın. Halanı, teyzeni, dayını, amcanı,

539

yeğenini, hısımını, akrabanı arayacaksın. (Bir).

Aradım tamam. Telefon ettim sordum halini, iyiyim dedi.

Haa, bir de ihtiyacı varsa, kollayıp gözeteceksin.

Fukaracık zavallı dul kaldı, eniştem olmuştu, o zavallı tek başına kaldı. Hah. İşte birazcık para gönderirsin, biraz yardım edersin filan.

İşte bu akraba muhabbetine de önem veriyor Peygamber Efendimiz. Pek çok hadis-i şeriflerde bunu bildiriyor. Sıla-i rahim ne demek? Akraba muhabbeti, akrabayla ilgilenmek demek… Bu şey olacak.


Başka hangi sevgiler var, İslâm’da? İslâm’da sevgiler çok... Kısaca sıralamak gerekirse, Allah’a karşı sevgimiz olması lâzım. Allah aşkı, muhabbetullah… Rasûlüllah’a karşı sevgimiz olması lâzım; muhabbet-i Rasûlüllah… Allah’ın kitabına karşı aşkımızın, sevgimizin olması lâzım! Çoluk çocuğumuzu Kur’an sevgisiyle yetiştirmemiz lâzım! Allah’ın bizi kardeş ettiği mü minlere karşı sevgimiz olması lâzım!

Yazık, Çeçenistan’da şehri bombalıyorlar, siviller oluyor. Yazık, Bosna-Hersek’te Sırplar şu caniliği yapıyor, bu hainliği yapıyor. İşte, mü minlere karşı sevgi… Sonra, anne-babaya karşı sevgi… Kan kardeşi, Aynı evde kardeşlerin birbirlerine karşı sevgisi. Evlâda karşı sevgi. Hanımlarla ilgili oraya gelmişken, onu da söyleyeyim:

Bir hanımın evlâdını yetiştirmesi, Allah indinde; yani yetiştirmesi derken, dünyaya getirmesinden de bahsetmek istiyorum. Oradan başlıyor bu iş. Küçücük çocuk, dünyaya gelişi bir zor iş, büyütülmesi zor bir iş… Bunu, Peygamber Efendimiz cihad diye, cihad kadar sevaplı diye bildiriyor. Çünkü, kolay bir iş değil. Yani, bir hanım bebek beklemeğe başladığı zaman, ilk önce aşermek denilen mide bulantısı ve sâire başlıyor. Zor… Ondan sonra iste, dokuz ay on gün onu taşıması zor… Ondan sonra doğum… Hanımlar için en zor işlerden birisi. Ondan sonra, çocuk gece ağlar, gündüz ağlar. Uyku uyutmaz, hastalanır, üzer.


İnsanı yetiştirmek, işte bu cihaddır diye Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerde bildiriyor. Onu emzirmek, ona bakmak, onun temizliğini ve sâiresini sağlamak; bunların hepsi son derece

540

sevaplı işler olarak bildiriliyor.


Evet. Bu hadis-i şerif de: Peygamber Efendimiz kısa konuşurdu. Kısaca söylediği şeyleri, ben biraz anlaşılsın diye uzun olarak söyledim tabii amma; Niye bu hadis-i şerifi seçtim? temel vazifelerimizi bize öğrettiği için seçtim. Bu vazifeleri yaparsak, Allah’ın sevgili kulu olacağız ve cennete gideceğiz diye bunları seçtim. Yoksa, Allah’ın emri çoktur, Kur’an-ı Kerim’in ayeti çoktur, Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifi çoktur ama; su benim öğrettiğim su şeyler, söylediğim şeyler, sizler için çok önemlidir.

Dini bilginızı arttıracaksınız. Öğrenip uygulayacaksınız. Uygulamadan, sadece bilgi yığını değil. İkincisi: Allah’tan korkacaksınız. Tabii, Allah’tan korkunca haramlara sapmamak, günahlara dalmamak meselesi giriyor isin içine; siz yapmazsınız da, çocuklarınızın da yapmaması için yetiştirmeniz lâzım. Çocuk şimdi dışarıdaki açıklar-saçıkları, haylazları, edepsizleri gördükçe; onlara özenebilir.

Okulda neler görüyorlar? Tabii siz bilmiyorsunuz, evdesiniz, Allah bilir. Onlar çok önemli. Maalesef, kız-erkek beraber okutup, iyi terbiye etmedikleri için; bir takım tehlikeler var... Allah’tan korkmak, hem kendiniz, hem çoluk çocuğunuza bunu öğretmek lâzım.


(İki). İyi şeyleri yaptırmak… Kötü şeyleri yaptırmamak için bir çalışma içinde olacaksınız. Akrabanız arasında, eviniz içinde kocanıza karşı, kardeşinize karşı; bir de eşi dostu, hısım akrabayı arayacaksınız.

“—Efendim, kötü, ne yapayım?”

Kötüyü doğru yola çekmeğe çalışacaksınız. İyinin iyiliğinden siz istifade etmeğe çalışacaksınız. İlgiyi kesmeyeceksiniz. Şu benim haylaz akrabam maalesef namaz kılmıyor, maalesef dinden-imandan nasibi az; İşte onu doğru yola çekmeğe çalışmak bir vazife, bir cihad, önemli bir iş…

Böyle bir gayret içinde olursanız, eğer sizin çalışmanızla bir insan doğru yola gelirse; son derece büyük sevap kazanırsınız. Ömür boyu, o iyi insanın yaptığı bütün iyiliklerin sevabının bir misli de sizin defterinize yazılır.

541

Çocuğunuzu iyi yetiştirirseniz, çocuğunuzun ömrü boyu yaptığı bütün sevaplar, ondan bir şey eksilmeden; bir misli sizin defterinize yazılır. Öldükten sonra, çocuğunuzun yaptığı iyi şeyler, kabir de size rapor edilir. Bildirilir. Kabir de nurunuz ve sürurunuz artar. Peygamber Efendimiz böyle bildiriyor.

Ama, kötü yetiştirirseniz, kötü şeyler de bildirilir. sizin oğlan gene içki içti, gene söyle yaptı böyle yaptı... Kabir de kemikleriniz sızlar. Onun için, evlâtları da iyi yetiştirmeğe gayret edin! Eğer böylece, bu hadis-i şerifin bize öğrettiği şekilde çalışırsak; sahabe hanımlar gibi, Fatıma Anamız gibi, Aişe Anamız, Hatice Validemiz gibi çalışırsak; belki bizim çalışmalarımızla, şaşıran müslümanlar doğru yola gelir. Belki buralı gayrimüslimler imana gelir. Onlardan da büyük sevap kazanırız.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, hayırları işlemeğe muvaffak eylesin. Günahlardan korusun... Şimdi, gelen kâğıtları kısaca şöyle bir gözden geçirip, cevaplandırayım.


28. 12. 1995 - Melbourne/AVUSTRALYA

(Hanımlara Sohbet)

542
22. ÜMMET OLMANIN GEREĞİ