02. ZİKİR DERSİ
Buyurun beraberce bir tevbe ve istiğfar edelim, sonra ders tarifini yapıvereyim! Diyelim cümle günahlarımıza:
Estağfirullaaah... (25 defa)
El’azîm, elkerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hû... Elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh... Ve es’elühüt tevbete vel mağfirete vel hidâyete lenâ innehû hüvet tevvâbür rahîm... Tevbete abdin zâlimin linefsihî lâ yemlikü linefsihî mevten velâ hayâtan velâ nüşûrâ...
Allàhümme ente rabbî... Lâ ilâhe illâ ente halaktenî... Ve ene abdük, ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü eûzü bike min şerri mâ sana’tü ebûu leke bini’metime aleyye ve ebûu bizenbî fağfirlî, feinnehû lâ yağfiruz zünûbe illâ ent...
İlâhî yâ Rabbî! İlâhî yâ Rabbî! İlâhî yâ Rabbî! Ben mükellef olduğum zamandan şu anıma kadar, bilerek bilmeyerek her ne hatâ ve günah işledimse; elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan, âzâlarımdan ve cevârihîmden her ne türlü hatâ, günah, isyan sàdır olduysa; ben onların hepsine pişman oldum, hepsine nâdim oldum yâ Rabbi! Hepsine tevbe ettim, bir daha işlememeye azm ü cezm ü kasdeyledim. İmanımı tâzeliyorum:
Amentü billâh, ve bimâ câe min indillâh... Amentü birasûlillâh, ve bimâ câe min indi rasûlillâh salllahu aleyhi ve sellem...
Amentü billâhi ve melâiketihî, ve kütübihî, ve rusülihî, vel yevmil âhiri, ve bilkaderi hayrihî ve şerrihî minallàhi teâlâ, vel ba’sü ba’del mevti hakkun eşhedü enlâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhameden abdühû ve rasûlüh...
Lâ ilâhe illallah, emânen minallàh... Lâ ilâhe illallah, emâneten indallàh... Lâ ilâhe illallah, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh...
Lâ ilâhe illallahul melikül hakkul mübîn... Muhammedür rasûlüllàh, sàdıkul va’dül emîn...
Rabbimiz cümle günahlarımızı affeylesin... Mâlûm, kul tevbe ve istiğfar edince; Allah sever, günahları affeder. Yalnız, kul hakları silinmez. Tevbe demekle kul hakları kalkmaz. Kul haklarını sahiplerine götürüp vermek lâzım! Onlarla helâlleşmek lâzım, “Affet, helâl et!” demek lâzım! “Nasıl helâl edeceksen söyle, ben de sana o hakkı ödeyeyim! Bu dünyada iken ödeşelim de, ahirette kalmasın!” demek lâzım!
Onun için, mâdem sizinle beraber şu mübârek cuma akşamında, şu mübârek şâban ayında, böyle candan tevbe ve istiğfar eyledik; Allah günahlarımızı affetsin... Kul haklarını da götürüp sahiplerine verelim, helâlleşelim; kul hakkı da üzerimizde kalmasın...
Üzerimizde namaz, oruç, zekât gibi ibadet borçları varsa, kazaya kalmışsa, yapmamız gerektiği halde yapamamışsak, kılmamışsak; onları da ödememiz lâzım! Onlar da tevbe demekle silinmiyor, onları da ödemek gerekiyor. Burada ödenmezse, ahirette ödenmesi oluyor.
Onun için, kazaya kalmış borç namazlarınızı ödeyin! Kazaya kalmış, borca kalmış oruçlarınızı ödeyin! Vermemiş olduğunuz zekâtları, bugünün değeriyle hesaplayın, verin! Üzerinizde hiç ibadet tâat borcu kalmasın...
Günahlarına tevbe eden insan, pişman olacak, bir daha yapmamak arzusunda olacak! Kul haklarını ödeyecek, hayır, sadaka verecek! Yarın cuma günüdür. Allah, cuma günü yapılan hayırları, sadakaları kabul eder. Cuma günü de, hayır hasenât yaparsınız; sadakalar, hayırlar verirsiniz muhtaçlara, yetimlere... Böylece Allah tevbemizi kabul etsin...
Devamlı abdestli gezin! Abdestli oldu mu insan, şeytan sokulamaz! Yanına sokulamaz, vesvese de veremez. Vesvese verse bile tesiri olmaz. Abdestli insan, iyi şeyler düşünür. Onun için, devamlı abdestli gezmeyi hiç ihmal etmeyin, vazifeniz olsun! Bunun çok faydasını göreceksiniz, tatbik ettiğiniz zaman...
Her gün zikir vazifenizi muntazaman yapın! Dervişin günlük zikirleri vardır. Her birisinin hadis-i şeriflerden, ayet-i kerimelerden delilleri vardır. İmâm Gazâlî (Rh.A) Hazretleri’nin —o da bizim tarîkatımızın yan kollarından birisine bağlıdır— yazdığı İhyâ-i Ulûm’un birinci cildinde, çok güzel izah etmiştir. Orayı açar, görürsünüz. Okudukça da zevkiniz, şevkiniz artar.
Her gün zikir vazifenizi yapacaksınız! Hangi zamanda yapsanız, olur. Sabah zamanınız müsâitse, sabah; öğleden sonranız müsâitse, öğleden sonra; gece müsâitse gece, gündüz müsâitse gündüz, söyleyeceğim vazîfeleri yapın!
Şöyle kıbleye doğru, abdestli olarak oturursunuz. Seccadeyi yayıp, diz çökerek oturursanız daha iyi olur. Aks-i teverrük denilen bir oturuş tarzı vardır; ayaklarını hafif soldan çıkartarak öyle oturmak... Sahâbe-i kirâm öyle oturduğu için, dervişler de öyle oturmaya gayret ederler. Büyüklerimizden, şeyhlerimizden öyle görmüşüz; siz de öyle oturmaya gayret edersiniz.
Gözlerinizi de yumarsınız. Gözünü yumunca insan, zihnini iyi toplar, daha iyi düşünür.
Evvelâ yirmibeş defa “Estağfirullàh... Estağfirullàh...” diye istiğfar edersiniz. Bu tevbe ve istiğfar, bize çok yakışır. Çünkü, bizim işimiz her zaman hatâlıdır. Her zaman, her gün bize tevbe yakışır.
“—Hocam! İşte seninle bugün yaptık ya tevbeyi!” Yaptın ama, buradan giderken yanlış bir düşünce zihnine takılır. Gece bir kusurun olur. Sabah bir hatân olur. Yarın zikre oturacağın zaman, yine yüzün, gözün, elin, kalbin, gönlün kirlenmiş olur.
Onun için, her gün tevbe ve istiğfarı çok yapmak iyidir. Hattâ her namazda, farzdan sonra, “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah... Esselâmü aleyküm ve rahmetullah...” diye çıkınca bile istiğfar edilmesi; üç defa “Estağfirullah, el’azîm, elkerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hû... Elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh...” denilmesi hadis-i şerifte tavsiye ediliyor. Ondan sonra, “Allàhümme entes
selâmü ve minkes selâm, tebârekte yâ zel celâli vel ikrâm...” deniliyor.
Çünkü, namazda bile hatâmız olabilir. Hiç Allah’ın huzurunda hatıra gelecek şeyler midir, namazda bizim hatırımıza gelenler? Allah saklasın, neler gelir hatırına insanın! Açıklık gelir, saçıklık gelir, edepsizlik gelir, terbiyesizlik gelir... Her şey gelir. Namaz ne oldu? “Estağfirullah...” diyeceksin tabii! Senin namazın namaza mı benzedi, Allah’a lâyık bir ibadet mi oldu? Elbette olmadı; Allah kusurlarımızı affetsin... Onun için, tevbe ve istiğfar edeceğiz.
Zikre oturunca, yirmi beş defa tevbe ve istiğfar ederek başlayın! Sonra bir Fatiha, üç Kul hüvallàhu ehad okuyun; bunların sevabını Peygamber Efendimiz’e ve Peygamber Efendimiz’den bize kadar gelmiş geçmiş pirlerimizin, şeyhlerimizin ruhlarına hediye edin!
Nasıl, hadis-i şerifleri sahâbe duymuş, o öteki râvîye rivayet etmiş, o ötekisine rivâyet etmiş... Sonunda meselâ, İmam Buhârî’ye rivâyet edilmiş; biz de İmam Buhârî’den almışız, size naklediyoruz... Nasıl böyle bir zincir varsa; tarikat vazifesi de Peygamber Efendimiz’den sahâbe-i kirâma, Ebûbekir Efendimiz’e, Aliyyü’l-Murtazâ Efendimiz’e, sülâle-i tâhireye, evliyâullaha, pirlerimize, şeyhlerimize geçmiş, bize kadar gelmiştir. Onların ruhlarına mutlaka böyle bir hediye, Kur’an hediyesi sunmamız lâzım! Lokum gönderemeyiz, baklava gönderemeyiz, çiçek gönderemeyiz... Ne yapacağız? Fâtiha sevaplıdır, Kul hüvallah
sevaplıdır; bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup, pirlerimizin, şeyhlerimizin ruhlarına hediye edeceğiz.
Bunu niye anlatıyorum: “Derviş olmak böyle olur, dervişliğin vazifesi budur.” diye anlatıyorum. Yâni, bu tarikata giriş tarifi olmuş oluyor.
Pirlerimizin ruhlarına hediye edersiniz. Onların evliyâ olduğu, hayatlarında sabit... Böyle rüyâlarla, demin anlattığım güzel hallerle, kerametlerle sabit... Peygamber Efendimiz’in vârisleri alimlerdir, evliyâullahtır. Allah onlara o salâhiyeti vermiş; onlar
da vazifeyi, Peygamber Efendimiz’in verdiği emâneti hiç ihmal etmeden, aynen yerine getirmişlerdir. Kınayanın kınamasından korkmadan, hakkı söylemekten bir an geri durmadan, o vazifeyi yapagelmişlerdir.
Şimdi de vazife, büyüklerimizden bize intikal etmiş oluyor. Eksiğimiz, kusurumuz çoksa da, o vazifeyle vazifeli olmuş bulunuyoruz. Siz de bize bağlanınca, o silsileye bağlanmış oluyorsunuz. O bağlanmış olduğumuz kimseler de tabii, sizin ve bizim babalarımızdan, dedelerimizden daha kıymetlidir, daha sevgilidir; Allah’ın evliyâsıdır, sevgili kullarıdır. Elbette sevgimizin îcâbı olarak, onlara böyle Fâtiha’lar, Kulhuvallah’lar hediye edeceğiz.
a. Evliyâullahın Tesiri
Bir de o mübareklere, boynumuzu büküp bağlanırız, ricâ ederiz, himmetlerini talep ve niyâz ederiz. O evliyâullahın tesirleri vardır, himmetleri vardır, yardımları vardır.
“—Pekî, vefat etmiş bir kimsenin yaşayan insana yardımı nasıl oluyor?” Öyle bir olur ki! Risâle-i Kuşeyriye kitabını oku da gör, bak neler oluyor! Neler olduğunu anla!
İsmini hatırlayamayacağım ama, bir zât-ı muhterem yanında kalabalık bir grupla, bir kimsenin kabrinin başına gelmiş, ziyaret ediyormuş. Şöyle gözlerini kapattığı zaman, o kabirdeki şahıs demiş ki:
“—Sen, benim devemle kendi deveni değişir misin?”
Deveye bindi geldi ya... O da:
“—Değişirim!” demiş.
“—Tamam o zaman, senin deveni ben almış olayım! Sen o benim devemi kes, bu gelenlere ziyafet çek!” demiş.
Vefat etmiş kimseyi, rüyada gibi görüyor böyle... O da bu rüya gibi şeye göre, kendi devesini kesmiş, bir ziyafet vermiş oraya gelenlere... Biraz sonra, o vefat eden zâtın torunları geliyorlar:
“—Selâmün aleyküm!” “—Ve aleyküm selâm...” “—Efendim! Biz dedemizi rüyada gördük; sana şunları vermemiz lâzım!” diye bir sürü deve getirip veriyorlar. Bak işte, vefat etmiş bir insan ama, nasıl muamelesi oluyor!
Evliyâullahın tesiri, öldükten sonra hayatlarındakinden daha fazla olur. Neden? Hayatta iken, tevâzûlarından kendilerini saklarlar. Yâni, Allah’ın sevgili kulları kendilerini belli etmezler, saklarlar. Ama vefat ettikten sonra, artık riyâ, gösteriş ihtimali kalmadığı için, evliyâullahın hali bambaşka olur. İnsan çok acâib şeylerle karşılaşır.
Misâl: Ankara’da Hacı Bayram diye bir zât-ı muhterem var... Hacı Bayrâm-ı Velî diyorlar. Yâni, evliyâullahtan diye adı öyle çıkmış. Boş yere mi çıkmış? Şimdi bizim ihvânımızdan yaşlı, dul, emekli öğretmen bir kadın, birkaç öğretmen arkadaşıyla Ankara’ya, bu zâtı ziyarete gitmiş. Arkadaşlarıyla birkaç gün oralarda evliyâullahı gezmişler; Tâceddin Sultan, Tezveren Sultan, Gül Baba... vs. ziyaret etmişler. Ondan sonra arkadaşları gitmiş gidecekleri memlekete... Bu da İstanbul’a dönecek. Bakmış, çantası kayıp, paraları yok... “Ankara’da hiç tanıdığım yok! Birden aklıma geldi, Hacı Bayram’ın türbesine gittim.” diyor.
Hacı Bayram-ı Velî vefat edeli kaç asır geçmiş... Türbenin önünde boynunu bükmüş, gözünü kapatmış, demiş ki:
“—Sana evliyâullah diyorlar; göster bakalım evliyâullahlığını! Benim param kalmadı. Senden başka da burada bir tanıdığım yok... Zâten seni ziyarete gelmiştim buraya... Parasız kaldım, ne yapacaksan yap!” demiş.
—Denir mi böyle? “—Denmez ama, edepsizliği ele aldım şaşkınlıktan... Parasız gelince ne yapacağım başka, bu geldi aklıma...” diyor.
“Türbeden aşağı inerken, kravatlı bir adam yaklaştı yanıma, boylu poslu... ‘Bacı, sen çantanı kaybettin; içinde şu kadar para vardı. Sen bunu al da, ben sonra o çantanın içinden alırım!’ dedi,
elime vallàhi paraları tutuşturdu. Ben paralara bakarken, adam yürüdü gitti. Ondan sonra, aklım başıma geldi. ‘Elin adamı böyle, sabahın erken saatinde bana tıkır tıkır para sayar mı? Bu, orada ettiğim duanın sonucudur.’ dedim.” diyor. Öyledir tabii, elbette...
Başka bir misâl: Eskişehir müftüsünü kötülemişler, bizim Âsım Köksal’ın yanında... O anlattı bana... Âsım Köksal, İslâm Tarihi’ni yazan alim... Kendisi sağ, Ankara’da... Hani evliyâullah öldü diyorsunuz ya; vücut ölüyor. “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez!” diyor Yunus Emre... Boşuna mı söylüyor? Şimdi, Eskişehir müftüsünü kötülemişler, Âsım Köksal’a... Demişler ki:
“—Bir din adamına yakışmaz halleri var! Fâsık, bilmem ne...” Âsım Köksal da:
“—Vah vah, tûh! Din adamı böyle mi olur yâhu? Yazıklar olsun!” filân demiş. Diyanet’teki başka müdürler de, “Vâh, tûh!” demişler.
“Akşam oldu, evime geldim. Yatsı namazından sonra zikrimi, tesbîhatımı yaptım, yattım. Gece rüyamda Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’ni gördüm. Şöyle yüzü güneşten yanmış, sakalı yuvarlık, pazulu, dolgun, tıknazca vücudu var... —Tam kitaplarda yazılan tarife uyuyor.— Paçalarını kıvırmış, takunya da giymiş, abdest alacak gibi... Kolları da sıvalı böyle... Bana şöyle bir kızgın baktı: ‘Eskişehir müftüsü evliyâullahtandır!’ diye bir bağırdı. Öyle kulağım çınladı ki, kulağımın zarı patlayacak sandım. Uykudan uyandım, hâlâ kulağım çınlıyordu.” diye anlattı.
Ertesi gün gelmiş, tevbe demiş; “Dün Eskişehir müftüsünün gıybetini yaptık burada... Ben böyle bir rüya gördüm. Bakın, tevbe ediyorum ben!” demiş. Onlar da tevbe etmişler. Sonra araştırmışlar, “Yâhu bu Eskişehir müftüsü nasıl?” diye gelene gidene sormuşlar. Bir tanesi demiş:
“—Tamam, tanırım. Bizi mahallelidir. Mübareğin gece ışığı sönmez, sabahlara kadar ibadet eder. Mahalleli canını verecek kadar çok sever. Güzel ahlâklıdır, tatlı dillidir. Olgun insandır,
kâmil insandır.” “—Hah, tamam; rüya doğru!” demişler.
“Fakat bir şeyi anlamamıştım: ‘Niye Hacı Bayram onu rüyada müdafaa etti? Hacı Bayram evliyâullah, bu da evliyâullah, ondan mı; yoksa, başka iş de var mı işin içinde?’ diyordum. Sonradan öğrendim ki, Eskişehir müftüsü Bayrâmiye Tarikatı’ndanmış, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin tarikatındanmış.” Yâni pir efendi, şeyh efendi, kaç asır önce vefat etmiş Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri, XX. Yüzyıl’daki mürîdini, aleyhinde dedikodu yapan insanlara karşı rüyada savunuyor! Azarlıyor ötekileri...
Evliyâullahın hâli böyledir. Bir kaç misal anlattım, günümüzden misal verdim. Bu misaller binlercedir. Hem kitaplarda vardır, hem hayatımızdan misalleri çoktur.
Hocamız Rahmetullahi Aleyh’e, “Sizden sonra ne yaparız, ne olur?” filân demiştik. “Kabrime gelirsiniz, ihtiyacınızı söylersiniz!” demişti. Onu boşu boşuna der mi? Onun için, onlara bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyun! Evliyâullah, Allah’ın sevgili kulları olduğu için, Allah onlara salâhiyet vermiştir. Himmetlerini, teveccühlerini taleb ve niyaz edin!
Bizim beş tarikata bağlılığımız ve salâhiyetimiz vardır. Elden ele bu salâhiyet bize kadar gelmiş, elhamdü lillâh... Bahâeddîn-i Şâh-ı Nakşıbend Hazretleri’nin Nakşıbendî Tarikatı’nın salâhiyeti var... Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri’nin Kàdirî Tarikatı’nın salâhiyeti var... Necmeddîn-i Kübrâ Hazretleri’nin Kübreviyye Tarikatı’nın salâhiyeti var... Şeyh İmam Şehâbeddîn-i Sühreverdî Hazretleri’nin Sühreverdiyye Tarikatı’nın salâhiyeti var... Bir de, Seyyid Çeştî Hazretleri’nin Çeştiyye Tarikatı’nın salâhiyeti var... Siz de tabii, bize mürid olunca, onların hepsine bağlanmış oluyorsunuz. Onların hepsini hatırınızda tutun: Nakşî, Kàdirî, Kübrevî, Sühreverdî, Çeştî tarikatları! Onların pirlerinin ve şeyhlerinin ruhlarına böyle Fâtiha’lar, Kulhüvallah’lar hediye
edin, zikre oturduğunuz zaman...
b. Râbıta-i Mevt
Ondan sonra gözünüzü kapatıp, râbıta-i mevt yapacaksınız. Ne demek râbıta-i mevt yapması dervişin? Yâni, ölümü düşünecek, ölümden sonrasını düşünecek, ahireti düşünecek... Buna rabıta-i mevt yapmak deniliyor, tefekkür-i mevt deniliyor..
—Nasıl düşüneceğiz? Nasıl olur bunu düşünmek? Gözünüzü kapatın, kendinizi yatakta yatıyormuş gibi düşünün! İhtiyar, halsiz, son nefesinizi vermek üzere, ölmek üzere, ölüm döşeğinde bekliyorsunuz... Derken, Azrâil AS geliyor, görünüyor size... Göğsünüze çöküyor, canınızı almağa başlıyor... —
Allah imanla göçmeyi nasib etsin...— Allah yardım ediyor. İmdâd- ı ilâhîsi erişip, “Eşhedü en lâ ilâhe illlallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû” diyorsunuz... Ruhunuzu o zaman alıyor; imanla ahirete göçüyorsunuz. Sizin ahiretteki, cennetteki yerlerinizi, köşklerinizi gösteriyor size... Getiriyor, başucunuza bırakıyor ruhunuzu...
Geride kalanlar ağlamakta... Hazırlıklar yapıyorlar; elbiselerinizi soyuyorlar, sizi yıkıyorlar... Kefenliyorlar, tabuta koyuyorlar... Camiye getiriyorlar, namazınız kılınıyor... Cemaat eller üstünde kabristana götürüyorlar... Kabre koyuyorlar, toprağı üstünüze yığıyorlar... Onlar gidiyorlar; siz kara toprağın altında kalıyorsunuz.
Münker ve Nekir geliyor, soruyorlar:
“—Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin ne? Kitabın ne? Kıblen neresi?” Onlara ancak mü’min kullar cevap verecek. Siz de mü’min kul olarak diyorsunuz ki:
“—Rabbim Allah Celle Celâlühû... Peygamberim Muhammed Mustafa SAS... Dinim İslâm... Kitabım Kur’an-ı Azîmüşşân... Kıblem Kâ’be-i Müşerrefe... Elhamdü lillâh ben müslüman kulum, mü’min kulum!” diye cevap veriyorsunuz.
Melekler seviniyorlar, tebrik ediyorlar. “Yerin sana mübarek olsun!” deyip gidiyorlar... Kabrin genişliyor, genişliyor, bir hoş güzel hâle bürünüyor. Cennet bahçelerinden bir bahçe gibi oluyor... Bir pencere açılıyor; cennetteki makamını sabah akşam arz ediyorlar. Görüyorsun, seviniyorsun, için neşe doluyor... Ahiretteki evliyâullah büyüklerimiz geliyor. Onların ellerini öpüyorsun. Onlarla berâber ruhlar aleminde, o mâneviyat aleminde Rabbimizin zikriyle, zikr ü tesbih ile vakit geçiriyorsun. Derken, dünyanın sonu geliyor, kıyamet kopuyor... O sahneler, korkunç sahneler... İnsanlar kabirden kalkıyor, mahşer yerinde toplanıyorlar... Elli bin yıl beklemek var... Terler içinde, telâş içinde, korkular içinde çırpınmak var... Mahşer gününün o telâşlarına Allah düşürmesin...
Sonra, Mahkeme-i Kübrâ’yı, hesâbı, mizanı, cenneti, cehennemi, sıratı düşünürsünüz... İyilerin böyle hesabı iyi çıkıp da, cennete uçarak, koşarak gittiklerini, nasıl sevindiklerini, nasıl bahtiyar olduklarını; nasıl ebedî nîmetlere mazhar olup, şâd olduklarını gözünüzün önüne getirirsiniz.
Cehennemliklerin fecî halini düşünürsünüz. Nasıl itile kakıla ateşlerin içine atıldıklarını, nasıl cayır cayır çıra gibi yandıklarını, nasıl feryâd ü figan ettiklerini, nasıl çok pişman olduklarını; ama, pişmanlıklarının fayda vermediğini düşünürsünüz.
Kendi nefsinize dersiniz ki: “Ey nefsim bak! Bunlar ayet ve hadislerle bize bildirilmiş ki, ahiret var, cennet var, cehennem var, sırat var, mîzan var... Haktır ve gerçektir. Ahirette pişman olmanın faydası yoktur. Hayatının kıymetini bil! Bu hayatta iken, ölmeden evvel cenneti kazanmağa gayrete gel; çalış çabala, fedâkâr ol biraz! Cehenneme düşmemek için, haramlardan, günahlardan kendini korumağa dikkat et ey nefsim!” diye, nefsinize nasihat edin, iyi insan olmağa azmedin! İnsan böyle ölümü düşündü mü, kalbi nurlanır, kalbinin pası silinir, cilâlanır. Kalbi cilâlı bir ayna gibi olunca da, mânevî hakîkatleri seyretmesi, orda müşâhede etmesi, Allah’ın cemâlini müşâhede etmesi mümkün olur. Nefsi ıslah olur. Zamanının
kıymetini bilir, ömrünü boşa geçirmemiş olur. Vaktinde tevbe etmiş olur. Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna gittiği zaman memnun olacak bir duruma başlamış olur. Onun için, bu ölümü düşünmek bir vazife ve sevap... Bunu yapın!
c. Râbıta-i Mürşid ve Râbıta-i Huzur
İkincisi; zikrullahı şeyhlerimizle, pirlerimizle beraber yapıyoruz diye, hocalarımızı, pirlerimizi, bizi karşınızda göz önüne getirin! Gönlünüzü gönlümüze bağlayın; gelecek olan feyz-i ilâhîye muntazır olun! Buna da rabıta-i mürşid denir.
İnsan gözünü kapatıp aklıyla, gönlüyle evliyâullah büyüklerine irtibat kurunca, onlardan kendisine füyûzat gelir, nurlar gelir. Gönlü nurlanır, içi dışı nurlanır; yaptığı ibadetin tadını duyar, fâidesini görür. O zaman zikrin tadı güzel olur. Bunu da güzelce yapın!
Üçüncüsü de, gözünüzü kapayın, Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşünün! O her yerde hâzır ve nâzır... O bizi görüyor, biz onu göremiyoruz... O bizi duyuyor, biz onu duyamıyoruz ama; o bize şah damarımızdan daha yakın...
Deyin ki: “Yâ Rabbi, biliyorum ki sen yakınsın. Her yerde hâzır ve nâzırsın. Ben senin huzurundayım. Yâ Rabbi, ben senin iyi kulun olmak istiyorum. Bana yardım eyle, tevfikini refîk eyle de, seni zikreden, sana şükreden iyi kullarından olayım!” diye dua edersiniz.
Allah, dua edilmesini sever. Dua ibâdettir. Ağzı çok dualı insan olun! Bu çok önemli... Ondan sonra zikre başlarsınız.
d. Zikirler
1. 100 defa “Estağfiru’llah” çekmek, vazifeniz olsun!
2. 100 defa “Lâ ilâhe illa’llah” demek, günlük vazifeniz olsun! 3. 1000 defa “Allah” demek, vazifeniz olsun! Her yüz defasında, “İlâhî ente maksûdî ve rıdàke matlûbî” demeyi de unutmayın!
4. 100 defa “Salevât-ı şerife” getirmek vazifeniz olsun! 5. 100 defa da “Kul hüva’llàhu ehad” okuyun, bu da vazifeniz olsun! Beş çeşit zikir... Bunlar vazifeniz olsun; bu miktarlarda her gün çekin! Bundan sonra da bol bol kalbinizden zikr-i kalbî yapın!
Şöyle yapacaksınız, beni dinleyin şimdi! Ben size öğreteyim, telkin edeyim bu zikri:
—Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah...
Şimdi siz söyleyin beraberce, Allah şahid olsun! “—Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah...” —Allaaah...
“—Allaaah...” —Allaaah...
“—Allaaah...” —Allaaah...
“—Allaaah...” Ağzınızı kapayın, gözünüzü yumun! İçiniz “Allah” demeye devam etsin, aynı şekilde... Sessiz, dil dudak kıpırdamadan...
.....................
Allah mübarek etsin... İşte böyle dil dudak kıpırdamadan, sessizce “Allah” demeye, “zikr-i kalbî” derler. Bu, dille yapılandan yetmiş kat daha sevaptır. Böylece kalbinizi bu zikre alıştırın! Nasıl alıştıracağız? Sakin bir yerde deneme yapın! Yüksek sesle “Allah... Allah... Allah... Allah...” deyip, ağzınızı kapatıverin! İçinizden çekmeye devam edin... Sonra tıkanırsınız, çekememeye başlarsınız. Yine yüksek sesle “Allah... Allah...” deyin, yine ağzınızı kapatın! Böyle içinizden “Allah” demeye alışın! İşte bunun sevabı çok! Bunu da yolda, işte, gecede, gündüzde, her zaman kalbinize adet haline getirtin; kalbiniz “Allah... Allah...” desin, her anınız ibadet olsun. Allah’ın huzuruna vardığınız zaman, çok sevaplarla varın!
Tabii, derviş olmak demek, has müslüman olmak demek... Has
müslüman ne yaparsa, siz de öyle yaparsınız.
Namazları camide kılın, cemaatle kılın; yirmi yedi kat sevabı kaçırmayın!
Cumayı terk etmeyin! Cumayı terk edenin kalbi mühürlenir, mahvolur.
e. Nâfile Namazlar
Farz namazlarından ayrı sevaplı namazlar vardır:
1. Sabah namazından sonra oturup dualarla, evradla, ezkâr ile meşgul olup, güneşin doğmasından yarım saat geçinceye kadar durun! “Güneşin doğmasından yarım saat geçinceye kadar Kur’an okuyarak, hatim indirerek, dualar ederek vaktinizi geçirip, işrak namazı kıldınız mı iki rekât, dört rekât; o zaman tam bir hac ve umre sevabı kazanırsınız.” diyor Peygamber Efendimiz...
Onun için bunu güzelce yapmağa dikkat edin! İşrak namazı’nı tavsiye ederim.
Sahih hadis kitaplarında yazıyor bunu... İmam Tirmizî rivayet etmiş, Ebû Davud’un rivayetinde var... Daha başka rivayetler de var... Bu namazı tavsiye ederim.
2. Sabahla öğlenin arasında duhâ namazı vardır. Efendimiz onu da tavsiye ediyor. Saat onda, onbirde, öğlene kırkbeş dakika kalıncaya kadar o arada onu da kılın! O da çok sevap... Allah sizi muhsin kullar zümresine yazar; bu namaza devam ederseniz...
Duhâ namazına Türkçe’de kuşluk namazı filân da diyorlar. Dört rekât, sekiz rekât, oniki rekât kılarmış Efendimiz...
3. Akşam namazının arkasından evvâbin namazı vardır. İki rekât, dört rekât, altı rekât kılınır. O da sahih hadislerle bildirilmiştir. Diyor ki Peygamber Efendimiz: “Kulun yetmiş yıllık günahı olsa, affettirir.” Demek ki, bir ömürlük günah affolacak.
“Denizlerin köpüğü kadar çok günahı olsa affettirir.” Bunlar mübalağalı sözler değil; sahih hadislerde, sahih kitaplarda yazılmış şeyler bunlar... Nimetül İslâm kitabını bilirsiniz,
Mehmed Zihni Efendi isimli büyük alimin kitabıdır; orda var bu hadis-i şerifler...
4. Gece yatarken, taze abdest alıp dört rekât namaz kılıp öyle yatın! Her gün... Abdestli yatarsanız, bütün gece ibâdet etmiş gibi sevap alırsınız; bunu kaçırmayın! Dört rekât namaz kılıp abdestli yatmayı...
5. Geceleyin de uykuyu bölüp, teheccüd namazı kılınır. Bir miktar yattıktan sonra uyanıp kılınır. En son vakti, imsak kesilmesi vaktidir. İmsaktan evvel gece teheccüd namazını da kılmaya gayret edin! O da, çok çok sevaplı bir namazdır.
ركعتان من الليل خيرٌ من الدنيا وما فيها
(Rek’atâni minel leyli hayrün mined dünya ve mâ fîhâ) “Geceleyin iki rekât namaz kılmak, dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.”
f. Temel Esaslar
Pazartesi perşembe oruçlarını tutun! Eyyâm-ı biyd oruçlarını tutun! Receb’de, Şa’ban’da, Zilhicce’de, Muharrem’de sevaplı oruçlar vardır, onları tutarsınız; oruçtan da sevap alırsınız.
Hayr ü hasenât yapın! Kazancınızın bir kısmını hayra ayırın ve verin Allah yolunda... Cömertlik çok kıymetlidir.
O bakımdan, Allah için paranızın bir miktarın ayırın! Ayrı bir cebiniz olsun. “Şu cebim, hayır paralarını koyduğum ceptir.” diye, küçük büyük paraları sıralayın oraya... Hayrın çeşitlilerinden geri kalmayın; cömert olun! Allah cömertleri sever.
Hayır hasenat yapın, öldükten sonra size sevap getirecek işler yapın! Bu nedir? Arkada sadaka-i câriye bırakmaktır... Kitap yazıp bırakmaktır... Hayırlı evlât bırakmaktır. Evlâtlarınızı hayırlı evlât yetiştirmeğe çok dikkat edin! Hepsini evlâtlarımızın
Allah hafız eylesin... Hepsini hoca eylesin... Hepsini şeyh eylesin, mürşid eylesin... Allah’ın dinine hepsi dünyanın her yerinde yardım etsin...
Günahlardan kaçınmağa çok dikkat edin! “İnsanın ekseriyetle cehenneme düşmesi dilindendir, seks hatalarındandır.” diyor
Peygamber Efendimiz... Ferc demek, tenâsül aleti demek Arapça’da... “Şu iki dudağı arasıyla iki bacağı arası...” demiş bir hadis-i şerifte de... Bunlardan çok günaha girer insan; bunlara dikkat etmesi lâzım! Cennete en çok neden girer insan? Takvâ ehli olmasından girer, güzel huylu olmasından girer. Tatlı dilli, güleç yüzlü, melek gibi bir insan olursa girer. Takvâ ehli, haramlardan kaçınan insan olursa girer. Buna dikkat edin, haramlardan sakının! Ahlâkınızı güzel eyleyin, güzel ahlâklı olmağa dikkat edin! Allah yardım eylesin...
Her biriniz bir “Fâtiha”, üç “Kul hüva’llah” okuyun; duanızı yapayım:
..................
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَََّّ، يَدُ اللََِّّ فَوْقَ أَيْدِ يهِمْ، فَمَنْ
نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْكُثُ عَلَى نَفْسِهِ ، وَمَنْ أَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَََّّ
فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا (الفتح:٠١)
(İnne’llezîne yübâyiùneke innemâ yübâyiùna’llàh... Yedu’llàhi fevka eydîhim... Ve men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî... Ve men evfâ bimâ àhede aleyhu’llàhe feseyü’tîhi ecran azîmâ.) Sadaka’llàhu’l-azîm.
[Muhakkak ki sana bey’at edenler, gerçekte Allah-u Teâlâ’ya bey’at etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı bey’at edenlerin
üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.] (Fetih, 48/10)
Bu bir merâsim... Derviş olma, tarikata girme merâsimi... El almak diyorlar, inâbe almak diyorlar, tarikate girmek diyorlar, tevbe almak diyorlar. Bu Peygamber Efendimiz’den gelme bir adet... Peygamber Efendimiz’in sahabesi —kadın olsun, erkek olsun— Peygamber Efendimiz’e gidip, elini tutup, bey’at edip; “Yâ Rasûlallah, biz sana tâbî olacağız, emrindeyiz·” derlerdi, bey’at ederlerdi. Akabe’de bey’at ettiler, Hudeybiye’de bey’at ettiler... Çeşitli zamanlarda kadınlar da, erkekler de bey’at etti.
Tabi, aslında Rasûlüllah’a bey’at, Allah’a bey’at demektir. Allah seviyor ve büyük sevap vereceğini bildiriyor bu ayet-i kerîmede...
Sizin de bize bey’at etmeniz, Allah’ın izniyle yine o halin devamıdır, o adetin devamıdır. Yine siz Allah’a bey’at etmiş oluyorsunuz. Allah, ecr-i azîm ihsân etsin size de... Sevabınızı çok eylesin... Sevgili kulları eylesin... Huzuruna sevdiği râzı olduğu kullar olarak varmamızı nasîb eylesin...
Hem dünyada Kur’an-ı Kerim yolunda, Rasûlüllah’ın yolunda yürüyen, has, hâlis müslümanlar olarak yaşayın, Allah’ın sevgili kulu olarak yaşayın; hem de ahirette cennetine cemâline erip, sevdiği râzı olduğu bir kul olarak iki cihan saadetine mazhar olun... Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden râzı olsun...
Bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!
20. 02. 1991 - Sydney/Avustralya