29. ALLAH’IN MAĞFİRET ETTİĞİ KİMSELER

30. PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN AİLE HAYATI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kemâ yenbağî li- celâli vechihî ve li-azîmi sultânih… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayri halkıhî seyyidinâ ve senedîna ve mededinâ muhammedini’l- mustafâ… Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin bi’s-sıdkı ve’l-vefâ…

Emmâ ba’d: Kàle rasûlü’llah salla’llàhu aleyhi ve sellem, kemâ revâhü’bnü asâkir an âişete radıya’llàhü teàlâ anhâ:


كان إذَا خَلاَ بِنِسَائِهِ، أَلْيَنَ النَّاسِ وَأَكْرَمَ النَّاسِ، ضَحَّاكًا بَسَّامًا (كر. وابن سعد عن عائشة)


(Kâne izâ halâ bi-nisâihî, elyene’n-nâsi ve ekreme’n-nâsi, dâhhâken bessâma) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


a. Peygamber Efendimiz’in Tebliğ Görevi


Peygamber SAS Efendimiz’in dışarıda görevi var: Camide tebliğ görevi var. Devlet yönetme görevi var vs. Sayısız görevleri var. Nice savaşlara girmiş çıkmış, elçiler kabul etmiş, dış ülkelere mektuplar yazmış.

Tahmin ediyor muydunuz, bilir misiniz ki, Bizans İmparatoruna mektup yazmış Peygamber Efendimiz? Mekke’den, Bizans İmparatoru Herakliyus’a elçi gönderiyor.

“—Hak dine gel, Müslüman ol; Allah ecrini iki misli verir! Hem, kendin ecir kazanırsın, hem teb’an da sana bakarak müslüman olduğu için, onların sevabı da sana gelir.” diye mektup

486

yazmış.

Mısır’a Bahreyn’e mektup yollamış. Bizim Diyarbakır taraflarında Süryanî denilen bazı insanlar var. O Süryânîlerin bir alimleri Ankara’ya gelmiş;

“—Bizim manastırımızda, sizin Peygamberinizden bize gönderilen mektup hâlâ muhafaza ediliyor.” demiş.

Yani oraya da mektup yazmış. “Ben Allah’ın hak Peygamberiyim! Müslüman olun! Bâtıl boş inançları bırakın!” diye. Demek ki, elçiler göndermek, mektup yazmak, insanları hak yola davet etmek, dış görevi.

Medine’de bir İslâm toplumu meydana gelmiş, (Belki bugün belediye reisinin görevi) o toplumun meseleleriyle uğraşır çarşıya- pazara çıkıp teftiş yapardı. Ordu teşkil ederdi, sevk ederdi. (Genelkurmayın görevi.) Gelen elçileri kabul eder, dinlerdi. (Reis-i cumhurun görevi.) Yani, bir sürü görevleri var. Peki, özel hayatı nasıldı, Peygamber Efendimiz SAS’in? Dış hayatının, ne kadar ciddi, ne kadar nurlu, ne kadar önemli ve yüksek olduğunu biliyoruz.


b. Peygamber Efendimizin Evdeki Hali


Acaba hane kapısının arkasında nasıl bir kimseydi? Kim bilir bu halini? Efendimizin bu özel hayatını, esrarını kim bilir? Haz- ret-i Âişe Anamız bilir; çünkü ailesi; o rivayet ediyor. Hazret-i Âişe-i Sıddîka RA söylüyor. Evdeki durumunun nasıl olduğunu, ancak onlar bilir.

(Kâne izâ halâ bi-nisâihî elyene’n-nâsi) Ev halkıyla hanımıyla, çoluk çocuğuyla baş başa iken Efendimiz insanların en yumuşağı idi. Elyen demek, leyyin kelimesinin ismi tafdilidir; yumuşaklar yumuşağı, yumuşak mı yumuşak… Artık pamuk gibi mi dersiniz, ne derseniz. Peygamber Efendimiz kadife gibiydi, pamuk gibiydi

diye anlatabiliriz belki, Türkçe söylemek için. Sert değildi.

Bizim, Anadolu’dan aldığımız görgümüzü düşünelim! Kahve kültürü, köy kültürü, kasaba kültürü, Anadolu kültürü nasıldır?

487

Peygamber Efendimiz nasılmış? İnsanların en yumuşağı imiş. Bu, en yumuşak vasfı hatırınızda kalsın!

(Ve ekreme’n-nâsi) İnsanların en bağışlayıcısı, en cömerdiydi. Ekrem demek, kerîm sözünün ismi tafdili o da. Soylu ve cömert demek. Soyluluk, umumiyetle cömertlikten belli olduğu için, bu kelime hem asil, hem de cömert mânâsına geliyor. Soylu asaletli insan, parası pulu var, sağa sola yardım yapar, herkes ondan bir şey ister, o da yardımcı olur... Eli açık, lütufkâr; istenirse verir, istenmezse yine verir. Gözünün ucuyla baktığı zaman ihtiyacını anlar. İkinci vasıf bu.

En yumuşak, en cömert; insanların en yumuşağı, insanların en cömerdi.


Üçüncü vasfı: (Dahhâken) Arapça bilenler gülmeğe başladı. Dahhâk, çok gülen demek. Dâhiken deseydi, Arapça’da gülen demek olurdu, gülücü. Yâni mütebessim olsaydı, dâhiken derdi. Burada dahhâken diyor, yâni mübalağa sigasıyla ifade ediliyor; çok gülerdi.

488

İnsanların en yumuşağı, eri, cömerdi, en eli açığıydı; en bağışlayıcısı, lütûfkârıydı ve sonra çok gülerdi. İnsan merak eder; sanır ki, hep kaşları çatık mı acaba, hep ciddi mi? Ev hali nasıl, hiç kimseye gülmez mi? Evde çıt çıkmaz mı? Nasıl olur diye merak eder.

Çok gülerdi ama vakarından, asaletinden, peygamberliğinden, saygınlığından hiçbir şey kaybetmeden... Güleç, mütebessim idi. Hiçbir zaman kahkahayla gülmedi. Efendimiz, tebessüm ederdi. Güldüğü zaman, sesli gülmezdi. Kubbeleri çınlatan kahkahalar... Efendimizin adeti öyle değildi.

Demek ki, asık suratlı, abûs çehreli insanlar gibi değildi. Evde, etrafa gülücükler tebessümler dağıtan, gül yüzünden güller saçılan bir insan.


Son vasfı: (Bessâmen) O da tebessüm edici demek. Gülerdi, tebessüm ederdi, çok gülen, çok tebessüm edici, insanların en cömerdi, eli açığı, lütufkârı, yumuşağı idi.

Bunlar bizim için birer irşad, işaret, istikamet, nasihattir. Biz, bir yuva kuruyoruz; yuvası olanlar kendi yuvasında şartlar ve haller nasıldır, bilirler. Nasıl olması lazım geldiğini burada görüyoruz. İki kimse evlenince, annelerinden, babalarından daha yakın oluyor birbirine. Anne baba yabancılaşıyor, eşi insanın en yakını, hayat arkadaşı oluyor. Fakat insanların çoğu, hayat arkadaşıyla geçimi, muaşereti İslâmî ölçüler içinde sürdürmüyor. İki taraflı kusur oluyor.

Bazen erkeklerde kusur büyük oluyor. Kazak erkek deniliyor, gaddar, zalim, cebbar, kapıdan girdiği zaman, herkesin yüreği ağzına geliyor. Çocuklar bir tarafa kaçıyor, hanım mutfaktaki işinin başına kaçıyor. Bağırır, çağırır, eser- tozar... Bu, bir tip.


Bazen kusur hanımda oluyor. İslâm hanımı beyine itaate şevketmiş. Kur’an-ı Kerim’de emredilmiş olan şekil böyle! Evin reisi erkek. Hanım, onun maiyetinde, onun yardımcısı. Birisine reis-i cumhur diyelim; küçük hanenin devlet başkanı, ötekisine de başbakan veya içişleri bakanı, diyebiliriz. Devlet başkanı erkek.

489

Erkeğin omuzunda görevler yüksek, büyük. Dışa karşı koruyacak, eve yiyecek, içecek getirecek; evin geçimi erkeğin omuzunda…

İslâm’da kadın çalışmak zorunda değil. “Git, benim gıdamı getir, yiyeceğimi getir! Beni barındırmak, yedirmek, içirmek, doyurmak senin vazifen...” diyecek durumda. Çocuğun, hanımın, aile fertlerinin gıdasının sorumluluğu erkeğin üzerinde. Kazanacak, helâlinden yedirecek, onlara, getirecek. Hatta o kadar ki, nafaka erkeğin üzerinde borç, görev olduğundan, kadın kendi çocuğunu emzirmeğe zorlanamıyor.

“—Doğurdun çocuğunu, emzir bakalım!” diyemezsin, kadın mecbur değil.

Koca aileye bakmakla görevli olduğu için, iş inada binse farz edelim, kadın “Emzirmiyorum!” dese, İslâmî kanuna göre, emzirtemez. Süt alacak, muhallebi pişirecek, mama pişirecek... Çünkü bakmak ona ait. Dünyalarını korumak, âhiretlerini korumak, ona ait. Günaha, harama girmemeleri, dinlerini öğrenmeleri; Allah’ın yolunca ailenin sevk edilmesi, yönetilmesi erkeğe ait.


c. Kadınların Çalışması


Kadın da, bir iş bölümün gereği olarak evin iç işleriyle, çocukların eğitimiyle ilgilenecek, ne yapması gerekiyorsa onu yapacak! İslâm’da, kadının dışarıda çalışması hiç yok değil. Tamamen kesilmiş ve koparılıp atılmış değil ama, doğru değil. Kadın hem mecbur değil çalışmağa, dışarıda; hem de doğru değil. Aile yuvasının ana yapısında bir takım aksaklıklar meydana geliyor.

Bir hadisi-i şerifte buyuruyor ki, Peygamber SAS Hazretleri:

“Kıyamet alametlerinden birisi nedir? Ahir zaman dünyanın sonu gelmiş, az sonra dünya bozulacak, herc ü merc olacak, kıyamet kopacak. Ortalık bozuk, fesat fitne çoğalmış, din zayıflamış, ahlak bozulmuş ayaklar baş olmuş...”

Kıyamet alâmetlerinden olarak bunlar anlatılınca, benim çok dikkatimi çekmişti. İlk okuduğum zaman böyle gözlerimi açmışım,

490

zihnime yazmıştım hemen:

“—Kadının geçim hususunda erkeğe ticarethanesinde yardımcı olmasıdır.” diyor, Peygamber Efendimiz.

Şimdi herkes hanımını çalıştırıyor. Hanımını bir tarafta çalıştırıyor, kendisi bir tarafta iş yapıyor. Hanım çıkıp gidiyor, ellerin işyerinde. Erkek çıkıyor, bir tarafa. Allah kurtarsın! İslâmî mantık böyle değil. İslâmî mantıkta bey çalışacak, içerideki işleri de hanım yapacak!

Hanım da çalışırsa daha kârlı mı oluyor? Hayır, olmuyor. Denedim ben. Memur şehri olan Ankara’da yaşamış bir insan olarak inceledim. Biz hanımımızı çalıştırmadık ama, inceledik. Bizim profesörün kızı vardı; kütüphane müdiresi idi, damadı bir avukattı, bir yerde çalışırdı; Çocuklar!? Çocuklar ziyan-zebil. Ev?’ perişan. Ne olacak? Haydi çocuklara bir dadı. Evin silinip süpürülmesine bir hizmetçi.


Akşamleyin, işten geldikleri zanıan, adam da, kadın da önlüğü giyer, mutfağa girerler, soğuk-sıcak bir şeyler zar-zor hazırlarlar, yerler. Ondan sonra beraber bulaşıkları yıkarlar. Bu mu daha güzel?

Erkek, eve yorgun geldiği zaman, sıcacık bir yuva terliği çevrilmiş, “Buyur!” denip başköşeye oturtuluyor. Sıcak bir aş getiriliyor, ondan sonra buram buram tüten bir kahve getiriliyor,

“—Efendi buyur, iç!” deniliyor.

Çocuklar elinin önünde peşkir tutuyorlar; abdest alıyor, seccadesini yayıyorlar. Bu hayat mı güzel, ötekisi mi güzel? Bu güzel, İslâmî hayat güzel!


d. Osmanlı’da Hanımlar


İngiltere’den bir elçi gelmiş Osmanlı diyarına.

“—Osmanlı diyarında kadınlar çarşaflı, peçeli, haremlikte, kafeslerin ar-kasında. Zavallılar kim bilir nasıl parmaklıkların arasında mahkûmlar gibi parmaklıklara tutunup bakıyorlar.”

deyip merak ediyor.

491

İngiltere’den gelmiş Lady Monteque; bakmış, hiç tahmin ettiği gibi değil. Mektup yazıyor, diyor ki:

“—Aziz kardeşim! Bu İstanbul beni çok şaşırttı. Hiç tahmin ettiğim gibi değil. Ben, kadınları haremde kafeslerin arkasında kuşlar gibi esir sanıyordum; hiç öyle değil. Son derece güzel eğitim görmüşler, son derece görgülüler, intizamlılar, zarifler, hoş sohbetler, giyim, kuşam vs. bakımından...”

Her şeylerine hayran kalmış. Mektubunda böyle yazıyor.


Muhterem kardeşlerim!

Bizim bir medeniyetimiz varmış, masal gibi; bir kültürümüz varmış, efsane gibi. Her şeyimiz, hoş tatlıymış, her şeyimiz antikaymış, işlemeliymiş, süslüymüş, kibarmış, güzelmiş. Emin olun!

Rahmetli dedemin kitaplarını karıştırırken buldum. Fatih Medresesi’nde talebe iken mektup yazmış köye. Mektubunu Diyanet Gazetesi’nde neşrettim. (Kendim ismimi vermedim.) Eski insanlar nasıl mektup yazarmış, ne gibi kelimeler kullanırlarmış, nasıl tatlı, sevgi dolu hitaplar; saygı dolu, edep terbiye dolu bir anlayış? Hayran kaldım kendim. Osmanlı terbiyesi şahane bir terbiye...

Giyimi güzel, evi güzel, haremi-selamlığı ayrı olması güzel, kafesi güzel, cumbası güzel, konağı güzel, bahçesi güzel... Benim her şeyi çok hoşuma gidiyor. Şiiri, edebiyatı, İlâhîleri güzel; minareleri, kandilleri güzel, her şeyi güzelmiş; bırakmışız. Hep iyiyi bırakmışız kötüye, daha kötüye; yani affedersiniz, attan indirip merkebe bindirmişler bizi. Merkepten de indirmişler, yaya bırakmışlar, yaya da bırakmamışlar, yatırmışlar; takımı çamura yatırmışlar, yazık etmişler.


İşte bizim ev hayatımız bu! Bizim ev hayatında örneğimiz, işte böyle! Gidin televizyon programlarında görün! Başka milletlerin, başka kültürlerin, ev hayatını görün! Kadınların, erkeklerin birbirileriyle olan ilişkilerinin rezaletini anlayın! Bir TV dizisinden bahsediyorlar. Bir Amerikan ailesi dizisi: Dallas. Dallas

492

varmış. Bin bir rezalet, bin bir kepazelik, namussuzluk, ahlâksızlık, hile. Hani, Osmanlı şairi demiş ki; “Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler.” Kahramanlıkmış gibi bir şeyini anlatırken, kıptinin delikanlısı, yaptığı hırsızlıkları anlatırmış. Böyle bir söz var. Onların hali öyle imiş.

Bizim halimiz böyle! Efendinin karşısında kadın el pençe divan durur.

“—Efendi, Allah sana yardımcı olsun! Günün hayırlı olsun! Allah işlerini rast getirsin! Sakın bize haram karışık lokma getirme; çocuklarımızı mahvetme, evimizin huzurunu bozma; biz senden çok gıda istemiyoruz, süs istemiyoruz, zînet istemiyoruz. Yeter ki bize helâl getir! Aman efendi! Canını üzme. Allah helâlinden ne verdiyse biz ona razıyız!” diye uğurlarmış.


Akşam namazından sonra, dışarıda kimse olmazdı. Ben ortaokula, liseye giderken, akşam namazından sonra eve giderken, yüreğim ağzıma gelip giderdi. Evde ne olacak şimdi diye. İslâmî ailede hava kararmadan, eve gelinir. Akşam yemeğinde herkes toplaşır. Görüyorsunuz işte! Bir muhabbet...

Rasûlüllah SAS eve geldiği zaman nasıl bir kimseydi? İnsanların en yumuşağıydı. Kadife gibiydi, pamuk gibiydi. İnsanların en lütufkârıydı. İsteyene istediğini verir, cömert davranır, gönlünü alırdı.

Sonra? Çok mütebessimdi. Etrafa gülücük, tebessüm dağıtan bir hali vardı. Biz! Biz nasılız? Diplomamız olabilir. Şu mektepten, bu mektepten, diploma almışız ama bizim bir de kardeşlik arkadaşlık, sevgi, saygı, edep, erkân, yol, usulden diploma almamız lazım! Bu da önemli. Bu daha önemli…


Eskiden bunların diploması oluyormuş. Adam tekkeye gidiyormuş, eğitim görüyormuş. Hizmet etmeyi, büyüklere saygı göstermeyi, küçükleri sevmeyi, hayvanları korumayı, hasta hayvanları tedavi etmeyi, merhameti, sevgiyi öğreniyormuş; bir “icazet” veriyorlarmış.

“—Diploma işte! Haydi, sen derviş oldun.”

493

Üç sene mutfakta hizmet ediyormuş, bilmem ne kadar şurada hizmet ediyormuş, ondan sonra çıkıyormuş ortaya bir insan, insan-ı kamil bir çelebi, bir Osmanlı efendisi, bir tatlı şahıs...

Bugün hâlâ Arap ülkelerinde, bir kimse bir kimseye iltifat edeceği zaman, diyorlarmış ki:

“—Ente Osmanlî, ente Osmanlî!”

Sen çok centilmensin, çok naziksin, lüttıfkârsın demek istiyorlarmış. Bunları öğrenmemiz lazım!


Evimizde nasılız? İşte hadis-i şerif, işte Peygamberimiz, Efendimiz, kendisine bağlandığımız o mübarek zat. O evinde hanımına çocuklarına karşı, mütebessim, tatlı dilli, güleç yüzlü!

Biz nasılız? Konuşmamız nasıl?


Âlimlerin sözleri lâ’l ü mercan incidir;

Câhillerin sözleri dâimâ can incidir.


Ama âlim ille okuldan diploma alan değil, ahlâktan diploma

494

alan da olabilir. Âlim konuştuğu zaman sözü tatlıdır; lâ’l ü mercan, inci gibi tatlı, güzel konuşur. Câhil de daima kalp kırar, bağırır, çağırır. Çocuğa bir tokat, ötekisine bir bağırma, bir kavga bir gürültü, tabaklar yerde vs. Küsüşürler, üç gün karı koca dargın; Veyahut, ayrılmağa karar verirler.

Adam geliyor:

“—Hocam! çok mahrem bir ailevi meseleyi sizinle görüşmek istiyorum!” “—Hayr ola!” “—Ben çok sinirlendim, hanımı boşadım. Şimdi bizim halimiz ne olacak?”

Bir sinirlenmiş, bir esmiş, bir tozmuş sonradan da pişman olmuş. Bakmış pabuç pahalı.

“—Şimdi bizim halimiz ne olacak?” Allah CC, Ramazan orucunun farz olduğunu bildirdiği âyet-i kerime’de ne diyordu:


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ


قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (البقرة:٣٨١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenû kütibe aleykümü’s-sıyâmü kemâ kütibe ale’llezîne min kabliküm lealleküm tettekùn) [Ey iman edenler, sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı, farz kılındı; tâ ki bu sâyede takvâya erersiniz.] (Bakara, 2/183)

(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler! (Kütibe aleykümü’s-sıyâmu) Sizin boynunuza, oruç bir farz olarak yazıldı. Ramazan’da bu orucu tutacaksınız.” (Kemâ kütibe alellezîne min kabliküm) “Sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı, yazılmış olduğu gibi, size de farz kılındı! (Lealleküm tettekûn) Ta ki, oruç tutarak nefsinize hakim olmayı, vicdanınızı muhasebe, kendinizi kontrol etmeyi, duygularınızı dizginlemeyi öğrenesiniz de, takva ehli insan olabilesiniz diye.”

495

Yâni “Zarif, kâmil olgun insan olabilesiniz diye orucu size Allah farz etti!” demişti, ayet-i kerime.

Bunu izah etmiştik. Bir ay oruç tuttuk; yemedik, içmedik. Elveda yâ şehri gufrân!


Bundan sonra kendimize hakim olamayacak mıyız? Çarşıda kızmamayı öğrenemeyecek miyiz? Evde sinirlenmemeyi, tatlı dilli olmayı, aç insanın halini anlamayı, öğrenemeyecek miyiz? Ona yardım etme duygusu kalbimizden coşmayacak mı? Şu oruçtan, şu Ramazan’dan aldığımız feyizler, Ramazan gider gitmez uçup gidecek mi? Sıfır mı? Tesir etmedi mi bize, bu iksir bizim hastalıklarımızı geçirmedi mi? Şifa olmadı mı?

Allah, oruçları kabul edilenlerden ibadetleri makbul olanlardan eylesin… Orucun kendisinin ahlâkına müsbet tesir ettiği kimselerden eylesin… Nefsini yenmiş olmayı nasip eylesin… Sevdiği razı olduğu, tatlı dilli, güleç yüzlü, hoş halli, merhametli, hayır sever, iyilik sever, olgun, kamil, arif- zarif insanlar olmayı; Allah cümlemize, çoluk çocuğumuza, hanımlarımıza, hepimize nasip eylesin…

Hanım bir alem olsun; zerafet, edep, terbiye, haya, namus timsali… Erkek, bir abide olsun; mertlik, dürüstlük, doğru sözlülük, merhametlilik, babacanlık, vakurluk abidesi… Allah, bizim huylarımızı düzeltsin!


Allah insanların yüzüne, elbisesine, omuzuna, ünvanına bakmaz. Nesine bakar? Kalbine, kalbinin temizliğine ahlâkına bakar! Bir insanın ahlâkı güzel olursa, o insan geceleri sabahlara kadar ibadet etmiş, gündüzleri akşamlara kadar oruç tutmuş insanın kazandığı sevabı alır, güzel huyundan dolayı.

Allah, şu andan itibaren, ahlâklı olma hususunda, ayağımızı hiç kaydırtmadan yaşamayı bize nasip etsin… En ahlâklı, en olgun en kamil, en sevdiği kullar olarak yaşamayı, Allah cümlemize nasip eylesin… O Habib-i Edibinin yolunda yürüyen has ümmetlerinden olmayı, Allah’ın has kullarından olmayı nasip etsin!

496

Rabbimizin huzur-u izzetine, sevdiği, razı olduğu, yüzü ak, alnı açık, nurlu, sevaplı, ecirli kullar olarak varmamızı nasip etsin… Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...

El-fâtihah...


e. Hatm-i Hâcegân Duası


Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb.

Elhamdülillâ-hi hakka hamdihî kemâ yenbaği li celâli vechihı ve li azimi sultânih. Vessalâtü vesselâmü alâ hayri halkihî seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve şefı’inâ Muhammedini’l- Mustafâ ve âlihî ve sahbihi ve men tebiahû bi ihsânın ecmaîn!

Allahümme Yâ Rabbenâ! Yâ Rabbenâ! Yâ Rabbenâ! Te- kabbel minnâ ibâdâtinâ ve tââtinâ ve hayratinâ ve hasenâtinâ ve zikrinâ ve hatemâtinâ ve hâssaten!

Kardeşlerimiz tarafından çekilmiş olan 136.000 kelime-i tevhid; okunmuş olan Yâsin’ler ve diğer ibadet, tâât ve zikir ve hatimleri, lütfunla, kereminle, ahsen ve etem olarak kabul eyle yâ Rabbi!

Şu ibadetlerimizi, zikirlerimizi, niyazlarımızı, tââtlerimizi, hayratımızı hasenatımızı, rahmetine ermemize vesile eyle yâ Rabbi!..

Rızana vasıl kullardan olmayı, bizlere ihsan eyle yâ Rabbi! Hasıl olan ecr-ü nıesûbâtı evvelâ Efendimiz, Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa SAS Hazretleri’ne, fakîrâne âcizâne, nâcizâne hediyye eyledik, şu anda vasıl eyle yâ Rabbi!..


Peygamber Efendimiz’in sevgisine, şefaatine, iltifatına ve teveccühüne cümlemizi nail eyle yâ Rabbi! Gül cemalini sık sık rüyamızda görmeyi nasîb eyle, yâ Rabbi! Sünnet-i seniyyesine sımsıkı temessiil eyleyip, Sünnet-i Seniyye-yi Nebeviyeyi ihya eyleyip, yüzlerce şehid sevabı kazanmayı cümlemize ayrı ayrı nasîb eyle, yâ Rabbi!..

Peygamber SAS Efendimiz’in mübarek ashabının, pâk âlinin, ahbâbının, etbâının, tebe-i tabiînin, ümmetinin sahillerinin,

497

velilerinin, makbul kullarının rııhlarna ayrı ayrı hediyye eyledik, vâsıl eyle Yâ Rabbi!..

Efendimizin hakiki varisleri olan; ıılemâ-i muhakkikin, meşâyıh-i vasılîn, ârifin-i kamilin, miirebbin-i mükemmilîn, sâdât- ı turuk-i aliyyemizin, sahâbe-i kirârn rıdvânullâhi tealâ aleyhim ecrnaîn hazerâtından zamanımıza kadar kendilerinden feyz aldığımız meşâyihimize Hocamız Muhammed Zâhid Bursevî’ye kadar, gelmiş geçmiş olan cümle silsilemiz mensuplarının ruhlarına ayrı ayrı hediyye eyledik vasıl eyle yâ Rabbi!


O evliyâullah, mukarrab kullarının himmetlerine, teveccühlerine, iltifatlarına bizleri nail eyle yâ Rabbi!.. Bizi sevdiğin salih, sadık, velî, mahbûb kullarınla beraber haşreyle yâ Rabbi!..

Ebu Bekr-i Sıddîk ve Aliyy-i Mürtezâ’dan müteselsilen Hocamız Muhammed Zâhid Bursevi’ye kadar turuk-u aliy- yemizden güzerân eylemiş olan meşâyıh-i kiramın ve onlara tabi halifelerin ve müridlernin ve mühiblerin ruhlarına ikram eyle yâ Rabbi!..

Cümle müminin ü mü’minat; müslimin ü müslimât ve salihîn nü salihâtın da ruhlarına ikram eyle yâ Rabbi!

Şu beldelere gelmiş, bu diyarı gurbetler de çalışırken ömrü tükenip buralara defnolunmuş olan, bu diyarlarda medfun kardeşlerimizin ruhlarına da hediyye eyledik, vasıl eyle yâ Rabbi!


Yâ Rabbi, cümlesinin kabirlerini fazlii kereminle pür nur eyle, Rıhlarını şu hediyyelerimizden haberdar ve memnun ve mesrur eyle. Nurlarını ve sürurlarını ziyadeleştir. Kabirlerini nurlanır. Seyyiâtlarını hasenata tebdil-i tahvil eyle. Kabirlerini Cennet bahçesi haline getir yâ Rabbi!

Biz yaşayan mümin kullarına da gözümüzden perdeleri kaldırıp hakkı hak olarak görmeyi nasip eyle yâ Rabbi! Yolunda daim, zikrinde kaim eyle yâ Rabbi! Gelip geçici hevesler tarzında zaman zaman ibadet edip, ondan sonra günahlara dalanlardan etme yâ Rabbi!

498

Mutmainnelik nasip eyle yâ Rabbi! İstikrar nasîp eyle yâ Rabbi! Salihler zümresine bizleri dahil eyle yâ Rabbi! Kabulden sora reddetme yâ Rabbi! İzzetten sonra zillete uğratma yâ Rabbi! İmandan sora saptırma yâ Rabbi! Delalete düşürme yâ Rabbi!


Evlatlarımızı, ailelerimizi, nesillerimizi, zürriyetlerimizi sevdiğin, mümin ve salih kullar eyle yâ Rabbi! Onların güzel günlerini, hoş hallerini, Allah’ın sevgili kulu olduklarını bizlere görmek nasîp eyle yâ Rabbi! Onları din âlimi olarak, hafızlar olarak abidler, zahidler, salihler olarak yetiştirmeyi; o şerefi bizlere ihsan eyle yâ Rabbi! Onları hafız yetiştirip başlarınıza taçlar giymeyi nasîp eyle yâ rabbi!

Şu diyara senin dinini yaymayı nasîp eyle yâ Rabbi! Senin dinini dünyanın her yerine götürmeyi nasîp eyle yâ Rabbi! Bizim elimizden nice kâfirlerin imansızların imana gelmesini nasîp eyle yâ Rabbi!

Cümlemize sıhhat ve afiyetler ihsan eyle yâ Rabbi! Maddi, manevi, ruhi, bedeni, akli, fikri hastalıklarımızı izale eyle ya Rabbi! Her yönden sıhhatli ve sağlam eyle yâ Rabbi!

Cümlemize hayırlı ve uzun ömürler ihsan eyle. Bu ömrümüzü senin yolunda güzel işler yaparak verimli geçirmeyi nasîp eyle yâ Rabbi! Ardımızdan sevap kazanmamıza sebep olacak eserler bırakmayı nasîp eyle ya Rabbi!

Ya Rabbe’l-âlemîn! Cümlemize helâl kazanç nasip eyle. Bizleri haramlardan ve günahlardan uzak ve pak eyle yâ Rabbi! Evvelce bulaşılmış olan haramlardan .günahlardan hasıl olan cezayı kaldır yâ Rabbi! Kirleri sil yâ Rabbi! Bizi rahmetinle yıka yâ Rabbi! Lütfuna daldır yâ Rabbi! Rızana vasıl eyle yâ Rabbi!

Son nefeste cümlemize, rızana uygun bir ömür geçirmiş olarak; rızan yolunda, hac yolunda, umre yolunda, oruçluyken, abdestli iken dilimiz zikrinle meşgul iken, dilimiz zikrinle terü taze iken, gözümüzden perdeler kaldırılıp sevgili kullarını göre göre ve Rasûlullah Efendimizin cemalini müşahede ede ede, cennette bahşedeceğin makamları göre göre, mümin-i kâmiller olarak:

499

أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللََُّّ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ .


(Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh) şehadeteynini ifade ede ede, sevdiğin bir şekilde kemalini görüp ahirete göçmeyi cümlemize nasıp eyle yâ Rabbi!

Kabirlere konulunca Kur’anları, ibadetleri, taatleri bize yoldaş eyle yâ Rabbi! Kabirlerimizi Cennet bahçesi eyle yâ Rabbi!


İsrâfil AS sura üfürüp kıyamet koptuktan sonra, ikinci sura üfürüp herkes kabirden kalkınca; mahşer günü, bizi Arş-ı A’lâ’nın gölgesinde gölgelendir yâ Rabbi!.. Sıkıntılara, endişelere, korkulara düşürme yâ Rabbi!..


لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ (البقرة:٢٦)


(Lâ havfun aleyhim ve lâ hüm yahzenûn) “Onlar hiç korkuya kapılmayacaklar, korkuya düşmeyecekler. Onlar için bir korku bahis konusu değil. Mahzun da olmayacaklar.” (Bakara, 2/62)

zümresinden eyle yâ Rabbi!

Rasûlullah Efendimiz cennetin kapısına varıp girmek istediğinde “Sen kimsin?” sorusuna, “Ben Allah’ın peygamberi Muhammed-i Mustâfâ’yım.” dediği zaman


(Bike ümirtü en lâ eftaha kableke yâ rasûlallàh!) “Senden önce başkasına açmamam emrolundu da ondan sordum, buyur yâ Rasûlallah!” dediği zaman, Rasûlullahla beraber cennete girenlerden eyle yâ Rabbi!.. Ondan ayrılanlardan etme yâ Rabbi!.. Cehenneme düşenlerden eyleme yâ Rabbi!.. Ateşlerde yananlardan etme yâ Rabbi!..

Havz-ı Kevser’inin başına gelirken, melekler tarafından yoldan döndürülüp; “Onlar benim ümmetim, niye döndürüyorsunuz?” buyurduğu zaman, “Senden sonra onlar neler ettiler yâ

500

Rasûlullah, bir bilsen!” diye döndürülenlerden etme yâ Rabbi!

Rasûlullah’m yolunda daim eyle yâ Rabbi! Sünnetiyle âmil eyle yâ Rabbi! Rızasına vasıl eyle yâ Rabbi!.. Ümmetine hüsn-ti hizmetle hadim eyle yâ Rabbi!..


Hizmet eden, izzet bulur, bizi aziz eyle yâ Rabbi! Bizi cömert eyle yâ Rabbi! Bizi güzel huylara sahip eyle yâ Rabbi! Kötü huylardan kurtar yâ Rabbi! Arif eyle yâ Rabbi? Edip eyle yâ Rabbi! Müeddeb eyle yâ Rabbi! Habib-i Edibin Muhammed Mustafa SAS’ya ahirette komşu eyle yâ Rabbi! Senin cemâlini gören has kullarından eyle yâ Rabbi!

Allah cümlenizden razı olsum… Nice Ramazanları temiz ve hayırlı olarak görmeyi, nice nice Ramazanlar geçirmeyi, nice bayramlara ermeyi nasip eylesin…

Cümlemize evlatlarımızla, sevdiklerimizle, dostlarımızla beraber bayramların bayramı olan ahiretteki büyük mükâfatlara erip, büyük bayramları kazanmayı nasip eylesin…

Bi-hürmeti esmâike’l-hüsnâ ve zikrike’l-cemîl, ve bi-hürmeti habîbike muhammedini’l-mustafâ, ve bi-hürmeti ismike’l-a’zam, ve bi-hürmeti şehr-i ramazan, ve bi-hurmeti’s-sıyam ve’l-kıyam ve bi- hürmeti esrar-ı sûreti’l-fâtihah!..


14. 04. 1991 – Coburg

Melbourne / AVUSTRALYA

501
31. EN GÜZEL İSİMLER
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2