32. ALLAH KATINDA DİN İSLÂM

33. MÜSLÜMANA EN GÜZELİ YAKIŞIR



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesîran tayyiben mübâreken fih… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn muhammedini’l-mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d:


a. Doğru İnanç Güzel Kulluk


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Cenâb-ı Hak insanları, kendisini tanıyıp ibadet etsinler diye yaratmış. Ancak insanların çoğunun şaşırıp, hakikî ibadet edilecek Allah-u zü’l-Celâl Hazretleri’ni bırakıp çeşitli şeylere saplandıklarını, kendisine şirk koştuklarını daha önce belirtmiştik. Kimisi yıldıza, kimisi aya veya güneşe, kimisi de eşya, hayvan gibi mahlûkata tapmak abesliğini hiç düşünmeden kabullenmişlerdir. Meselâ, Hindistan’da ineğe bile kudsiyyet atfetmişler ve “Galiba bu tanrı!” diyebilmişlerdir. Öyle şey olur mu? Hiç ineğe tapılır mı?

Demek ki insan dindar olacak; dinsiz olmayacak ama yanlış şeye de tapmayacak, Hak dine mensup olacak, yanlış dinden olmayacak. Hak dine mensup olduktan sonra da, Allah’ın emirlerini tutan, Allah’ın yolunda yürüyen, itaatli kul olacak. Söz dinlemez, azgın, asî kul olmayacak.

Allah, “İçki içmeyin!” demiş, adam içiyor; Allah, “Zina et- meyin!” demiş, adam zina ediyor; Allah, “Kumar oynamayın!” buyurmuş, adam kumar oynuyor, “Haram yemeyin!” buyurmuş, haram yiyor; “Yalan söylemeyin!” buyurmuş, yalan söylüyor; “Kimseye haksızlık etmeyin!” buyurmuş, ömrü haksızlıkla, zulümle geçiyor... Bu da cezasını çekecek.

530

Sağlam müslüman, sağlam mü’min olacak, doğru inanç üzerinde olacak. Doğru inanç üzerinde olmayanlar yandı. Doğru inanç üzerinde olduktan sonra da, yolu dosdoğru gidecek. Eğri büğrü iş yapmayacak, yamuk yumuk, acayip, saçma, kötü işler yapmayacak; yakışmaz.

Biz sakallıyız; birisi bizde bir kusur görse, “Sakallıya şöyle şey yapmak yakışır mı?” diyor. Trafik polisi çeviriyor:

“—Geçilmeyecek noktada niye geçtin?” “—Çok dikkat ettim, hata etmemeye çalıştım.”

Hemen insanın sakalına takılıyor:

“—Koskoca sakallı adamsın!” “—Dikkat ettim ama orada çizgiler silinmiş zaten, görmemişim!” desen de faydasız.

Hemen sakal bahis konusu olur. Müslümana da yakışmaz, aslında… Polisin hata yapan bir insana böyle dediği gibi, müslümana da günah haksızlık, kötü iş yakışmaz.

Müslümana ne yakışır? Her şeyin en güzeli yakışır. Her şeyin en güzeli müslümana yakışır. En intizamlı, en kibar, en edepli, en tatlı, en sevimli, en sempatik, en hoş, en temiz, en pak, her şeyin en güzeli, ekstrası müslümana yakışır. Öyle olması lâzım. Her şeyine dikkat etmesi lâzım. Giyimi, kuşamı çiçek gibi; hareketi zarif, konuşmasında ağzından yağ, bal akması, tatlı olması, gönül yapması, gönül yıkmaması lâzım. Böyle yapmazsa, kendisi bilir.

“—Ben müminim, namaz kılıyorum” İyi ama, namaz kıldığından sevap alırsın, gönül yıktığından günah alırsın.


Nasreddin Hoca dükkan çalıştırıyormuş, yumurtayı dokuz dirheme alıyormuş, sekiz dirheme satıyormuş.

“—Bu ne biçim iş?” diyorlarmış.

“—Dostlar alış verişte görsün!” demiş.

Fazlaya alıyor, zararına satıyor. “Dostlar alışverişte görsün!”le olmaz, kâr etmen lâzım!

“—Satış da yapıyorum, para da alıyorum.” “—İyi ama zarar ediyorsun.”

531

“—Namaz da kılıyorum, oruç da tutuyorum, ama huyum kötü…”

O zaman huyundan zarar edersin,

Bazı huylar vardır, insanın zararına… Neden? Allah-u Teàlâ Hazretleri, Ahkemü’l-hàkimîn’dir. Hüküm edicilerin en adaletlisidir; hükmü en isabetlidir, hükmü en sağlamdır.

Ve’t-tîni ve’z-zeytûni Sûresi’ni okuyoruz, nasıl bitiyor sûre?


أَلَيْسَ اللََُّّ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ (التين:٨)


(Eleyse’llàhü bi-ahkemi’l-hàkimîn) “Allah, hükmedicilerin en adaletlisi değil mi?” (Tîn, 95/8)

Biz de cevap veriyoruz:80


بَلٰى، وَ نَحْنُ عَلٰ ى ذٰلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ


(Belâ, ve nahnü alâ zâlike mine’ş-şâhidîn) [Evet, hâkimler hâkimidir, biz de buna şahitlik edenlerdeniz.]

Elbette, her hükmü güzel. Lütfü güzel; kahrı, cefası güzel, safası güzel; kaderi, kısmeti güzel, her şeyi güzel. İnsanın onu anlayabilmesi, her şeyinin güzelliğini görebilmesi lâzım!


Müslümanın imanı var, doğru yolu bulmuş; ama imanına



80 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.184, no:3270; Ebû Dâvud, Sünen, c.III, s.55, no:753; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.249, no:7385; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.310, no:3508; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.377, no:2097; Hamîdî, Müsned, c.ıı, s.437, no:995; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.452; İbni’s-Sinnî, Amelü’l-Yevm ve’l- Leyleh, c.II, s.331, no:435; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.289, no:1136; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.179, no:11457; Ebû Hüreyre RA’dan. (Ve ene zâlike şeklinde.)

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.608, no:2792; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.274, no:23491.

Buhàrî, Sahih, c.XX, s.199, no:6053; Beyhaki, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.65, no:11140; Tahavî, Müşkilü’l-Asâr, c.I, s.198, no:165; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.517, no:5613; Ebû Hüreyre RA’dan.

532

yakışır güzellikte yaşamıyor. Haksızlık ediyor, zulmediyor, aldatıyor, yafan söylüyor, bir kusur işliyor. Bunlardan günahlar yazılır kendisine. Büyük günahlar yazılır. Gıybet eder, günah yazılır, iftira eder, haram yer, şunu yapar, bunu yapar, günah yazılır.

“—Ben onları yapmıyorum; ben bu hususlarda dikkatliyim, kimsenin malına elimi uzatmıyorum, kimsenin namusunda gözüm yok”. “—Ama kin tutuyorsun, hased ediyorsun, buğz ediyorsun, dargınlık yapıyorsun.” Bu da günah, bunu da bilecek müslüman, ama bunun günah olduğunu bilmiyor. Kin tutmanın, hased etmenin günah olduğunu bilmiyor. Kıvrım kıvrım kıskanıyor ötekisini, ne yapacağını şaşırıyor hasedinden, bu yüzden günaha giriyor. Hatta sevapları elinden kaçıyor; kötü huyundan dolayı çok zararlara uğruyor.


b. Kim Kardeşine Zulmetmişse


Hadis-i şerifi, bu ön fikirlerden sonra size kısa kısa izah etmeye çalışayım:81


مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلِمَةٌ لأَخِيهِ، فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهَا؛ فَإِنَّهُ لَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ


وَلاَ دِرْهَمٌ، مِنْ قَبْلِ أَنْ يُؤْخَذَ لأَخِيهِ مِنْ حَسَنَاتِهِ؛ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ


حَسَنَاتٌ، أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ أَخِيهِ، فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ (خ. ق. عن أبي

هريرة)


(Men kânet indehû mazlimetün li-ahîhi, fe’lyetehallelhü minhâ)



81 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.199, no:6053; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.65, no:1140; Ebû Hüreyre RA’dan.

533

Kim bir kardeşine bu dünyada iken bir zulüm yapmışsa, bir haksızlık yapmışsa, kalp yıkmışsa, zararı dokunmuşsa, o kardeşinden gitsin helallik istesin, barışsın!” “—Ben senin hakkını çiğnedim, sana haksızlık yaptım, ben senin kalbini kırdım, sana yanlış davrandım, ben bilemedim. Şimdi, hatamı anlıyorum, affet. Helâl et hakkını, helâl etmen için bir şey vermem gerekiyorsa, vereyim. Para istiyorsan, para vereyim. Hakkını helal etmek için ne yapmam gerekiyorsa yapayım!”


Peygamber Efendimiz izah ediyor, buyuruyor ki:

(Feinnehû leyse semme dînârun ve lâ dirhem) “Çünkü, orada dinar, dirhem, para pul yok, dolar, mark yok.” “—Biriktirdiğim paraları cebime koyarım; vasiyet ederim, tabutuma da onu koyarlar; ahirete geçiririm; orada herkese parasını dağıtırım!” diyemezsin.

Orada para sökmez. Ne olacak pekiyi? Hak sahibi adam geldiği zaman:

“—Ver hakkımı! Sen dünyada benim hakkımı üzerine geçirmiştin; benim kalbimi kırmıştın, bana zulmetmiştin, beni dövmüştün, beni kenara itmiştin! Güçlüydün, kuvvetliydin; adamların vardı, mafya çetesinin reisiydin. Orada ben sana “gık” diyemedim, polise bile şikâyet edemedim seni; ama şimdi burası adalet divanı, Allah’ın huzuru, ver hakkımı!” diye yakasına yapışacak.

Mafya liderinin yakasına dahi yapışacak. Çünkü orada korkmayacak. Hepsi arslan kesilecek. Herkes hakkını almak için güç-kuvvet sahibi olacak. Çünkü Allah zalimden mazlumun hakkını alacak orada… En iyisi bu dünyadayken helalleş, ahirete bırakma! Çünkü orada altın, gümüş yok. Dinar, dirhem yok…” diyor. Orada, altın para, gümüş para yok ki... Öyle bir şey yok. Ne olur orada? Ne olacağını Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:


مِنْ قَبْلِ أَنْ يُؤْخَذَ لأَخِيهِ مِنْ حَسَنَاتِهِ؛

534

(Min kabli en yü’haze li-ahîhi min hasenâtihî) “Orada, işlediği sevaplardan, hasenatından çekilip alınmadan evvel bu dünyadayken hakkını helâl ettirmeğe, gönlünü almağa çalışsın!” Bu cümleden anladık ki, insan ahirete sevaplarıyla gitti. Büyük sevaplar, yığın yığın sevaplar... Hacca gitmiş, namaz kılmış, cumaya gelmiş, teşbih çekmiş, hatim indirmiş, fakirlere yardım etmiş, cihada para sarf etmiş; çalışmış, çabalamış, sevaplar kazanmış. Mahkeme-i Kiibra’ya Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzuruna geldi ama öbür taraftan da hak sahibi geliyor. Yapışıyor yakasına.

“—Ya Rabbi! Bunda benim hakkım var, alıver bundan benim hakkımı. Ben bundan hakkımı isterim, ihtiyacım var, benim de terazim var, benim de hesabım var, benim buradaki hakkımı alıver ya Rabbi. Alıver ki ben kurtulayım?” diyecek. Bu yüzden, orada insanın yaptığı sevaplar elinden kaçabilir.

“—Bu namazı ben kılmıştım, bu hacca ben gitmiştim, bu sevaplar benimdi.” dersin. Senindi ama sen bu kardeşine zulmettin, o gelip alacak onları. Orada, dinar-dirhem olmadığından dolayı, gelecek senin sevaplarını, hasenatını alacak.


فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ، أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ أَخِيهِ، فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ .


(Fein lem yekûn lehû hasenâtün, ühize min seyyiâti ahîhi, feturihat aleyhi) “Eğer bu adamın zaten hasenatı yoksa... Hacca gitmemiş, namaz kılmamış, Allah’a yarar bir iş yapmamış dünyada. Zaten mafya çetesinin reisi. Ömrü efelikle, çalıp çırpmakla, hâzineyi soymakla, insanları kovmakla, gasp etmekle, yol kesmekle geçmiş. O zaman, çaresiz mi olacak?

O zaman hak sahibinin günahlarını alırlar, bu adamın tepesine yığarlar. Hak sahibinin yükü hafifler; diğeri günahların altında ezilir gider. Mazlum olan gene kâr eder. Çünkü, günahlarından kurtuluyor. Oradan sevap alamazsa bile, günahlarından kurtulduğu için, gene işini doğrultur, ahirette.

535

Ama bu, yaptığı işin belasını, cezasını bulur.”


İslâm’da çok güzel huylar var. Güzel huyların en güzeli hangisidir? İslâm’ın çok önem verdiği ahlâkî vasıflardan bir tanesi adalettir. Adaletli olacak insan, hakkaniyetli olacak, haksızlık yapmayacak. Polis olsun, olmasın; mahkeme olsun, olmasın; karşı taraf güçlü olsun, olmasın; fark etmez. Karşı taraf yetim olur, güçsüz olur, çocuk olur, dul olur, cahil olur; sen onu bu dünyada aldatabilirsin. Ama iyi insan öyle yapmaz; yetimin malını yemez, dula haksızlık etmez, cahili aldatmaz.

Birisi getiriyor, malı satıyor.

“—Şu malımı beş milyona satıyorum.” “—Yahu, senin bu malın otuz milyon eder, sen bunun farkında değilsin. Sen ucuz satıyorsun bunu. Bu daha fazla eder. Git hadi, aldanma!” der.

Dürüst müslüman, böyle adaletle hareket etmeğe gayret eder.

Onun için, kimin üzerinizde hakkı varsa, kıyamet kopmadan evvel, dünya hayatı bitmeden evvel, ölüm gelmeden evvel, defter dürülmeden evvel gitsin onunla helalleşsin. Haksızlık etmeyin. Neden? Çünkü zulmeden kimseye, Allah hem dünyada yaptığı zulmün cezasını çektirir, hem âhirette mazlumun hakkını zalimden alır. Dünyada çeker; kişi ettiğini bulur.


مَنْ دَقَّ دُق


(Men dakka dukka) “Kim birisinin kapısına gider, ‘Pat, pat, pat!’ vurursa; bir gün gelir, onun kapısına dayanırlar, ‘Tak, tak, tak!’ vururlar.” Eden ettiğini bulur. Rüzgâr eken fırtına biçer.

Niye bu kötü şeylerle karşılaşıyor? Kendisi rüzgâr ekti; rüzgâr tohumundan çıksa çıksa fırtına çıkar. Ettiğinin kat kat fenasını görür.

Bir müslümanın dikkat edeceği en önemli husus adaletli olmak. Karısına karşı adaletli olacak.

“—Kocam benim, içki içerdi; her içkiden sonra da ben, ‘İçme!’

536

dedim diye, ‘Çocukların parasını niye böyle yerlere harcıyorsun?’ dedim diye, beni bir güzel pataklardı.”

Burada adam kuvvetli, kadın zayıf; burada pataklar ama, ahirette görür, belâsını bulur, imansız göçer, tevbesiz gider, Allah tevbe nasip etmez.


وَاللَُّ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (الصف:٧)


(Va’llàhu lâ yehdi’l-kavme’z-zàlimîn.) “Allah zàlimler topluluğuna hidayet etmez, doğru yolu göstermez.” (Saf, 61/7)

“—Bir doğru yola giriverse, bir tevbe etse, hocam dua ediver.”

Yola gelse iyi ama, Allah zalimlere hidayetini vermez. Kendisi pişman olacak, kendisi yapmamak isteyecek, kendisi “Benim yaptığım iş yanlış, ben bu işten vazgeçeyim!” diyecek; ağlayacak, üzülecek, pişman olacak, tevbe edecek; bir daha yapmamaya azm ü cezm ü kasd edecek, kat’î kararlı olacak.

“—Bir daha hiç içmeyeceğim. Bir daha hiç kumar oynamayacağım. Bir daha hiç kimseyi dövmeyeceğim, hiç kimseye sövmeyeceğim, kimseye yan bakmayacağım!” diye kat’î kararlı olacak.

“—Ben bunu yaparım, devam ederim, ben yapadurayım, Allah da beni affetsin...”

Allah günahta ısrar eden, o niyette olan kula hidayet etmez. Neden?


وَاللَُّ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (الصف:٧)


(Va’llàhu lâ yehdi’l-kavme’z-zàlimîn.) “Allah zàlimler topluluğunu hidayete erdirmez!” (Saf, 61/7) de onun için. Zulümden, derhal kendini çekeceksin.

Zulüm hanımına karşı olabilir, çocuğuna karşı olabilir. Çocuğunu ikide birde pataklıyor. Bazı babalar ve kadınlar böyledir. Çocuğunu yakanları, işkence edenleri, gazeteler yazıyor.

537

Belki bir ruhî hastalıktan oluyor ama, çeşit çeşit zulümler oluyor.

Karısı kendisinden zayıftır; zulmetmeyecek. Çocuğu kendisinden küçüktür; zulmetmeyecek; çocukların arasında adaletli olacak; birisine malı verip ötekileri mahrum bırakmayacak. Birisini sevip, ötekini azarlamayacak. Hanımına karşı adaletli olacak; herkese karşı vazifesi neyse, Allah’ın sevdiği şekil neyse, nasıl hareket etmek gerekiyorsa, öyle hareket edecek. Kendisinin karşısına bir mesele getirildiği zaman hakkı söyleyecek, hakkı hükmedecek.


c. Yargıda Eşitlik


İslâm’ın büyük kadılarından, büyük hâkimlerden birisi olan, Kadı Şurayh Rh.A oturmuş, mahkemede. Pek iş yok ama kapıdan içeriye bir müslümanla bir gayr-i müslim girmiş.

“—Nereden anladın, gelişinden gayr-i müslim olduğunu?” Gayri müslimlere Hazret-i Ömer emretmiş:

“—Belinize bir iplik, bez gibi zünnar, kuşak bağlayın! Belli olsun sizin gayr-i müslim olduğunuz… Kıyafetler aynı, giyimler aynı, elbise aynı olsa bile, beline bağlanan şeyden ayrılsın!” diye kanun koymuş.

O zamandan beri zünnar bağlıyorlar bellerine. Müslümanın sarığı var. Bunun belinde zünnarı var. Kadı Şurayh anlamış, yüreği de cız etmiş:

“—İnşallah müslüman haklıdır.” diye düşünmüş.

Kadıya geliyorlar ikisi, birbirinden davacı olarak geliyorlar. Ama, iki tarafı dinlemiş, müslümanı haksız, gayr-i müslimi haklı görmüş. O zaman basmış kararı:

“—Sen haksızsın, sen buna şunu vereceksin, bu iş tamam olacak.”

Onlar gitmişler ama, içine bir ateş düşmüş:

“—Ben ne biçim kadıyım? Ne biçim hakimim? Niye gelen adamlara eşit bakmadım? Niye gönlümden bir tarafı tuttum? Neden, keşke şu haklı olsa diye önceden, ön fikirle baktım?” diye tevbe etmiş. Ömrü boyunca onun acısını içinde duymuş.

538

Fatih Sultan Mehmed, kendi camisini yapan şahsa haksızlık etmiş, o da padişahı dava etmiş. İstanbul Kadısı Hızır Çelebi’nin huzuruna gelmiş. Davacı, gayr-i müslim mimar; sanık ise, Fatih Sultan Mehmed. İstanbul’u fethetmiş olan koca Fatih suçlu makamında, maznun (sanık) makamında; gayr-i müslim mimar da davacı. Allah, Allah! Devletin yapısına bak, adaletin gücüne, kuvvetine bak!

Padişah gelmiş, içeri girmiş. “Selâmün aleyküm!” deyip farkında olmadan çıkmış, baş köşeye, sedire oturmuş.

Kadı Hızır Çelebi demiş ki:

“—Padişahım, burası mahkemedir, adalet yeridir burası; hem de sen üstelik maznunsun, sanıksın, in bakalım oradan aşağıya, otur bakayım şuraya karşıma!”

Padişahı, minderden, sedirden indirmiş, karşısına diz çöktürmüş. Ondan sonra iki tarafı dinlemiş; Fatih Sultan Mehmed’i de haksız çıkartmış, haksız olduğunu hükme bağlamış.

“—Sen haksızsın, cezan şudur” deyip, gayr-i müslim, Rum mimarın haklı olduğunu söylemiş, ve onu mahkemeden uğurlamış. Mahkeme bitmiş.


Fatih Sultan Mehmed geliyor, diyor ki:

“—Kadı Efendi seni tebrik ederim; ben padişahım diye hiç bana meyletmedin, hiç bana yaltakçılık, dalkavukluk yapmadın; hiç yüz vermedin. Adalet neyi gerektiriyorsa onu yaptın. Eğer böyle yapmasaydın, seni şu kılıcımla cezalandıracaktım. ‘Böyle kadılık mı olur, böyle adalet mi olur, Allah’tan korkmaz mısın, niye taraf tutuyorsun?’ diye seni şu kılıcımla cezalandıracaktım!” demiş.

Kadı gülüyor, diyor ki:

“—Şu minderimin altına gel bir bak!”

Oturduğu minderin ucunu kaldırmış. Hani herkes malını minderinin altına koyuverirdi eskiden. Hazır duran şeyi gösteriyor. Padişah bakıyor ki, minderin altında bir eğri hançer var.

539

“—Bu ne?” demiş.

“—Sen de ‘Ben padişahım!’ diye şeriatın emrine, Allah’ın hükmüne, adaletin kararına itiraz etmeğe kalksaydın, ben de seni, ‘Böyle padişahlık mı olur?’ diye haklayacaktım, bu hançerle…” demiş.

İşte adalet, işte dürüstlük, işte Allah huzurunda hiç kimseye eyvallah etmeden hakkı söylemek, hakkı işlemek. İnsana bu prensip ömrü boyunca yeter.

Her işinizde adaletli olun. Kendinize karşı adaletli, vicdanınıza karşı adaletli, hanımınıza, çocuğunuza karşı adaletli, komşunuza karşı adaletli olun; tarla ihtilafında, köy merası ihtilafında, işi inada bindirmeyin.

Silahları alıp ta, iki tane öküz için, üç tane ot için, iki köy halkı birbirine giriyor. Nice insanlar ölüyor, kalıyor. Allah’tan korkun, ticarî hayatınızda adaletli olun, teraziyi adaletli tutun, müşterinin terazisine eksik koymayın, her işi güzel yapın ki, mahkeme-i kübra vardır. Burada kaçarsanız, ahirette cezaya uğrarsınız. Adalede hareket ederseniz iki cihanda bahtiyar olursunuz.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, her işini rızasına uygun yapanlardan, ahlâkı en güzel olanlardan, ömrünü rıza-i Bâri’ye uygun geçirenlerden; huzurla, bahtiyarlıkla yaşayanlardan, hüsn- ü hatimeyle âhirete göçenlerden, huzur-u izzetine, sevdiği, razı olduğu kul olarak varanlardan eylesin…

Cennetiyle, cemaliyle taltif eylesin... Selâmıyla teşrif eylesin, şereflendirsin… Sizleri, sevdiklerinizi, geçmişlerinizi, arkadaşlarınızı, hepinizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin…

Bi-hürmeti esmâi’l-hüsnâ, ve bi-hürmeti habîbihi’l-müctebâ muhammedini’l-mustafâ salla’llàhu aleyhi ve sellem, ve bi-hürmeti yevmi’l-cumuah, ve bi-hürmeti şehr-i recebe’l-mübârek, ve bi- hürmeti yevmi’lletî tüstecâbü fîhe’d-deavâti, ve bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!..


18. 04. 1991 - Melbourne / AVUSTRALYA

540
34. İNSANLARIN ARASINI DÜZELTMEK