09. HAMD VE İSTİĞFAR

10. MÜSLÜMAN KADINLAR ESİR Mİ?



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d.

Fekàle’nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:


وَالَّذِي نَفْسُ محَمَّدٍ بِيَدِهِ، لاَ تُؤَدِّي المَرْأَةُ حَقَّ رَبِّهَا، حَتَّى تُؤدِّيَ


حَقَّ زَوْجِهَا كُلَّهُ؛ حَتَّى لَوْ سَأَلَهَا نَفْسَهَا وَهِيَ عَلَى قَتَبٍ لَمْ تَمْنَعْهُ


(حم. ه. حب. عن عبداللَّ بن أبي أوفى)


(Ve’llezî nefsü muhammedin bi-yedihî, lâ tüeddi’l-mer’etü hakka rabbihâ, hattâ tüeddiye hakka zevcihâ küllehû; hattâ lev seelehâ nefsehâ ve hiye alâ katebin lem temna’hü)

Revâhü ahmed ibni hanbel, ibni mâce, ibni hibbân an abdi’llâhi’bni ebî evfâ…


a. Kadının Kocasına İtaat Etmesi


Muhterem kardeşlerim!

Bugünkü ilk hadis-i şerif, kadınlarla, beylerin, aile reisi olan erkeğin durumunu anlatan bir hadis-i şerif. Şüphesiz bu gibi hadislerde birtakım ibretler vardır, faydalar vardır. Herkes dinlemeli, üzerine düşen görevi yapmalı, alması gereken dersi almalı. Bu hadis-i şerifin kaynakları kuvvetli yani sıhhatli.

185

Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:25


وَالَّذِي نَفْسُ محَمَّدٍ بِيَدِهِ، لاَ تُؤَدِّي المَرْأَةُ حَقَّ رَبِّهَا، حَتَّى تُؤدِّيَ


حَقَّ زَوْجِهَا كُلَّهُ؛ حَتَّى لَوْ سَأَلَهَا نَفْسَهَا وَهِيَ عَلَى قَتَبٍ لَمْ تَمْنَعْهُ


(حم. ه. حب. عن عبداللَّ بن أبي أوفى)


(Ve’llezî nefsü muhammedin bi-yedihî) “Şu Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki...”

Ne demek, canı elinde olan Allah? Cenâb-ı Hak isterse yaşatır, isterse öldürür. Kuluna hayat verirse, kulu yaşar; eceli gelmişse



25 İbn-i Mâce, Sünen, c.V, s.449, no:1843; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.381, no:19422; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IX, s.479, no:4171; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VII, s.292, no:14488; Abdullah ibn-i Ebî Evfâ RA’dan.

Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.154, no:19098.

186

ölür. O kadar. Yaşatan, öldüren, hayat veren, onu alan, Allah! Bir şeyin olmasını istediği zaman emreder, olur. Bir kimsenin vâdesi yettiği zaman, bir dakika öne gitmez, bir dakika geriye kalmaz. Melekler, Allah’ın emrini ifâ ederler.

Allah onu peygamber göndermiş, kendi kitabını getirmiş, o kudreti, o makamı, o şerefi vermiş. “O Allah’a and olsun ki…” diye, yeminle başlıyor. Neden? Ne demek? Arkasındaki şeye dikkat edin! Gelecek söze dikkat edin, önemli bir şey söylenecek... Ne demiş bakalım?


(Lâ tüeddü’l-mer’etü hakka rabbihâ, hattâ tüeddî hakka zevcihâ küllehû) “Evli kadın, kocasının hakkını tamamen vermedikçe, Rabbü’l-âlemîne olan kulluk vazifesini, kulluk haklarını tamamen yerine getirmiş sayılmaz.” Allah Allah! Ne kadar muazzam bir şey! Devamında da buyuruluyor ki:

(Lev seelehâ ve hiye alâ katebin lem yemna’hü) “Hatta o kadar ki, eğer beyefendi hanımefendiye devenin üstüne binmiş vaziyette bile iken, ‘Gel buraya!’ dese, kendisini istese, mani olmayacak. O kadar itaatte bulunacak.”


“—Müslüman kadınları esir mi hocam? Ne demek yani bu? Siz erkekler toplanmışsınız, caminin erkekler kısmında, hadis-i şerifi okuyorsunuz, kendi lehinize... Yani, biz kadınlar esir miyiz?”

Hayır, hayır. İslâm dini esaretin karşısında, köleleri kurtarmayı kendine vazife edinmiş. Peygamber Efendimiz: “—Kölelere “haklarını vermeyi, yediğinizden yedirmeyi, giydiğinizden giydirmeyi tavsiye ediyorum!” diye, onları korumayı, mümkün oldukça, her vesileyle onları hürriyete kavuşturmayı teşvik etmiş.

Yani, o muhitin, o zamanın, o devrin içinde, kölelere, kadınlara, zayıflara, güçsüzlere, yetimlere, vasıfsız halk tabakalarına, eşraftan olmayan kimselere yardım elini en çok uzatan; fakirlerin yanında en çok yer alan, güçsüzleri destekleyip haklarının zayi olmamasına çalışan o değil mi? Burada neyi

187

tavsiye ediyor? Burada kadınların, kocalarına karşı görevlerinin olduğunu hatırlatıyor.


Başka bir hadis-i şerifte de yeri geldiği zaman, kocaların kadınlara karşı ne gibi vazifeleri olduğunu hatırlatıyor. Yerine göre, ben şimdi, Allah hepinizden razı olsun, çıkıyorum, Ramazan’da teravihten bir müddet önce sizlerle konuşma yapıyorum. Dinin tamamını size anlatabiliyor muyum? Nasıl anlatayım, on beş dakikada, yirmi dakikada, dinin tamamı anlatılır mı? Azıcık orasından, azıcık burasından...

Senin ambarında kırk çuval buğday olsa, bir oturuşta yiyebilir misin? Yiyemezsin. İşte şu kadarcık bir şeyi nihayet bir hamur, bir börek, bir çörek, iftarda ne kadar acıkmış olsan- kurtlar gibi açıksan, yine birazcık bir şey yiyorsun, doyuyorsun.

Bir ölçüsü var her şeyin. Yudum yudum, yavaş yavaş, lokma lokma oluyor bu işler. Burada, kadının vazifelerini ele alacağız; öbür tarafta da, Peygamber Efendimiz erkeklere, onların kadınlara olan görevlerini belirtecek. Orada da başka vazifeleri öğreneceğiz.


Şimdi burada diyor ki: “Kadın, kocasına itaat etmedikçe, Allah- u Teàlâ Hazretleri’ne karşı kulluk görevini tam ifâ etmiş olamaz!” İtaat edecek, sözünü dinleyecek, buyruğunda, hizmetinde olacak.

Bu yalnız bizim İslâm âleminde mi böyle? Hayır. Bir Japon filmi görmüş birisi, anlatıyordu: Kocası bir bağırmış kadına, onların töresi öyleymiş demek ki, kadın gitmiş mutfaktan satırı almış.

Şimdi merak ettiniz değil mi? Kadın satırı aldı, Japon kadını kocasının yanına gidiyor. Filmin en heyecanlı yeri... Ne yapıyor? Satırı götürüp veriyormuş:

“—Çok kızdıysan vur boynumu!” diye, önünde duruyormuş.

Orada da itaat var demek ki... Şimdi, Avustralya’da da başka âdet var! Burada kadınlar efe… Efe mi efe, efelerin efesi... Püsküllü fesi, efelerin efesi… Burada iş tersine. Kadın çıkar sokağa, koca karışamaz. Kadının mutfakta işi yok, mutfaktaki

188

eşyanın yerini erkek bilir, yemekleri o pişirir, bulaşıkları o yıkar, önlük erkekte...


Türkiye’de de böyle misalleri var. Dayımın evi yüksek sekiz- dokuz katlı apartman… Evin önünde bir villa var. Pazar günü gittik, adam önlük takmış, hizmet ediyor.

“—Ne bu böyle? Erkeklik öldü mü?” dedim ben.

Yengem anlattı:

“—Bu adamcağız, zavallı böyle, hep böyledir. Hep böyle görürüz.” Komşu olarak görüyor.

“Sabahleyin tepsiyi hazırlar, hanımına yatağa getirir, hanım yatağında kahvaltı eder. Ondan sonra giyinir, kuşanır, işine gider adam. Kadın, saat dokuza, ona, on bire kadar yatar. Ondan sonra giyinir, süslenir, kürkünü mürkünü giyer; çıkar gider. Akşam, koca eve gelir, kollarını sıvar, önlüğü takar böyle; yıkar, eder filân...” dedi. Tabii, bu hayat karikatür gibi bir hayat...


Demek ki, dünyada çeşit çeşit sistemler olabiliyor. Yani, erkeğe hak tanıyan, kadına hak tanıyan... Eşitlik modern masallardan birisi... Eşitlik filân olur mu? Yani, çeşit çeşit sistemler var. İslâm, erkeğe aile reisliği görevi vermiş. Neden vermiş? Erkek dayanıklıdır, namusunu daha iyi kollayabilir, daha iyi mücadele verebilir; çalışsın çabalasın. Erkeğe aile reisliğini vermiş, ama diyor ki:

“—Aile reisliği senin ama bu evin giyeceği, yiyeceği, içeceği, bakımı sana ait! Sen bakacaksın bunlara...” Bak, Avustralya’da nasıl değişti şimdi durum? Nasıl farklılaştı? Herkes, “Ben ne kazanırsam, bu benim yanımda, kendi bütçem!” diyor. Ama İslâm’da öyle değil. İslâm’da hanım, hanım hanım oturacak; bey çalışacak, ona getirecek; parası pulu, yemesi içmesi ve sairesi hep erkeğe ait…


Her zaman bu misali veriyorum:

Kadın kendi meydana getirdiği, dünyaya getirdiği evlâdını emzirmekle mükellef değil. Neden? Ailenin fertlerini doyurmak

189

görevi kocanın olduğu için, kadın:

“—Ben emzirmeyeceğim çocuğu…” “—Doğurmuşsun, göğsüne de Allah süt vermiş, emzirsene!”

Kendi çocuğunu istediği zaman emzirmiyor. Sütannesi bulmak, süt bulmak, çocuğu beslemek, erkeğin vazifesi oluyor.

Kadın, hanımefendi olarak evde duracak, erkek çalışacak, hamallık yapacak, ekmek parası kazanacak, eve getirecek, yedirecek. Evi kurmak onun görevi, beslenmek onun üzerinde... Korunması, tahsili, terbiyesi, hepsi onun üzerinde… Allah da vücut ölçüleri olarak, onu daha güçlü, kuvvetli yaratmış. Babayiğit, geniş omuzlu, adaleli…

Kadınla erkek yan yana resmini çekerler.

“—İşte, bu bizim düğün resmimiz.”

Erkek başka, kadın başka; boyu küçük yani… Neden? Minyon yaratılmıştır, yaratılışı daha zayıftr.

Erkeğe savunma, koruma, bakma görevi yermiş; reislik de vermiş. Neden? Kadın daha duygusal olduğu için, kendi işlerini daha iyi ayarlayamadığından, duygusal kararlar verir de, meseleyi iyi götüremez diye, erkeğe salahiyeti vermiş. Ama, kuvvetli bir şekilde, namusluluğu, eve bağlılığı, aile hakkına iyilik yapmayı, zulmetmemeyi emretmiş.


Dün akşam söyledim; eve getirilen yiyecek, içecek; eve yapılan masrafın sevabı, yedi yüz misli fazla; koca, ev halkına kıtlık göstermeyecek, geçim darlığı göstermeyecek, bol getirecek eve. Her şey bol bol olacak, rahat edecek. Yani, rahat ettirmek onun vazifesi olmuş oluyor. Ama, buna mukabil, söz onun olacak. Kadın söz dinleyecek.

“—Sokağa çıkma!” “—Başüstüne...” “—Perdeleri kapat!” “—Başüstüne...” “—Üstünü ört bakalım, güzelliklerini başka kimse görmesin!” “—Başüstüne…” “—Sen çocukların terbiyesi ile meşgul ol! Bunlara güzelce

190

Kur’an’ı öğret, terbiyeli yetiştir, iyi müslüman yetiştir...” İşte! Bu gibi şeyler kadında, evin iç işleri kadında, dış işleri erkekte, normal olan bu… Hükümette, bakanlıklarda da bu böyle oluyor; dış işleri başka, iç işleri başka… Her şeyin bir ayrılması oluyor. Bu ifadeyi kadınlar da, erkekler de bilsin. Ama, kocanın da adam olması, efendi, dindar olması lâzım! Bu tarafta ayyaş, sarhoş, sahtekâr, haram yiyen, haram yediren bir kimse olmaması lâzım. O da ayrı.

Birisi geldi de:

“—Yâ Rasûlallah! Seni çok seviyorum, çok sayıyorum, hayranım, aşkımdan, sana karşı duygularımın kuvvetinden ne yapacağımı bilemiyorum; müsaade et, secde edeyim!” dedi.

Peygamber SAS Efendimiz:

“—Hayır! İslâm’da secde etmek yok. Bir kimsenin bir başka kimseye secde etmesi yoktur. Eğer secde etmek olsaydı, ‘Kadınlar kocalarına secde etsin!’ derdim.” buyurdu.


İslâmî aile böyle... Bizde, bizim kendi öz töremizde, İslâmî töremizde, İslâmî yaşantımızda, kadın “Efendi!” der beyine... Gayet hürmetkâr, gayet namuslu, gayet bağlı, gayet terbiyeli, gayet itaatlidir. Bey de, evine gayet bağlı, namuslu, dürüsttür, böyle gider. Allah’a hamdolsun!

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, kadın kocasının bütün haklarını ödevlerini yerine getirmedikçe Rabbinin hakkını edâ etmiş olmaz.” Böyle diyor. “Devenin üstüne binmişken, ‘Gel aşağıya!’ diye çağırsa, gidecek. O kadar!

“—Başüstüne” diyecek, itaat edecek. İtiraz etmeyecek.

Bir kadın kocasından boşanmak istiyor, “Boşanmak istiyorum seninle!” diyor.


Peygamber Efendimiz SAS hadis-i şerifte diyor ki:

“—Kendisi kocasından ayrılmak isteyen kadın cennetin kokusunu duyamaz, cennetin kokusunu bile koklayamaz.” Halbuki cennetin kokusu cennetten çıkar, etrafa yayılır. Karanfil kokusu gibi, gül kokusu gibi, cennetin kokusu beş yüz

191

yıllık mesafeye kadar ulaşırmış. Cennetin dışında, beş yüz yıllık mesafeye kadar, cennetin güzel, namütenahi hoş, güzellikteki kokuları yayılırmış.

Şimdiki zamâne kadınları evden kaçıyor, söz dinlemiyor, kendi başına buyruk, bütçesi ayrı; çocuklara bakmaz, eve bakmaz, kocasına bir hizmeti olmaz, saygısı, sevgisi yok. Bu bizim âdetimiz değil. Bu İslâmî görüş değil. İslam böyle değil. İslâm’da başka türlü. Bunu iyice böylece bilelim.


b. Alimlerin Mürekkebi


İkinci hadis-i şerif. Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-Âs RA’dan İbnü’n-Neccâr rivâyet etmiş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:26



26 İbnü’l-Cevzî, İlelü’l-Mütenâhiyye, c.I, s.80, no:84; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan.

Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.169, no:19136.

192

لَوْ وَزِنَ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ وَدَمُ الشُّهَدَاءِ، لَرَجَّحَ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ عَلٰى دَمِ


الشُّهَدَاءِ (ابن الجوزى فى العلل، وابن النجار عن ابن عمرو)


(Lev vezine midâdü’l-ulemâi ve demü’ş-şühedâi, leracceha midâdü’l-ulemâi alâ demi’ş-şühedâi)

Mürekkep, yazı yazmağa mahsus boya. Hokkanın içine sokuyor diviti, mürekkebe batırıyor, yazıyor. Tekrar sokuyor, yazıyor. Eskiden dolma kalem yoktu, hokka vardı, kamış vardı, tüy vardı, böyle yazılıyordu. Biz de çocukluğumuzda hokka götürdük, getirdik mektebe…

“Âlimlerin mürekkebi şehidlerin kanıyla tartılsaydı, alimin mürekkebi daha kıymetli, daha ağır gelirdi.” diyor, Peygamber Efendimiz.

Âlimin bu kadar kıymeti vardır. İlmin bu kadar değeri vardır. Mürekkebin, yazının, kalemin, defterin, kitabın, ilmin, irfanın İslâm’da bu kadar önemi vardır.


Şehid canını vermiş; başka bir şey kalmadı işte, gitti. Kanları aktı, hayatı söndü, ahirete göçtü. En büyük varlığını veriyor, yani bitiyor artık dünya hayatı. Ama, şehidin kanından, âlimin mürekkebi daha kıymetli oluyor. Neden? Alim, Allah yolunu biliyor. Yani, âlimin kıymeti çok büyük... Alime herkesin sonsuz derecede hürmeti olması lâzım.

Burada çeşitli vesilelerle, her zaman söylüyorum:

“—Din ilimleri, insanın âhiretini kurtarmasına yarayacak bilgiler havadan, sudan, ekmekten, yemekten, yaşamdan, her şeyden daha önemlidir.” diye.

Tabii, o bilgiler alimler tarafından biliniyor ve öğretiliyor. Onun için, ilmin kıymeti en yüksek rütbe İslâm’da... “—Hoca, yaşadın gene sen! Kürsüde kendi lehine gene bir hadis çıktı, onu söylüyorsun!” diyorsunuz şimdi siz.

Sen de çocuğunu alim yetiştir. Biz geldik, geçiyoruz; bu

193

kürsüler boş kalmasın! Avustralya’da, sen çocuğunu alim yetiştir, hâfız yetiştir; Allah’ın dinini bilsin, Arapça, âyet, hadis bilsin! Senden sonrakilere anlatsın, onları doğru yola çeksin! Gayr-i müslimleri müslüman etsin! Müslüman evlâtlarını şaşırtmasın, âhiretlerini kurtaracak bilgileri onlara kazandırsın!


Âhiretin kurtulması parayla ölçülür mü? Bir insanın âhireti kurtulmuşsa... Âhirette cehenneme girmeyecek, cayır cayır yanmayacak, cennete gidecek! Bu parayla ölçülür mü? Yani, parayla, sen dünyada seksen yıl, doksan yıl yaşadın. Biriktirdin, evin barkın, milyonların, milyarların var, “Seni cayır cayır ateşte yakacağız” deseler, ne yaparsın? Hepsini verirsin.

Yani cehennem ehline cehennemden kurtulmak için, teklif etseler, nesi varsa, hepsini vermeğe razı olurdu deniyor. Fakat yok. Allah fidye kabul etmiyor âhirette… Cehenneme girecek; cehenneme giren, kurtuluş yok, yanacak.

Cennete giren de, saadete erecek! Bir insanın cehennemden kurtulmasına, cenneti kazanmasına vesile olduğu için, ilim, irfan, âlim, hoca kıymeti en büyük oluyor. Aklen, mantıken de, belli.


c. Allah’ın Rahmeti ve Gazabı


Üçüncü hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:27


لَوْ يَعْلَمُ الْمُؤْمِنُ مَا عِنْدَ اللََِّّ مِنَ الْعُقُوبَة،ِ مَا طَمِعَ بِجَنَّتِهِ أَحَدٌ؛ وَ




27 Müslim, Sahîh, c.IV, s.2109, no:2755; Tirmizî, Sünen, c.V, s.549, no:3542; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.334, no:8396; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.56, no:345; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.157, no:2879; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.392, no:6507; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.4, no:1000; Bezzâr, Müsned, c.II, s.427, no:8331; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.349, no:5056; İbn-i Ebi’d- Dünyâ, Hüsnü Zanni Bi’llâh, c.I, s.29, no:19; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.265, no:5867; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.175, no;19148; RE. 359/7.

194

لَوْ يَعْلَمُ الْكَافِرُ مَا عِنْدَ اللََِّّ مِنَ الرَّحْمَةِ، مَا قَنَطَ مِنْ جَنَّتِهِ أَحَدٌ


(م . ت . حم . عن أبي هريرة)


ME. 971 (Lev ya’lemü’l-mü’minü mâ inda’llàhi mine’l-ukùbeti, mâ tamia bi-cennetihî ehad; ve lev ya’lemü’l-kâfiru mâ inda’llàhi mine’r-rahmeti, mâ kaneta min cennetihî ehad.) İmam Müslim, İmam Tirmizî ve Ahmed ibn-i Hanbel gibi meşhur, kitapları çok kıymetli hadis alimlerinin rivayet ettiği sahih hadis-i şeriftir. Peygamber SAS Efendimiz ne buyurmuş, bu okuduğumuz hadis-i şerifin mânâsı ne, anlamı nedir:

(Lev ya’lemü’l-mü’min) “Eğer mü’min kul bilseydi, (mâ inda’llàhi mine’l-ukùbeh) Allah’ın âhirette ne cezalarının ne kahrının olduğunu; Allah nasıl ince ince hesaba çekeceğini, bu dünyada günah işleyen insanların âhirette, neler başına geleceğini Allah’ın ne cezaları olduğunu bilseydi; (mâ tamia bi-cennetihî ehad) cennete girmeye hiç kimsenin ümidi kalmazdı.”

“—Ben de cennete girerim, inşâallah ben de cennetlik olurum!” diye hiçbir insan cennete ümit besleyemezdi. Allah’ın kahrının büyüklüğünden dolayı…

Bu bir tehdit… Yani, Allah’ın büyük kahrı var. Azîzün züntikâmdır, mücrimlerden, kâfirlerden, zâlimlerden, gaddarlardan intikam alacak, burnundan getirecek, cezasını verecek; alacak mazlumun âhını…


(Ve lev ya’lemu’l-kâfiru mâ inda’llàhi mine’r-rahmeti) “Kâfir de Allah’ın huzurunda mü’min kulları için nice nice ikramlar, ihsanlar, lütuflar, bağışlar, mükâfatlar, sevimli, tatlı, güzeller güzeli şeyler, rahmetinin eseri olarak neler neler hazırlandığını eğer biliverseydi; (mâ kaneta min cennetihî ehad) o zaman, cennete girmekten hiç kimse ümidini kesmezdi.” Allah’ın rahmetinin çokluğundan dolayı, “Allah’ın rahmeti çok genişmiş, herhalde ben de cennete girerim!” diye, o da ümit ederdi. Allah’ın geniş rahmeti vardır, büyük kahrı vardır!

195

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Allah bizi rahmetine erenlerden, kahrından kurtulanlardan, kahrına uğramayanlardan eylesin!

Bu nasıl olacak? Çok basit… Bir okul talebesi gibiyiz biz. Okul talebesi çalışırsa, sene sonunda nasıl geçiyor? Sen de çalışırsan bu dünyada, Allah’ın emrini tutarsan, yasağından haramından kaçarsan, rahmetine erersin. Çalışmazsan, çalışmayan tembel talebe geçer mi? Hiç çalışmamış, bütün dersler sıfır, müzakereler sıfır, sözlü imtihanlar sıfır, yazılı imtihanlar sıfır, devam sıfır; bu çocuk geçer mi? Tard edilir okuldan… Belge alır gider yani. Hiçbir işe yaramaz. Bu da böyle.

Onun için, elinden geldiğince gayret edecek. Gayret edeceğiz hepimiz, çalışacağız çabalayacağız, ter dökeceğiz, Allah’ın rahmetine ermeğe çalışacağız. Ondan sonra da boynumuzu bükeceğiz. Diyeceğiz ki:

“—Yâ Rabbi! Şu yaptığım ibadetler tâatler çok kusurlu, eksikli; ben de çok kabahatliyim, yüzüm kara; ama rahmetini ümid ediyorum. Lütfet, affet, bağışla!” Neden böyle diyeceğiz? Diyemezdik böyle ama, ayet-i kerimede buyuruyor ki Allah-u Teàlâ Hazretleri:


قُلْ يَاعِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلٰى أَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللََِّّ،


إِنَّ اللََّ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا، إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (الزمر:٣٥)


(Kul yâ ibâdiye’llezîne esrafû alâ enfüsihim) “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! (Lâ taknetù min rahmeti’llâh) Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin!’ (İnna’llàhe yağfiru’z-zünûbe cemîà) Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. (İnnehû hüve’l-gafûru’r-rahîm) Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 39/53)

“Ey nefislerine zulmetmiş olan; hakkı, şerri ayırt edemeyip de günahlara dalmış, kendilerini tehlikeye sokmuş, Allah’ın kahrına

196

uğrayacak duruma düşürmüş, hatalı yollarda yürümüş olan kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” buyruluyor.

“—Ben ayyaştım, sarhoştum, kumarbazdım. Türkiye’de adam öldürdüm, buraya kaçtım geldim. Katildim, hırsızdım.” Ne olursan ol, tevbe ettiysen, hak yola girdiysen, Allah affeder. “Ümit kesmeyin!” diye Allah emrediyor, Kur’an-ı Kerim’de. Her ne olursan ol, ne kadar kusurun çok olursa olsun, Allah affedebilir.

Ama, tevbe ettikten sonra doğru kul ol! Yani, düzeldikten sonra yamulma! Bu tarafa geldikten sonra, geriye düşme! Kurtulduktan sonra, denize tekrar pattadak düşme! Uçuruma tekrar yuvarlanma! İp merdivenden çıktın, tâ uçurumdan yukarısına çıktın, pattadak tekrar aşağıya düştün. Olmaz tabii. Tevbe ettikten sonra, hak yolda yürüdüğün zaman, Allah günahları affeder, rahmetine erdirir.


Rabbimiz cümlemizi, şu mübarek ay hürmetine, günahlardan kurtulanlardan eylesin… Şeytandan yakayı kurtaranlardan, nefsin elinden kurtulanlardan, günahlardan sıyrılanlardan eylesin… Güzel işler, hayırlı işler, sevaplı işler, başka müslümanları sevindirecek tatlı işler, yüz güldürücü, iyilik babından, hayır babından olan şeyler yapmayı nasip eylesin…

Aşkını, şevkini, marifetini, muhabbetini gönlümüze yerleştirsin… Ömrümüzü, Kur’an-ı Kerim yolunda, Peygamber Efendimizin izinde geçirmeyi nasip etsin… Habîb-i Edîbinin sevdiği ümmet olmayı bize nasip etsin… Onun mübarek cemâlini, gül cemâlini rüyalarımızda sık sık görmeyi nasip eylesin…

Ahirette kahrına, gazabına, uğramadan hesabı kolayca görülenlerden, cennete girenlerden, o ebedî, sonsuz güzel nimetlerden, ebedî olarak istifade edenlerden eylesin… Cehenneme düşüp, cayır cayır yanıp, feryad u figân eden, çığlıklar içinde perişan olanlardan etmesin...

Evlâtlarımızı da, müslümanlar eylesin… Rabbimiz kıyamete kadar bizim neslimizden, kâfir, zâlim, hırsız, katil, fâsık getirmesin... Evlâtlarımızı İslâm yolunda pırıl pırıl, bizden daha güzel, daha ileri, daha kıymetli bir şekilde yetiştirmeyi nasip

197

etsin…

Biz vefat ettikten sonra, arkamızda kabrimize nûr yağdıracak evlâtlar bırakmayı nasip eylesin... Kemiklerimizi sızlatacak, kabirde azâbımızı artıracak kötü evlâtlar bırakmamayı, böyle durumlara düşmemeyi nasib etsin…

Huzuruna vardığımız zaman:


يَاأَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ . اِرْجِعِي إِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً


(الفجر: ٢٧-٨٢)


(Yâ eyyetühe’n-nefsü’l-mutmainneh) [Ey mütmain olan nefis, ey huzura kavuşmuş insan! (İrciî ilâ rabbike râdıyeten merdıyyeh.) Sen ondan hoşnut, o da senden hoşnut olarak Rabbine dön!]

(Fecr, 89/27-28) hitâbına mazhar edip, sevdiği, râzı olduğu kullar olarak, cennetine giren, cemâliyle müşerref olanlardan eylesin…

Bi-hürmeti şehr-i ramazân, ve bi-hürmeti’l-kur’an, ve bi- hürmeti esrâr-ı sûreti’l-fâtihah!


23. 03. 1991 - Coburg

Melbourne / AVUSTRALYA

198
11. ŞEHADETİN FAZİLETİ