37. KARDEŞLİKTE ÖNEMLİ NOKTALAR

38. KARDEŞLİĞİN ESASLARI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve üsvetüne’l-haseneti ve tâci ruûsinâ ve tabîb-i kulûbinâ muhammedini’l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d.


a. Küs Durmanın Zararı


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Ebû Hıraş el-Eslemî’nin bize rivayet ettiğine göre Rasûlüllah SAS Efendimiz şöyle buyurmuş:94


مَنْ هَجَرَ أَخَاهُ سَنَةً، فَهُوَ كَسَفْكِ دَمِهِ (حم. خد. د. ك. عن أبي خ راش الأسلمى)


(Men hecera ehàhü seneten, fehüve kesefki demihî) “Kim kardeşinden bir sene küs ve ayrı durursa, sanki onun kanını akıtmış, onu öldürmüş gibidir.” Yani aradan o kadar uzun zaman geçmiş hala barışmamış, dargınlık devam ediyor; sanki onu kesmiş gibidir. Yatırıp onu kıtır kıtır kesmiş gibidir diyelim. Türkçe ancak böyle anlaşılır. Efendimiz böyle teşbih ediyor.



94 Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.71, no:4269; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.220, no:17964; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.146, no:404; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.180, no:7292; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.307, no:779; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.IV, s.577, no:2735; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.272, no:6631; Ebû Hıraş el-Eslemî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.32, no:24788; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.483, no:24078.

615

Daha önce de geçmişti; Peygamber Efendimiz, ısrarla dargın duranların ikisinin de cennete giremeyeceğini ihtar ediyordu. O bakımdan, dargınlıkları izale etmek gerekiyor.


İkinci hadis-i şerif. Eslem kabilesinden bir zat tarafından rivayet edildiği belirtiliyor ki burada isim yok, biraz önceki zat olabilir. Rasûlüllah SAS şöyle buyurmuş:95


هِجْرَةُ الْمُؤْمِنِ سَنَةً ، كَدَمِهِ (خ. في الأدب المفرد عن رجل من أسلم)


(Hicretü’l-mü’mini seneten, kedemihî) “Bir müslümandan bir sene uzak durmak, dargın durmak, semtine uğramamak, sanki onu öldürmek gibidir, kanını akıtmak gibidir.” Bir rivayet de böyle. Senedlerin sağlam olduğunu göstermek için muhtelif rivayetleri getiriliyor.


Diğer hadis-i şerif… İstanbul’da medfun bulunan, Peygamberimizin mihmandarı olan Ebu Eyyûb el-Ensâri Hazretleri rivayet etmiş:96


لاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ، يَلْتَقِيَانِ فَيُعْرِضُ


هَذَا وَيُعْرِضُ هٰذَا، وَخَيرُهُمَا الَّذِي يَبْدَأُ بِالسَّلاَمِ (خ. في الأدب




95 Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.145, no:402; Eslem Kabilesinden bir sahabiden.

96 Buhàrî, Sahîh, c.XIX, s.253, no:5768; Müslim, Sahîh, c.XII, s.417. no:4643; Tirmizî, Sünen, c.VII, s.174, no:1855; Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.67, no:4265; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.416, no:23575; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.147, no:406; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IV, s.144, no:3951; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.V, s.269, no:6618; Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA’dan.

616

المفردعن أبي أيوب الأنصاري )


(Lâ yahillü li-müslimin en yehcüra ehàhü fevka selâsi leyâlin) “Bir müslümanın, bir müslüman kardeşinden üç geceden ziyade küs ve ayrı ve dargın durması helâl olmaz.” Bazı rivayetlerde üç gün diye geçiyordu, burada üç gece diyor.

(Yeltekıyâni feyu’ridu hâzâ ve yu’ridu hâzâ) “Birbirleriyle karşılaşırlar, birisi şu tarafa döner başını, birisi öbür tarafa… (Ve hayruhüme’llezî yebdeü bi’s-selâm) Bunların hayırlısı, küslüğü terk edip karşısındaki kardeşine ilk olarak selâmı verebilendir. Selâmı ilk defa veren, Allah indinde hayırlıdır.” Bir rivayet de Hişam ibn-i Amir’den. Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuş: 97


لاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يُصَارِمَ مُسْلِمًا فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ، فإنَّهُما مَا


صَارَمَا فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ، فَإِنَّهُمَا نَاكِبَانِ عَنِ الْحَقِّ مَا دَامَا عَلَى


صِرَامِهِمَا؛ وَ إِنَّ أَوَّلَهُمَا فَيْئًا، يَكُونُ كَفَّارَةً لَهُ سَبْقُهُ بِالْفَيْءِ؛ وَ


إِنْ هُمَاْ مَاتَا عَلَى صِرَامِهِمَا، لَمْ يَدْخُلاَ الْجَنَّةَ جَمِيعًا (حم . طب. هب. ط. خ. في الأدب المفرد عن هشام بن عامر)



97 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.20, no:16301; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.145, no:402; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.175, no:455; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.V, s.269, no:6620; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.III, s.126, no:1557; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.227, no:1516; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.170, no:1223; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.25, no:24; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.271, no:784; Ebü’ş-şeyh, et-Tevbîh ve’t-Tenbîh, c.I, s.47, no:43; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.128, no:12969; Mizzî, Tehzîbü’l- Kemâl, c.XXX, s.213, no:6580; Hişam ibn-i Âmir el-Ensàrî RA’dan.

Kenzü’Ummâl, c.IX, s.48, no: 24873; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.79, no:17613.

617

(Lâ yahillü li-müslimin en yusàrime müslimen fevka selâsi leyâlin) “Bir müslümanın, öteki müslümana darılıp, üç geceden fazla dargın durması, küs durması helâl olmaz. (Feinnehümâ mâ sâremâ fevka selâsi leyâlin) Bu üç geceden sonra, ikisi dargın oldukları müddetçe, (feinnehümâ nâkibani ani’l-hakkı mâ dâmâ alâ sirâmihimâ) haktan ayrılmışlardır, haktan batıla meyletmişlerdir, haktan yüz çevirmişlerdir.” Demek ki üç gece, bir müddet... Sinirlilikleri, kızgınlıkları geçinceye kadar.

(Ve inne evvelehümâ fey’en, yekûnü keffâraten lehû sebkuhû bi’l-fey’i) “Kim bu dargınlıktan evvelce dönerse, bu davranışı onun günahına keffaret olur, yani affolur. (Ve in hümâ mâtâ alâ sirâmihimâ) Eğer ikisi de bu dargınlık ve küslük üzere ölürlerse, (lem yedhule’l-cennete cemîan) ikisi de cennete giremezler.” Rivayet böyle devam ediyor.


Bu hadis-i şerifleri yazıp çoğaltıverelim. Herkesin, dargınların cebinde bulunsun. Herkes dargın olduğu kimselere göndersin. Bilince, o da belki Allah’tan korkar. Sen bildiğin için dargınlıktan vaz geçmeye razı oluyorsun, bilirse belki o da vazgeçer. Bu sayfaların fotokopisini alalım, “Allah rızası için şunu oku” diye yazalım, adresine postalayalım. Kimin gönderdiği de belli olmasın. Ben de öyle yapayım. Bir tane de benim var, bana selâm vermeyen birisi var. Ben de ona göndereyim inşaallah. “Kurban Bayramınızı tebrik ederim!” diyeyim, bir de bunu zarfın içine koyayım, göndereyim.

(Cemaatten birisi soruyor:)

“—Dargınları barıştırmak için, iki kişi bir araya gelip aralarını bulmaya çalışsa...” Olur. Bazıları onların dargın olduğunu biliyor, araya giriyor ama bazan muvaffak olamıyor. Söylüyor, anlatıyor, ama taraflardan birisi inat ediyor, ısrar ediyor.


b. Bir Hatıra

618

Bir kere Münih’te benim başıma geldi. Epeyce bir ihtilafları olmuş. Ticari bir iş yapmışlar, ayrılmışlar, küsüşmüşler. Birbirleriyle biraz çatışmaları, yumruklaşmaları olmuş. Mahkemelik olmuşlar. Ben bunu duydum, dedim ki:

“—Biz hocalar niye varız? Bizim işimiz ne? O da benim ihvanım, o da benim ihvanım. İkisi de benim kardeşim. Götürün beni şunların mahkemesine.” Kalktık mahkemeye gittik. Daha duruşma başlamadan önce ben bunların yanına gittim, dedim ki:

“—Bu işten vazgeçin. Ben hakem olayım, ben hakim olayım, ben kadı olayım. Beni sevmiyor musunuz, bana razı değil misiniz? Ben hocanızım, ille Alman hakim mi olması lazım? Bana söyleyin, ben hükmedeyim. Mahkemelik olmadınız mı, hükmü ben vereyim. Gelin, benim hükmüme razı olun.” Bir tanesi 6-7 kişilik, diğeri baba-oğul 2-3 kişilik bir grup. 6-7 kişilik gruptakiler dediler ki:

“—Hocam sana canımız feda. Biz kabul ediyoruz, ne hükmedersen razıyız. Kazandırsan da keybettirsen de, lehimize de olsa, aleyhimize de olsa, hükmünü tutacağız.”

Ötekilere dedim ki:

“—Bakın, bunlar benim hakemliğimi kabul etti. Gelin, ayıp oluyor. Bilmem kaç yüz mark mahkemeye harç veriyorlar, avukat masrafları oluyor. Mahkemeler paralı, bedava değil.” Dediler ki:

“—Hocam seni çok seviyoruz, ama sen bu işe girme, aradan çekil.” “—Çekilmeyeyim, elin adamına derdinizi anlatacağınıza, rezil olacağınıza, kendi aranızda bu işi halledelim.” “—Yok…” dediler. Kendi kendime, “Benden vebal gitti” dedim, atladım arabaya, geldim. Sonra sordum, mahkemenin ne olduğunu.


Onlar orada yarım saat, bir saat daha bekleyip duruşmaya çıkmışlar. Hakim gelmiş oturmuş. Adamların mahkemeleri de hoşuma gitti. Hakim oturmuş, bir o tarafa bakmış, bir bu tarafa

619

bakmış. İki taraf da sakallı. İçlerinde sakalsız olan yok.

“—Siz nurlu insanlara benziyorsunuz” demiş. Anlamış, yüzlerinden de belli oluyor. İbadet eden insanın yüzündeki parlaklık hakikaten fark ediliyor. Nurluluk oluyor.

“—Siz iyi insanlara benziyorsunuz. Ne diye mahkemeye düştünüz? Siz sulh olsanız ya. Ben sizin duruşmanızı öğleden sonra üçe, dörte atıyorum, o vakte kadar düşünün, anlaşın, ayıptır.” demiş gitmiş. Sabah ondaki duruşmayı ertelemiş.


Bunlar, hakimin bu teklifi üzerine birbirleriyle konuşmuşlar, görüşmüşler. Aralarında bir meblağ ihtilafı var. Birisi öbür taraftan şu kadar para istiyor, o da diyor ki; “Hayır, o kadar değil!” Birisi üç binde kalıyor, ötekisi on bin istiyor. Üç bin veren yedi bine filan çıkmış ama ötekisi inmemiş. Öğleden sonra olmuş, gene anlaşamamışlar. Gelmiş dörtte duruşmayı açmış, merakla sormuş:

“—Ne oldu?” “—Efendim, biz ilk miktardan vazgeçtik, şu kadar çıktık ama bu razı olmadı.” “—Peki ben aranızda bir rakam söyleyeyim, sekiz olsun (meselâ)” demiş, uzlaştırmak için.


Hoşuma giden tarafı bu. İki tarafı, aynı zamanda küslükten de kurtarmak istemesi hoşuma gitti. Güzel, yumuşak bir şey.

Öğleden sonraya bırakıyor, adaleti kendileri uygulasın istiyor. İş, ille de kavgayla, gürültüyle, ipler koparak olmasın istiyor. Bu hoşuma gitti. Demek ki iyi tahsil görüyorlar.

Ona da “hayır” demişler. Almanlar “No” demiyorlar, “Nayn” diyorlar, ona da “nayn”ı çekmişler baba-oğul tarafı. Hakim de elindeki dosyayı incelemiş, delilleri konuşturmuş, vesikaları al- mış; “—Pekiyi o zaman, adresinize karar bildirilecektir.” demiş. Bizdeki gibi karar yüzüne hemen okunmuyor. O da hoşuma gitti. Bir ay sonra, o baba-oğul tarafına, “Siz hatalısınız!” diye, aleyhlerine hükmolunmuş. Çok zarara uğramışlar. Hem

620

mahkemenin masrafları üzerlerine olmuş, hem bir şey alamamışlar. Hani bazı insan, “Nuh” diyor da “peygamber” demiyor. İnat ediyor, huysuz oluyor.


Biz niye yumuşuyoruz? Biz neden dargınlıktan geçmeye razı oluyoruz? Sekiz senedir dargın olduğumuz insanla, bizi dargınlıktan vazgeçiren ne?

Rasûlüllah SAS Efendimizin hadis-i şerifi ve ihtarı. Cennete giremeyiz diye korktuğumuz için fedakârlığa razı oluyoruz. Bu iş bizim de hoşumuza gitmiyor. Dargın dursak rahat edeceğiz, hoşumuza gidecek.

“—Yüzünü şeytan görsün, defol! Oh be, rahat ettim.” İnsanoğlunun tabiatı böyle, bunlar insanın hoşuna gider. Bize de zor geliyor barışmak ama biz Allah rızası için barışıyoruz. Belki o da Allah rızasını düşünür. Biz de hadisleri okuyalım, ayetleri okuyalım, fotokopisini gönderelim, ihtar olsun. Bizden hatırlatmaca olsun. Selâm vermezse vermez, ona da bir şey diyemeyiz.


Ne deniyordu hadis-i şerifte?

“—Sen selâm verdiğin zaman selâmını almazsa, bir melek selâmının cevabını verir.” Melekler senden tarafta oluyor. Hadis-i şerifte, onun tarafına da şeytanın geçeceği bildirilmişti. O şeytanla arkadaş oluyor, şeytanın tuzağına, avucuna, ağına düşüyor. Sen de meleklerin desteklediği bir insan durumuna yükseliyorsun. Melekler sana dua ediyor, Allah da senin duanı kabul edecektir muhakkak, sen kârdasın.

Biz onun da iyiliğini istediğimiz için, “Oh, iyi olmuş, iyi ki senin selâmını almamış!” diyemiyoruz. Çünkü onun da iyiliğini istiyoruz. Onun da şeytanın tuzağına düşmemesini istediğimizden, ona yazık diye acıdığımızdan, birinin felaketine sevinmek ayıp olduğundan dolayı sevinemiyoruz. Yoksa senin için sevinecek bir durum. Çünkü sen selâm vermişsin, o almamış.

621

Allah rızası için harbe gitmez miyiz? Gideriz. Can vermez miyiz? Veririz. Şehid olmayı istemez miyiz? İsteriz. Gazi olmayı istemez miyiz? İsteriz.

İşte bu da insanın kalbini biraz yaralıyor. Yaralı olarak dönüyorsun. “Es-selâmü aleyküm!” diyorsun, adama suratını mahkeme duvarı gibi asıyor, cevap vermiyor. Ne yapalım?!

İbret almak için gönül gözünün açık olması lâzım! Gönül gözü

açık olmadı mı, göz kör oldu mu, Kur’an-ı Kerim diyor ki:


فَإِنَّهَا لاَ تَعْمَى اْلأَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ

(الحج:٦٤)


(Feinnehâ lâ ta’me’l-ebsàru velâkin ta’me’l-kulûbü’lletî fi’s- sudûr) “Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 22/46)

Böyle diyor Kur’an-ı Kerim. Göz kör olursa Allah-u Teàlâ

cenneti veriyor. Peygamber Efendimiz, bir insanın gözü kör olsa ve sabretse, Allah’ın ona cenneti garanti vereceğini bildiriyor. Ama gönül gözü kör oldu mu, insan cenneti de kaybediyor, herşeyi kaybediyor, ahireti mahvoluyor.

Asıl körlük gönül körlüğü. Gönül körlüğü olunca insan hakkı kabul etmiyor. Seninle alay ediyor, benimle alay ediyor.

“—Bunların ki hayat mı? Bunlar yaşamasını bilmiyor. Bu sofular sabah akşam camiye gidiyorlar, zahmet çekiyorlar. Bunlar yaşamaktan ne anlar?” Böyle diyorlar.

Halbuki biz o yaşamayı onlara öğretiriz. Âlâsını biliriz. Şehid çocuğuyuz, bilmediğimiz bir şey yoktur evvel Allah. Onun bilmediği çok şeyleri biz biliriz ama onda hayır olmadığını bildiğimiz için yapmıyoruz. O bizim tattığımız lezzetleri bilmiyor.

Evliyaullahtan birisi demiş ki:

“—Padişahlar bizim zevklerimizi, bizim nimetlerimizi bilseydi, ordularını toplayıp bize saldırırlardı. Onları almaya çalışırlardı. Ama bilmiyorlar.”

622

c. İki Yüzlü İnsanlar


Diğer hadis-i şerif. Ebû Hüreyre RA’ın rivayet ettiğine göre Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:98


تَجِدُ مِنْ شَرِّ النَّاسِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ اللَِّ ذَا الْوَجْهَيْنِ، الَّذِي يَأْتِي


هٰؤُلاَءِ بِوَجْهٍ ، وَهٰؤُلاَءِ بِوَجْهٍ (خ. حم. عن أبي هريرة)


(Tecidü min şerri’n-nâsi yevme’l-kıyâmeti inda’llàhi ze’lvecheyn) “Kıyamet gününde, Allah katında insanların en şerlisi olarak ikiyüzlü insanı görürsün. (Ellezî ye’tî hâülâi bi-vechin, ve hâülâi bi-vechin) İnsanların kimisine şöyle yüzle giderler, kimisine böyle yüzle...” Orada öyle konuşurlar, burada böyle konuşurlar. Ahlâkı bozuk, ikiyüzlü insan, sana dost görünür, dost değildir; ona dost görünür, dost değildir. Yanar döner, alacalı, iki yüzlü olanlar en kötüleridir. Böyle bildiriliyor. İnsan dobra dobra olmalı, kimseyi aldatmamalı. İçiyle dışıyla bir olmalı, içindekileri rahatlıkla söylemeli.


d. Birbirinize Buğz Etmeyin, Kardeş Olun!


Enes RA’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:99



98 Buhàrî, Sahîh, c.XVIII, s.497, no:5598; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.245, no:7337; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.148, no:409; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.370, no:25974; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.355; Ebû Hüreyre RA’dan.

99 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2253, no:5718; Müslim, Sahîh, c.IV, s.1982, no:2558; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.695, no:4910; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.329, no:1935; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.II, s.907, no:1615; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.199, no:13075; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.476, no:5660; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.144, no:398; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.280,

623

لاَ تَبَاغَضُوا، وَلاَ تَقَاطَعُوا، وَلاَ تَدَابَرُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَكُونُوا


عِبَادَ اللَّ إِخْوَانًا كَمَا أَمَرَكُمُ اللَّ؛ وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ


فَوْقَ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ (مالك، خ. م. ط. حم. ت. عن أنس)


RE. 466/5 (Lâ tebâğadù, ve lâ tekàtaù, ve lâ tedâberû, ve lâ tehàsedû, ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen kemâ emerakümü’llàh, ve lâ yahillü li-müslimin en yehcüra ehàhü fevka selâseti eyyâm.)

Bu da Buhârî, Müslim, Tayâlisî, Ahmed ibn-i Hanbel ve Tirmizî’de Enes RA’dan rivayet edilmiş. Dört şeyi nehyediyor Peygamber Efendimiz:

1. (Lâ tebâğadù) “Birbirlerinize buğz etmeyiniz!” Buğz etmek ne demek, kızmak demek... Birbirlerinize kızgın, gadablı, kindar tavırla buğz etmeyiniz.

2. (Ve lâ tekàtaù) “Birbirinizle alâkaları kesmeyin!” Yâni birbirinizle küsüşüp, darılıp her biriniz bir köşeye çekilmeyin!

3. (Ve lâ tedâberû) “Birbirinize sırt çevirmeyiniz!” Yâni aykırı, muhalif olmak...

4. (Ve lâ tehàsedû) “Birbirinize hased etmeyiniz! Birbirinizin nimetine göz dikip onu kıskanmayınız!” Çünkü hased çok kötü bir şeydir.


(Ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen kemâ emerakümü’llàh) “Allah’ın size Kur’an-ı Kerim’inde emrettiği gibi kardeş olun ey Allah’ın kulları!” diyor. “Ey Allah’ın kulları Allah’ın size emretmiş olduğu gibi kardeş olun!” diyor. Kardeşliği Allah emrediyor.


no:2091 ve 2092; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.252, no:3549 ve 3550; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.215, no:25372; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.268, no:6615; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.232, no:20850; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.III, s.7, no:1694; Hamîdî, Müsned, c.II, s.500, no:1183; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.VIII, s101, no:605; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.2158,no:3157; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.14, no:16086.

624

(Ve lâ yahillü li-müslimin en yahcüra ehàhu fevka selâseti eyyâm) “Bir müslümana, müslüman kardeşine üç günden daha fazla bir müddet için küsüp uzaklaşmak, hicret etmek helâl olmaz.” Üç gün bir bocalama devresi, duygularını yenme devresi olarak bir pay bırakılmış ama, üç günden sonra artık dargınlığı devam ettirmemesi lâzım!


e. Suizandan Sakının!


Ebû Hüreyre RA’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:100


إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ، فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ، وَلاَ تَحَسَّسُوا، وَلا


تَجَسَّسُوا، وَلاَ تَنَافَسُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَلا تَبَاغَضُوا، وَلا


تَدَابَرُوا، وَكُونُوا عِبَادَ اللََِّّ إِخْوَانًا (خ. م. ت. د. حم. عن أبي هريرة)


(İyyâküm ve’z-zan, feinne’z-zanne ekzebü’l-hadîs, ve lâ tehassesû, ve lâ tecessesû, ve lâ tenâfesû, ve lâ tehàsedû, ve lâ tebâğadù, ve lâ tedâberû, ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:



100 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.1976, no: 4849; Müslim, Sahih, c.IV, s.1985, no: 2563; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.356, no:1988; Ebû Dâvud, Sünen, c.IV, s.280, no:4917; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.312, no: 8103; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.VII, s.222, no:8461; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.V, s.295, no: 6702; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.500, no: 5687; Mâlik, Muvatta’, c.II, s.907, no: 1616;

Tayâlisî, Müsned, c.I, s.330, no:2533; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.459, no:392; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.86, no:44026; Keşfü’l-Hafâ, c.1, s.324, no: 867; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.345, no:9778.

625

(İyyâküm ve’z-zan, feinne’z-zanne ekzebü’l-hadîs) “Kötü zandan kendinizi koruyun! Çünkü en yalan söz budur.” Bir insanın aleyhinde kötü şeyler düşünmeye sû-i zan diyoruz.

“—Herhalde şundan yapıyor, bundan yapıyor, galiba maksadı şu...” Ortada belli olan bir şey yok ama kötü yorumla, kötü zanla onun aleyhinde düşünmek. Bunu yapıyoruz, yapmamamız lazım! Allah affetsin. Bu da meşhur büyük kusurlarımızdan birisidir.

Delil olmadan bir kimsenin aleyhinde hükmetmemeli, ona kötü dememeli. Sağlam bir delil varsa, affetmeli. Ancak o zaman söyleyebilir. Yoksa zan ile hareket etmemeli. Çünkü zan insanı çok kandırıyor. Peygamber Efendimiz, “En yalan söz!” diyor.


f. İmâm-ı A’zam’ın Hikâyesi


Bir hikâye var, hoşuma gidiyor, her yerde anlatıyorum:

Birisi, Horasan’dan İmam-ı Azam Efendimiz’in şöhretini duymuş, Kûfe’ye onu ziyarete gelmiş. Hatta ziyaret de değil. Malını mülkünü satmış, akrabasıyla dostlarıyla helalleşmiş; “—Çok alim bir zatmış, gideyim, onun hizmetinde bulunayım! Onun hizmetinde ömrüm geçsin, yanında öleyim, beni o yıkasın, o kabre koysun!” filan diye düşünerek Kûfe’ye gelmiş.

Horasan’dan Kûfe’ye, Türkistan’dan Irak’a gelmiş yani. Kûfe’de sormuş:

“—Burada İmam-ı Azam Ebu Hanife diye meşhur bir zat varmış, onu nerede bulabilirim? Ben onu görmeye geldim.”

Üzerinde yol kıyafeti, çıkını vs. var. Demişler ki:

“—Bak, şu karşında gördüğün adam İmam-ı Azam’dır.” Uzaktan göstermişler. Bu hikâyeyi kitaptan okumadım, kulaktan duydum ama hoşuma gidiyor, her yerde söylüyorum. Kaynağını da bilmiyorum. Şöyle bakmış; kılığı kıyafeti düzgün bir insan. Onun hayalinde, hırpani giyinmiş, yamalı hırkalı, kambur, mütevazi, fakir görünüşlü birisi var. Bakmış muntazam, zengin, temiz, pak giyimli birisi.

“—Allah Allah, halbuki evliya tabakası böyle pek süslü olmaz

626

ama…” gibi düşünmüş, pek hoşuna gitmemiş, hayal kırıklığına uğramış.

Uzaktan “Nereye gidiyor?” diye gözü ile takip etmiş biraz.

İmam-ı Azam çarşıya gitmiş, manava doğru yürümüş. Manavın önündeki küfelerden birer ikişer salkım alıp bakmış. Adam;

“—Haydi çeşni için bir kere helal derler ama, bu adam her küfeden bir iki tane alıyor. İçeri girinceye kadar her müşteri bu kadar alsa salkımlar didik didik olur. Bu adam haramı helâli de hiç düşünmüyor, ince düşünmüyor. Her küfeden atıştırdı, üzerine manavın hakkı geçiyor. Giyimi de güzel, temiz, pak, fiyakalı giyiniyor. Bu benim umduğum gibi bir adam değil, ben bunun yanına gitmeyeyim.” diye düşünmüş.

Böyle biraz daha yürümüş. İmam-ı Azam da manavdan çıkmış. O da ileriye doğru yürümüş bir sokağa girmiş. Sokakta şöyle bir arkasına bakmış ki, sokağın öbür köşesinde İmam-ı Azam çarşaflı bir kadınla öyle samimi, senli benli konuşuyor ki... “—Allah Allah, köşe başlarında kadınlarla sohbet… Bu ne biçim alimlik? En iyisi ben hemen bugün Horasan’a döneyim!” diye düşünmüş. Çünkü üç tane büyük menfi vasfını gördü;

1. Dışını süslemiş,

2. Yediğine içtiğine dikkat etmiyor, beleşten atıştırıyor,

3. Köşe başlarında kadınlarla konuşuyor.


Tam döneceği sırada, sokağın öbür başından İmam-ı Azam, ismi ile ona hitap etmiş! İsmi ile hitap edince kroşe yemiş gibi sarsılmış.

İsmini nereden biliyor? Çünkü Horasan’dan yeni geldi. Burada kimse onu tanımıyor. İsmini bilmesi evliya olduğunu gösteriyor. Bu, bir.

İsmiyle hitap etmiş. O da kös kös gitmiş, tabii.

“—Hoş geldin. Bak, o manav dükkânı benim kendi dükkânım.” Hani, “Şimdi oldun mu mosmor?” derler ya... Oldu tabii. Manav dükkânı kendisinin olunca, küfenin hepsini yese kimse bir şey diyemez, çünkü mal kendisinin.

627

“—Manav dükkânı benim. Her küfeden alıp tatmamın sebebi şu: Adamlarıma ‘Bağdan olgun üzüm koparın, koruk koparmayın, ekşi koparmayın, müşteri memnun olmaz, ticaretimize gölge düşmesin, ticaretimiz helal olsun!’ diye tenbihlemiştim. Bakalım olgun salkımları koparmışlar mı diye kontrol ettim. Bu teftiş, kontrol…”


Allah, Allah. Hem ismini bildi, hem düşüncesini bildi. O üzümlerden koparmasını tenkit ettiğini anladı ve cevabını veriyor. Biraz daha toparlanmış, bozulmuş. İmam-ı Azam devam etmiş:

“—Köşede konuştuğum, benim ailem, eşim, zevcem. Ona, ‘Bu akşam yemek hazırla, Horasan’dan bir misafir getireceğim sana!’ dedim.” Daha da şaşırmış adam.

“—Üzerimdeki elbiselere gelince, Peygamber SAS Hazretleri’nin bir hadis-i şerifi var, buyurmuşlar ki:101


إِنَّ اللََّ تَعَالٰى جَمِيلٌ، يُحِبُّ الْجَمَالَ، وَ يُحِبُّ إِذَا أَنْعَمَ عَلٰى عَـبْدِهِ


نِعْمَةً أَنْ يَرٰى أَثَرَهَا عَلَيْهِ (هناد عن يحيى بن جعدة)


RE. 87/11 (İnna’llàhe teàlâ cemîlün) “Hiç şüphe yok ki yüce Allah güzeldir, (yühibbü’l-cemâl) güzelliği de sever. (Ve yühibbü izâ en’ama alâ abdihî ni’meten, en yerâ eserehâ aleyhi) Ve bir kuluna vermiş olduğu, bahşetmiş olduğu, ihsan etmiş olduğu nimetinin eserinin kulun üzerinde görülmesini, de sever.” Böyle demiş İmam-ı Azam.

Zengin zengince giyinecek, çünkü Allah o nimeti vermiş. Fakir de onun zengin olduğunu bilecek, gidecek, isteyecek. “Allah rızası



101 Hünnâd, Zühd, c.II, s.421, no:826; Yahyâ ibn-i Ca’de Rh.A’ten.

Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.163, no:6201; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.143, no:1067; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.951, no:17191; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.224, no:688; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.13, no:6778.

628

için bir şey ver!” diyebilecek. Yoksa, yamalı hırkayla dolaşmaya kalkarsa, o para vermeye kalkar.

Ben Ankara’da Mamak tarafında bir camide namaz kıldım. Semt biraz gecekondu semti... Yanımda yamalı elbiseli bir adam gördüm, ihtiyar kılıklı, mazlum, yüzü kırışmış. Acıdım, çıkarttım bir para verdim. Bana bir kızdı;

“—Ben zenginim! Ne para veriyorsun bana!” dedi.

Zenginsen zengin gibi giyin. Ne bileyim, ben seni fukara sandım. Giyimi zengin gibi değil. Peygamber Efendimiz:


“—Allah, verdiği nimetin eserini kulu üzerinde görmeyi sever.” diyor. İmam-ı Azam, “Onun için böyle giyindim!” demiş.

Bu hikâye doğru veya yanlış, sağlam veya zayıf, nasıl bir rivayet olursa olsun; İmam-ı Azam veya başka bir evliyaullah hakkında olsun, ne olursa olsun; güzel bir hikâye. Neden?

Sen bir şeyler düşünüyorsun bir insan hakkında. Halbuki sû-i zanda bulunuyorsun. Onun arkasında bir başka sebep var, adam masum, o hareketi sû-i zan edilecek bir şey değilmiş. İşte bunu gösteren bir misal olduğu için çok seviyorum bu hikâyeyi. Soracaksın, delilsiz karar vermeyeceksin. Sana suç gibi görünen şey aslında makul olabilir. Şeriatı bileceksin, neye müsaade edilmiş, neye edilmemiş onu bileceksin.


Sen adamı ayıplıyorsun ama şeriat müsaade etmiş.

“—Niye iki tane kadın aldın?” Şeriat müsaade etmiş, şeriata göre ayıp değil; kimse bir şey diyemez.

İşte bu hikâye sû-i zanda bulunmamak gerektiği hususunda misal olarak aklıma geliyor. Peygamber Efendimiz diyor ki:

“—Sû-i zandan kendinizi koruyun, sakının! Çünkü sû-i zan en yalan sözdür.” İnsanı kandırır. Sû-i zan edersin, “adam şöyle galiba, şundan dolayı yaptı galiba” dersin. Ama ortada fol yok, yumurta yok. Delil yok, ispat yok. Adamı boyarsın, halbuki adamın maksadı hiç de o değildir.

629

g. İnsanların Ayıplarını Araştırmayın!


Hadis-i şerife devam edelim:


وَلاَ تَحَسَّسُوا، وَلا تَجَسَّسُوا، وَلاَ تَنَافَسُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَلا


تَبَاغَضُوا، وَلا تَدَابَرُوا، وَكُونُوا عِبَادَ اللََِّّ إِخْوَانًا.


(Ve lâ tehassesû) “Birbirinizin eksikliğini görmeğe ve işitmeye çalışmayın! (Ve lâ tecessesû) Biribirinizin, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayın!” (Ve lâ tenâfesû) “Bir de almayacağınız bir malı, alıcıyı zarara sokmak için arttırmayın!” Alışveriş yapıyorsun, malını doğru söyle. Malının kusurunu bildir, aldatma. Bozuk, sakat, kötü bir malı “Bu çok güzeldir” diye verme. Birbirinizi aldatmayın.

(Ve lâ tehàsedû) “Birbirinize hased de etmeyin!” Allah ona nimet vermiş, kıskanma. Sana da versin . Kıskanmak, hased etmek doğru değil.

(Ve lâ tebâğadù) “Birbirinize buğzetmeyin, kızmayın!” “—Nasıl kızmayacağız? Buğz, düşmanlık insanın içinden gelen bir duygudur.”

Önleyeceksin, güzel taraflarını görmeye çalışacaksın, sevmeye çalışacaksın.


Hoşuma giden bir söz var, edebiyatçının birisi diyor ki:

“—Gülün dikenlerini görüp tenkit edeceğine, dikenli bir çalının gül gibi bir çiçek açtığını düşün, takdir et!” Bakışa göre değişiyor.

“—Bunun niye dikenleri var?”

Sen o tarafına bakma, bak işte dikenli bir çalı ne kadar güzel bir çiçek açıyor. Allah Allah! Dikenli çalı ama dünyanın en güzel çiçeğini açıyor.

Bakışa göre değişir. Güzel bakarsan hoş götürsün, iyi tarafını

630

görürsün.

Bakışa göre durumun değiştiğini gösteren bir hikâye daha. Bu da hoşuma giden hikâyelerdendir:


Padişahın biri bir rüya görmüş. Biraz karma karışık bir rüya. Demiş ki:

“—Bana rüya tabircisi, alim bir adam bulun. Bir rüya gördüm telaşlandım.” Bir alim getirmişler. “Hayır olsun padişahım!” diye dinlemiş, dinlemiş, dinlemiş.

“—Çok fena padişahım. Sen, karının ölümünü göreceksin, çocuğunun ölümünü göreceksin, babanın ölümünü göreceksin, ananın ölümünü göreceksin...” derken padişah bağırmış:

“—Sus, şom ağızlı. Atın bunu dışarıya!” Onu yaka paça götürmüşler.

“—Bana arif, kâmil, zarif bir insan getirin. Bunu nereden buldunuz?” demiş.

Gitmişler, araştırmışlar. Hakikaten, ak sakallı, ihtiyar bir zat-ı muhterem getirmişler. Padişah gördüğü aynı karmaşık rüyayı anlatmış. O zat-ı muhterem şöyle bir sakalını sıvazlamış.

“—Maşaallah, maşaallah, maşaallah padişahım! Siz, karınızdan daha çok yaşayacaksınız, oğlunuzdan daha çok yaşayacaksınız, ananızdan daha çok yaşayacaksınız, babanızdan daha çok yaşayacaksınız.” demiş.

Aynı şeyi söylüyor. “Daha çok yaşayacak!” ne demek? Ötekilerin öldüğünü görmek demek… Ama söyleyiş tarzı ne kadar değiştiriyor. Padişah ona bir şey dememiş.


Hased yok, sû-i zan yok. Hadis-i şerife devam edelim:

(Ve lâ tedâberû) “Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyin! Küsüp de birbirinize sırt çevirmeyin! (Ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen) “Ey Allah’ın kulları, biribirinizle samimi kardeş olun!” Dinin sosyal yönü bu. Din bize, “Namaz kılın, oruç tutun!” diyor ama bu da sosyal yönü… Biz müslüman olduk, nasıl olacağız? Tatlı dilli olacağız, güleç

631

yüzlü olacağız, geçimli olacağız, muhabbetli olacağız, yardım sever olacağız, fedakâr olacağız. Yanımıza gelen yüzü güleç ayrılacak, memnun ayrılacak. Biz nümune olacağız, biz söylemesek de başkası görecek.

Almanya’da Almanlar bizim kardeşlerimize diyorlarmış ki:

“—Biz sizin komşuluğunuza, muhabbetinize hayret ediyoruz, hayran oluyoruz. Bizim Almanların arasında bu yoktur. Biz birbirimize soğuğuz. Ne kadar güzel, sıcak, yakınsınız; yardımlaşıyorsunuz, hediyeleşiyorsunuz.”

Bazıları Almanlarla ahbaplık etmiyormuş, gelip bizimkilerle ahbaplık ediyormuş. Herkes güzeli fark ediyor. Demek ki, biz Al- lah’ın emrettiği İslami ahlâka sahip olsak, İslam’ı daha iyi göstermiş olacağız. Başkalarının İslâm’a ısınmasına, İslâm’a girmesine vesile olacağız. Ama biz o güzel ahlâkı gösteremeyince, bazıları da bizden dolayı İslâm’dan kaçıyor.

Burada müslüman olmuş birisi; babası Aborojin’miş, annesi Avustralyalı imiş. Böyle bir kız evlat müslüman olmuş. Bizim Türk kadınlar, “Başını aç!” diye baskıya başlamışlar.

“—Açmayacağım, siz yanlış yoldasınız!” demiş.

O böyle diyebilmiş ama bizimkilerin haline bak. “Aç başını…” diye ters baskı yapıyorlar. Allah ıslah etsin… Allah ahlâkımızı güzel etsin… Dinimizi öğrenip Allah’ın rızasını, Peygamber Efendimiz’in sevgisini, şefaatini kazanmayı nasip eylesin… Huzuru izzetine, sevdiği, razı olduğu kulları olarak varmamızı nasib eylesin… Bi-hürmeti esrarı sûreti’1-fâtihah!..


31. 05. 1991 - Melbourne

632
39. ÖNEMLİ OLAN AHİRET!