12. KARDEŞLERİME BİR KAVUŞSAYDIM!

13. İLİM ve HİKMETİN DEĞERİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Senedinâ ve mededinâ muhammedini’l-mustafâ… Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d. Fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:32


كَلِمَةُ حِكْمَةٍ يَسْمَعُهَا الرَّجُلُ، خَيْرٌ لهُ مِن عِبَادَةِ سَنَةٍ، وَالْجُلُوسُ


سَاعَةً عِنْدَ مُذَاكَرَةِ الْعِلمِ، خَيْرٌ مِنْ عِتْقِ رَقَبَةٍ (الديلمي عن أبي

هريرة)


(Kelimetü hikmetin yesmeuha’r-raculü, hayrün lehû min ibâdeti senetin, ve’l-cülûsü sâaten inde müzâkereti’l-ilmi, hayrün min itkı rakabetin) Revâhü’d-deylemî an ebî hüreyrete radıya’llàhu anhü. Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Ebu Hüreyre RA’dan rivayet ettiği ve Deylemî isimli hadis aliminin de kitabına kaydettiğine göre, Peygamber SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:

(Kelimetü hikmetin yesmeuha’r-raculü, hayrun lehû min ibâdeti senetin) “Adamın, dinlemiş olduğu, işitmiş olduğu hikmetli bir söz, onun için, bir senelik ibadetten daha kıymetli ve hayırlıdır. (Ve’l-cülûsü sâaten inde müzâkereti’l-ilmi) Bir ilim meclisinde, ilmî bir konu açıklanır, dinlenir konuşulurken, orada oturmak, dinlemek, bulunmak; (Hayrun min itkı rakabetin) bir köle âzâd etmekten daha sevaplıdır.”



32 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.177, no:28923; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.128, no:2000; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.389, no:15772.

231

Bu hadis-i şerif, İslâm’ın ilme, hikmete vermiş olduğu büyük kıymeti bildiren; Allah’ın ilme ve hikmet ile uğraşmaya bahşettiği büyük ecirlerin, mükâfatın habercisi olan yüzlerce hadis-i şeriften bir tanesidir. Bu konuda o kadar çok hadis-i şerif, o kadar kuvvetli teşvikler vardır ki, onları okuyunca, bütün öteki işleri bırakıp, hemen ilim yoluna girme arzusu doğar insanın içine. Başka her şeyi bırakacak gibi olur.


a. Rütbelerin En Yükseği


Rütbelerin en yükseği ilim rütbesidir. Sevapların en büyüğü de bilimsel çalışmaya, ilme yönelik çalışmaya verilen sevaptır. Biraz garip gelir insana, der ki:

“—Bir insan sabahtan akşama kadar çalışıyor ter döküyor, öteki ‘insan da oturduğu yerde bir kitap okuyor veya okunan bir kitabı dinliyor veya bir bölümü öğreniyor o kadar.”

232

Hani bizim Anadolu’da bir tabir vardır. Birisi, basit bir iş yaptığı ve şikâyetlendiği zaman derler:

“—Taş attın da, kolun mu yoruldu, mübarek?” Yani, nedir yaptığın iş? Basit bir iş yaptın!” demek isterler.


Tabiî, bu basit mantıkla, sade bir görünüşle, böyle gibi görünür ama, bin dört yüz yıl önceden İslâm’ın ilme önem vermesi, en isabetli şeydir. Net olarak görüyoruz ki, tüm ilerlemeler ilimle oluyor. Tüm kazançlar da ilimle oluyor. Coğrafî keşifler, ilimle milletlere çok büyük kazançlar sağlamıştır. Savaşlar, bulunan modern silahlarla, düşmanı pes ettirmeğe yarıyor. Yani, haberleşme araçları, uydular, füzeler; Körfez savaşında gördünüz ne kadar önemli. Devletlerin perişan olmasına, yenilmesine, şehirlerin harap olmasına nasıl sebep oluyor.

İngiltere’de yapılan bir üniversite araştırmasında, ilim adamları şunu ortaya koymuşlar: Senin yanında paran var, bu paranı bir kârlı işe yatıracaksın; acaba bu parayla ticaret mi yapsan daha çok kazanırsın? Yoksa ziraat mı, imâlât mı, yapsan daha çok kazanırsın? Para hangi sahaya yatırılırsa en çok kâr getirir, rantabl olur, kârlı kazançlı olur? Bilim adamlarının incelemeler sonunda vardıkları kesin sonuç şu: İlme yapılan yatırım, en büyük kârı sağlar.

Bir fabrika; otomobil fabrikası, teyp, alet edevat fabrikası, gelirinin bir bölümünü araştırmaya ayırıyor. Kendi sahasında bilimsel araştırma yapıyor. Kendi mamulünü geliştiriyor, yeni buluşlarını ortaya koyuyor; yeni bir şey ortaya koyuyor, herkes onu alıyor. Tabii o fabrika öteki fabrikaları geçiyor. Böylece ne oluyor? En kazançlı yatırım, ilim sahasına yapılan yatırım oluyor.

Bir laboratuvar kuruyorsun, günde şu kadar para geliyor; bir profesörü oraya tayin ediyorsun, şu kadar yüksek maaş veriyorsun; bir danışman getiriyorsun, günlüğüne şu kadar veriyorsun, şu kadar danışma ücreti istiyor. Olsun. Ama o profesör öyle bir şey söylüyor ki, sonunda daha fazla kâr ediliyor.

İşte İslâm bunu on dört asır önce, bin dört yüz küsur yıl önce ortaya koymuş ve hiç ilmin kıymetinin bilinmediği ortamda bu

233

sözleri söylemiş. Yeniliği orada getirmiş. Eskilerin bilemeyeceği, hatırından geçmeyen şey olarak söylemiş bunları.


b. Hikmetin Değeri


Hikmet sözü geçti, bu hadis-i şerifte. Bir kimsenin dinlediği hikmetli bir söz, bir sene ibadetten daha hayırlı oluyor. Bir ilim meclisinde oturup ta, bir İlmî konuyu dinlemesi, öğrenmesi, bir köle âzâd etmekten daha hayırlı, daha kıymetli oluyor.

Hikmet ne demek? Onu biraz açıklayalım: Ayet-i kerimede ve hadis-i şeriflerde, hikmet çok medhediliyor. Meselâ, medhine dair bir âyet-i kerîme söyleyeyim size.


وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا (البقرة:٩٦٢)


(Ve men yü’te’l-hikmete fekad ûtiye hayran kesîrâ) [Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.] (Bakara, 2/269)

Hangi insana hikmet bahşedilmişse, Allah onu hikmet sahibi bir insan yapmışsa, kafası, kalbi, gönlü hikmet doluysa, ona çok büyük hayır, ikrâm yapılmış demektir diyor. Yani çok kıymetli bir şey…

Hikmet, mânâ olarak hükmetmek sözü ile ilgili. Yani, iki kişi arasında hakem oluyorsun, hükmediyorsun, bir hüküm veriyorsun.

Futbolda ne oluyor? Bir karambol oluyor. Kim haklı? Hangi takım cezayı yiyecek? Hakem karar veriyor. Hükmediyor, yani penaltı, ofsayt, çift vuruş, bilmem ne, diye... (Yanlış söylemiyorum herhalde) Böyle hükmediyor değil mi? Hüküm. Akla ve dine en uygun kararları, hükümleri, fikirleri üretebilme, verebilme melekesi.

Peygamber Efendimiz SAS Hazretlerini biliyorsunuz. Hayatını dinlemişsinizdir. Peygamber Efendimiz’in iftiharla söylenilen bir vasfı, ümmîliğidir. Peygamber Efendimiz ümmîdir.

234

ََاللَّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النَّبِ يِّ اْلأُمِّيِّ وَعَلٰى آلِهِ وَصَحْ بِهِ وَسَلِّمْ


(Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammedini’n-nebiyyi’l- ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim) diye salât ü selâmlarımızda da, o sıfatını söylüyoruz.

Ümmî ne demek? Anneden doğduğu gibi, ayrı bir tahsil görmemiş demek veya bir rivayete göre kendisine daha önce peygamber gönderilmemiş, kitap gönderilmemiş ümmet demek. Bir başka rivayete göre de, Mekke’nin adı Ümmü’l-Kurâ idi, oraya mensup demek oluyor.

Ama, biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz, yazı yazmazdı. Yazmaya ait bilgisi yoktu, okumaya ait bilgisi yoktu. Eski kültürlerle, ilgisi yoktu. Yetim olarak, ilmin olmadığı bir bölgede, eski kültürlerin erişemediği bir çöl mıntıkasında büyüdü. Ama, bütün eski kültürleri tenkid eden, eskiden haber veren, gelecekten haber veren, son derece güzel olan ve yüzlerce cilt kitaplara sığmayan, fikirler üretti. Fikirler ortaya koydu.

Biz de size, akşamları bir tabağın içine kaymaklı baklavayı koyup da, sunmak gibi birer ikişer sunuyoruz ama; işte onların hepsini yöneten bir ümmî şahıs düşünün. Başarının büyüklüğünü anlamak için şartları düşünmek lâzım.


Meselâ, bugünün bir insanını düşünelim; Amerika’da okumuş, Merryland Üniversitesini bitirmiş, falanca yerde doktora yapmış; orayı görmüş, burayı görmüş, insan o zaman yadırgamaz, biraz bir şeyler bilirse. Ama, çölde, öksüz, yetim; yetiştiği muhitte kitap yok, okuma yazma bilen, eski kültürleri bilen yok; böyle bir muhitten bir güneş doğuyor, bir nûr çıkıyor ki, emsalsiz bir nûr; öyle şeyler söylüyor ki, hepsi hikmetli ve öyle hükümler veriliyor ki, hepsi akla, dine ve gönle, kalbe uygun.

Yani hikmet sahibi bir insan. Kim? En büyük nümûnesi kim? Peygamber SAS Efendimiz. Ümmî bir yetim, Bir yetim, ama, yüzlerce cıldlere sahip kitaplar, bir tanesi bir vaazın konusunu

235

teşkil eden sözler, inciler, elmaslar, pırlantalar üretebilmiş bir beyin, bir gönül neden oluyor? Allah, kendisine hikmet kabiliyeti verdiğinden oluyor.


وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا (البقرة:٩٦٢)


(Ve men yü’te’l-hikmete fekad ûtiye hayran kesîrâ) Kime, hikmet verilmişse, çok kıymetli bağış ve ikramda bulunulmuş demektir.” (Bakara, 2/269) İşte, Peygamber Efendimiz’e böylesi verilmiş.

Peygamber Efendimize, bir Kur’ân verilmiş ve bir de, Kur’ân’ın misli, Kur’ân’ın açıklayıcısı, o kadar kıymetli olan hadis verilmiş. Yani, söz, ehâdîs-i şerife, sünnet-i seniyyeye verilmiş. O da gene Allah’ın vergisi. Kur’ân da Allah’ın vergisi, vahyi; hadis-i şerifler de, Allah’ın Peygamber Efendimize verdiği hikmetin eseri.

Şimdi böyle bir hikmeti, böyle bir vecizeyi, bir atasözünü, böyle bir hayat üslûbunu, bir ömrün sonunda bir yaşlı- başlı olgun bir yetişkinin ancak söyleyebileceği bu sözü, dinleyince, hayatı değişir insanın, ufku değişir; o nasîhata göre bir hareket eder, başka bir insan olur. Değişir; birden değişir.


c. İnsanın Acizliği


Bir arkadaş anlatıyor: Belinde çifte tabanca, Ağa Câmii’nin arkasında, o Beyoğlu’nun, en batakhane, külhanbeylerinin dolaştığı yerinde giderken, camide hoca efendi vaaz ediyormuş. Kul hüva’llàhü ehad Sûresi’nin, tefsirini anlatıyor:


قُلْ هُوَ اللَُّ أَحَدٌ. اللَُّ الصَّمَدُ. لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ. وَلَمْ يَكُنْ لَ هُ


كُفُوًا أَحَدٌ (الإخلاص: ١-٤)


(Kul hüva’llàhu ehad) “De ki ey Rasûlüm; ey mü’min ve

236

imanlılar, deyin ki: O Allah bir tektir; onun şeriki, nazîri yoktur. Tek, yegâne güç kuvvet sahibi, Rabbü’l-àlemîn…

(Allahu’s-samed) Her mahlûka ihtiyacını veren, muhtaç olduğu ihtiyaçları karşılayan, yaratan, yaşatan, her varlığın varlığını devam ettiren odur, sameddir. O vermese, hiç bir şey olmaz. ‘Ol!’ derse, her şey olur; ‘Olma!’ derse, her şey mahvolur.

(Lem yelid ve lem yûled) Ne onun çocuğu olmuştur, ne de o birisinin çocuğudur. Doğurmamıştır, doğmamıştır. (Ve lem yekûn lehû küfüven ehad) Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs, 112/1-4)


Vaazda diyormuş ki hocaefendi:

“—Ey kabadayılar, ey külhanbeyleri! Haydi bakalım, yüz numaraya gitmeyin, göreyim sizi? O kadar kabadayıysan bir becer bakalım, bir gün gitme bakalım? İki gün gitme yüz numaraya, mümkün mü? Ey kabadayılar! Haydi bakalım, elinizden geliyorsa şunu yapmayın, bunu yapmayın!”

237

Ama Allah söylettiriyor tabii. O hikmetli sözleri de vaize söylettiren Allah. Diğer tarafta da, bir külhanbeyi iki yanında, arkasında fedaileri olduğu halde gidiyormuş. Çete reislerinin düşmanları da çok olduğu için, daima böyle tedbirli gezerler.

Kafasına, gönlüne işliyor bu sözler.

“—Yaa, ben bu kadar kuvvetli sanıyordum kendimi, ama ben Allah’ın aciz bir kuluyum, Allah’a muhtacım. Çiş yapmamaya bile gücüm yetmiyor, yani en basit bir şey olduğu halde.” diyor.


Haydi bakalım, basit bir şey. Ne yapmaya gücü yeter, ne yapmamaya… Prostat hastalığı oluyor, küçük abdestini yapamıyor. Doktorlara gidiyor, kıvranıyor, sonda yapıyorlar, ilaçlar veriyorlar; ameliyatlar başarılı, başarısız. Yapmak istese de elinde değil, yapmamak istese de elinde değil.

Neresine güveniyor, bu insanoğlu? Acizliği âşikâr… Burnu tıkandığı zaman hasta olur. Nezle olsa, hasta olur. Burnu kurusa, boğazı kurusa hasta olur. Tıkansa hasta, açılsa hasta olur. Bu insanın nesi var?

Külhanbeyi gitmiş oturmuş, sözler yüreğine kurşun gibi işlemiş. Tabancalarını çıkartmış, “Bu senin olsun, bu da senin olsun!” demiş. Her şeyini bırakmış, bir tevbe etmiş, hak yola girmiş.

Bak, hayatı değiştiriyor. Bir hikmetli söz, muhterem kardeşlerim, hayatı değiştiriyor. İnsanın ufkunu, hayattaki faaliyet tarzını değiştirir. Tabancayla, yumrukla, tehditle, haraçla, geçinen bir insan, bir tevbe ediyor, tevbekâr insan oluyor. Karısı kapanıyor, tesbihli insan oluyor. Hocalarla oturan kalkan, sohbet eden bir insan oluyor. Buyur, bu nereden oluyor? Hikmetten. İşte bu olayları düşüneceksiniz.

Peygamber SAS buyuruyor ki:

“—Bir insanın oturup ta dinlediği bir hikmetli söz, bir senelik ibadetten hayırlıdır.”

Bir senelik değil, altmış senelik ibadetten hayırlı. Yani, Efendimiz’in sözüne söz söyleyecek değiliz ama, bu adamın hayatı kurtuldu. Altmış senesi boşa gitmişti; hayatı değişti, kurtuldu.

238

Onun için, hikmet çok önemlidir.

Tabii, hikmetin en büyüğü peygamberlere verilmiştir. Peygamber Efendimiz’e verilmiştir. Onun hadis-i şerifleri, onun hayatı, davranışları, tavsiyeleri, nasihatleri çok önemli. Bunları bir müslümanın bilmesi, hayatını ona göre sürdürmesi lâzım!


d. İlim Meclisinde Oturmak


Aynı konuyu takviye için, bakın Peygamber Efendimiz ne buyuruyor?

(Ve’l-cülûsü saaten inde müzâkereti’l-ilm) “İlmî meselenin konuşulduğu bir toplantıda, bir mecliste, bir insanın oturup, onu dinlemesi; isterse sadece dinleyici olarak, isterse müzakereci olarak… Hani konferanslar veriliyor, sempozyumlar yapılıyor da, kimisi tebliğ sunuyor, konuşmacı oluyor; kimisi de dinleyici olarak gidiyor. Bir köle âzâd etmekten daha hayırlıdır, çok sevaplıdır.

Muhterem kardeşlerim! İlim, çok sevaplıdır. İlimden bir bahis öğrenmek çok sevaplıdır. Bir insanın, sabahleyin bir ilim meclisine gitmesi, akşamleyin bir ilim meclisine gelmesi, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır. Gökte melekler, yerde böcekler, denizde balıklar, böyle ilme koşan, ilme giden, ilme çalışan insana dua eder. Senin haberin olmaz.


Ben bir köye gittim, bir hasta ziyaret ettim. Ben onu on senede, beş senede bir ziyaret eden bir insanım. Çok yakınımız da değil. Gözlerim yaşardı.

“—Ah ben sana her zaman, hiç unutmam, hep sana dua ederim.” diyor.

Meğer kimlerin duası hürmetine, ne oluyor bilmiyoruz ki. Allah, bir kere hastanın duasını kabul eder. Hasta oradan, yattığı yerden bize dua ediyormuş. Hani, bizim bir şeyden haberimiz yok. Yani, ekmeği nereden yediğimizi, lütfa nereden erdiğimizi, Allah gösteriyor işte. Nereden nereye, neler oluyor?


Denizdeki balıklar dua ediyor insana. Uçan kuşlar dua ediyor.

239

Sabahleyin, biz burada Kur’ân okuyoruz, şuraya kuşlar geliyor, cıvıl cıvıl ötüyor. Kuş mudur, melek midir? Allah bilir. Sen kuş olarak görüyorsun. Ama işin üç yüzünü Allah bilir. Kâinattaki bütün varlıkları O biliyor.

Peygamber Efendimizin mektubunu almış sahabeden birisi;

“—Al bunu, falanca yere götür! Benim mesajımı ilet, falanca ülkeye…” Çıkmış yola, çölleri geçecek, atlı veya atsız, oraya varacak o şahıs. Yolda bir kükreme, bir arslan... Üzerine doğru geliyor, çölde karnı acıkmış. Arslan avı yakaladı mı durur mu? Ne yapsın bu adam? Arslanla uğraşacak hali de yok; demiş ki:

“—Sen de Allah’ın kulusun, ben de Allah’ın kuluyum. Benim Rasûlüllah’ın mektubunu bir yere ulaştırmam lâzım. Anlıyorsan bana dokunma!”

Ne desin, başka diyecek bir şey yok ki. Dokunursa dokunur yiyecekse yer; bilemeyiz ki. Kedi tuttu mu, fareyi yer, kuşu yer. Kitaplar şöyle yazıyor: Önünde çömeldi arslan, gözlerinden yaşlar döküldü, döndü gitti. Çünkü o da Allah’ın kulu. Yani, insan Allah’ın sevgili kulu olunca, arslanlar insana mutî olur. Kuşlar insana hizmet eder. Balıklar hizmet eder. Masal mı bunlar? Hayır. Ben teknik tahsil

de yapmış bir insanım. Ben teknik okullarda da hocalık yapmış bir insanım. Masal değil, ama işin aslı böyle. Sen de denersen, belki sen de anlarsın.


Padişahlığı bırakmış, İbrâhim ibn-i Edhem Hazretleri, saltanatı bırakmış ama, Allah için bırakmış. Yani, ilim yolunda bırakmış. “İlim öğreneyim, irfan öğreneyim, Allah’ın yolunu öğreneyim, Allah’ın rızasını kazanma yolunu öğreneyim, cenneti kazanayım, cehenneme düşmeyeyim” diye, padişahlığı da bırakmış. Belh şehrini terk etmiş; sarayı, hâzineyi terk etmiş, yamalı elbise giyen, günlük çalışmalarıyla kazancını sağlayan, günlük kazancını kendisi yiyemeyen, arkadaşlarına ikram eden bir hayat sürmeğe başlamış.

Güneşli bir havada Dicle nehrinin kenarına oturmuş elbisesine

240

yama yapıyormuş; birisi de bakmış oradan geçerken:

“—Es-selâmü aleyküm.” “—Ve aleyküm selâm.” Hey! Bir zamanın padişahı, üzerinden hırkayı çıkartmış kolunu yamıyor, üstü çıplak, güneşin altında, nehir kenarında; acımış adam. Dokunmuş adama. O eski halini ve yeni halini bilen bir insana dokunur. Demiş: “—Yahu, ya İbrâhim ibn-i Edhem! O padişahlığı bıraktın. Yine mümin bir padişah olarak, padişah kalsaydın! O padişahlığı, o imkânları bıraktın, bak şu hallere düştün. Niye yaptın bunu?” Böyle sorunca, İbrâhim ibn-i Edhem adamın yüzüne şöyle bir bakmış, elindeki yama yaptığı, ipliği taktığı iğneyi, Dicle’ye atmış.

“—Balıklar! Şu benim attığını iğneyi getirin!” demiş.

Biraz sonra, bir balık ağzında iğne, oraya gelmiş. Almış iğneyi, tekrar dikmeğe başlamış.

Olmuş mudur bu şey? Ben olduğuna inanıyorum. Olmuştur, olabilir. Misalleri zamanımızda da eksik değil. İnsan Allah’ın sevgili kulu olursa, Allah arslanları, kuşları her şeyi ona yardımcı yapar.


Peygamber Efendimiz’in, azılı düşmanlarından birisinin oğlu, Peygamber Efendimiz ibadet ederken namaz kıldığı yere çöp döküyor; başına işkembe koyuyor vs. Kitaplarda yazılıdır. Böyle şeyler var. Efendimiz çok üzüldü yapılan şeylerden, tâcizâttan;

“—Allah sana kendi canavarlarından birisini musallat etsin!” dedi ona.

Babası kâfir, kendisi kâfir; babası müşrik, kendisi müşrik. Yapanın babası da müşrik ama, inadından müşrik. Peygamber Efendimizin dediğinin bir zararı olacağını da biliyor.

“—Eyvah, bizim oğlan hapı yuttu.” demiş.

Çünkü; “Ya Rabbi, bunun yaptığı bu edepsizlikten dolayı, sen, senin canavarlarından birisini buna musallat et!” diye, beddua etmiş Peygamber Efendimiz.

“—Eyvah, Muhammed beddua etti.” Biliyor baba, işin farkında. Eee biliyorsan inansana, be aptal

241

adam! Hem inanmıyor, hem de hak olduğunu biliyor; hem de öyle beddua edince, başına bir belâ geleceğini biliyor.

Tarih kitapları yazıyor ki: “Peygamberimizin beddua ettiği kişinin bulunduğu kimseler bir seyahat esnasında, bir yerde, bir kenarda kamp yapmışlar; herkes yatmış. Bir arslan gelmiş, bütün eşyaları, herkesi koklamış, koklamış, koklamış; gitmiş onu parçalamış, yemiş, gitmiş.” Neden? Peygamber Efendimiz beddua etti de, ondan.


Sen ona arslan deme! Hayvanlar, insanlardan Allah’a daha itaatli. İnsanlar güya eşref-i mahlûkât ama Allah’a itaat etmeyince hayvandan aşağı oluyor; çünkü Allah’a itaat etmiyor. Hayvan Allah’ın emrettiğini yapar. Olur böyle şeyler, olmaz değil. Belki senin hayatında da olabilir; benim hayatımda da olabilir. Belki olmuştur da, mümkündür.

Neden? Çeşitli yollarla anlatmak gerekirse şöyle anlatayım: Bir eve girdin, evin azılı köpeği var, yemiş pirzolaları, olmuş eşek kadar, koca bir it (dog), “Hırrr!” dedi saldırdı. Ne yaparsın?

242

Mücadele edemezsin, Bulldog köpeği çenesi kerpeten gibi. Bileğine yapışsa bileğini koparacak. Bacağına, buduna yapışsa budundan bir parça alacak. Masaldaki padişahın oğlunun budu gibi değil ki, sonradan yapıştırasın. Ne yaparsın?

Sahibine seslenirsin. O kadar basit. “Şu köpeğini çağır!” dersin. Sahibi ne yapar? “Gel buraya!” der. O da ona kuyruk sallayarak gider. Seni ısırmaktan vazgeçer.

Sen, Kâinatın sahibine, Kâinat’ın yaratıcısı olan, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne, kul olursan, ona itaat edersen, onu dinlersen, onun kulu olursan, ona yalvarırsan, ondan istersen, ona sığınırsan Allah seni mahrum bırakır mı? Bırakmaz. Bu kadar basit bu mantık, o kadar kolay.


Şimdiye kadarki hayatında hiç Allah’a sığınmadın mı? İstedin de Allah vermedi mi? Kaç defa? Sayısız defalar. Kaç defa olmuştur. Talebelik hayatında olmuştur, “Aman yâ Rab, bu imtihanda bildiğim soruları getirt bana!” deyip, istemişsindir böyle. “Bu imtihanda, yâ Rabbî, hep bana bildiğim soruları çıkart!” Kitaptan üç tane bildiğin yer vardır, öğretmen ağzını açar, şıp birisini, şıp ötekisini, şıp ötekisini sorar. Neden öyle? Onun elinde bir şey yok ki; sen Allah’a ilticâ ettin. Allah sevdi, Allah ona onu sordurttu.

“—Afferin, çok çalışkanmışsın sen; al sana on!” “—Çalışkan değil, dördüncü şeyi sorsan bilemeyecek hocam!”

Ama Allah bildirtmeyince, bildirtmiyor işte… Yâni, insan Allah’ın kulu oldu mu, Allah yardım eder.


قُلْ هُوَ اللَُّ أَحَدٌ. اللَُّ الصَّمَدُ (الإخلاص: ١-٢)


(Kul hüva’llàhu ehad. Allahu’s-samed) [De ki: O, Allah birdir.

Allah sameddir.] Herkes ihtiyacını ona arzeder. Herkesin ihtiyacı oradan verilir, oradan görülür. Dergâh orası, kapı orası… Kapı, Cenâb-ı Hakk’ın kulluğu kapısı. Onun kapısından başka kapı yok.

243

Kapısından kovarsa, nereye gideceğiz?

“—Defol alçak, istemiyorum seni!” dese nereye gideceksin? Queensland’a mı gideceksin? Gidersen git; orası da O’nun yeri. Nereye gidebilirsin? Hiçbir yere gidemezsin. Onun için, Allah’a güzel kulluk etmekten başka hiçbir çâre yok.

Allah’a güzel kulluk etmenin çaresi nedir? Cahillikle, güzel kulluk edilmez. Öğrenecek; hikmet öğrenecek, ilim, irfan, Kur’an öğrenecek, din, iman öğrenecek… Ondan sonra edep, ahlâk öğrenecek ve Allah’a güzel kulluk edecek! Allah da onu sevecek.

Allah’ın sevmesi nasıl? Kendisine itaat edeni sever.

Gazap etmesi nasıl? Kendisine âsi olana gazap eder, kahreder. Kâfirse mahveder. Firavun’sa, Şeddat’sa, Nemrud’sa, Kàrun’sa; ne parası, ne ordusu, ne sarayı, ne hâzinesi, hepsi sıfır... Hiçbir şeyin faydası olmaz.

Onun için Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi ömrünü boşa geçirmeyenlerden eylesin… Allah’ın rızası yollarını öğrenenlerden eylesin… Hikmet öğrenenlerden, ilim, irfan öğrenenlerden eylesin… Din, iman, ahlâk, tasavvuf öğrenenlerden eylesin…

Öğrendiğini de laf olsun diye değil, kafasına yerleştirip de öğrendiğinin aksini yapanlardan değil, öğrendiğini ihlâs ile uygulayanlardan eylesin…


28.3.1991 Melbourne / AVUSTRALYA

244
14. ZENGİNLİK VE TAKVÂ
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2