26. KIYMETİNİ BİLEMEDİĞİMİZ İMKÂNLAR

27. CUMA’NIN ÖNEMİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kemâ yenbağî li- celâli vechihî ve li-azîmi sultânih… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayri halkıhî seyyidinâ ve senedîna ve mededinâ muhammedini’l- mustafâ… Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin bi’s-sıdkı ve’l-vefâ… Emmâ ba’d:


a. Cumaya Gelin!


Muhterem kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun. Bu feyizli, bereketli günün güzelliklerinden, manevî ikramlarından, hayırlarından Rabbimiz cümlemizi, cümlenizi istifade edenlerden eylesin! Sevdiği kullarının zümresine dahil eylesin, kusurlarımızı af ve mağfiret eylesin.

Rasûlüllah SAS buyuruyor ki:71


احْضُرُوا الجُمُعَة وادْنوُا مِنَ الإِ مَامِ، فَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَتَخَلَّفُ عَنِ الْجُمُعَةِ،


حَتَّى أنَّهُ يَتَخَلَّفُ عَنِ الْجَنَّةِ، وَإِنَّهُ لَمِنْ أَهْلِهَا (حم . هب . والضِّياءُ

عن سمرة)


(Uhduru’l-cumuate vednû mine’l-îmâm, feinne’r-racüle leyetehallefü ani’l-cumuati, hattâ ennehû leyetehallefü ani’l- cenneti, ve ennehû lemin ehlihâ)



71 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.10, no:20214; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.106, no:3018; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.107, no:361; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.396, no:3083; İbn-i Hacer, Metâlibü’l-Âliyye, c.II, s.386, no:715; Semüretü’bnü Cündeb RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.734, no:21160; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.493, no:800.

442

Sadaka rasûlü’llah, ve netaka habîbu’llah…

Bu hadis-i şerif, cuma gününün önemi ile ilgili. Peygamber SAS Hazretleri Semüre RA’ın bize rivayet ettiğine; İmam Ahmed ibn-i Hanbel, İmam Beyhakî’nin ve sair kaynaklarda kaydedildiğine göre, ashabına buyurmuş ki:

(Uhduru’l-cumuate) “Cuma namazına gelin, hazır bulunun, ihmal göstermeyin! (Vednû mine’l-imâm) Mümkün olduğu kadar, imamın konuşma yapacağı yere, ön taraflarda olmaya gayret edin. Hem hutbe okuyacak, hem namaz kıldıracak. Mümkün olduğu kadar önlerde yer almaya gayret edin. Kısa olarak, cumaya gelin, cumada hazır olun, imama yaklaşın! Çünkü:

(Feinne’r-racule leyetehallefü ani’l-cumua. Hattâ ennehû leyetehallefü ani’l-cenneh) Kişi cumadan geri kalıp ihmal etmekle, cumaya gelmemekle cennetten geri kalır.” Cumanın önemine bakın ki, “Cumadan geri kalan insan, cennetten de geri kalır.” diyor, Peygamber Efendimiz.

Sonra buyuruyor ki: (Ve ennehû lemin ehlihâ) “Cennetin ehli

443

iken, cennete girecekken, cumaya gelmedi diye cennetten geri kalır.”

O insan aslında cennete girecek gibi, o evsafa sahip, durumu fena değil, mü’min birisi. Biraz gayret etseymiş, cennete girecekmiş ama, cumaya gelmedi diye cennetten geri kalıyor.

“—Sen misin cumadan geri kalan?”

Allah, onu cennete sokmakta geri doğru bırakır, cennete girişte mahrum olur. Böyle bildiriliyor.


b. Hak Yol İslâm


Aziz ve muhterem kardeşlerim.

Bizim dinimizin ana yapısını ve yapısındaki mükemmelliği güzelliği anlamak için, başka insanların gittikleri yollarla şöyle bir mukayese etmek lâzım. Her şeyden önce, berbat, çirkin, mantıksız, saçma, karanlık, pis küfür yolu yol değil. Küfrü bir tarafa bırakalım. İnandık diyen ve bir inancın peşinde ömür çürüten öteki insanlara da bakacak olursak, onlar içinde müşriklerin de olduğunu görürüz. ‘ Kafasında bir Allah inancı yok değil, amma müşrik. Allah’a ortak koşuyor. Allah’a ortak koşma nasıl olmuş? Kim bilir hangi laf ebesi açıkgöz, şarlatan, masalcı, efsaneci insanlar kandırmış. Sonunda kimisi iki tanrıya inanmış.

Meselâ eski İranlıların inancı: Bir gece oluyor, bir gündüz oluyor, bir güneş geliyor, bir gidiyor... Demişler ki, bir nur tanrısı var, bir karanlık tanrısı var. Bir iyilik tanrısı, bir kötülük tanrısı var. Nur tanrısı iyi. Ötekisi kötü. Böyle saçma bir fikre saplanmışlar. Yani, güneşi nur tanrısı olarak sembolize etmişler, güneşe tapınmışlar; geceyi de kötülüklerin kaynağı olarak tasavvur etmişler, geceye tapınmışlar.

Halbuki, gökyüzünde, Allah’ın yarattığı şu muazzam fezada, berrak bir gecede gökyüzüne baktığı zaman insan, aklı gidecek gibi oluyor. Ne kadar muhteşem güzellikler var. Hiç bakmazlar mı, hiç küçücük akıllarına gelmiyor mu ki, güneş gibi, güneşten kat kat büyük nice güneşler var, fezada. Binlerce güneş var.

444

Ötekileri bırakıp ta bir tanesine tutunmaları, yanlışlığını gösteriyor.


Sonra, gece ve gündüz dediğimiz olayın, dünyanın dönmesinden ibaret bir olay olduğunu, iyilik ve kötülükle hiç ilgisi olmadığını biliyoruz. Kötülüğün tanrısı olur mu? Kötülüğü teşvik eden bir tanrı olur mu? Şaşırmışlar, yanlış söylemişler. Kötülüğün kaynağı şeytan. Bu kadar basit. Eğer bir şey kötülük tanrısıysa ona tapınılır mı? Kötülük kaynağıysa, onunla mücadele edilir. Fikirleri ne kadar saçma…

Kimisi daha da çoğaltmış, bir sürü tanrı düşünmüş. Nasıl, düşünmüş? Yunanlıların inanç sisteminde, şarap tanrısı düşünülmüş, harp tanrısı düşünmüş, aşk tanrısı düşünülmüş, hepsinin başında, bir reis, düşünülmüş. Bir sürü küfür, saçmalık, şirk, hainlik, alçaklık. Allah’ın şânına yakışmaz, Allah konusunda yapılan aslı-esası olmayan bir sürü yalan, dolan, iftira.

Kızılderililer, Afrikalı kavimler var. Avustralya’daki insanlar var, Doğu Asya’da insanlar var. Kimisi dağlara, kimisi nehirlere, kimisi yıldızlara tapmış. Bir yığın saçma şeyler. Allah’a hamd ü senalar olsun ki, Allah bizi itikadın, inancın hiç bozulmadan muhafaza edilerek bize nakledildiği, tahrifata uğramadığı İslâm dinine mensup kılmış.


إِن الدِّينَ عِنْدَ اللََِّّ اْلإِسْلاَمُ (آل عمران: ٩١)


(İnne’d-dîne inda’llàhi’l-islâm) “Allah’ın kabul edeceği, Allah katında makbul olan yegâne din, sadece ve sadece İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19)

Çünkü, ötekileri kabul etmek mümkün değil. Ötekilerin hallerini görüyoruz. Şimdi, İslâm dininin, başka dinlerle mukayese ederken mâbud, ibadet ettikleri varlık deyince, nelere tapındıklarına bakıldığında İslâm’ın üstünlüğü anlaşılıyor.

Hintliler öküze tapıyorlar. Yirminci yüzyılda, nasıl taparsın bu zavallı, “Mööö!” diyen boynuzlu hayvana. Hiç mi görmüyorsun?

445

Olacak şey mi? Hâlâ tapınıyorlar. İslâm’ın üs-tünlüğü buradan görünüyor.


Muhterem kardeşlerim!

İslâm’da inanç sağlam, pırıl pırıl, temiz, doğru. Yirminci yüzyılın ilminin, âlimlerinin, araştırıcılarının hayran olduğu, kucakladığı, koşa koşa geldiği, kavuşunca, “Yâ Rabbi, sağlam inancı buldum!” diye, şükrettiği inanç…

Alman, Amerikalı, Japon, Fransız profesörler var. Araştırıcı adam, bilim adamı, ciddî insan. Mikroskoplar, teleskoplar, âletler, cihazlar. Matematik, fizik, kimya bilgisi olan insan, sonunda müslüman oluyor. İslâm’ın güzelliğini söylüyor. İsimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz kadar İslâm’a girmiş insanlar var. Aklın, mantığın, herkesin hayran olarak kabul ettiği inanç tarafı var. Ne emrediyor İslâm bize? Biz müslüman olduk. Nedir istediği bizden İslâm’ın? Öteki dinler ne istiyor? İslâm ne istiyor? Gene bir mukayese yapacak olursan bir liste bu tarafa yap, bir liste şu tarafa yap; gör! Öteki dinler, insanı nasıl bir ahlâka, nasıl bir yaşayışa sevk ediyor? İslâm dini nasıl bir yaşayışa götürüyor? Nasıl bir yaşam, ahlâk, aile, ticaret tarzı? Nasıl bir sosyal hayat tarzı? Bir mukayese et de gör bakalım!


Bir tarafta, inanç diye doğan çocuğunu toprağa diri diri gömen insanlar. Bir tarafta, “Kız çocuklarınıza güzel muamele edin, onları altın, gümüşle süsleyin, çeyizlerini güzel yapın!” diye en zayıf, herkesin horladığı, herkesin sırf seks gözüyle baktığı varlıkları elinden tutup koruyan bir din…

Bir tarafta, çıplak gezen insanlar; Güney Amerika’da veya bu bizim Aborjinlerin, henüz nüfuz edilememiş bölgelerinde, avret mahallini bile örtmeyen insanlar… Öbür tarafta örtünme, temizlenme bakımından fevkalâde nezih, kibar, zarif, bir inanç…

Tavsiyelerine bakıyorsunuz, her şeyine karışıyor insanın:

“—Tırnağını o kadar uzatma, altına kir girer. Kıllarını bu kadar uzatma, kes; koltuk altında ter birikir, kasıklarında pislik

446

birikir.” diye.

İnsanın özel hayatına; dişlerine müdahale ediyor, “Dişlerinizi fırçalayın!” diyor. O zaman fırça var mıydı? Böyle güzel lüks fırçalar, diş macunları ve saire var mıydı? Yoktu ama, kökleri kesip, hafifçe dövüp tellendirerek, odunun ucunu fırça yapıp dişlerini fırçalamışlar. Hem de öyle bir ağaç seçmişler ki, o ağacı bugün dişçiler, araştırıcılar, tahlil ediyorlar; diş etlerine iyi geliyor, dişteki mikropları öldürüyor. Antiseptik, yani temizleyici, mikrop öldürücü özelliği var. Baz, asitleri söndürücü özelliği var. Ağızda asitler dişleri çürütüyor, baz olunca asit bazı nötralize ettiği için diş çürümesi olmuyor.

Misvak kullanmayan 20. Yüzyıl insanlarının çoğunda olan hastalıklar, misvak kullananlarda olmuyor. 1400 yıl önceden diş temizliğine dahi karışmış ve söylemiş dinimiz.

Ev hayatına bakıyorsunuz, kadınlara yüklediği görevlere bakıyorsunuz, erkeklere yüklediği görevlere bakıyorsunuz, evladın babaya karşı neler yapması gerektiğine dair tavsiyelerine bakıyorsunuz... Babanın evlâdına karşı sorumluluğu, görevleri olduğunu, erkeğin karısına karşı görevleri olduğunu söylüyor:

“—Hanımlarınıza karşı hayırlı olun, yumuşak olun!” diyor.

Kadının kıymetinin bilinmediği ve horlandığı, eşya gibi alınıp satıldığı bir devirde:

“—Ben, sizin hanımlarınıza davranış itibarıyla en iyi olanıyım!” diyor, Efendimiz.

Allah korusun, babanın zevcelerinin miras kaldığı garip adetlerde değişiklik yapıyor. Asaleti, temizliği, nesebin sıhhatini getiriyor, aile yuvasının paklığını ortaya getiriyor.


c. İslâm ve Sosyal Hayat


Muhterem kardeşlerim! Eğer sizde araştırıcı ruhu varsa, mukayese gözü, ilim adamı zihniyeti varsa, mukayese edip ortaya koyduğunuz zaman, gün gibi çıkıyor. Nerede ketenden, kaba dokunmuş çuval; nerede hâlis ipek? Nerede Lâhor şalı, nerede naylon çuval? Hiç ilgisi var mı? Dünya kadar fark var arada, gün

447

gibi görünüyor.

Bunlardan, dikkatimizi çeken özelliklerinden bir tanesi de, İslâm’ın öngördüğü toplum hayatıyla, yani sosyal hayatla ilgili emirleri ve tavsiyeleri... İslâm dini, sosyal hayatı o kadar güzel tanzim ediyor ki, o kadar güzel esaslar ve prensipler getiriyor ki... İslâm dini kendi inancına bağlı olan insanları, günde beş defa toplantıya çağırıyor. Bu sosyal grubun mensupları, günde beş defa toplantı yapıyor. Toplantı yerleri, cami. Toplantı zamanları namaz vakitleri.

Haftada bir, büyük çaplı bir toplantı yapıyor: Cuma… Önemli bir toplantı; bir beldenin bütün aklı başında mükellef eşrafı, erkekleri, hepsi katılmakla görevli. Cuma’ya gelmesi, farz.

Nasıl kaide koymuş, nasıl yasak koymuş? Cuma’nın önemini nasıl belirtmiş? Diyor ki, “Cuma’ya geliniz, hem de imama mümkün olduğu kadar yakın yerde oturmaya gayret ediniz! Çünkü, insan cumadan geri kalıyorum derken, cennetten geri kalır. Cennete girecekken, cennetin ehli iken, cennete girmeyi kaçırır.” diyor. Cumaya bu şekilde teşvik ediyor.


Neden? Toplulukta bereket var çünkü. Toplulukla bütün aksiyonlar yapılabilir, hayırlar yürütülebilir, problemler çözülebilir. Bir araya gelindiği, konuşulduğu zaman, mutlu sonuçlar alınabilir; iş birliği yapılabilir. İslâm’ın toplanmaya verdiği öneme bakın. Yani, günde beş defa mahalle çapında özel toplantı; haftada bir defa belde çapında, büyük toplantı. Yılda bir defa dünya çapında, Mekke-i Mükerreme’de beynelmilel toplantı. 1400 yıl önce, Rabbü’l-àlemînin mü’min kullarına öğrettiği sisteme bakın.


وَاتَّقُوا اللََّ وَيُعَلِّمُكُمُ اللَُّ (البقرة:٢٨٢)


(Vetteku’llàhe ve yuallimükümü’llàh) “Siz Allah’tan korkun, Allah sizlere neleri öğretir.” (Bakara, 2/282) diyor.

İslâm dini bu kadar mükemmel, o kadar güzel altın çağlar

448

geçmiş; ama biz şimdi bu durumdayız. Neden? Doktorun verdiği ilaçları hasta kullanmazsa hastalık geçer mi?

“—Hastayım doktor bey; şuram ağrıyor buram sızlıyor, çok

fenayım. Geceleri uyku uyuyamıyorum.” “—Peki, tamam anladım. Şunu, şunu, şunu al. Şöyle, şöyle yap. Şu perhizlere dikkat et. Tuzlu, biberli, şekerli yeme, şu ilaçları sabah, öğle, ikindi, akşam al.” Hasta, doktorun yanından çıkıyor, bir ay sonra tekrar geliyor,

“—Doktor bey geçen gelişimden daha beterim.” “—Niye?” “—İlaçların hiç birini kullanmadım.”

İlaç kullanmayınca tedavi, şifa olur mu?


Yirminci Yüzyıl’ın insanı buhranda, hepsi bunalım içinde. Amerika’da bunalımda, Rusya’da, Çin’de, Japonya’da, insanlar bunalım içinde. Kurtuluş İslâm’da…

“—Çağımız buhranda, kurtuluş İslâm’da!”

Gençler, duvarlara böyle yazıyorlardı. Doğru, çok güzel bir şey… Ama, hastalar ilacı kullanmıyor. Divaneler, zincire bağlanmışlar, doktor kendisine kaşıkla ilacı yutturmak istedikçe, tekmeliyor, kaşığı deviriyor, şişeyi kırıyor. Böyle düzen olmaz ki, şifa olmaz ki.

Allah bir muazzam nimetler dünyası vermiş. Dünya dolusu nimet... “Alın, size içinde bin bir türlü nimet olan İslâm nimetini verdim!” diye, koca bir sistem vermiş, müslümanların eline… Bir zamanlar müslümanlar, bu nimetlerden istifade etmişler, kullanmışlar; şarka, garba, kuzeye, güneye hakim olmuşlar.


İngiltere’nin eski başbakanı bir zaman demiş ki, bizim yöneticilere:

“—Siz bir ara Avrupa’nın yarısını yönetiyordunuz, Avrupa’yla beraberdiniz. Şimdi biz sizi yönetiyoruz.”

Yâni Avrupa’yı, Afrika’yı yönetmişiz. Afrika’nın batısındaki bazı adalarda, hâlâ Osmanlıların namına hutbe okunduğunu biliyor musunuz? Bizim haberimiz yok, biz unutmuşuz, gitmişiz.

449

Güzel devreler geçmiş, sonra bu hale düşmüşüz. Kurtuluş nerede? Kurtuluş Rabbü’l-âlemîn’in hasta insanlığa bahşetmiş olduğu ilaçları kullanmakta… Âlemlerin Rabbi olan Erhamü’r- râhimîn, duaları kabul edici, kâinatın sahibi ve yöneticisi olan, her şeyi bilen, her şeye kàdir olan, her ince işi bilen Rabbü’l- âlemîn’in emirlerini tutmaktadır.


وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَليمٌ (البقرة:٢٩)


(Ve hüve bi-külli şey’in alîm.) “Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi bilmektedir.”(Bakara, 2/29)


وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَـئٍ قَدِيرٌ (المائدة:٠٢١؛ هود:٤)


(Ve hüve alâ külli şey’in kadîr.) [O her şeye hakkıyla kàdirdir.](Mâide, 5/120; Hûd, 11/4) diyoruz.

450

Fizik, kimya okumuyor musunuz? Kâinatı nasıl bir nizamla yaratmış, görmüyor musunuz? Fizikçiler hayran, mühendisler hayran, doktorlar hayran, âlimler hayran.


إِنَّمَا يَخْشَى اللَََّّ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ (فاطر:٢٨)


(İnnemâ yahşa’llàhe min ibâdihi’l-ulemâ’) “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan hakkıyla sakınır, çekinir, korkar.” (Fâtır, 35/28)

Neden? Güzellikleri, mükemmellikleri görüyor.

Kâinatı bu mükemmellikte yaratan, Kàdir-i mutlak Hazretleri, her şeyi bilen Rabbü’l-âlemin, kullarına rahmetinden dolayı ne buyuruyor?


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (الأنبياء:٧٠١)


(Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-àlemîn) “Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak indirdik, gönderdik, ey peygamberim!” (Enbiyâ, 21/107)

“Alemlere rahmet olarak gönderdik!” ne demek? “İnsanlığa acıdığımız için gönderdik.” demek. Yani, “Ben Allah-u Azîmü’ş- şân, insanları sevdiğim, insanlara acıdığım için; şaşırmasınlar, sapıtmasınlar, hırsız olmasınlar, kaosa düşmesinler, kötülüklerden kurtulsunlar diye, yol göstermek için, seni gönderdim.”

Rahmetinden, lütfundan peygamber göndermiş. Kitap indirmiş, hasta beşeriyete ilaç göndermiş. İlacı kullanan yok. Divâneler, divaneliklerinden memnun, hastalar hastalıkta berdevam. Olmaz. Neden olmaz? Diyor ki:

“—Cumaya gelecekken gelmezse bir insan, cumaya gelmekten geri kala kala, cennetin ehli olduğu halde cennete girmekten de geri kalıverir. Cennete girme hakkını elinden kaybediverir.” diyor.

451

Allah’ın emirlerini tutmazsan, daha aşağı düşersin. Elindeki fırsatları kaçırırsın. Bütün fırsatlar gider elinden, yakalayamazsın. Uçan bir kuşu bir daha yakalayabilir misin? Kafesten çıkınca uzaklara uçar gider, senin kanatın yok ki...


Aziz ve muhterem kardeşlerim! Şeytanların bağlandığı cennetin kapılarının açıldığı, semaların manevî süslerle bezendiği, cehennemin kapılarının kapandığı, biraz daha iyi insan olma ortamının hazırlandığı şu Ramazan ayında gerçekleri görelim! Dinimizin güzelliğini, maddeten ve manen şifa olduğunu, sosyal dertlerimize deva olduğunu, ruhî dertlerimize şifa olduğunu, devletler arası problemler ve diğer her şey için kurtuluş reçetesi olduğunu görelim artık. Bu gerçekleri görelim. Gördük; gördüğümüze göre yapmamız gereken işi yapalım, İslâm’a sımsıkı sarılalım!

İslâm yolu güzel. İslâmî hayat tatlı, huzurlu, temiz. İslâmî hayat insana sıhhat getiriyor. Kötü şeyleri bıraktırıyor İslâm. Sıhhate zararlı şeyleri, içkiyi, zinayı, günahı, haramı bıraktırıyor.


Faiz niye yasak? Bir insanın bedavadan öteki insandan istifadesini durdurmak için. Herkes alın teriyle kazansın. Beleşçilere kazanç verilmesin diye. Almak da, vermek de doğru değil. Rüşvet almak da haram, vermek de haram. Ne kadar güzel sistemler var. Bu güzel İslâm’a, bu saadet kaynağı dine, dünyanın saadetini ve huzurunu getiren, âhiretin mutluluğunu getiren; âhirette Allah’ın sevdiği kulu olarak cennete girmeye, manevî ikramlara ermeye, ebedî bahtiyar olmağa sebep olan bu dinin

kıymetini bilelim, iş işten geçmeden.

Bir söz vardır: (Ba’de harâbi’l-basra) “Basra harap olduktan sonra... Bir iş olacak ama, iş işten geçtikten sonra. Derler ki:

“—Dereye su gelinceye kadar, susuzluktan kurbağanın gözü patlar.” Öyle tabirler vardır.


Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşşeği Niğde’ye.

452

Korkunç bir vadiyi geçiyorsun, öbür tarafa bir adım atsan kurtulacaksın ama köprünün orası yıkık, oradan uçuruma yuvarlanıyorsun. Kurtulamıyorsun, vadiyi geçemiyorsun. Yazık!

Ümidi, fırsatı kaçırmayalım; ömür ne kadar? Hiç belli değil. Ne kadar yaşayacağız? Belli değil. Sonumuz ne olacak? Belli değil.

Rabbimizden dileriz, Allah sonumuzu güzel eylesin, ömrümüzü uzun eylesin, bahtiyar eylesin. Hem kendimize, hem sevdiklerimize, çevremize, yakınlarımıza, geçimiyle sorumlu ve yükümlü olduğumuz kimselere, hep beraber, Allah mutluluk nasip eylesin. Ama, fırsatı kaçırmamak lâzım. Ne olacağı bilinmez.

Diyor ki bir Arap şairi:


يَا نَائِمَ اللَّيْلِ مَسْرُورًا بِأَوَّلِهِ


إِنَّ الْحَوادِثَ قَد يَطْرُقْنَ أَسْحَارًا


Yâ nâime’l-leyli, mesrûren bi-evvelihî,

İnne’l-havâdise kad yatrukne eshârâ.


“Ey, gecenin evvelinde, mutlu bahtiyar, mışıl mışıl uyuyan uykucu! Mühim olaylar gecenin sonunda, seher vaktinde, birden oluverir. Baskın olur, hücum olur, ummadığın şey geliverir.” Türkçe’de bir söz vardır:

“—Sû uyur, düşman uyumaz.”

O, içilecek su değil. Sû, asker demek. Senin askerin uyur ey komutan! Düşmanın askeri uyumaz. Senin ordun uyur, düşman uyumaz, baskın yapar. Gözünü aç! Biz de nasıl olacağız? Uyanacağız.

İbrâhim ibn-i Ethem, Belh hükümdarı iken kulağına “İntebih, intebih!” diye ses geliyor. Av partisine çıkmış, atının üstünde, geyik kovalıyor. Yayını germiş, geyik avlayacak. Atını koştururken kulağına bir geliyor:

453

انتبه، انتبه!


(İntebih, intebih) Ne demek? “Uyan, gözünü aç, mütenebbih ol, aklını başına topla!” demek.

Aklını başına toplamış, kurtulmuş, evliyadan olmuş. Allah’ın sevgili kulu olmuş. Allah şefaatine erdirsin...

Allah bizleri de gaflet uykusundan uyandırsın… Dinimizin güzelliklerini bütün kalbimizle anlayıp, kabul edip, dinimize Allah’ın istediği tarzda sımsıkı sarılmayı, böylece İslâm’ın güzelliklerini kendi şahsımızda, kendi ruhumuzda, aile çevremizde ve sosyal çevremizde tahakkuk ettirmeyi nasip etsin…

Hem dünyada, hem âhirette, izzet, şeref, mutluluk, bahtiyarlık nasip eylesin… Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin…

Bi-hürmeti esrarı sûreti’l-fâtihah!..


12. 04. 1991 - Melbourne / AVUSTRALYA

454
28. ALLAH’IN SEVDİĞİ VE BUĞZETTİĞİ KİMSELER