28. ALLAH’IN SEVDİĞİ VE BUĞZETTİĞİ KİMSELER

29. ALLAH’IN MAĞFİRET ETTİĞİ KİMSELER



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi kemâ yenbağî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih... Ve’s-salatü ve’s-selâmü ala hayri halkıhî seyyidi’l- evvelîne vel’âhirin, ve şefî’l-müznibîn, üsvetine’l-haseneti muhammedini’l-mustafâ… Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîni ve bi’s-sıdkı ve’l-vefa… Emmâ ba’d: Fekàle’n-nebiyyü salla’llàhü aleyhi ve sellem, kemâ revâhü’r- râfiiyyü an aliyyin radıya’llàhu anhu ve kerrema’llàhü vecheh:74


مَنْ تَعَلَّمَ حَرْفًا مِنَ اْلعِلْمِ، غَفَرَ اللَُّلَهُ أَلْـبَـتَّةَ؛ وَ مَنْ وَالٰى حَ بِيبًا فِي


اللَِّ،ِ غَفَرَ اللَُّ لَـهُ؛ وَمَنْ نَامَ عَلٰى وُضُـؤٍ، غَفَرَ اللَُّ لَـهُ؛ وَمَنْ نَظَرَ فِي


وَجْهِ أَخِيهِ، غَفَرَ اللَُّ لهُ؛ وَمَنِ اْبتَدأَ بِأَمْرٍ وَقَالَ بِسْمِ اللَِّ، غَفَرَ اللَُّ لَهُ


(الرافعي عن علي)


RE. 413/12 (Men tealleme harfen mine’l-ilmi, gafara’llàhü lehû elbettete; ve men vâlâ habîben fillâh, gafara’llàhü lehû; ve men nâme alâ vudùin, gafara’llàhü lehû; ve men nazara fi vechi ahîhi, gafara’llàhu lehû; ve meni’btedee bi-emrin ve kàle bi’smi’llâh, gafara’llàhu lehû) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.



74 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.294, no:28854; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.169, no:21807.

469

Hazret-i Ali RA’ın rivayet ettiği bu hadis-i şerifte Peygamber SAS Efendimiz beş mühim noktaya işaret ediyor, beş şeyi yapmamızı istiyor ve bunun sonucunun da büyük olduğunu bildiriyor. Diyor ki, Efendimiz:

1. (Men tealleme harfen mine’l-ilm, gafara’llahu lehû elbetteh) “Kim, ilimden bir parça bir şey öğrenirse, bir harf öğrenirse, Allah onu mutlaka mağfiret eder. Muhakkak, Allah ona mağfiretini ihsan eder. Mağfur olur o kimse…” 2. (Ve men vâlâ habîben fi’llâh, gafara’llàhü lehû) “Kim, Allah yolunda bir din kardeşi edinirse, dost edinirse, birisiyle bir muhabbet, arkadaşlık tesis ederse, Allah onu mağfiret eder.”


3. (Ve men nâme alâ vudûin, gafara’llàhü lehû) “Kim, abdestli iken, abdesti bozulmadan temiz bir halde uykuya varır, abdestli uyursa, Allah onu mağfiret eder.” 4. (Ve men nazara fi vechi ahîhi, gafara’llàhu lehû) “Kim, bir müslüman kardeşinin yüzüne tatlı bakarsa, Allah onu mağfiret eder.”

470

5. (Ve men bedee bi-emrin ve kàle bi’smi’llâh, gafara’llàhü lehû) “Kim bir işe Bismi’llâh diye başlarsa, Allah adıyla başlarsa, Allah onu mağfiret eder.” Bu beş şey yapılırsa, Allah’ın mağfiretine mazhar olunacağı bildiriliyor.


Mağfiret ne demek? Mağfiret, insanın suçlarını, kusurlarını, günahlarını, Allah’ın örtmesi, silmesi demek. “Hatasız kul olmaz!” diyoruz. İyilik yapmak isteyen insanın bile, bin bir türlü kusuru olur. Yâni istemeyerek, elinde olmadan veyahut kötü olduğunu anlamadan yapageldiği bir sürü kusuru olur. İyi insanların da kusuru olur.

Kaldı ki, insanların hepsi iyi de değildir. Azgın zamanları, akıllarının bir karış havada olduğu; dine, imana yanaşmadıkları zamanlar, çok kabahatli, kusurlu işler yaptıkları devreler olmuştur. Bunlar günah, suç meydana getiriyor. Bu işlenen günahların da, Allah tarafından bir cezası olması lazım! Ahirette onun cezasına uğraması lazım, kişinin. Çünkü, hepimizin bildiği Zilzâl Sûresi’nde, buyuruyor ki Rabbimiz:


فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَه . وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّ ا يَرَه (زلزال:٧-٨)


(Femen ya’mel miskâle zerretin hayran yerah. Ve men ya’mel miskàle zerretin şerran yerah) “Çok ufak bir miktarda, miskal kadar hayır yapan bir insan karşılığını görecek, unutulmayacak. Onun mükâfatını alacak, görecek ahirette… İhmal olmayacak, hesaptan dışarıda kalmayacak. Kim de, o kadar küçük bir kötülük yapmış olsa, şer işlemiş olsa, onun da cezası olacak, o da unutulmayacak. Hepsi hesaba girecek.” (Zilzâl, 99/7-8) Ahirette ince bir hesap var. Günlük her türlü yaşantımız yazılıyor. “Kirâmen kâtibîn” dediğimiz, omuzlarımızda yerleşmiş olan melekler her şeyimizi yazıyorlar. Sevaplı, günahlı her şeyin,

471

bunların zerre miktarı olanlarının bile bir karşılığı var.

“Günahları Allah siliyor, örtüyor, mağfiret ediyor.” demek, “Orada hesaba kalmıyor, burada affediyor, defterden siliniyor.” demektir. Çok önemli bir şey…


“—Ahirette bir insanın elde edeceği en büyük avantaj, Allah’ın mağfiretine mazhar olmaktır.” buyuruyor, Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde.

Yani, “Örttüm senin kusurlarını, yok farz ettim! Haydi, senin kusurlarından dolayı sorgu yapmayacağım!” derse, mağfiret ediverirse, en büyük mükafat o… Çünkü, o zaman, ceza görmeden cennete gidecek.

Mağfiret önemli bir şey. Şimdi, kulu Allah’ın mağfiretine mazhar olmuş bir insan durumuna getiren, suçların affına silinmesine, örtülüp gösterilmemesine, başka insanlara bildirilmemesine, hesaba dahil edilmemesine sebep olan şeylerin beş tanesi burada sayılmış.


a. İlim Öğrenen Kimse


İlk başta diyor ki, Peygamber Efendimiz:


مَنْ تَعَلَّمَ حَرْفًا مِنَ اْلعِلْمِ، غَفَرَ اللَُّلَهُ أَلْـبَتَّةَ؛


(Men tealleme harfen mine’l-ilm, gafara’llàhu lehû elbetteh) “İlimden bir harf öğreneni bile Allah mutlaka mağfiret eder!”

“Elif be, te, se…” birer harf. İnsan harfleri öğreniyor, okumayı öğreniyor, kitapları okuyor, ilimleri öğreniyor, fakülteleri bitiriyor, büyük insan oluyor. Hepsi bir birine bağlı… Bina tuğlalardan, küçük malzemelerden yapılıyor.

Harfi insan küçük görebilir, “Ne olacak, bir elif harfi, bir be harfi!” diye ama, o harf ilmin bir malzemesi oluyor. Bir harf bile öğrense insan, Allah’ın affına, mağfiretine mazhar oluyor.

Bu genel af mı? Yani, dünya hayatı bitmiş, ahirette hesaba

472

çekileceği zamanki umûmî af mı, yoksa bu dünyada o ana kadar işlemiş olduğu günahlarının silinmesi mi? Elbette bu dünyadaki, şimdiye kadar işlediği suçlar siliniyor. Daha sonraki ömründe ne yapacağı belli değil. Asıl hesap insanın defterinin kapandığı, dünyanın bozulduğu, kıyametin koptuğu zaman belli olacak. Bir harf bile öğrense, insanın günahları siliniyor. Güzel bir şey, çok güzel bir şey…


Biz, öğrenmek deyince hemen okulu düşünürüz, öğretmen düşünürüz; defter, kalem, kitap, sıra ve gençlik çağı düşünürüz. İslâm’da, böyle bir şey yok.

İslâm’da eğitim her yerdedir. Biz camide eğitim yapıyoruz. Sıra yok, kalem yok, olsun. Eğitim yapıyoruz! Efendimizin hadisini öğreniyoruz. Kafanıza yazıyorsunuz; hafıza kalemiyle, hafıza levhasına yazıyorsunuz. Bu da ilim öğrenmek. Hatta bizim dinimizde Peygamber Efendimiz’in metodu sohbetle öğretmektir. Sohbet kelimesi de, bizim bu gün anladığımız mânâda, karşılıklı yarenlik etmek değil… Sohbet demek, arkadaş olup bir arada gün geçirmek, zamanı beraber yürütüp, arkadaşlık etmek demek.

“—Efendimiz’in metodu sohbettir.” demekten maksat, Peygamber Efendimiz günlük olayların akışı esnasında, hayatın içindeyken, yaşayışın insan karşısına getirdiği çeşitli olayların içinde terbiye ediyordu demektir.


Efendimiz’in evinin mescide kapısı var. Hücre-i Saadetinin mescide kapısı açılıyordu. Bu taraf mescid, öbür taraf ev; o kadar yakın… Peygamber Efendimiz’in mescidine de, ilim aşıkları bazı insanlar gelmiş, gece gündüz orada yatanlar var. Onlara Ashâb-ı Suffe diyoruz. Onlar güneşten yanmasınlar, yağmurdan ıslanmasınlar diye, sundurma şeklinde hurma dallarından bir gölgelik yapmışlar, onlar da bir köşede yatıyorlar, mescidin içinde.

Ashâb-ı Suffe’den olan, muhâcirler, ailelerinden kopmuşlar, kabilelerinden gelmişler, Efendimizin sohbet meclislerinin tadını almışlar, kıymetini bilmişler, O nurdan, nur kaynağından istifade etmeğe, bir şeyler öğrenmeğe çalışıyorlar. Evleri barkları mescid.

473

Ashâb-ı suffe dediğimiz mübarek insanlarla Efendimiz sık sık konuşuyordu, onlara sık sık konuları anlatırdı. Böylece, Ashâb-ı Suffe ilk İslâm mektebi oldu. Kur’an öğrenilirdi, hadis öğrenilirdi; her şey öğrenilirdi, mescidin içinde.


Peygamber SAS Efendimiz’in mescidi, sadece namaz kılınıp da sonra kapısı kilitlenen bir yer değildi. Cemiyetin, sosyal hayatın her faaliyetinin yürüdüğü, görüldüğü bir yer idi. Efendimizin mescidi bir alem idi. Elçileri orada kabul ederdi, Peygamber Efendimiz. Namaz orada kılınırdı; öğreteceği şeyleri orada anlatırdı; yatanlar, bir köşesinde yatarlardı! Yani, mescid yaşamın merkezi.

Sonra, Araplar yeni ülkeleri fethettikleri zaman, oralarda yeni şehirler kurdukları zaman da, sisteme riayet etmişler, yeni yerin ortasına bir mescid yapmışlar; şehir mescidin etrafında teşekkül etmiş. Herkes mescide gelecek, herkesin hayatı mescidde geçecek.

Şimdi, mescid parçalanmış. Mescidin vazifeleri parçalanmış, parça parça dağılmış. Bir faaliyet kahvelere gitmiş, insanlar kahvelerde, sandalyelerde oturuyorlar, vakitlerini orada geçiriyorlar. Bir faaliyet? eğlence yerlerine gitmiş; bir faaliyet başka yere, yani hayat darmadağın dağılmış; İslâm’dan uzaklaşmışlar. Ama, orada derli toplu, her şey İslâmî ve mescidde...


Peygamber SAS’in öğretim metodu, dostlukla, arkadaşlıkla, beraberlikle olduğundan, tekkelerde de, tasavvufta da, eğitim aynı metoddur, sohbet metodudur. Dervişler, şeyhler, âlim, müteallim, öğrenci, hoca yan yana gecesi gündüzü beraber.

“—Evlâdım! Onu öyle yapma. Sağ elinle ye; şu işi şöyle yapma. Şöyle olursa, böyle olur.” vesaire.

İşte bu, hayatı beraber sürdürerek yetiştirme, en güzel metod. Eğitimin en müessir metodu.

Ben üniversitede hocalık yaptım. Çıkarsınız, kürsüde dersi verirsiniz, gidersiniz. “Talebe anladı mı anlamadı mı bana ne? Çalışsın, imtihan ettiğim zaman not alırsa geçer.” dersiniz biter.

474

Bu soğuk bir metod… Yani bunda bir tad yok. Ama, talebe hoca ile haşır neşir, ahbap, arkadaş… Hurma bahçesine beraber gidiyorlar, oturuyorlar, kalkıyorlar, ibadet ediyorlar. İşte hayat bu! Eğitim böyle oluyor.


Bir harf öğrenmekle mağfiret olunuyorsa, siz de şimdi mağfiret olunuyorsunuz. Biz de mağfiret olunuyoruz, Allah’ın izniyle. Çünkü, öğreniyoruz. Bu faaliyetin her zaman olması lazım! Sizin de, bu faaliyeti evinizde yapmanız lazım! Sofrada yapmanız lazım. Sofra da bir mektep olabilir. Hatta herkes orada yemek etrafına üşüşmüş olduğundan, en güzel fırsatlardan birisi olarak orada çocuklarımızı, hanımınızı yetiştirebilirsiniz; duyduklarınızı hatırınızda tutup anlatmak suretiyle, bir ilim masası haline getirebilirsiniz. Bir midenin ziyafeti; bir kalbin ziyafeti. Bir yemek, bir, eğitim. İki taraflı olabilir.

Demek ki, bir harf bile öğrense, Allah mağfiret eder diyor, Peygamber Efendimiz. Yalnız, burada bir kelime kullanılıyor, onu da açıklamamız lazım: (Elbettete) Mutlaka affeder. Biz, elbette

kelimesini Türkçe’ye almışız, kullanıyoruz. Arapça’dan alınmıştır. Arapça’da (elbettete) diye iki tane te var. Elbette, muhakkak, affeder!


İlme çok büyük mükâfat verilmiş İslâm’da. Bundan dolayı da, çok büyük alimler yetişmiş, İslâm âleminde. İlmin derecesi her şeyden üstün. Canını veriyor şehid Allah yolunda, hayatı gidiyor. Ahirette şehidin derecesi mi üstün, âlimin derecesi mi üstün? Peygamber Efendimiz diyor ki:

Şehide soracak ki Allahu Teàlâ Hazretleri:

“—Sen ne yaptın?” “—Ben cihad ettim! Senin yolunda savaştım, şehid oldum, yâ Rabbi! Canımı verdim!” “—Peki, sen niye canını verdin?” “—Sen, şehidlere büyük mükâfat vereceğim dediğin için hayatımdan vazgeçtim; sen razı ol, beni sev, beni cennetine dahil eyle diye canımı verdim!” (Bunları meâlen söylüyorum ben. Hadis-

475

i şerifin tam Arapçasını söylemiyorum.)

“—Peki”, diyecekmiş Allah-u Teàlâ Hazretleri, “Sen şehidliğin sevabının böyle olduğunu kimden duydun, kimden öğrendin?” “—Âlimden.” “—O halde çekil kenara bakalım! Önce âlim geçecek, ondan sonra şehid geçecek.”

Âlimin mertebesi şehidin mertebesinden üstün oluyor. O bakımdan, her zaman söylediğim gibi, yine de yeri gelmişken belirteceğim; erkeklere, hanımlara, sizlere, çocuklara! Mutlaka her gününüzde ilimle ilgili bir çalışma yapın. Mutlaka bir kitabın bir kaç sayfasını okuyun, bir şey dinleyin, bir âlimin sohbetine gidin, bildiğiniz bir şeyi bir yerde anlatın. Yemek masasında bile anlatacak olsanız, anlatın! Bir çalışma yapın ki, ilimle ilginiz, irtibatınız devam etsin. Bu bir.

Bunu öğrendik. Kim, bir harf bile öğrenirse, Allah onu mağfiret eder.


b. Allah İçin Dost Edinen Kimse


وَمَنْ وَالٰى حَبِيبًا فِي اللَِّ،ِ غَفَرَ اللَُّ لَهُ؛


(Ve men vâlâ habîben fi’llâh, gafara’llàhü lehû) “Kim Allah rızası için bir ahiret dostu edinir de, onunla muhabbet ve samimi arkadaşlık ederse, Allah onu da mağfiret eder.”

Bu da çok kıymetli, muhterem kardeşlerim! Bizim unuttuğumuz şeylerden birisi bu. Yirminci Yüzyıl müslümanları İslâm’ın sevaplı şeylerinin çoğunu unutmuşlar. “İslâm nedir?” deyince, sadece namaz kılmak, hacca gitmek, zekât vermek sanıyorlar. Mübarek geceleri minarelerden kandil yandığı için biliyorlar, o kadar. Bir kaç bilgisi var, kulaktan dolma. Çünkü ilim yok. İlim öğrenmemişler, okumamışlar, dinlememişler, devam etmemişler, bilmiyorlar.

Muhterem kardeşlerim!

Bir müslümanın, bir müslümanı Allah rızası için sevmesi, çok

476

büyük mükâfat, çok büyük sevap. Onun için, insanın ahiret dostu edinmesi lâzım! Eskiden bunu bilirlermiş ve ahretlik edinirlermiş kendilerine; samimi dostları olurmuş. Bizim Anadolu’da ahretlik

derler; samimi dostum demek.

“—Ne haber ahretlik, nasılsın bakalım, iyi misin?”

Ahretlik oldu mu artık, birbirleriyle sarmaş dolaş, samimi demektir. Onun için, ahiret kardeşliği önemli. Hatta, bir hadis-i şerif daha söyleyeyim:

“—Bir insan bir yeni arkadaş edinse, Allah, o yeni arkadaşı dolayısıyla ona yeni bir manevi mertebe verir, bir derece yükseltir onu! Bir arkadaş daha edinse, bir derece daha yükseltir!”

Onun için, insan arkadaş olacak, arkadaş arayacak.


Daha önce de belirttim: Adam mescide kaşları çatık giriyor, namazı kaşları çatık kılıyor, namazdan sonra kaşları çatık çıkıp gidiyor. Kimse yanına sokulamıyor, o da kimsenin yanına sokulmuyor. Meçhul bir kimse gibi Allah’ın mübarek adamı, bir geliyor, bir gidiyor. Hızır mısın, evliya mısın; deli misin, veli misin? Hiç bir şeyi belli değil. Geliyor, gidiyor.

Müslüman müslümanı tanıyacak, müslümanla arkadaş olacak! Gülecek biraz, gülmeyi öğrenecek! Tebessüm edecek. Efendimizin hadis-i şerifleri var. Sağa selam verdiği zaman, sola selam verdiği zaman elini sıkacak; yanındaki insanlarla tanışacak. Sen buraya sadece namaz kılmağa gelmiyorsun ki; namazı evde de kılarsın, toprakta da kılarsın.

Biz uzun bir seyahate çıktık. Tüm Avustralyalıların parklarını mescid yaptık. Ezan okuduk, namaz kıldık. Ne olacak? Temiz olduktan sonra, toprağın üstünde, çimenin üstünde, her yerde namaz kılınır. Camiye muhabbete geliyorsun sen… Burası ilim, irfan, muhabbet, ibadet yuvası… Burası müslümanların barınağı, sığınağı, her şeyimiz. Evden kovulsak, nereye gideceğiz? Camiye geleceğiz. Hanımla kavga etse ne yapar insan? Camiye gelecek. Ama etmesin; muhabbet ziyade olsun!


Peygamber Efendimiz, Kızı Fatımatü’z-Zehrâ’nın evine gitmiş.

477

Fâtımatü’z-Zehrâ, cennet hatunlarından, Efendimiz’in kızı.

“—Nerede bizim damat, Hazret-i Ali?”

Hem damadı, hem yeğeni, hem evlat edinmiş.

“—Ver amca bunu bana!” demiş, yanında büyütmüş Hazret-i Ali’yi. Oğlu değil ama, o kadar kıymetli. Küçük yaşta müslüman olmuş. Bütün kavmini, kabilesini çağırdığı zaman:

“—Kim bana içinizden iman eder?” deyince, bu çocuk kalkmış:

“—Ben ya Rasûlallah” demiş.

Ötekiler durmuşlar. İmanda önde gelen bir kimse.

“—Baba! İşte, ev hali, biraz münakaşa ettik; kızdı çıktı gitti evden, bilmiyorum.”

Nereye gitmiştir? Mescide. Çünkü, Mescid müslümanların evi, her şeyi, yuvası, barınağı. Efendimiz kalkmış, mescide gitmiş. Hazret-i Ali, siniri yatışsın diye veya üzüntüsü neyse geçsin diye oraya gitmiş. Topraklara yatmış; bir kenara, gölgelik bir yere. Efendimiz:

“—Kalk yâ Ebâ Türab!” demiş. Terleyince kumlar filan yapışır, toprağa bulanmış. (Ebâ türab) “Topraklı, toprak babası, topraklara bulaşmış.” demek.

“—Kalk! Ya Ebâ Türâb!” demiş.

Efendimiz ona latife yoluyla, “Kalk! Ya Ebâ Türâb!” dediği için, bu lakabı çok severmiş Hz. Ali.


Mescidimiz her şeyimizdir. Yuvamızdır, mesciddeki insanlar bizim kardeşlerimizdir. İster zenci olsun; ister Somali’den ister Sudan’dan, ister Arabistan’dan, ister Lübnan’dan, ister Türkiye’den, ister Yugoslavya’dan, ister Malezya’dan ister Avustralya’nın içlerinden... Müslümansa, bizim kardeşimizdir. Tanıyacak birbirini.

Niye kaş çatıyorsun? Herkes birbirini bilecek, sevecek, halini hatırını soracak, tanışacak, muhabbet edecek, evine çağıracak, onun evine gidecek! Derdi varsa, derdine çare arayacak. Nasihate ihtiyacı varsa, yavaş yavaş yola getirmeğe çalışacak. Alim, fâzıl bir kimse ise istifade etmeğe çalışacak. Müslümanlık bu! Millet müslümanlığı sadece namaz kılmak sanıyor. Sen buradan sevap

478

alıp gittiğini mi sanıyorsun? Pabucu kaptığı gibi hiç kimseye bakmıyor, sanki arkasından kovalayan var; koşar gibi çıkıyor. Böyle yapmayalım.

Allah rızası için bir kardeş edineni, onunla ahbaplık edeni de, Allah mağfiret ediyor! Bu da çok önemli. Gerçekten önemli hususlardan birisi bu... İlim öğrenmek, Allah yolunda kardeş edinmek.


c. Abdestli Uyuyan Kimse


وَمَنْ نَامَ عَلٰى وُضُـؤٍ، غَفَرَ اللَُّ لَهُ؛


(Ve men nâme alâ vudùin, gafara’llàhü lehû) Gece abdest alıp, abdestli uyuyana da, Allah mağfiret eder! Gece yatarken, abdest alacaksın, taptaze; ondan sonra iki rekât, dört rekât namaz kılacaksın, abdestli olarak yatacaksın! Abdestli yattın mı Allah mağfiret ediyor.

Daha önce de birkaç vesileyle bu meseleyi nasihat yollu söylemiştim size. Allah abdestli yatanın, gecesini ibadete yazar. Bu hadiste de mağfiret edildiğine dair müjde çıktı; abdestsiz yatmayın!

Melekler toplaşır etrafınıza. Bu, büyük bir mükâfat kapısıdır. Abdestli olmayı hiç kaçırmayın.


d. Kardeşine Tebessüm Eden kimse


وَمَنْ نَظَرَ فِي وَجْهِ أَخِيهِ، غَفَرَ اللَُّ لهُ؛


(Ve men nazara fi vechi ahîhi, gafara’llàhü lehû) “Arkadaşının suratına, yüzüne, vechine bakan mağfiret olur.” Ben yukarıda tatlı bakan diye tercüme ettim. Bakışın çeşidi var. Bir tatlı bakma var; bir de kötü duygularla, kızarak, kin duyarak bakmak var. Kızgın bakışın sevabı olmaz diye tatlı bakmak dedim. Arkadaşının yüzüne bakmayı, Allah afv ü

479

mağfiretine ermesine vesile ediyor.

“—Bu benim arkadaşım!” diye yüzüne bakıyor, oradan sevap kazanıyor.

Başka bir hadis-i şerifi hatırlattı bu ifade. Orada diyor ki, Peygamber Efendimiz:75 تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أَخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ (ت. عنابى ذر)


(Tebessümüke fî vechi ahîke leke sadakatün) “Arkadaşının yüzüne bakıp tebessüm etmen, sadaka vermek gibi sana sevap yazdırır, sadaka olur.” Fakire çıkarttın on dolar verdin. “Haydi bugün karnını doyur bununla…” dedin. Bu da bir sadaka. Arkadaşının yüzüne tebessüm eden bir insan sadaka sevabı alıyor. Yani, on dolar mı, yirmi dolar mı, Allah bilir onun miktarını, ama, onun da sevap olduğunu biliyoruz.

Burada da, arkadaşının yüzüne severek, dost bakışıyla bakan bir kimsenin mağfiret olunduğu belirtiliyor. Bu da, hiç kimsenin yüzüne bakmadan, dargın küskün gibi camiye gelip, namazını kılıp, ondan sonra kaçanın yaptığı işin doğru olmadığını gösteriyor. Birbirimizin yüzüne bakacağız tebessüm edeceğiz, halini hatırını soracağız!


e. İşe Besmeleyle Başlayan Kimse


وَمَنِ اْبتَدأَ بِأَمْرٍ وَقَالَ بِسْمِ اللَِّ، غَفَرَ اللَُّ لَهُ .


(Ve meni’btedee bi-emrin ve kàle bi’smi’llâh, gafara’llàhü lehû)



75 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.213, no:1879; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.287, no:529; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.220, no:3377; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.183, no:8342; Bezzâr, Müsned, c.II, no:108, no:4070; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.307, no:891; Taberânî, Mekârimü’l-Ahlâk, c.I, s.26, no:20; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.70, no:2396; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.275; Ebû Zerr-i Gıfârî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.410, no:16305; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.202, no:10571.

480

Bir işe başlar iken, “Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm” diye başlayan bir insan, mağfiret olunur. Allah onu mağfiret eder. Neden? “Beni düşündü, benim adımla bu işi yapıyor. Benim rızam yolunda iş yapıyor.” diye.

Burada bir şeyi ihtar etmem, hatırlatmam lâzım size. Günaha besmeleyle başlanmaz. Meselâ, Allah saklasın, içki içen bir adam, “Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm” diye başlasa, Allah’la alay etmek gibi olur, küfürdür, çok tehlikelidir.

Besmele, yapılan bir işin hayırlı olduğunun alâmetidir. Bir işin hayırlı başlayıp hayırlı bitmesini Allah’tan isteme alametidir. Zaten müslüman kötü şey yapmayacak, yaptığı iyi şeyleri de

besmele ile yapacak!

Yemeğe besmeleyle başlayacak!

“—Niye yemek yiyorsun sen?” “—Yiyorum işte, ne bileyim ben, hiç şimdiye kadar düşünmedim.” “—Neden yedin?” “—Sıhhatim gücüm, kuvvetim yerinde olsun da, Allah’a kulluk

481

edeyim diye!” Yemeğin sebebi bu. Yemek yemek, keyif için değil, Allah’a kulluk etmek bu şekilde mümkün olduğu için. Aksi halde insan halsiz düşecek, yapamayacak bu işi.

Her şeyin besmeleyle olması lazım!


Dükkânı açıyor:

“—Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Yâ Rabbi! Ben, bu dükkânı açıyorum, helâl kazanayım! Bu kazancımla, hem kendi ihtiyaçlarımı gidereyim; hem de, başkalarına yardım yaparım. Fakirlere faydam olur, ailemi kimseye muhtaç etmem.” Besmeleyle kapatıyor. Kadın yemek yapıyor, besmele çekiyor, besmeleyle pişen yemeğin bereketi olur, yemeği yersin, içine bir aşk düşer.

“—Bir Kur’an okuyayım.” Bir aşk düşer.

“—Şöyle bir namaz kılayım!” Gözlerin yaşarır, içine bir neşe gelir. Neden? Hanım besmeleyle pişirdi yemeği. Besmeleyle hayvanı kesersin, afiyetle yersin bereket olur. Besmeleyi kasten terk ederse et murdar olur, yenmez. Allah’tan gayrinin adına kesilirse yenmez. Diyorlar ki, bu hayvan İslâmî usûle göre kesilmiştir. Kesilmesi yetmiyor ki, Allah adına kesilmesi lazım! Kesenin, “Bi’smi’llâhi allàhu ekber” demesi lâzım. Her şey Allah adına olacak. Hatta düğüne, Allah adıyla gidecek insan; gerdeğe Allah adıyla girecek, “Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm” diyerek girecek.


Eskiden ne güzeldi düğünler. Ben onları gördüm, hatırlıyorum. Üç gün devam ederdi düğün, Güvey perşembe günü akşam, yatsı

namazında camiye gelirdi; İmam, cemaat hepsi, evine kadar götürürlerdi mübareği; orada dualar ederlerdi, besmeleyle koyar, gelirlerdi. Böyle yuvadan hayırlı evlat olur. İyi evlat yetişir böyle yuvada…

Besmelesiz, haramla beslenmiş, İslâm’ı öğrenmemiş nesiller ne olur? Canavar olur, canavar... İnsanlar, birbirlerini yiyorlar şimdi. Aynı milletin fertleri, aynı bayrağın altında. Bayrak neymiş, sınır neymiş? Kardeş, dindar insanlar, birbirlerini yiyorlar. Neden?

482

Keratalar, kepazeler, besmelesiz olduklarından herhalde. Ondan böyle yapıyorlar. Yoksa yapmamaları lazım! O bakımdan, her işe besmeleyle başlamak lazım!


Hadis-i şerifi özetleyelim:

Kim alimden bir harf bile öğrense, Allah bunu mutlaka mağfiret eder. İlim öğrenin!

Kim, bir kimseyi Allah rızası için sever, dost edinirse, arkadaşlık yaparsa, Allah onu mağfiret eder. Arkadaşlar edinin, Allah yolunda dostlar edinin!

Kim abdest alıp, gece temiz olarak, tàhir olarak, abdestli olarak uyursa; Allah onu mağfiret eder. Gece paldır küldür yatmayın; abdest alın, abdestli, dualı uyuyun!

Kim din kardeşinin yüzüne tatlı bakarsa, Allah onu mağfiret eder. Birbirinizi sevin, severek bakın birbirinize, bu sevabı kazanın!

Kişinin annesinin, babasının yüzüne bakması da sevaptır. İnsan annesinin yüzüne bakar, sevap kazanır. Arkadaşının yüzüne bakmak da, sevapmış demek ki, mağfiret olunuyormuş!


Kâbe’ye bakmak da sevaptır.

“—Hacım! Ne yapıyorsun burada?” “—Oturdum, Kabe’yi seyrediyorum işte.”

Tamam o da sevap. Kâbe’ye böyle hayran hayran baksa, o da sevap.

“—Bu müslümanların Kâbe’si yâ Rabbi! Dünyanın her yerinden buraya dönüyorlar. Ne mübarek yapı yâ Rabbi! Hazret-i Âdem zamanında kurulmuş, tekrar tekrar binası tazelenmiş. İbrahim AS ve İsmail AS burada yaşamışlar, gelmişler geçmişler; buralardan nice peygamberler cevelan etmiş, ne mübarek yer!” diye bakarsan, sevap.

Kur’an-ı Kerim’e bakarsın, sevap.

“—Okuma bilmiyorum hocam! Ama, çok seviyorum bu Kur’an’ı! Ah bir öğrensem!” diye yüzüne bakıyor, sevap.

Kur’an’ın yüzüne bakmak sevaptır. Arkadaşının yüzüne

483

bakmak da mağfirete sebep oluyor.

Bir iş yapan kimse de, besmeleyle başlasın! İşi hayırlı, uğurlu olur, sonu tatlı gelir, bereketli olur.


Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi dinimizi öğrenenlerden, her işimizi Rabbimizin razı olacağı şekilde yapanlardan; böylece affına, mağfiretine, rahmetine, rızasına erenlerden eylesin… Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin…

Evlatlarımızı hayırlı evlatlar, kazançlarımızı temiz kazançlar eylesin…

Hayır-hasenat yaparak, güzel bir ömür sürüp, imanla ahirete göçüp, cennetiyle, cemaliyle müşerref olmayı Allah cümlemize nasip ve müyesser eylesin!

Bir soru sorulmuş:

“—Bir sadakanın ağırlığı ne kadardır?”

Sadakanın ağırlığı diye bir şey olmaz. Sadaka sadakadır. Sadaka serbesttir. Her şey sadaka olur. Bir hurma da sadaka olur. Bir zeytin de sadaka olur. Bir kilo da olur, beş kilo da olur, bir küfe de olur. Belli bir ölçüsü yoktur.

484

Ama, bir insanın zekât verebilmesi için ne kadar gümüşü olması lazım? İki yüz dirhem gümüş… Yâni yarım okka demektir. Yaklaşık altı yüz elli gram kadar gümüşü olması lazım ki, zekât verebilsin. Zenginlik hududu iki yüz dirhem, yani altı yüz küsur gram gümüş, veyahut, yetmiş dokuz - seksen gram altındır. Bu miktar ile zekat verecek demektir.

Onun dışında serbesttir, sadakanın hududu yoktur. Bir de sadaka-i fıtır vardır, vaciptir. Ramazan Bayramı’ndan evvel her müslüman verecek! Oruçların kabulü, sadaka-i fıtrın verilmesine bağlanmış. Allah o sadaka-i fıtrı vermeyene, orucun sevabını vermiyor. Oruçlar yükselmiyor, yerine varmıyor.

Onun için, sadaka-i fıtrı verme hususunda titiz davranacaksınız! Önemli bir şeydir. İhmali, tuttuğunuz oruçların makbule geçmemesine sebep olur. Onun için, Sadaka-i fıtrı da verin! Zekât da, sadakanın fazla olan cinsidir. Zekâtın miktarını belirttik. Serbest sadakanın belli bir ölçüsü, bir gramı yoktur.

“—Mürüvvete endaze olmaz.”, “—Ağanın eli tutulmaz, ayıp olur. Kesesine davrandığı zaman, ne kadar verirse verir.” Allah, ecrini, sevabını, çok yazsın!

El-fâtihah!..


13. 04. 1991 – Coburg

Melbourne / AVUSTRALYA

485
30. PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN AİLE HAYATI
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2