16. TASAVVUF TERBİYESİ VE BAŞARI

17. KAZANÇLARIN EN GÜZELİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d.

Muhterem kardeşlerim! Allah’ın nasib ettiği miktarda, gücümüz kuvvetimizin yettiğince, fırsat buldukça yatsı namazlarından sonra Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifinden üç tane kadar okuyoruz. Ve bu hadis-i şerifleri de ben bir arkadaşıma besmeleyle çektirtiyorum, hangi sayfadan çıkarsa oradan okuyorum. Yani “Hoca efendi belli hadis-i şerifleri bize okuyup da bize bir şey telkin etmek istiyor.” demeyin. Kaderimize ne gelirse o geliyor.

Eğer size bir işaret varsa, “Bende bu kusur varmış.” dersiniz, düzeltirsiniz. Bir beşâret varsa seviniriz. Kimseye söylemeyin ki güzel şeyleri söyleyince insanın elinden kaçar. İbret almaya gayret edin.


a. Elinin Emeğiyle Geçinmek


Buhârî’nin ve Müslim’in (Rahmetu’llàhi aleyhimâ) nakil ve rivayet ettiklerine göre, açılan sayfada çıkan hadis-i şerifinde,

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:68


لأَنْ يَأْخُذَ أَحَدُكُمْ أَحْبُلَهُ، ثُمَّ يَأتِيَ الْجَبَلَ، فَيَأْتِيَ بِحُزْمَةٍ مِنْ حَطَبٍ


عَلَى ظَهْرِهِ، فَيَبِيعَهَا، فَيَكُفَّ اللهُ بِهَا وَجْهَهُ، خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَسْأَلَ



68 Buhàrî, Sahîh, c.VII, s.238, no:1933; İbn-i Mâce, Sünen, c.V, s.424, no:1826; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.167, no:1429; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.36, no:675; Abdürrezzak, Musannef, c.XI, s.91, no:20010; Zübeyr ibn-i Avvâm RA’dan.

329

النَّاسَ، أَعْطَوْهُ أَوْ مَنَعُوهُ (خ. حم. عن الزبير بن العوام)


(Leen ye’huze ehadüküm ahbülehû, sümme ye’tîye’l-cebele, feye’tî bi-huzmetin min hatabin alâ zahrihî, feyebîahâ, feyeküffa’llàhu bihâ vechehû, hayrun lehû min en yes’ele’n-nâse, a’tavhü ev meneùhü) Mânası şu, kardeşlerim:

(Leen ye’huze ehadüküm ahbülehû) “Sizden herhangi birinizin ipini alıp, (sümme ye’tîye’l-cebele) sonra dağa gitmesi…” Bizim memlekette urgan derler. Urgan, biraz kalınca.. Yâni “ip dediği pamuk ipliği değil, dikiş ipliği değil; yük taşımaya mahsus kalınca ip…

“Kalın urganını alıp, sonra sabahleyin kalkıp da dağa gitmesi, (feye’tî bi-huzmetin min hatabin alâ zahrihî) oradan o ipin bağlayabildiği kadar bir demet, bir yük odun toplayıp sırtında getirmesi, (feyebîahâ) onu burada satması; (feyeküffa’llàhu bihâ vechehû) ve böylece Allah’ın onun şerefini, yüzünün akını koruması, dilenmekten koruması...” Dilenmiyor, odun satıyor. Odunu dağdan topluyor, pazara getiriyor; “Yok mu alacak?” Tabii o zaman gaz ocağı yok, tüp vesaire yok. Herkes odun yakıyor. Odun lazım. O dağdan getiriyor bir demet, şu kadar dirhem, bu kadar dirhem satıyor, eline bir para geçiyor. Sermayesi hamallık. Gidiyor, odunu oradan topluyor, oraya kadar hamallığını yapıyor, satıyor, eline üç beş kuruş para geçiyor.

“Böyle yapması ve yüzünü arsızlıktan, yüzsüzlükten, başkasına el açıp dilenmekten Allah’ın böylece onu koruması; (hayrun lehû min en yes’ele’n-nâse, a’tavhü ev meneùhü) onun için insanlardan bir şey istemesinden, dilenmesinden daha hayırlıdır; ister versinler, ister vermesinler.


“İnsanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır.” demek, yani isterse insanlar ona bir şeyler versin. “Allah rızası için bana biraz yardım edin.” dediği zaman isterse versinler, daha fazlasını

330

versinler mesela... Odun sattığı zaman 5 dirhem kazanıyorsa, dilendiği zaman isterse 50 dirhem kazansın. İster versinler, ister vermesinler. Bazıları dilenciye vermiyorlar:

“—Hadi oradan, arslan gibisin, levent gibisin, git çalış!” diyorlar. “Bak sıhhatin yerinde, turp gibisin. Git çalış!” diyorlar.

Bizim Peygamberimiz’den öğüt, tavsiye; gelen insanı boş çevirmemektir. Az çok bir şey vermektir. “Belki gerçektir, hakikaten ihtiyacı vardır.” diye vermek daha uygun bize göre.

Kimisi de, “Allah versin!” diyor.


Nasreddin hocanın hikâyesi de mâlum: Dam aktarıyormuş. “Kış gelecek, şu damın yarıklarını, gediklerini tamir edeyim.” diye tam dama çıkmış. Başka adamın biri de; “Hoca efendi, bir dakika gelir misin, bir şey söyleyeceğim.” demiş. Damdan inmiş üst kata, üst kattan merdivenlerden alt kata inmiş, kapıya gelmiş. “Allah rızası için bana bir şey versene.” demiş. “Gel” demiş, birinci kata çıkarmış, birinci kattan yukarıya çıkartmış, dama çıkartmış; “Allah versin.” demiş.

Demiş ki; “Ya madem ‘Allah versin.’ diyecektin, aşağıda deseydin ya!” “E sen de aşağıdan söyleseydin ya, ‘Allah rızası için bir şeyler ver.’ diye.” demiş. Bu da işin şaka tarafı.


Ama istemekten böyle odun taşıması daha iyi, daha hayırlı. İstememek daha iyi. Beleşten kazanmaktan, alnının teriyle kazanmak daha iyi. Kimseye yük olmamak daha iyi. Bizim büyüklerimiz, bizim mürşitlerimiz, büyük evliyâullah kimseden bir şey istememişler. “İstersen biz verelim.” demiş, kimseye el açmamışlar.

Ahmed-i Yesevî Hazretleri Rh.A, Türkistan’ın büyük evliyâsından, kendisi kaşık yontarmış. Odunu alır, sağını solunu yontup kaşık yaparmış, sepete koyarmış. Onları eşeğin heybesinin bu taraftaki sepetine koyarmış; 10-20 tane, kaç tane yapıyorsa, elinin emeği yani... Ondan sonra çarşıya dehlermiş eşeği... Kendisi gitmiyor.

331

Çarşıya da eşek yavaş yavaş gidermiş, herkes bakar, “Hoca nasıl kaşık yaptı?” diye eşeği durdururlarmış; oradan alırlarmış kaşıkları, bakarlarmış, beğendiklerini alırlarmış. Ne para koyarlarsa koyarlarmış. Para koymazlarsa eşek gitmezmiş. Eşek ama hocanın eşeği, lâlettâyin değil.

Onun için, alnının teriyle geçinmişler. Helalinden yemişler. Halkın hakkını yememişler, halkın kesesinden yememişler. Güzel olanı budur; insanın muhtaç olmamasıdır, başkasından istememesidir, kendi alnının teriyle kazanmasıdır. Onun için işçi kardeşlerimizin, bilhassa elinin emeği ile çalışan kardeşlerimizin bu kazanması güzel şeydir.


Fakat kazançların en güzeli hangisidir?

Kazançların en temizi, en güzeli, cihaddan elde edilen kazançtır. Kitaplarımız böyle yazıyor.

332

“—Ben cihad peygamberi olarak gönderildim, ticaret peygamberi olarak gönderilmedim.” diyor Peygamber Efendimiz.

Mümkünse hepimiz gitsek cihad etsek; Afganistan’da cihad etsek, başka yerlerde cihad etsek de, sevabı böyle alsak ve nasibimiz de o yoldan gelse keşke...

Ama dilenmenin iyi olmadığını bu hadis-i şerifte Efendimiz gayet güzel göstermiş oluyor. Bu da sizin kulağınıza küpe olsun.


Büyüklerimizden bir tanesi; “İnsan, avlanan arslan gibi olmalı.” diyor. Avlanır, kendi avını yer, ondan sonra karnı doyduğu zaman arslan gibi uzanır, artık keyif çatar, şekerleme yapar. Yemeği yedi, karnı doydu. Ondan sonra onun avladığı avın başına tilkiler gelir, sırtlanlar gelir, kargalar gelir ve saire gelir. Onlar da kıyısından köşesinden bir şeyler yalamaya, ısırmaya, kemirmeye çalışırlar. Başkasının avından onlar faydalanıyor. Ama ötekisi kendisi avladı, ondan sonra kenara çekildi. En iyisi o. Kendi alnının teriyle kazanmak en iyi olmuş oluyor.


Cihad niçin üstün? Cihad, dini devam ettirmek için, din düşmanlarına fırsat vermemek içindir. Cihadın aslı esası odur.

Müslümanlar aslında mazlum yetiştiler, garip yetiştiler. Peygamber Efendimiz uzun zaman zulme uğradı. Seneler senesi baskı yaptılar. Namaz kılacak, size ne onun namazından, namazına mâni oluyorlar. İbadet edecek, ibadetini engellediler. İkna ettikleri insanları onun yolundan çevirmeye çalıştılar.

O yine böyle halim selim hareket etti. Hatta dönüp Mekke’yi fethettiği zaman ordusuna dönüp dedi ki:

“—Size mücadele edip silah atmayana siz silah çekmeyeceksiniz. Kimseyi öldürmeyeceksiniz.”

Koca Mekke fetholdu, birkaç kişi hariç herkesi affetti Peygamber Efendimiz. Birkaç azılı kâfir vardı... Koca Mekke fethedildi... Hatta komutanlarından bir tanesi:

“—Bu savaşta öyle durmak filan yok! Şimdiye kadar müşriklerin bize yaptıklarını, şehidlerin intikamını öyle bir alacağım ki!” diye böyle sözler söyleyince, Peygamber Efendimiz

333

onu komutanlıktan aldı. Hırsla hareket edecek, aşırı gidecek diye onu komutanlıktan aldı. Efendimiz böyle muamele etti.


Ondan sonra da Mekke ahalisine en çok ganimetleri verdi. En çok paraları onlara verdi. Hatta eski müslümanların bir kısmı, zayıf inançlıları dediler ki: “—Muhammed kendi hemşehrilerini kayırıyor.”

Bu küfür sözü, söylenecek söz değil. Ama Peygamber Efendimiz’i anlayamadılar. Peygamber SAS Hazretlerinin gözünde dünya metaı yok. O yeni müslümanlara çok veriyor ki gönülleri ısınsın, yumuşasın, İslam’a bağlansınlar diye. Eski müslümanlara dönüp de dedi ki;

“—Daha ne istiyorsunuz? Kendimi size ayırdım.” Mekke fetholdu ama Mekke’de kalmadı Peygamber Efendimiz. Mekke fetholdu, Peygamber Efendimiz’in doğduğu şehir, sevdiği şehir, Kâbe’nin olduğu şehir. Oturamaz mıydı burada? “Tamam fetholdu artık, bizim başşehir, burada otururum.” diyemez miydi?

Âmenna ve saddaknâ, ne isterse öyle yapardı.


“—Size kendimi ayırdım ey Medineliler, sizin yanınıza geleceğim.” dedi ve Medine’de kaldı.

Medine’de defnoldu. Ve Medine’yi şereflendirdi, nurlandırdı. Ve Medine’yi Medîne-i Münevvere yaptı. Münevvere, “nurlandırılmış” Medine hâline getirdi, şereflendirdi. Öyle bir şeref bahşetti ki Arş-ı Âlâ’nın kıskanacağı şerefi verdirtti. Medine’nin toprağını şifa eyledi.

Ama anlamayan işte ileri geri konuşuyor. Ehlullahın, evliyâullahın, Rasûlullah’ın kıymetini anlamayan insanlar çıkmış. Her zaman çıkmış, her yerde çıkmış. Her zaman böyle şeyler oluyor.

Allah bir insanın basiretini bağlamasın, gözünü açtırsın.


Sevgili kardeşlerim! Kısmetinize çıkan hadisler bunlar...

“—Alnınızın teriyle kazanın!” diyor Peygamber Efendimiz.

Demek ki kazanmıyorsanız ibret alacaksınız, kazanacaksınız.

334

Beleşten yaşamak yerine çalışacaksınız, kazanacaksınız, başkalarını da faydalandıracaksınız.


b. Emr-i Ma’ruf, Nehy-i Münker


İkinci hadis-i şerif:69


لَتَأْمُرُن بِالْمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، أَوْ لَيُسَلِّطَنَّ الله عَلَيْكُمْ


شِرَارَكُمْ، فَيَدْعُو خِيَارُكُمْ، فَلاَ يُسْتَجَابُ لَهُمْ (خط، طس .

عن أَبي هريرة؛ البزار عن عمر)


(Lete’mürunne bi’l-ma’rûfi, ve letenhevünne ani’l-münkeri, ev leyusallitanna’llàhe aleyküm şirâraküm, feyed’ù hıyârüküm, felâ yüstecâbu lehüm.) Bu hadis-i şerif de önemli bir vazifemizi bize hatırlatır, muhterem müslüman kardeşlerim.

Peygamber Efendimiz SAS adeta -parmağını tehditle sallar gibi, gözümün önüne öyle geliyor- buyuruyor ki:

“—Muhakkak ve muhakkak ya emr-i mâruf yaparsınız, nehy-i münker yaparsınız veyahut da Allah başınıza sizin şerlilerinizi musallat eder. Aranızdan ciğeri beş para etmez şirâr, şirret adamları size musallat eder.” “—Yâ Rabbi! Bu belâyı başımızdan def et!” derler de, duaları kabul olmaz.

Kabul olmamasının sebebi neymiş? Emr-i mâruf nehy-i münker yapılmamasıymış.

Müslümanın ana vazifelerinden birisi; sağlığında, hastalığında, evinde, sokakta, hastanede, postanede, fabrikada,



69 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.99, no:1379; Hatîb-i Bağdâdî, Tarih-i Bağdad, c.XIII, s.92, no:7075; Ebû Hüreyre RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.I, s.44, no:188; Hz. Ömer RA’dan.

Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.329, no:18286.

335

çarşıda, pazarda, sohbette, her yerde emr-i mâruf nehy-i münker. İyi olan şeyi, aklın ve şeriatin övdüğü, methettiği, güzel dediği, değer verdiği şeyleri yaptırmak, teşvik ve öğretme çalışması yapacağız. Aklın ve şeriatin hoş görmediği, “Olmaz böyle şey! Günah böyle şey!” diye uygun bulmadığı şeylerin de yapılmaması için gayret göstereceğiz. Yaparlarsa “Yapmayın böyle.” diyeceğiz.


Çocuklar çıkmış, otomobillerin tepesinde zıplıyor:

“—İnin bakayım aşağıya, yapmayın böyle!”

Çocuklar komşunun elmalarını taşlıyor, eriklerini tırtıklıyor; “—Öyle yapmayın!”

Veyahut daha başka bir yanlış iş. Birkaç tane zalim çocuk tutmuşlar, bir hayvana eziyet ediyorlar:

“—Bırakın bakayım onu, şimdi sizin yanınıza geliyorum! Bırakın onu!” diyecekler.

Veyahut birkaç tane zalim, bir mazlum adamı kenara çekmişler, baskı yapıyorlar, zulmediyorlar.

336

“—Çekilin bakayım oradan. Bırakın mazlum zavallıyı! Alimallah kollarımı sıvıyorum...” diye mazlumun yanında yer almak, zalime fırsat vermemek...

Emr-i ma’ruf, nehy-i münker... Bu nedir? Farzdır. Namaz gibi, oruç gibi farz.

Biz şimdi farzları ikiye ayırmışız. Bir; hafif, kolay farzlar. İki; sarp, zor farzlar. “Zorları başkaları yapsın!” diye ayırmışız. Hiç onların yanına yanaşmıyoruz. Kolayları yapıyoruz. Tesbih çekmek; pekâlâ. Namaz kılmak; pekâlâ. Yemek yemek; pekâlâ. İftar etmek; pek pek pekâlâ. Sahura kalkmak çok ağır; sünnet.

“—Senin adın ne?” demiş.

“—Farz” demiş çocuk.

Babası demiş ki;

“—Oğlum niye adını doğru söylemiyorsun?”

“‘—Sünnet’ desem adam beni de yiyecek!” demiş.


Allah’ın emirleri ayrılmaz. Nasıl ayet-i kerimede;


أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ (البقرة:٥٨)


(Efetü’minûne biba’dı’l-kitâbi ve tekfurûne biba’d) “Allah’ın bazı âyetlerine inanıyorsunuz da, bazılarını inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara, 2/85)

Böyle şey olur mu? Allah’ın âyetleri ayrılır mı?


Eski Diyanet İşleri başkanlarından bir tanesi baskı devrinde eline Kur’ân-ı Kerîm’i almış, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini makasla kesip “okunabilecek âyetler”, “okunamayacak âyetler” diye ayırmış. Okunabilecek âyetler normal, rejimin bir şey demedikleri… Okunamayacak âyetler;

“—Sakın ha bunları okuma! Bunlar okunmaz!” Neden?

“—Rejim bunu hoş karşılamaz.” Allah’ın âyetleri engellenir mi, kesilir mi?

337

Allah’ın âyetleri başından, Fâtiha’sından Kul eûzü bi-rabbi’n- nâs’ına kadar hepsi bir bütündür. “Şu kadar âyet-i kerîmenin hepsine inanıyorum, bir tanesine inanmıyorum.” dese insan, kâfir olur. Bir tanesine inanmasa kâfir olur.

Âyetlere değil, Peygamber Efendimiz’den rivayet edildiği sahih olan, gerçek olan bir hadis-i şerife “Benim aklım böyle şeye yatmaz, ben onu kabul etmiyorum.” dese hadis-i şerifin inkârından da kâfir olur insan.

Millet bu işin farkında değil. Millet dini oyuncak sanıyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kahrından, gazabından korkmuyor, laubali... Kanunla alay etmekten korkar, trafik kaideleri çiğnemekten korkar, “Polis gelir ceza yazar, şu kadar dolar para vereceğim!” diye ödü patlar; ama Allah’ın âyetleri ile, Rasûlüllah’ın hadis-i şerifleriyle gayet laubali...

“—Bu devirde bu hadis yapılmaz.” Niye yapılmasın? İşte Pakistanlılar yapıyor, niye yapılmasın?

Sen yapamıyorsun; sende iş yok da ondan! İki para etmez ödlek adamın birisin de Rasûlullah’ın hadisini yapamıyorsun. Kravatı bağlamış, çekmiş jileti suratına, sinekkaydı tıraş olmuş, kahvehaneye geçmiş, bacak bacak üstüne atmış, bir de sigara tüttürmüş, güzel güzel fiyakalı fiyakalı savuruyor.


“—Bu âyet, bu hadis-i şerif tatbik edilmez bu devirde.” Sen tatbik edemezsin, sen de iş yok! Senin tatbik edecek hâlin yok da ondan! Yoksa Allah’ın nice has kulları var. Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerinin bir işaretine can vermeye hazır. Şeriatin bir küçük âdâbını çiğnemeye rızası yok. Gecesi gündüzü her şeyiyle Rasûlullah Efendimiz’in yolunda geçirmeye âmâde... Allah’ın nice has kulları var; sen dünyada sadece kendini mi var sanıyorsun?

“—Ya emr-i mâruf yapar, nehy-i münker edersiniz; ya da Allah başınıza şerlilerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder de dualarınız kabul olmaz.” Bizim durumumuzu gösteriyor herhalde... Bizim neden

338

başımızda belalıların olduğunu, neden hürriyetlerimizi kaybettiğimizi, neden Afganistan’da, Bulgaristan’da, falanca da filanca da, Kırgızistan’da vesairede neden başımıza neler geldiğini, neden sàlih kulların ağlayıp sızlayıp yalvardığı halde dualarının kabul edilmediğini bu hadis-i şeriften herhalde anlıyoruz.


Daha korkunç bir hadis-i şerif var, diyor ki Peygamber SAS Hazretleri;

“—Âhir zamanda Allah’ın salih bir kulu; ‘Yâ Rabbi! Ümmet-i Muhammed’e hayırlar ihsan eyle. Şöyle yap, böyle yap...’ diye ümmet için dua edince Allah ona der ki; ‘Sen kendin için dua et. Ben onlara kızıyorum, onları karıştırma!’ der.” diyor Peygamber Efendimiz.

“—Tamam, sen benim sevgili kulumsun, kendin için dua et. O ümmet için dua etme. Ben onlara kızıyorum. Onları duana alma!” diye ikaz eder diyor.

Bu hadis-i şerif, tüyleri diken diken edecek bir hadis-i şeriftir! Allah-u Teàlâ Hazretleri bize farzları ayrımsız, tasnif yapmadan, kolayını zorunu hepsini yapmaya, kabul etmeye hazır, tam müslüman eylesin…

Yarım müslüman, dörtte bir müslüman, çeyrek müslüman, onda bir müslüman, yüzde bir müslüman... Sulandırılmış müslümanlık; suyuna su katmışlar, suyuna su katmışlar, kokusu kalmış sadece…


c. Allah Faize Lânet Etti


Müslim’in (Rh.A) rivayeti. Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri buyuruyor ki:70



70 Ebû Dâvud, Sünen, c.IX, s.163, no:2895; Neseî, Sünen, c.XV, s.337, no:5013; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.402, no:3809; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.44, no:3252; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.396, no:4981; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

339

لَعَنَ الله آكِلَ الرِّبَا، وَمُوكِلَهُ، وَشَاهِدَيْهِ، وَكَاتِبَهُ؛ هُمْ فِيهِ سَوَاءٌ

( حم. د. ن. عن ابن مسعود)


(Leana’llàhu âkile’r-ribâ, ve mu’kılehû, ve şâhideyhi, ve kâtibehû; hüm fîhi sevâun.) (Leana’llàhu âkile’r-ribâ) “Allah faiz, riba yiyene lanet etti. (Ve mu’kılehû) Yedirene de, verene de lanet etti. Faiz alıp yiyene de lanet etti, verene de lanet etti.

(Ve şâhideyhi) “Para alınması işleminde, senedin yazılması işleminde şahit olup da imza koyanlara da lânet etti. (Ve kâtibehû) Onu yazana, yani daktilo edene de lanet etti.” (Hüm fîhi sevâun) “Bu günahta bunların hepsi müsâvidir.” Alan, veren, yazan, çizen, şahit olan, hepsi müsâvi… İşte İslâm böyle...

Bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!


01. 04. 1988 - Avustralya




Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.107, no:9767; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.369, no:18387.

340
18. İLİM ÖĞRENMEK