28. DÜNYA VE AHİRET HAYATI
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve üsvetüne’l-haseneti ve tâci ruûsinâ ve tabîb-i kulûbinâ muhammedini’l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d.
Aziz ve muhterem kardeşlerim,
Allah-u Teàlâ Hazretlerinin selâmı, rahmeti, bereketi, hem dünyada hem ahirette sizlere nasip ve müyesser olsun. Rabbimiz sizleri, sevdiklerinizle, evlatlarınızla, geçmişlerinizle beraber dünya ve ahiret saadetine, selâmetine nail ve sahip ve mazhar eylesin. Dünyanın ve ahiretin şerlerinden, tehlikelerinden cümlemizi ve cümlenizi hıfz eylesin.
Buraya sizler tarafından, cemiyetiniz tarafından davet edildiğim için gelmiş bulunuyorum. Hepinize teşekkür ederim. Allah razı olsun…
Buradaki ikametim esnasında, planlı bir şekilde, önem sırasına göre her akşam bir konuyu işleyerek, size dinimizin temel esaslarından olan çok önemli noktalardan belli bir seviyeye kadar bahsetmek istiyorum. Topluluk olarak hepinizin gelmesini sağlamayı temenni ediyorum. Çalışmamı buna göre planladım. Allah yardımcımız olsun.
Bir insanın pedagojik bakımdan dikkatinin sağlam ve kuvvetli olduğu süre 45-50 dakikadır. Bu kadar konuşmak, sonra yatsı namazı için abdest tazeleme zamanı bırakmak istiyorum.
Bu akşam yapacağım ilk konuşmam, dünya hayatıyla, bu hayatla ilgili olacak.
Eski kitaplarımızı incelediğimiz zaman, her birisinin bir konuya önem vererek başladığını görürüz. Mesela İmam Buhari
Rh.A, niyet’ten başlamış. Niyet önemlidir, niyetimizi tashih etmemiz lazım, ihlaslı olmamız lazım diye, bunu vurgulamak için niyetten başlamış. İmam-ı Gazali, İhyâu ulûm adlı kitabına ilim ile başlamış. Önce ilim lazım, cahillikle iş olmuyor diye.
Sizler bu işe sıfırdan başlayan kimseler değilsiniz. Cami cemaatisiniz, müslümansınız, İslâm’ı bilen kimselersiniz. Onun için ben de bir konuyu öne alarak size anlatmak istiyorum: El- hayâtü’d-dünyâ… Burada dünyâ kelimesi, ism-i tafdil sigasının müennesidir, iki şeyden bize daha yakın olanı demektir.
İki tane hayat vardır: Biri el-hayâtü’d-dünyâ, diğeri el- hayâtü’1-âhireh... Bir dünya hayatı var, bir de ahiret hayatı. Biz, dünya deyince genellikle İngilizce’deki earth: yeryüzü mânâsına anlıyoruz. Fakat burada dünya o mânâya değil, bize yakın olan, içinde bulunduğumuz anlamına geliyor. El-hayâtü’d-dünyâ
demek, içinde yaşadığımız, şu anda içinde bulunduğumuz, sürmekte olduğumuz hayat demektir. Bugün Türkçe’de anlaşılan şekliyle dünya demek değildir.
Şimdi hepimiz dünya hayatındayız. İkinci defa
karşılaşacağımız hayat ise el-hayâtü’1-âhireh; yâni bundan sonraki, ba’sü ba’de’l-mevt’ten sonra yaşayacağımız hayat…
Bugün, bize daha yakın olan hayattan bahsedeceğim, bu iki hayattan hangisinin daha önemli olduğunu ayet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden nakledeceğim.
a. Dünya Hayatı Nedir?
Şerefi dolayısıyla Allah’ın kelâmı daha önemli olduğu için ayetlerden başlayalım! Allah-u Teàlâ Hazretleri Hadîd Sûresi’nde buyuruyor ki:
اِعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَ هْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُ مْ وَتَكَاثُرٌ فِي
اْلأَمْوَالِ وَاْ لأَوْلاَدِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ
مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي اْلآخِرَةِ عَ ذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللهَِّ
وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ )الحديد: ٠٢)
(İ’lemû enneme’l-hayâti’d-dünyâ laibün ve lehvün ve zînetün ve tefâhurun beyneküm ve tekâsürün fi’l-emvâli ve’l-evlâd) [Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. (Kemeseli gaysin a’cebe’l-küffâre nebâtühû) Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. (Sümme yehîcü feterâhü musferran) Sonra kurur da, sen onun sapsarı olduğunu görürsün; (sümme yekûnü hutàmen) sonra da çer çöp olur. (Ve fi’l- âhireti azâbün şedîd) Ahirette ise çetin bir azap vardır. (Ve mağfiretün mine’llàhi ve rıdvânün) Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. (Ve me’l-hayâtü’d-dünyâ illâ metâu’l-gurûr)
Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.] (Hadid, 57/20)
Kasas Sûresi’nde de buyuruyor ki:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللهَ الدَّارَ اْلآخِرَةَ وَلاَ تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ
كَمَا أَحْسَنَ اللهُ إِلَيْكَ وَلاَ تَبْغِ الْفَسَادَ فِي اْلأَرْضِ إِنَّ اللهََّ لاَ يُحِبُّ
الْمُفْسِدِينَ (القصص:٧٧)
(Ve’btaği fîmâ âtâke’llàhe’d-dâre’l-âhirete) [Allah’ın sana verdiğinden onun yolunda harcayarak, ahiret yurdunu iste; (ve lâ tense nasîbeke mine’d-dünyâ) ama dünyadan da nasibini unutma! (Ve ahsin, kemâ ahsena’llàhu ileyke) Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilik et! (Ve lâ tebği’l-fesâde fi’l-ardı) Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama! (İnna’llàhe lâ yühibbu’l-müfsidîn) Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. (Kasas, 28/77) Nâziât Sûresi’nde de buyuruyor ki:
فَأَمَّا مَنْ طَغّٰى . وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا . فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوّٰى
(النازعات:٧٣-٩٣)
(Feemmâ men tağà) [Artık kim azmışsa, (ve âsere’l-hayâte’d- dünyâ) ve dünya hayatını ahirete tercih etmişse; (feinne’l-cahîme hiye’l-me’vâ) Şüphesiz cehennem onun için tek barınaktır.] (Nâziat, 79/37-39)
lk ayet-i kerimede Allah-u Teàlâ mealen şöyle buyuruyor:
(İ’lemû enneme’l-hayâti’d-dünyâ laibün) “Ey muhatap olan, bu ayetleri dinleyen, işiten insanlar, biliniz ki dünya hayatı bir oyundur.” İnsanlar, ekseriyetle ne kadar ciddi olduğunu kavrayamadan bu hayatı yaşayıp giderler.
(Ve lehvün) “Ve bir eğlencedir.” Hakikaten, çevremize bakıyoruz, hayatı dini bir bakışla görüp, dini bir algılayışla algılayıp ona göre tedbir almak yerine, bir oyun gibi, bir eğlence gibi, ciddiyetten uzak, keyfinde ve zevkinde yaşıyor insanların çoğu. (Ve zînetün ve tefâhurun beyneküm) “Ve aranızda bir
öğünmedir.” Para bakımından övünme, güç kuvvet bakımından övünme, gösteriş, güzel elbiseler, güzel bir araba, zengin bir insan görünümü... Sahip olduğun maddi birtakım imkânlarla başka insanlara caka satmak, çalım satmak… Çeşitli ziynet eşyaları, küpeler, gerdanlıklar, bilezikler, kaliteli elmastan yapılmış yüzükler vs. takınmak...
Bunların hepsi nedir? Bir üstünlük vesilesidir.
“—Bunlara ne lüzum var?” desen, kadına söz geçiremiyorsun, erkeğe anlatamıyorsun.
Herkes bunların peşinde… Herkes, karşılıklı olarak bir övünme, iftihar ve üstünlük yarışı içinde… Rabbimiz, ayet-i kerimede, insanların dünya hayatını nasıl değerlendirdiklerini bize böyle tasvir ediyor. İnsanların zihniyetlerini, kafa ve düşünce yapılarını böyle anlatıyor.
(Ve tekâsürün fi’l-emvâli ve’l-evlâd) “Malını çoğaltmak ve evlâdını arttırmak.” Mal çokluğu herkes için umumî gaye…
Bugün siz buraya niçin geldiniz? Buranın maddi şartları biraz daha iyi. Geçiminiz biraz daha iyi olsun diye, rahat yaşam ve bol kazanç için geldiniz. Sizin, Türkiye’de kazancınız ve rahatınız daha fazla olsaydı, ya da Arap kardeşlerimizin rahatları bulundukları yerlerde daha fazla olsaydı buraya gelmezlerdi. Böyle yabancı bir diyarda ne yapacaklardı? “Burada imkân var, paramız artar, rahat ederiz” diye, mal için geliyor buraya insanlar. Avrupa’ya giden kardeşlerimiz de mal için gidiyor.
Eski zamanın ve gelecek zamanın önemli amaçlarından biri mala mülke sahip olmak, paraya ve imkâna sahip olmak...
(Ve’l-evlâd) “Ve evlâdı arttırmak...” Araplar, kabileler halinde yaşadıkları için, grupları kalabalık ve kendilerine yardım edecek
insanlar fazla olduğu zaman, korunması daha kolay oluyor. Kimse hücum edemiyor veya kendileri hücum ettikleri zaman istedik- lerini çatır çatır kopartıp elde edebiliyorlar diye herkes evladının çok olmasını istiyordu.
Günümüzde bu durum biraz değişmiş; millet para istiyor ama evlat istemiyor. Doğum kontrolünün sebebi bu. Hatta anne ve babalar, evlada karşı olması gereken sevgi ve şefkat duygularını başka şeylerle tatmin etmeye yöneliyorlar. Mesela kedi, köpek, kuş besliyorlar, onları seviyorlar. Bu hususta biraz değişme olmuş
ama mal sevgisinde herkes müşterek.
İnsanoğlunun hayata bakış tarzı, hayatı görüş tarzı işte bu. İnsanoğlunun bu dünya hayatında içinde bulunduğu durum bu. Bir oyun, bir eğlence, maldan-mülkten dolayı aralarında bir böbürlenme ve malı, evladı çoğaltmaya, nüfuzunu genişletmeye çalışma…
Bunlar ne? Önemli mi? İnsanoğlu bunlara bel bağlamış ve bunlar için koşuyor, hayatı böyle algılayıp böyle yaşıyor. Eğlence, zevk, oyun, ziynet, süs, övünme, malı-mülkü artırma. Ayet-i kerimenin devamında bunlar şöyle anlatılıyor:
(Kemeseli gaysin a’cebe’l-küffâre nebâtühû) “Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider.” Yağmur yağdığı zaman yerden nebat biter, ortalık yeşillenir. Hele Arabistan gibi imkânları kısıtlı olan çöllük bir yerde ise, yağmurun arkasından biten çayır çimen hoşa gider. “Yağmur yağdı, ortalık serinledi, değişik bir manzara...” diye memnun olur insanlar. (Sümme yehîcü feterâhü musferran) “Sonra kurur da, sen onun sapsarı olduğunu görürsün; (sümme yekûnü hutàmen) sonra da çer çöp olur.” Sonra durum değişir, o yağmurdan sonra bir iki gün güneşi görünce, otlar sararıp solar. Kuru ot haline gelir, rüzgâr estiği zaman savrulur gider havada… Ne oldu? Bir iki gün yeşillik ve ondan sonra sararıp solma, çöp ve saman olma, havalarda uçuşma... İşte Allah-u Teàlâ Hazretleri buna benzetiyor.
Devamlı olmayan, bir iki günlük yağmurdan oluşan bir yeşillik ve ondan sonra sararıp solma, çöp haline gelme. Böyle yaşayan, hayatı keyif, zevk, eğlence, ziynet, mal ve mülk çoğaltma tarzında algılayıp yaşayan insanların sonu ne oluyor?
(Ve fi’l-âhireti azâbün şedîd) “Ahirette ise çetin bir azap vardır.” Arkasından ahiret hayatında şiddetli bir ceza… Çünkü insanoğlu, bu dünyaya belli bir amaçla geldiğinin farkında olmadan yaşadı. Allah, bu dünyaya, imtihan için gönderdi insanı. Bu dünya ahiretin tarlası. İnsan bu dünyada yaptığının ya mükâfatını görecek, ya da cezasını çekecek ahirette. Fakat o, bunu anlamadan, hayatını zevk ve sefayla, eğlenceyle geçirdi. Çevrenizde gördüğünüz insanların çoğunun yaptığı gibi. Siz camiye geliyorsunuz. Ama, çevrenizdekilerin çoğunun mantalitesi, zihniyeti, yaşam tarzı bu… Onlar için de ahirette, şiddetli, müthiş, korkunç bir azap! Dünya hayatındaki imtihanı kaybettiklerinden dolayı.
Ama öyle yaşamayanlar için, yani hayatın bu keyfine ve
zevkine kapılmayan, hayatın dinî ve ilâhî mânâsını kavrayıp da Allah’ın rızasına uygun yaşayabilenler için, (Ve mağfiretün mine’llàhi ve rıdvânün) Allah’ın mağfiretine erişmek ve rızasına ermek var. Yani cennete girmek, iltifatlara, ikramlara mazhar olmak var.
Görülüyor ki, eğer insanlar dünya hayatını rahat üzere yaşayıp da ahirette şiddetli bir azaba uğrarlarsa, hiçbir kıymeti yok. (Ve me’l-hayâtü’d-dünyâ illâ metâu’l-gurûr) Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.] (Hadid, 57/20)
Demek ki, dünya hayatı bir aldanma, kanma, şaşırma, şaşkınlık malzemesiymiş. Bu yüzden ona iltifat edilmemesi lâzım! Müslümanın, bu hayatın geçiciliğini anlaması lâzım!
Bunun, çöle yağan yağmurdan biten bir ot gibi olduğunu, ertesi günün güneşiyle sararacağını, daha ertesi günün rüzgârıyla da kurumuş olan o otların havalarda uçuşacağını bilmesi ve ona bel bağlamaması lazım.
O yeşillik, insanın hayatını devam ettirmeye yeter mi? Onun, bir orman gibi daimi bir yeşillik ve hayat sürdürülebilecek bir ortam olmadığını algılaması lazım. Onu algılayıp anlamazsa bu bir aldanma oluyor.
Dünya hayatıyla ilgili olarak ilk ayet-i kerime bu tarzda.
İkinci olarak Kasas Sûresi’ndeki bir ayet-i kerimeyi anlatayım. Kasas Sûresi’nde evveline ve ahirine bağlı olarak Allah-u Teàlâ muhatabına hitaben buyuruyor ki:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللهَ الدَّارَ اْلآخِرَةَ وَلاَ تَنسَ نَصِيبَكَ مِنْ الدُّنْيَا
وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللهَ إِلَيْكَ وَلاَ تَبْغِ الْفَسَادَ فِي اْلأَرْضِ إِنَّ
اللهََّ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (القصص:٧٧)
(Ve’btaği fîmâ âtâke’llàhe’d-dâre’l-âhirete) “Allah’ın sana vermiş olduğu imkânlarla sen, ahiret evini kazanmaya gayret et! (Ve lâ tense nasîbeke mine’d-dünyâ) Ama dünyadan da nasibini unutma!
Bir dünya hayatı var, bir ahiret hayatı var; bir dünya evi var, bir ahiret evi var. Hani Yunus Emre “İlahi, cennet evine girenlerden eyle bizi” diyor ya. Bu dünya evi ve hayatı, dar-ı dünya, öbür taraf ise dar-ı ahiret. İşte, ey muhatap kul, ey bu nasihati dinleyen kişi! Allah’ın verdiği imkânlarla sen ahireti kazanmaya gayret et; dünyadan nasibini de unutma, ihmal etme!” Allah, sana akıl vermiş, sıhhat vermiş, evlat vermiş, akraba vermiş. Sen, Allah’ın lütfuyla birtakım imkânlara sahipsin. (Ve ahsin, kemâ ahsena’llàhu ileyke) “Allah’ın sana ikramda ve ihsanda bulunduğu gibi, sen de etrafındaki insanlara, müslümanlara ihsan ve ikramda bulun!
(Ve lâ tebği’l-fesâde fi’l-ardı) Yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmayı isteme, bozgunculuğu arzulama, buna kalkışma! Düzenlemeyi iste, güzelliği iste, bozgunculuğu, fitne ve fesadı
isteme, bunların peşinde koşma! (İnna’llàhe lâ yühibbu’l- müfsidîn) Çünkü Allah, müfsitleri, fesatçıları, fitnecileri, karıştırıcıları sevmez.” (Kasas, 28/77)
İyilik yapan ve ihsanda bulunanları sever, ifsat edenleri sevmez. Ayet-i kerimede bunlar bildiriliyor.
Bu ayet-i kerimeden şunu anlıyoruz: Bu dünya hayatında ahiret için çalışmamız, Allah’ın bize verdiği imkânları yine Allah’ın kullarına iyilik yapmak için sarf etmemiz gerekiyor. Hayatın gerçek çizgisi ve stratejisi bu… Bu ayet, bir müslümanın hayatındaki genel stratejisini çok güzel veriyor. Islah, düzenleme, güzelleştirme ve iyilikle meşgul olmamızı, fesat ve bozgunculukla meşgul olmamamızı emrediyor.
Nâziât Sûresi’ndeki üç ayet-i kerimeye gelince:
فَأَمَّا مَنْ طَغّٰى . وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا . فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوّٰى
(النازعات:٧٣-٩٣)
(Feemmâ men tağà) “Artık kim azmışsa, (ve âsere’l-hayâte’d- dünyâ) ve dünya hayatını ahirete tercih etmişse…” Tuğyan eden, azgınlaşan, Allah’ı dinlemeyen, Kur’an’ı dinlemeyen, dinin emirlerine uymayan, alabildiğine günahlara dalıp, Türkçe’de “Vur patlasın, çal oynasın!” diye tarif edildiği gibi günahların içinde taşkınlık ve azgınlık yapan insanların durumu nedir? (Feinne’l-cahîme hiye’l-me’vâ) “Şüphesiz cehennem onun için tek barınaktır.” (Nâziat, 79/37-39)
b. Amacımız Allah’ın Rızası
Sizlerin ve bizlerin amacı ne?
Hepimizin amacı Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın sevgili kulu olmak, Allah’a mûtî kul olmak, Allah’ın yolunda yürüyüp günahlardan sakınmaya çalışmak. Bunu yüzde yüz başaramıyorsak da amacımız budur. Yani esas itibariyle biz, Allah’ın rızasını kazanmak istiyoruz, ahireti tercih etmişiz, cenneti kazanıp cehenneme düşmemek istiyoruz, iyilik murad ediyoruz.
Bunun aksine, tuğyan eden, günahlara dalıp da bu dünya hayatını tercih edenlerin durumu ne olacak? Onların barınak yerleri, sığındıkları, atıldıkları, itildikleri ve sokuldukları yer cehennem olacak.
Dünya hayatının ne olduğunu ilk ayet-i kerimeden hatırlayalım: Süs, övünme, mal-mülk artırma çalışması... İşte bunu tercih edenlerin sonu cehennem… Allah’ın emirlerini tercih edenlerin sonu ise mükafat, yani Allah’ın rızasına erişmek, cennete dahil olmak.
Sanıyorum, burada birçok insanla bizim yolumuz ayrılıyor. Yani çevremizdeki insanlarla bizim aramızdaki en önemli ayrım
noktası bu. Yolların ayrıldığı nokta… Biz, mümin olduğumuz için ahireti tercih etmişiz. Ahiret elinde değil, önünde değil, bilmiyorsun. Ama bilenlerin haberi var. Allah’ın, gönderdiği peygamberlere bildirmesi var, bizim de imanımız var.
İmanın en önemli rüknü, en mühim esası nedir? Ahirete inanmaktır. Kur’an-ı Kerim’de, Fatiha’dan hemen sonra Allah-u Teàlâ müttakî insanların, takva sahibi insanların vasıflarını anlatırken, onların ilk özelliği olarak gayba inanmalarını methediyor.
“—Bana ne, ben gördüğüme inanırım, görmediğime inanmam!” İnanmazsın ama Allah’ın emrine uygun olmayan bir şekilde yaşadığın zaman, gideceğin yer cehennem olacak. Bunu ihtar ediyor Allah… İster inan, ister inanma! Vur patlasın, çal oynasın. Zevk, eğlence, kumar, içki, kadın, hırsızlık, yüzsüzlük, arsızlık... Böyle gidebilirsin. Zaten birçok insan böyle gidiyor. Allah-u Teàlâ da onun için bu ayetleri indirmiş. Bu bilinmeyen bir şey değil ki. Eğer sen de bu tercihi yaparsan, Allah’a bir zarar veremezsin, cehenneme gidersin. Allah bunu bildiriyor.
Yol ayrımında, “Bu tarafa gidilmez (No Entry) diye yazılmış, kırmızı bir levha konmuş.
“—Polis bu levhayı koyarsa koysun, ben girerim!” dersen, sen bilirsin!
Aklın varsa, buraya girme. Polis bu levhayı buraya boş yere koymamıştır. Ya bir çukur kazılmıştır bu yolun sonunda, oraya düşersin; ya burası geliş yoludur, karşıdan gelen araçla çarpışırsın; hem canından, hem malından olursun, hem de trafik kazasına sen sebep olduğun için ceza sana yüklenir. Buraya girmesen iyi olur.
“—Ben istediği yaparım!” dersen, sen bilirsin.
Nasihat dinlemiyorsun, nasıl istersen öyle yap! Ama buraya girmemek ve şu taraftan girmek senin menfaatinedir.
Gayba inanacağız, bu en önemli vasıf. İstikbal ileride olacak. Bizler, bizden sonraki nesiller ölecek. Şu dünyanın nizamı
bozulacak, ay ve güneş birbirine karışacak. Yıldızlar sapır sapır dökülecek. Dağlar hallaç pamuğu gibi atılacak. Muazzam olaylar olacak. Kıyamet kopacak. İnsanların hepsi mahşer yerinde toplanacak.
c. Peygamber Efendimiz Alemlere Rahmet
Bu işler olacak ama, senin aklın o zaman başına gelirse iş işten geçmiş olacak. Vakit geçmiş, devre kapanmış, sen imtihanı kaybetmiş olacaksın. Bakın ayet-i kerimeler ne diyor:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (الأنبياء: ٧٠١)
(Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-àlemîn) “Ey Rasulüm! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak indirdik. Başka bir sebeple indirmedik.” (Enbiyâ, 21/107)
Rahmet ne demek Arapça’da? Acımak demek, merhamet demek. Yani insanoğullarına, sizlere, bizlere acıdığı için haberci gönderiyor, peygamber gönderiyor. Sonradan hoşlanmayacağınız bir durumla karşılaşmayasınız diye yolun sonunu önceden bildiriyor.
“—Buraya girme, bu yolun sonu felaket; bu taraftan git, bu yolun sonu selâmet!” İşte bunu bildirmek için, tam yol ayrımına bir insan, bir peygamber getirmiş dikmiş oraya. Pırıl pırıl, nurlu, ışıklı olduğu için görmemek mümkün değil. O insan pırıl pırıl yol ışığı… Yolları aydınlatan muazzam bir nur kaynağı...
Diyor ki:
“—Ey insanlar, Allah bana bildirdi, gösterdi. Bu yoldan gitmeyin, çünkü bu yolun sonu fena… Biliyorum ki bu yolun sonu cehennem, şu taraftan gidin!”
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizlere acıdığı için bu şekilde yolu gösteriyor. “Alemlere acıdığımız, merhamet ettiğimiz için seni
gönderdik, başka bir sebepten değil” buyuruyor.
Ya peygamber göndermeseydi, kitap indirmeseydi de başımıza o olaylar birden gelseydi? Biz böyle yaşayıp, öldükten sonra, “Haydi bakalım cehenneme, cayır cayır yanmaya!” deseydi, kimse hesap soramazdı Allah’tan… Çünkü insanoğulları sorgu-suale uğrarlar ama Allah’a kim hesap soracak? Kimse soramaz. O dilediğini yapar ama acıdığı için önceden bildiriyor.
“—Pekiyi, ‘Gir!’ dediği yolda ne var acaba? ‘Gir!’ dediği yol fena mı?” Hayır, fena değil. Hem bizim için, hem bedenimiz, hem çoluk çocuğumuz, hem ailemiz için iyi olan yol.
Mesela flört yapan bir delikanlı düşünelim: “—Sen, kendi hanımına, kendi kızına, kendi annene bu muamelenin yapılmasını reva görür müsün?” “—Görmem.” Demek ki bu yol güzel değil…
Hırsızlık, dolandırıcılık yapan bir insan düşünelim:
“—Pekiyi, bu dolandırıcılık, hırsızlık senin malına karşı yapılsa... Çocuğunu birisi kandırsa... Gidip yakasına yapışmaz mısın? Yakalamaz mısın? Polise vermez misin? Mahkemeye götürmez misin?” Götürürsün.
İşte dünya hayatı… Eğer siz bu dünya hayatını tercih ederseniz sonu cehennem; Allah’ın emirlerini tutarsanız sonu cennet. Allah’ın emrettiği bu yolda gitmek aslında sizin menfaatinize, sıhhatinize…
İçki içmezseniz karaciğeriniz bozulmaz. İslâmî ahlâka sahip olursanız, aileniz, çocuğunuz bozulmaz. Allah’ın emrettiği bir şekilde yaşarsanız, mutlu bir cemiyet kurmuş olursunuz. Temiz ve pâk olarak, bahtiyar olarak yaşar ve ölürsünüz.
Bu tarafta mutluluk var, hem dünya, hem de ahiret mutluluğu var. Bunu böylece belirtmek lazım! Allah, kullarına kötü şey
emretmiyor.
“—Hocam, bir dakika bir sorum var. ‘Kötü şey emretmez!’ dedin ama cihad var, harp var; harp kötü değil mi?” Harp de iyi. Çünkü insanlara harp emredilmemiş olsa hürriyetlerini sağlayamazlar, düşmanları karşısında mağlup olurlar. Düşmanları, onları çok daha kötü duruma düşürürler, çok daha büyük kötülükler yaparlar. İşte Ortaasya’nın, Bulgaristan’ın, Kırım’ın, Kafkasya’nın, Ortadoğu’nun durumu... Ortada görülüyor.
“—Pekiyi İslâmî cezalar?” İslâmî cezaların hepsi yerli yerinde. Cezaların caydırıcılığı var.
“—İnsanlara böyle hudutlar koymak iyi mi yâni? Hürriyet daha iyi değil mi?” İnsan cemiyetleri tam hürriyetle mutlu olamazlar, bilakis anarşiye itilirler. Tam hürriyet, tam bir anarşi ve tam bir kaos meydana getirir. Onun için, toplumun olduğu her yerde bir düzen vardır, yasak vardır, kanun vardır. Şu yaşadığımız toplumda da vardır, diğer toplumlarda da. Yasaksız, yani hürriyeti tahdit edilmemiş bir toplum olamaz. Çünkü düzen olmaz. Düzenin olması için düzenleyici yasakların olması gerekir.
Demek ki İslâm, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak içindir. Emirleri de güzeldir, yasakları da güzeldir. Bize ahireti tercih ettirmesi de, dünyanın önemsizliğini vurgulaması da doğrudur. Bunlar, Allah’ın bize merhametinden dolayıdır ve gerçekleri önceden söylemek maksadıyladır. Sizler ve bizler için en önemli nokta budur.
Siz buraya para kazanmaya gelmişsiniz, Almanya’ya giden kardeşlerimiz maddi durumlarını düzeltmeye gitmişler, Türkiye’de kalanlar harıl harıl para kazanmaya çalışıyorlar. Ama haramı helâli, ahiret menfaatini gözetmiyorlarsa, bu durum onların lehine değil aleyhinedir.
Şu anda Avustralya’da para kazanıyorsunuz, durumunuz iyi mi?
Bunu bir iki senede ölçemezsiniz. Çocuklarınız büyüdüğü zaman anlayacaksınız. Burada doğan çocuğunuz 18 yaşına geldiği zaman, “Aferin evladıma, tam benim istediğim gibi ideal bir evlat olarak yetişti.” diye memnun olacaksanız, burada kâr etmişsiniz demektir.
“—Evladımı evden kaçırdım, yazık oldu çocuğa, dinini, imanını unuttu, mahvoldu.” diye sonunda yaka silkecekseniz, buradaki topluluk ve buradaki yaşantınız iyi değil demektir.
Böyle olacağını önceden sezip tedbir almanız lazım. Eğer akıllı insansanız, evladınızı cehenneme düşmeyecek şekilde yetiştirmelisiniz, Allah’ın sevdiği bir kul olarak yetiştirmelisiniz. Bunun tedbirlerini almamız lazım! Eğitimi, öğretimi, imanı, ahlâkı için, kültürlü olması için… Allah’ın istediği şekilde kaliteli
yüksek bir şahsiyet, insan-ı kâmil olması için...
Bizim dilimizde ideal insanın adı nedir? İnsan-ı kâmildir.
Kamil ne demek? Olgun demek. Her yönden olgun bir insan olması için tedbirlerimizi almamız lazım! Baş başa verip düşüneceksiniz, diyeceksiniz ki:
“—Çocuklarımız bu gidişle okursa, acaba delikanlılık çağında nasıl olurlar?” Yirmi sene sonrasını görmeye çalışacaksınız. Yirmi sene sonrasının prensiplerini ve tedbirlerini şimdiden alacaksınız. Almadığınız zaman pişman olursunuz. Dünyanız ma’mur olur, ahiretiniz harap olur. Şu dünyada biraz rahat edersiniz ama, dünya hayatını tercih ettiğiniz için ahirette ceza çekersiniz. Bu en önemli noktadır.
d. Dünyanın Kıymeti
Hadis-i şeriflerden okumaya devam edelim. Dünyanın, yani bu dünya hayatının, malın mülkün, Allah indinde kıymeti yok. Bu dünyada insanların çoğunun peşinde koşturduğu şeylerin Allah nazarında kıymeti yok.
Tirmizi’nin kaydettiğine göre Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
لَوْ كانَتِ الدُّنْيَا تَعْدِلُ عِنْدَ الله جَنَاحَبَعُوضَةٍ مَا سَقَى كَافِرًا مِنْهَا
شَرْبَةَ مَاءٍ (ت. والضياء عن سهل بن سعد)
(Lev kâneti’d-dünyâ ta’dilü inda’llàhi cenâha baùdatin mâ sekà kâfiren minhâ şerbete mâin) “Eğer dünya, Allah indinde sivrisineğin kanadı kadar bir kıymet taşısaydı, bu kadar bir ağırlığı olsaydı, bu kıymetinden dolayı Allah, kâfire bir içim su içirtmezdi.” Kâfir, onun sevmediği bir kul, onu inkâr ediyor. Allah, ona iyilik olmasın diye bir içim su bile vermezdi. Ama dünyanın kıymeti olmadığından dolayı başka şeyler oluyor. Kâfir zengin oluyor, mal sahibi oluyor, mülk sahibi oluyor.
Bir de hadis-i şerifte belirtilmeyen tarafını düşünelim. Allah indinde kıymetli olan nedir? Allah indinde makbul olan nedir? Ahirettir. İnsanın önem vermesi ve dikkat etmesi gereken nokta ahireti kazanmak olmalı. Şimdi bunları göreceğiz.
İkinci hadis-i şerif Ahmed ibn-i Hanbel Rh.A’ten.
مَرَّ رَسُولُ اللهَِّ صلى الله عليه وسلم بِشَاةٍ مَيْتَةٍ، قَدْ أَلْقَاهَا أَهْلُهَا ،
فَقَالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ، لَلدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللهَِّ مِنْ هّٰذِهِ عَلَ ى
أَهْلِهَا (حم. عَنِ ابْنِ عبَّاسٍ)
(Merra rasûlü’lllàh SAS bi-şâtin meytetin) Peygamber SAS Hazretleri, meydanda bırakılmış ölü bir koyun leşinin yanından geçti. (Kad elkàhâ ehlühâ) Adamlar, ölmüş ve kokmuş olduğundan dolayı, zararlıdır, işe yaramaz diye onu atmışlardı. (Fekàle) Efendimiz SAS buyurdular ki:
(Ve’llezî nefsî bi-yedihî) “Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki...” “Canım elinde olan” ne demek? Canımı isterse alır, isterse almaz. Beni isterse yaşatır, isterse öldürür, isterse sıhhat verir, isterse hastalandırır. Yani her şey onun elinde, canım onun hükmüne bağlı, onun emrine bağlı.
“İşte o zâta, Allah’a, yaradanıma yemin ederim ki, (le’d-dünyâ ehvenü ale’llàhi min hâzihî alâ ehlihâ) muhakkak ki, sahipleri nazarında bu koyunun kıymeti ne kadarsa, Allah indinde dünya ondan daha kıymetsizdir.” O koyunun sahipleri, işe yaramıyor diye, leş diye onu atmışlar. Sahiplerinin yanında leşin bir kıymeti var mı? Yok. “Vallahi” diye yemin ediyor, “Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki” diye bildiriyor Peygamber SAS Efendimiz: “Şu leşten, şu koyun ölüsünden daha değersizdir, daha ehvendir, kıymetsizdir.”
Halbuki biz hep dünyaya yönelmişiz. Hep dünyayı düşünüyoruz. Hep dünyayı düşünüyorsunuz. İnsanlar hep dünyayı düşünüyorlar. Demek ki, Allah’ın kıymet vermediği bir
şeyin peşinden koşuyorlar. Cîfe’nin peşinden koşuyorlar, ama asıl önemli olan şeyi unutuyorlar. Ve bu durum, sadece bir kaç kişiye mahsus bir yanılgı değil, insanlığın büyük çoğunluğu o tarafa doğru gidiyor. Müminleri bir kenara ayırırsak, Avustralya’nın tü- mü, Avrupa’nın, Amerika’nın, Rusya’nın tümü o tarafa gidiyor. Bu ahlâk bilgisi az, cahil, zayıf müslümanlara da bulaşmış, onlar da o tarafa gidiyor. Onların da ekseriyetle görgüsü ve kanaati bu şekilde.
Kendi evimizdeki mala, mülke, eşyaya, mobilyaya şöyle bir bakalım; çoğuna lüzumlu diyemeyiz. Çoğu süstür, zînettir, çoğu övünmedir.
“—Evde şu olmazsa gelen misafire ben ne derim?” tarzında bir övünme vesilesidir.
e. Peygamber Efendimiz’in Hayat Tarzı
Kendi vicdanımıza, kalbimize soruyoruz:
“—Peygamber SAS Efendimiz şu asırda yaşasaydı o mobilyaları edinir miydi?” Edinmediğini biliyoruz, edinmedi. Kendi zamanında evi son derece sade, son derece basitti. Efendimizin zevk, yaşam, dünyaya bakış tarzı hadis-i şerifleriyle ortada. Bizimki başka türlü…
“—Yanılan, yanlış yola giden kim? Peygamber SAS Efendimiz yanılıyor diyebilir miyiz?” Mümkün değil, diyemeyiz. Çünkü o, dünyayı ve ahireti gören, Seyyidü’l-evvelîne ve’1-âhirîn, insanların en şereflisi, en kıymetlisi, en hikmetlisi, en bilgilisi. Bizim bilmediğimiz nice şeyleri biliyor ve diyordu ki:108
108 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.130, no:6004; Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.288, no:2235; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.312, no:8109; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.98, no:254; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.52, no:13114; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.319, no:113; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, İshak ibn-i
لَوْ تَعْلَمُونَ مَا أَعْلَمُ، لَضَحِكْتُمْ قَلِيلاً، وَلَبَكَيْتُمْ كَثِيرًا ( حم. ق. ت. ن. ه. عن أنس)
(Lev ta’lemûne mâ a’lemü) “Siz benim bildiğim şeyleri bir bilseniz, (ledahiktüm kalîlen) çok az gülerdiniz; (ve lebekeytüm kesîran) çok fazla ağlardınız.” Nice nice tehlikeler var, felâketler var. İnsanların çoğu ne kadar yanılıyor. Çok şeyler biliyordu.
Bir keresinde, bir kabileden birisi geldi. Peygamber Efendimizin canını sıkan sorular sordu, onu üzdü. Efendimize,
Râhaveyh, Müsned, c.I, s.439, no:509; Bezzâr, Müsned, c.II, s.399, no:7970; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.312, no:1429; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XV, s.231, no:38871; Ebû Hüreyre RA’dan.
Buhàrî, Sahîh, c.IV, s.159, no:986; Neseî, Sünen, c.V, s.366, no:1457; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.571, no:1859; Muvatta’ (Rivayet-i Yahya), c.I, s.186, no:444; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.338, no:6152; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.306; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.88, no:2845; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.324, no:1395; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.II, s.120, no:595; Hz. Aişe RA’dan.
Buhàrî, Sahîh, c.XIV, s.147, no:4255; Müslim, Sahîh, c.II, s.414, no:646; Neseî, Sünen, c.V, s.188, no:1346; İbn-i Mâce Sünen, c.XII, s.231, no:4181; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.180, no:12882; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.338, no:11154; Dârimî, Sünen, c.II, s.396, no;2735; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.291; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.109, no:5792; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.418, no:3105; Bezzâr, Müsned, c.II, s.303, no:6683; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.276, no:2071; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.246, no:35534; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.288, no:2234; İbn-i Mâce Sünen, c.XII, s.230, no:4180; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.173, no:21555; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VII, s.52, no:13115; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.292; Bezzâr,
Müsned, c.II, s.83, no:3295; Tahâvî. Müşkilü’l-Âsâr, c.III, s.133, no:957; Ebû Zerr- i Gıfârî RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.247, no:7005; Semüretü’bnü Cündeb RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.182, no:10393; Bezzâr, Müsned, c.I, s.288, no:1772; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
peygamber olarak gereken hürmeti göstermeyince, asabileşti, yüzünün rengi değişti, dedi ki:
“—Sen şu niyetle geldin, şu soruyu soracaktın, cevabı şudur! Şu soruyu soracaktın, cevabı budur! Şu soruyu soracaktın, cevabı budur!” Gelenler onun peygamberliği hakkında tereddüde düştüğü için sinirlendi, asabileşti ve daha onlar soruyu sormadan, kalplerinden geçenleri birer birer sormaya ve cevabını vermeye başladı. O cevabı verince sahabe-i kiram, “Üzülme yâ Rasûlallah, aldırma!” diye onu teselli ettiler, gönlünü aldılar.
Birçok insanın bilmediğini bilen, birçok insanın görmediğini gören bir insan. Kendisi yemin ederek söylüyor:
“—Vallahi ben arkamdakini de görürüm!” Biz arkamızı göremeyiz. Arkamızdan birisi hücum edip kafamıza bir şey vursa yere düşeriz. Ama onun “Vallahi ben arkamdakini de görürüm!” diye ifadesi var. İnsan, Allah gösterince görür, Allah bildirince bilir. Evliyaullah’ın kerametlerini biliyoruz. Bu ise, evliyaullahın şahı, peygamberlerin şahı. Onun için o daha iyi biliyor.
O dünyayı tanımamış da biz mi tanıyoruz? Muhakkak ki o daha iyi tanıyor.
Onun eline para geçmediği için mi fakir olmuş? Hayır. Emin olun, onun eline, sizin elinize geçmemiş, geçmesi mümkün olmayan büyük miktarlar geçti. Önüne buğday yığını gibi altınlar yığılıyordu da, onları avuç avuç alıp fakirlere dağıtıyordu. Yanında birikmiş olan şeyleri bir gece bekletmiyordu.
Peygamber Efendimiz isteseydi köşklerin âlâsını yapardı. Padişahların hepsinden daha saltanatlı bir ömür sürebilirdi. Çünkü eline imkân geçmiyor değildi, parası yok değildi. Ama onun yaşam tarzı dünyaya değil ahirete yönelikti. Elinde imkânı olmayan bir kimsenin mecburen böyle olması başka, eline bunca imkân geçen birisinin tevazu yolunu seçmesi başka...
f. Ali Ulvi Bey’in Bir Hatırası
Medine’deki meşhur şair Ali Ulvi bey’le, bir iki pazar önce Erenköy’de buluştuk. Diyor ki:
Bir hac günü Türklerin çadırındayız. Havanın sıcaklığından dolayı, birer ikişer kelime-i şehadet getirip gözümün önünde canlarını teslim ediyorlar. Muazzam bir şey… Ben de buz aramaya çıktım. Önümde kaç tane kardeş böyle vefat etti. Beni de güneş çarpmış, bir çadıra zor attım kendimi. Nijeryalıların çadırıymış, orada bana su getirmişler, buz getirmişler, ölümden dönmüşüm.
Biraz kendime geldim, mübarek bir zat vardı orada, onunla biraz konuştuk. Beni, orada bulunan birisiyle, yeni müslüman olmuş bir doktorla tanıştırdı. Nijerya’da hristiyan tahsili görmüş, Avrupa’da okumuş, bilgili bir doktor olmuş. Sonra müslüman olmuş, yetişkin bir insan. Adettir diye ben de ona niye müslüman olduğunu sordum.
Dedi ki:
“—Rasûlüllah’ın hayatım okudum, bu işe başlayışına, davayı tutuş tarzına baktım, kendisine yapılan çeşitli baskılara rağmen bu işten dönmeyişindeki azmine hayran oldum. Kavminin kendisine yaptığı baskılara rağmen davranışındaki asalete hayran oldum. Kavmi onu doğduğu, bulunduğu şehirde tutmadı, hicrete mecbur etti, onun hicretindeki asalete hayran oldum. Medine’deki davranışlarına hayran oldum.
Kuvvetlenip güçlenince, Medine’den Mekke’yi fethe geldi. Kendisine çok çektiren, onu öldürmeye kasdeden insanlardan nasıl intikam alacak diye bekledim; onun affına, bağışlayışına hayran oldum.
Zenginledi, fütuhat oldu, ganimetler geldi. Acaba bunlarla kendine saray yapar mı, lüks hayata geçer mi diye bekledim. Devlet reisi olduktan sonraki haline baktım, tevazuuna, dünyaya
kıymet vermemesine, fakirlere yardım edişine, zulmün karşısında duruşuna, İslâm’a gelsinler diye başka ülkelere mektuplar yazışına hayran oldum.
En sonunda vefat ederken, (ile’r-refîkı’l-a’lâ) ‘En yüce yoldaşın, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yanına varıyorum!’ diye can verişine hayran oldum. Kelime-i şehadet getirdim, müslüman oldum!” dedi.
Yâni onun davranışı, hayat tarzı, hiç bir yalancı insanın, sahtekâr insanın, dünya malı, metâı peşinde koşan insanın hali değil. Eline geçen imkânlar onu değiştirmemiş, çizgisi cetvelle çizilmiş, dümdüz, gayet muntazam. Hayatının başı ile sonu arasında prensiplerinde hiçbir sapma olmamış. İnsanlığın hizmetinde, mazlumun yanında, hakkı tutan, hakkı söyleyen, pırıl pırıl bir insan olarak gördüğüm için müslüman oldum demek istiyor. Sözler belki başka, belki bundan çok daha güzel söylüyor. Bunları, Efendimiz dileseydi dünyayı tercih edebilirdi diye
anlatıyorum. Efendimiz, bizden, sizden çok daha fazla imkâna sahipti. Zengin yaşamak için elinde çok daha fazla fırsat vardı. Ama o tercih etmedi. Bunun önemini bilin, buna dikkat edin diye söylüyorum.
g. Dünya Hayatının Misali
Bir başka hadis-i şerif. İbn-i Mâce ve Müslim rivayet etmiş. Konu dünya ve ahiret olduğu için ilgili hadisleri zikredeceğimi söylemiştim. Efendimiz SAS gene dünyayı anlatıyor:
مَا مَثَلُ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ، إِلاَّ مَثَلُ مَا يَجْعَلُ أَحَدُكُمْ إِصْبَعَهُ فِ ي الْيَمِّ،
فَلْيَنْظُرْ بِمَ يَرْجِعُ (ه. طب. عن المستورد)
(Mâ meselü’d-dünyâ fi ’l-âhireti ) Bir dünya hayatı var, bir de ahiret hayatı var. “Ahiret hayatının yanında bu dünya nedir? (İllâ meselü mâ yec’alü ehadüküm isbaahû fi’l-yemmi) Sizden biriniz denize parmağını daldırdığı zaman parmağı ne ile döner? Islaklıkla döner. (Felyenzur bime yerci’) [Parmağı ile denizden almış olduğu suya baksın!] Bu ıslaklığın miktarı, denize göre ne kadardır? Ölçülemeyecek kadar azdır. Söylemeye, zikretmeye değmez. İşte dünya, ahirete göre bu kadardır.” Ahiret derya gibidir, dünya nimetleri de parmaktaki ıslaklık gibidir. Dünyanın hepsi, tepeden tırnağa zevk ve safa olsa, eğlence, para, mal, mülk olsa bile, denize sokup çıkarttığında parmağında kalan ıslaklık gibidir. Bu ıslaklık o deryaya tercih edilir mi? Derya mı, yoksa ıslaklık mı senin olsun istersin? İşte dünya budur, ahiret de o.
Bir başka hadis-i şerif:109
109 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.382, no:2299; İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.133, no:4099; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.391, no:3709; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.345, no:7859; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.311, no:10415; Bezzâr, Müsned, c.I, s.260, no:1533; Tayâlisî, Müsned, cI, s.36, no:277; Taberânî,
إِنَّمَا أَنَا وَالدُّنْيَا كَرَاكِبٍ اسْتَظَلَّ تَحْتَ شَجَرَةٍ ثُمَّ رَاحَ وَتَرَكَهَ ا (حم. ت. ه. ك. ض. عن ابن مسعود)
(İnnemâ ene ve’d-dünyâ kerâkibin istezalle tahte şeceretin sümme râha ve terekehâ) “Benimle dünyanın misali, bir süvarinin bir ağacın altında atından inip bir müddet gölgelendikten sonra kalkıp o ağacı terk edip gitmesidir.” Yani dünya nedir? Bir ağaç gölgesidir. Yolcu bir taraftan geldi, biraz dinlendi, nefes aldı, gölgelendi, gene vasıtasına, atına, devesine bindi gitti. İşte o kadar. Bir gölgelenme yeri. Onun için bir ilâhide deniliyor ki:
Kâbe’nin yolları bölük bölüktür
Benim yüreğim delik deliktir.
Dünya dedikleri bir gölgeliktir.
Cânım Kâbem varsam sana,
Günahkâr yüzümü sürsem sana...
Bir gölgelik… Birazcık dinlenip gidiyorsun. İşte biz bu gölgelikte ahireti unutursak, ne kadar büyük bir yanlış yaptığımızı bu hadislerden anlayalım.
h. Dünyadan Korkun!
Diğer bir hadis-i şerif Ahmed ibn-i Hanbel’den. Ebû Said el- Hudrî RA’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz
Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.162, no:10327; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.290, no:1384; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.217, no:35444; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.VII, s.202; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.196, no:5292; İbn-i Sa’d, Tabâkàt, c.I, s.467; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.130, no:952; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.234; Hünnâd, Zühd, c.II, s.382, no:744; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.197, no:6142; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.99, no:20292.
şöyle buyuruyor:110
إِنَّ الدُّنْيَا حُلْوَةٌ خَضِرَةٌ، وَإِنَّ اللهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا، فَيَنْظُرُ كَيْفَ
تَعْمَلُونَ، فَاتَّقُوا الدُّنْيَا وَاتَّقُوا النِّسَاءَ، فَإِنَّ أَوَّلَ فِتْنَةِ بَنِ ي إِسْرَائِيلَ
كَانَتْ فِي النِّسَاءِ (حم. م. عن أبي سعيد)
(İnne’d-dünyâ hulvetün hadıratün) “Dünya tatlıdır, yeşilliktir, hoştur.” Ağaçları vardır, çiçekleri vardır, deniz kenarları vardır, göl kenarları vardır, çay bahçeleri vardır, gazinoları vardır.
Peygamberimiz dünyanın tadını biliyor, biz de biliyoruz. Şahsen ben İstanbul’da yetiştim, Boğaz’ı bilirim, Çamlıca’yı bilirim, Emirgan’ı bilirim, bentleri, subaşlarını, mesire yerlerini hep bilirim. Efendimiz de biliyor, sahabe-i kirama hitap ediyor:
“Dünya tatlıdır, yeşilliktir. ( Ve inna’llàhe müstahlifüküm fîhâ) Allah size dünyayı da verecek, dünya da elinize geçecek.” Meraklanmayın, bir zaman gelir, yokluktan imtihan olduğunuz gibi varlıktan da imtihan olursunuz. Şimdi fakirsiniz, örtünecek örtünüz, yiyecek hurmanız yok, perişan durumdasınız.
Bunu ne zaman söylüyor? Medine’de iken, sahabe-i kiram fakirken söylüyor.
Dünya elinize geçecek, fütûhat olacak, dağları, denizleri geçeceksiniz, ummanların öbür taraflarına ulaşacaksınız. Deryalarda İslâm bayrağı dalgalanacak. Daha ashabı fakirken, yoksulken böyle bildiriyor Peygamber Efendimiz.
Hakikaten, o yoksul sahabe, kumaş bulamayıp da mağara
110 Müslim, Sahih, c.XIII, s.286, no:4925; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.22, no;11185; İbn-i Hibban, Sahih, c.VIII, s.16, no:3221; Beyhaki, Şuabü’l- İman, c.IV, s.361, no:5412; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.VII, s.91, no:13301; Nesei, Sünenü’l-Kübra, c.V, s.400, no:9269; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Kenzü’l-Ummal, c.III, s.210, no:6197.
devri insanları gibi kestikleri koyunun postuna sürünen sahabe ne yapsın? Para yok, pul yok, hurmadan başka yiyeceği yok. Açlıktan karnı içine çöküp sırtına yapışan insanlar, sonradan vali oldular, komutan oldular. Basra valisi, Küfe valisi, İsfahan valisi oldular.
Allah, oraları size miras verecek. Başka ümmetlerden alıp size verecek. Ama bu da bir imtihan…
Peygamberimiz devam ediyor:
(Feyenzuru keyfe ta’melûn) “Bakalım nasıl hareket edeceksiniz? Ne ameller işleyeceksiniz? Allah bunu görmek için yapacak.” Sahabe-i kiram olarak, Peygamber Efendimizin çevresinde yokluk çektiniz, sıkıntılara uğradınız, işkence gördünüz, öldürüldünüz, savaşlara girip çıktınız. Kureyşliler, Bizanslılar, Müşrikler üstünüze geldi. Çeşitli harpler yaptınız. Ama sonra böyle iyi olacak. Neden? Bakalım, iyi olduğu zaman nasıl hareket edeceksiniz? Onu anlamak için, imtihan için. Yani zenginlik de imtihan, fakirlik de imtihan. Efendimiz devam ediyor:
(Fe’tteku’d-dünyâ) “Dünyadan korkun, dünya insanı aldatır. (Ve’tteku’n-nisâ) Erkekler de kadınlardan korksun! (Feinne evvele fitneti benî isrâîle kânet mine’n-nisâ’) Çünkü Benî İsrail’in ilk fitnesi kadınlardan oldu.” Kadınlar süslenir, kadınlar boyanır, kadınlar yola çıkar, kadınlar aldatır, erkekler şaşırır, sapıtır.
Sanıyorum buradaki gençlerin de büyük problemidir. Çünkü serbestlik vardır. Çünkü namus telakkisi bizim İslâmi telakkimiz gibi değildir. Tabii, eğitimde öğretimde de bu sakınma yoktur. İslâm’da kaç vardır, göç vardır, erkek-kadın ayrımı vardır, kız mektebi vardır, erkek mektebi vardır. Burada öyle şeyler yoktur. Çocuk o hava içinde büyür, buluğ çağına gelir, çeşitli duygular içinde İslâm’ın hiç hoş görmeyeceği şeyler yapabilir. Bundan çekinin diye Peygamber Efendimiz bu durumu bildiriyor.
Tabii, erkekler kadınların böyle bir şeyine takınmaktan çekindikleri gibi, mukàbeleten kadınlar da Allah’ın emirlerini tutacaklar, böyle günah olan bir duruma düşmekten çekinecekler.
Bir başka hadis-i şerif. Ahmed ibn-i Hanbel ve Beyhakî, bu iki büyük alim rivayet etmişler:111
الدُّنْيَا دَارُ مَنْ لاَ دَارَ لَهُ، وَمَالُ مَنْ لاَ مَالَ لَهُ، وَلَهَا يَجْمَعُ مَنْ
لاَ عَقْلَ لَهُ (حم . هب . الشـيرازي في الألقـاب عن ع ائشة؛ ش. هب . عن ابن مسعود)
111 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.71, no:24464; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.VII, s.375, no:10638; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.230, no:3109; Hz. Aişe RA’dan.
İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.243, no:35707; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.375, no:10637; Ahmed ibn-i Hanbel, Zühd, c.I, s.161; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXII, s.473; Ebü’d-Derdâ RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.515, no:18078; Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.344, no:6086; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.296, no:1315; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.8, no:12430.
RE. 208/1 (Ed-dünyâ dârun men lâ dâra lehû) “Dünya, evi olmayanın evidir, yurtsuzun yurdudur. (Ve mâlün men lâ mâle lehû) Ahirette sevabı, elinde kazancı olmayanların malıdır dünya.” Burada bırakıp gidecekler. Ahirette tamamen yoksul, fakir kalacaklar.
(Ve lehâ yecmau men lâ akle lehû) “İşte bu dünyaya da aklı olmayanlar toplanırlar, onları elde edeceğiz diye çarpışır, vuruşur, uğraşır, ömürlerini geçirirler günahlarla... Elde ettikleri de kendilerine kalmaz. Ahirette de kendilerine fayda vermez, ölüp giderler.”
Yâni bu dünya, evsiz, barksız, berduş insanların evidir. Evi belli olan insanın iltifat edeceği yer değildir.
Senin, benim evim neresidir? Müslümanın evi neresidir? Cennettir. Bizim yerimiz dar-ı cennet, cennet bahçeleri, cennet köşkleri, cennet yurdudur. Bizim yerimiz belli, onun için biz buraya iltifat etmeyiz. Ama bu dünya, cennetten nasibi olmayan, yersiz yurtsuzların yeridir. Onlar bunun peşinde koşarlar, haram yerler, günaha girerler, aldatırlar, zulmederler, çalarlar, çırparlar.
i. Ahireti Tercih Edin!
Diğer hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:112
مَنْ أَحَبَّ دُنْيَاهُ أَضَرَّ بِآخِرَتِهِ، وَمَنْ أَحَبَّ آخِرَتَهُ أَضَرَّ بِدُنْيَاهُ، فَآثِرُوا
112 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.412, no:19712; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.486, no:709; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.343, no:7853; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.VII, s.288, no:10337; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.370, no:6308; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.198, no:568; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.258, no:418; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.205; Rûyânî, Müsned, c.II, s.170, no:564; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, s.151, no:8757; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIII, s.174; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.197, no:6146; Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.435, no:17825, 17828; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.222, no:2351; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXXI, s.377, no:45314.
مَا يَبْقّٰى عَلَى مَا يَفْنّٰى (حم. ك. عن أبي موسى)
ME. 1119 (Men ehabbe dünyâhu edarra bi-âhiretihî, ve men ehabbe âhiretehû edarra bi-dünyâhu, feâsirû mâ yebkà alâ mâ yefnâ.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Peygamber SAS Efendimiz’in her şeyi ve hadis-i şerifleri ne güzel! Buyuruyor ki:
(Men ehabbe dünyâhu) “Kim kendisinin dünyasını severse, dünya hayatını severse, (edarra bi-âhiretihî) ahiretine zarar verir. (Ve men ehabbe âhiretehû) “Kim de ahiretini severse, (edarra bi- dünyâhu) o zaman bazı dünyalık menfaatlerinden mahrum kalabilir. Dünyada bazı sıkıntılara uğrayabilir.” O zaman ne olacak? (Feâsirû mâ yebkà alâ mâ yefnâ) “Siz bâkî olanı, fâni olana tercih eyleyin!” diye tavsiye buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz. Yâni hepimizin bâkî olan ahiret hayatını, fâni olan şu geçici, kısa, küçük, değersiz, dünya hayatına tercih etmemiz gerektiğini tavsiye buyuruyor.
Ahireti tercih ettiği zaman, insanın dünyasında biraz eksiklik olabilir. Rüşvet almazsın, haram yemezsin, helal lokma yersin, elinin emeğini yersin, helal yoldan kazanırsın. Çok kazancın olmayabilir, çok para kazanmayabilirsin. Müslüman çeşitli haramlardan kaçtığı için belli bir ölçüde kalabilir. Çok büyük gelir sahibi olmayabilir. Öbür taraftaki memur çalar çırpar araba sahibi olur, ev sahibi olur. Ama kıymeti yok. Müslüman ahireti tercih ettiğinden dolayı dünyalığı biraz eksik olabilir, çeşitli zararlara uğrayabilir. Ama Efendimiz ne tavsiye ediyor:
“—Bakî olanı fânî olana tercih edin! Yâni, ahireti dünyaya tercih edin!”
Bu ölçüleri hiç kaçırmamamız için hep hatırımızda tutacağız.
j. İki Büyük Hastalık
Ebu Davud (r.a.)’in rivayet ettiği bir başka hadis-i şerifte
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:113
يُوشِكُ اْلأُمَمُ أَنْ تَدَاعّٰ ى عَلَيْكُمْ،كَمَا تَدَ اعَى اْلأَكَلَةُ إِلّٰى قَصْعَتِهَا ، قَالَ
قَائِلٌ: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍكَثِيرٌ، وَلّٰكِنَّكُمْ غُثَاءٌ
كَـغُـثَاءِ السَّــيْلِ، وَ لَـيَـَنْزِعَنَّ اللهَُّ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُـمُ الْـمَهَابَـةَ مِنْكُمْ، وَ
لَيَقْذِفَنَّ اللهُ فِي قُلُوبِكُمُ الْوَهْنَ، فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللهِ، وَمَا الْوَهْنُ؟
قَالَ : حُبُّ الدُّنْيَا، وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ (د. عن ثوبان)
(Yûşikü’l-ümemü en tedâà aleyküm) “Kıyamete yakın zamanda, ahir zamanda başka ümmetler size hücum edecekler, üzerinize üşüşecekler; (kemâ tedâa’l-ekeletü ilâ kas’atihâ) Yemek yiyenlerin tabaktaki yemeğe üşüştükleri gibi, sizin üzerinize çullanıp hücum edecekler. Tabaktaki yemeğe nasıl herkes elini uzatıp, herkes bir lokma, bir kaşık bir şey alıp tabağı bitiriyor ya, öyle sizi yağmalayacak öteki milletler.” (Kàle kàilün) O zaman sahabe-i kirâm sormuşlar, demişler ki: (Ve min kılletin nahnü yevmeizin) “Yâ Rasûlüllah, o zaman bizim sayımız az mı olacak da böyle saldıracaklar?”
(Bel entüm yevmeizin kesîrun) “Hayır, o gün az olmayacaksınız, belki bugünden de fazla olacaksınız. (Ve lâkinneküm gusâün kegusâi’s-seyli) Fakat selin üzerindeki çör çöp gibi dağınık ve
113 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.514, no:4297; Ahmed ibn-i Hanbel Müsned, c.V, s.278, no:22450; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.336; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.334, no:600; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.133, no:992; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XV, s.53, no:38402; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.527, no:8977; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.182; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XIII, s.46, no:2811; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIII, s.330; Sevban RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.132, no:30916; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.281, no:27158.
değersiz olacaksınız.
(Ve leyenzianna’llàhü min sudûri adüvvikümü’l-mehàbete minküm) Allah düşmanınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek, (ve leyakzifenne’llàhu fî kulûbikümü’l-vehn) ve sizin kalbinize vehn
bırakacak.”
(Fekàle kàilün) Orada bulunanlardan birisi dedi ki:
(Yâ rasûla’llàh, veme’l-vehnü) “Vehn nedir ey Allah’ın Rasülü?” (Kàle) Buyurdular ki:
(Hubbü’d-dünyâ, ve kerâhiyetü’l-mevt) “Dünyayı sevmek ve ölümden korkmak!” Bu iki hastalık olduğu için yenileceksiniz. Düşmanlar size saldıracak. Eğer siz dünyayı sevmeseniz, ölümden korkmasanız düşmanlar size böyle yapamazlar, yanaşamazlar. O zaman haliniz başka türlü olur.
Ama dünyayı sevince ihtilaf edersiniz. Bir taraftan birisi size bir menfaat gösterir, o tarafı koparır; öbür taraftan başka bir menfaat gösterir, o tarafı koparır. Müslümanlar parça parça, her biri bir tarafa dağılmış, genel esaslarda birleşememişler, kardeşliklerinin gereğine göre müştereken Allah’ın yolunda çalışamamışlar, ihtilaflı bir durumdalar. Menfaatleri tercih etmişler. Dünyayı sevmişler. Dünya hayatında kendilerine bağışlanan ikramlara, verilen makamlara, maddiyata kapılarak İslâm’a hizmetin yolundan kopmuşlar. Birincisi, hubbü’d-dünyâ; ikincisi, kerâhiyetü’1-mevt.
Bir haksızlık gördüğü zaman, bir zalim geldiği zaman müslüman silahına sarılır, karşı koyar, kendini korur, malını korur. İnsan malını, ırzını koruma konusundaki çalışmasında canı gitse bile şehit oluyor. Yani dağ başında kırk haramiler önünü kesip, “Ver malını!” dese, o da “Vermiyorum…” dese, bir silahlı çatışma sonunda ölse, malını koruduğu için şehid oluyor. Mal da, ırz da önemli. Ama ölümden korktu mu, ne malını, ne ülkesini, ne menfaatini, ne ırzını koruyor. O zaman tabii zayıf oluyor. Zayıf olunca da düşmanları çullanır.
Ben bu tarafa Endonezya’dan, Singapur’dan geldim. Bir
camiye namaz kılmaya girdim, akşam namazına kadar bekledim. Oranın süpürgecisi namaz kılmaya geldi. Koca Çangi havaalanının camiinde bir müslüman. Aslında müslümanların ekseriyette olduğu bir ülkeymiş Singapur. Ama oraya göç yoluyla getirilen insanlarla denge bozulmuş. Arap mahallesi falan var ama, camiye ancak oranın temizleyicisi geldi.
“—Es-selâmü aleyküm!” dedi.
İkindi ve akşam namazını beraber kıldık, o kadar. Anlatılan bu durumlar meydana gelmiş. Dünya sevgisi ve ölüm korkusu çürütmüş. Ortada o mert ve kahraman insanları bırakmamış.
k. Dünya Ne Güzel Binektir
Şimdi, aynı konuda, beklediğiniz, zihninizde bir noktayı aydınlatan çok daha değişik bir hadis-i şerif. Bu ikisi konuyu tamamlayan hadis-i şerifler. Deylemi’nin rivayet ettiğine göre
Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:114
لاَ تَسُبُّوا الدُّنيَا، فَنِعْمَ الْمَطِيَّةُ لِلْمُؤْمِنِ، عَلَيْهَا يَبْلُغُ الْخَيْرَ، وَعَلَيْهَا
يَنْجُو مِنَ الشَّرِّ (الديلمي وابن النجار عن ابن مسعود)
RE. 473/4 (Lâ tesübbü’d-dünyâ) “Dünyaya sövmeyin! (Feni’me’l-matıyyetü li’l-mü’mini) Dünya mümin için ne güzel vasıtadır, binektir.” “—Allah kahretsin bu dünyayı!” vs. diye dünyaya sövmeyin, kötü söz söylemeyin!
Bineğe, uçağa biniyorsun Türkiye’ye gidiyorsun. Arabaya biniyorsun, bir yerden öbür yere gidiyorsun. Eskiden deve vardı, at vardı, gemi vardı. Dünya ne güzel binektir buyuruyor Efendi- miz. Yani dünyalık ne güzel vasıtadır demek istiyor.
Dünyalığa, zenginliğe, mala-mülke hemen kızmayın, sövmeyin. Deminden beri söylenilen ayetleri, hadisleri yanlış anlamayın, bunlara sövmeyin. Eğer dünyalığı ahirete ulaşmakta kullanabiliyorsanız ne güzel binektir.
Dünyalığa biniyorsunuz, yani o vasıtadan istifade ediyorsunuz, ahireti kazanıyorsunuz. Cami yaptırıyorsunuz, hayır yapıyorsunuz, okul yaptırıyorsunuz, çocuk yetiştiriyorsunuz, hayırlı evlat, hayırlı nesil yetiştiriyorsunuz. Allah’ın dinine hizmet ediyorsunuz. Büyük imkânlara sahip oluyorsunuz, ahiretin sevabını kazanıyorsunuz. Ne güzel bir binek! İşte bak, ahirete ulaştınız, yarı yolda batmadınız, sırat köprüsünden cehenneme düşmediniz, yanmadınız. Menzil-i maksuda ulaştınız demek. Efendimiz SAS
114 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.10, no:7288; Şâşî, Müsned, c.I, s.436, no:363; Taberânî, Dua, c.I, s.568, no:2053; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.309; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.239, no:6343; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.356, no:3029; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.152, no:16459.
devam ediyor:
(Aleyhâ yeblüğu’l-hayr) “İnsan bu dünyalığın üstüne binerek —
başta bineğe benzettiği için sözü böyle devam ettiriyor Efendi- miz— hayra ulaşır, (ve aleyhâ yencû mine’ş-şer) ve şerden kurtulur.” Yani cehenneme düşmekten kurtulur, kendini korur, açlıktan kurtulur, fakirlikten kurtulur, muhtaç olmaktan kurtulur. Kendisi başkalarına yardım eder. İhtiyaçlarını gören, cenneti kazanmaya yarayacak sàlih işleri, icraatı yapan bir insan haline gelir.
Efendimiz ne güzel bir binektir diye methediyor.
Öteki hadisi de okuyup konuyu tamamlayacağım, meseleyi toparlayacağım.. Peygamber Efendimizin, bu konuda bu kitapta bulunan son hadis-i şerifi, buyuruyor ki:115
اَصْلِحُوا دُنْيَ اكُمْ، وَاعْمَلُوا لآِخِرَتِكُ مْ كَأَنَّكُمْ تَمُوتُونَ غَدًا (الديلمي عن أنس)
(Aslihù dünyâküm) “Dünyanızı ıslah ediniz, ( va’melû li- âhiretiküm, keenneküm temûtûne gaden) ahiret için de hazırlanın; (keenneküm temûtûne gaden) sanki yarın ölecekmiş gibi…” Bu son hadis-i şeriflerle beraber konuyu bir özetleyecek olursak, dünya hayatı bir hayattır, bundan sonra bir hayat daha vardır; öldükten sonra gideceğimiz alem, ahiret hayatı. Dünya hayatı azdır, kısadır. Hem zaman bakımından kısadır, hem de denize parmak sokup çıkardığın zaman ne kadar ıslanıyorsa ancak o kadar kıymetlidir. Asıl önemli olan, derya gibi olan, sonsuz olan, ebedi olan ahirettir.
Dünya hayatı muvakkattır, kısadır. Bir yolcunun bir ağaç gölgesinde gölgelenmesi gibidir. Müminin ana hedefi, ahireti,
115 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.416, no:717; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.101, no:334; Ebû Hüreyre RA’dan.
Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.473, no:3568.
cenneti, Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Dünyanın muvakkat olduğunu bilip, oraya dalarak ahireti unutmamak esas olmalıdır.
Bu ana çizgiler içinde, dünyanın zevki vardır, keyfi vardır, tatlıdır. Fani dünya hoştur ama takılmamak lâzımdır. Eğer insan bu dünyaya dalar, takılırsa, ölümden korkarsa, Allah’ın emrettiği çizgiden çıkarsa; Allah bu dünyada öteki ümmetleri ona musallat edip belâya uğratır, bu dünyada da rahat edemez. Yani dünyayı istiyor, ahireti kaybediyor, fakat dünyalığı da elde edemiyor. Allah ona, dünyayı da, dünyalığı da zindan edecek belâlar verir. Dikkat edin, burası önemli. Yani dünyaya dalmakla ahireti mahvediyor. Ama dünyanın faaliyetine tam geçse, o da tam geçmiyor. Allah başına başka belâlar veriyor, dünyalıktan da tad almıyor. Bütün herkes başına üşüşüyor, yağmalıyor, yine bir şey elde edemiyor.
O halde müslüman, gözüne hedef olarak dünyayı almayacak, Allah’ın rızasını hedef alacak. Hepimiz öyle çalışacağız. Varımız, yoğumuz, işimiz, gücümüz, hareketlerimizin düşünce ve niyet safhasındaki tercihlerimizde ana gayemiz ahireti kazanmak olacak, para kazanmak değil. Dünyalık kazanmak değil ahireti kazanmak olacak.
Onun için gözü tok insanlar olacağız. Haramlardan ve günahlardan korunmada kale gibi sert, sağlam, metin olacağız. Ama dünyalığın da kıymetini biliyoruz önemli bir vasıta olduğunu biliyoruz, bu vasıtayı güzel kullanacağız.
11. 12. 1990 – Melbourne / AVUSTRALYA