03. HOCAMIZ’IN VASİYYETİ
Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
Muhterem kardeşlerim!
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlenizden razı olsun...
Şu cami içinde Hocamızı bilen, tanıyan, ona erişen insanlar bilirler, kerametleri ciltleri dolduracak kadar çoktur. Her kardeşimiz kendisi geldiğinde, gittiğinde Hocamız cennet-mekân rahmetullàhi aleyh’in çeşitli güzel hallerini, kerametlerini, iltifatlarını görmüştür.
Hocamız ehl-i Kur’an’ı çok severdi. Burada bu menkabe-i risâlet-penâhîyi [Mevlid’i] okuyan kardeşlerimiz hep sevdiği, mihraba geçirdiği kimselerdir. Herkesle ayrı bir muhabbet bağı vardı, her şeyi zarif idi.
Medine-i Münevvere’de 1979 senesi haccında rahatsızlanmıştı. Geldi, burada ameliyat oldu. Rahatsızlığının tehlikeli bir hastalık olduğunu biliyorduk. Fakat ameliyat iyi geldi. El-hamdü lillâh onun arkasındaki Ramazan’ı sıhhatle, afiyetle, ayakta hatimle teravihi kılarak burada edâ etti.
O Ramazan’da bize emretti; hocalarımızdan, büyüklerimizden silsilemize mensub Abdülhàlik-ı Gücdevânî Hazretleri’nin dili Farsça imiş. Onun nasihatlerini ihtivâ eden bir risâle bulmuştuk kütüphanede... Vefat ederken, yerine geçecek olan Hâce Evliyâ-i Kelân Hazretleri’ne vasiyetlerini orada kaydetmişler. “Onları yeniden kâğıda yazın bakalım!” diye bize emir buyurdu.
Ramazan’da onları hazırlattı. Kendisi de içine bazı cümleler ilâve etti. Biz anlayamadık. O çok zarif yapardı yaptığı işi... Yâni kendisi doğrudan doğruya vasiyet değil de, işte o tarzda, büyük hocalarından birinin vasiyetini yeniden tanzim ettirmek sûretiyle, vasiyetini öyle yapmış oldu gibi geliyor bana.
Ondan şimdi size, beş tane tavsiye nakledivereceğim.
a. Arkamdan Ağlama!
Sonra yazın beraber idik. Tekrar hac mevsimi geldi. Bir önceki hac mevsiminde hasta idi, tekrar hac mevsimi geldi. O ikinci hac mevsiminde el-hamdü lillâh gittiler, haccı îfa ettiler. Biliyorsunuz hac insanı günahlardan, her türlü şeylerden arıtan bir ibadet... Hacc-ı mebrûrun cennetten başka bir karşılığı yoktur. İki hac, aradaki bütün günahların affına sebep olur. Kıymetli bir ibadet... Onu da yaptı.
Benim bildiğim her sene hacca gitti. O haccını da yaptıktan sonra, bir perşembe günü geldi, rahatsızlığı arttı; bir dahaki perşembe günü, yâni haftasında, öğleye doğru, böyle başında bekleşiyorduk, uyur gibi iken birden dudakları gevşeyiverdi. Anladık ki dünyasını değiştirdi.
Dağ gibi idi. Yüzü gül gibi idi. Eli deniz gibi idi. Tanıyanlar kelimelerin yetmediğini bilirler.
Takvimi kopardık. Yanımızda kalsın, hangi günde vefat
ettiğini, o günün hicrî hangi tarihe geldiğini bilelim diye, takvim yaprağını koparttık. Arkasını çevirdik. Bir tevâfuk ki, mübareğin bir kerameti daha... Diyor ki:
“—Ben ölünce benim arkamdan ağlama!”
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den bir şiir... Sanki kendisi onu oraya yazdırmış gibi...
Bir rivayete göre de, takvimi hazırlayanlar gelmişler de, takvime ne koyalım Hocam diye sormuşlar; o tavsiyeyi onlara o söylemiş. Ben duymadım tabii, Ankara’da durduğum için... Böyle diyenler de var. O sözlerini okuyuvereyim size...
Şiir Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den ama tam Hocamız’ın vefat ettiği günün takvim yaprağına denk geldi. Arkadaşlarımız bilir ama bilmeyenler de vardır. Bilenlere de bir hatırlatma olsun. Farsçasını da okuyacağım:
به روز مرگ چو تابوت من روان باشد گمان مبر كه مرا درد اين جهان باشد
Berûz-i merg çü tâbût-i men revân bâşed,
Gümân meber ki merâ derd-i in cihân bâşed.
“Vefatım gününde benim tabutum yürürken, sen sakın şüphe etme ki, benim içimde şu dünyanın derdi var! Ben bu dünyanın gamını çekiyorum sanma!” Hani, insan bu dünyadan ayrılıp daha güzel bir yere giderken, arkasına mı dönüp bakar! “Benim tabutum yürürken, sen sakın öyle bir tereddüde düşme ki, ben bu dünyanın telâşındayım, bu dünyadan ayrılıyorum, üzülüyorum filân gibi bir şey hatıra gelmesin!”
برای من مگری و مگو دريغ دريغ به دوغ ديو درافتی دريغ آن باشد
Berâ-yi men megirî vü megû: Dirîğ, dirîğ!
Bedâm-i dîv derüftî dirîğ ân bâşed.
“Benim vefatımda tabutumu görünce benim için ağlama, gözyaşı dökme! Sakın yazık, yazık deyip durma! Eğer şeytanın tuzağına düşersen, asıl yazık o zaman olur. Yoksa insan böyle şu fânî alemden kalkıp da, bâkî aleme gidince yazık denmez. Şeytanın tuzağına düşünce yazık denir.”
وَاْلْخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقٰى (الَّعلى:٧١)
(Ve’l-âhiretü hayrun ve ebkà) [Ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır, ebedîdir.] (A’lâ, 87/17)
جنازه ام چو ببينی مگو فراق فراق
مرا وصال و ملقات آن زمان باشد
Cenâze-em çü bibînî megû: Firâk, firâk!
Merâ visàl ü mülâkàt ân zamân bâşed.
“Benim cenazemi gördüğün zaman el-firâk, el-firâk deme! Çünkü benim için kavuşmak ve mülâkàt o zaman olacak. Rabbime kavuşacağım, ne diye ayrılık diyorsun!”
مرا به گور سپاری مگو وداع وداع كه گور پرده جمعيت جنان باشد
Merâ begûr sipârî megû: Vedâ’, vedâ’! Ki gûr perde-i cem’iyyet-i cinân bâşed.
“Beni kabrime yerleştirdiğin zaman, sakın elvedâ elvedâ deme! Çünkü kabir cennet topluluğunun perdesidir.”
O perdeden öbür tarafa geçti mi; ölüm bir evden başka bir eve geçiştir mü’min için...
المؤمنون لَّ يموتون، بل يتثقلوون من دار الى دار
(El-mü’minûne lâ yemûtûn, bel yentakılûne min dârin ilâ dârin) “Müslümanlar ölüp yok olmaz; bir evden öteki eve gider.”
فرو شدن چو بديدی بر آمدن بنگر
غروب شمس و قمر را چرا زبان باشد
Fürû şuden çü bidîdî ber âmeden biniger,
Gurûb-i şems ü kamer râ çirâ ziyân bâşed.
Aşağı düşmeyi gördün, batmayı gördün; yükselmeyi de bir gör! Güneş’in ve Ay’ın batmasından onlara ne zarar var! Bu taraftan batar, öbür tarafta doğar. Senin için akşam oluyor, gurubdan Güneş batıyor ama, alemin öbür tarafı için Güneş doğuyor. Ay ve Güneş o durumda... Burada gece olurken, öbür tarafın sabahı oluyor. Ne güzel, Güneş’e benzetmiş.
تو را غروب نمايد ولی شروق بود
لحد چو حبس نمايد خلص جان باشد
Tû râ gurûb nümâyed velî şurûk büved,
Lahid çü habs nümâyed halâs-ı cân bâşed.
“Sana batma gibi görünür ama, aslında o doğmadır, öbür aleme doğmadır. Lahit de, insanın konulduğu kabir de, hapis gibi görünür amma, canın kurtuluşu yeridir. Can asıl bu kafeste hapistir.”
كدام دانه فرورفت در زمين كه نرست چرا به دانه انسانت اين گمان باشد
Küdâm dâne fürû reft der zemîn ki nerüst,
Çirâ bedâne-i insânet in gümân bâşed.
“Hangi tane ki toprağa düştü de yeniden bitmedi. İnsan tanesi için niye telâş ediyorsun! O da bir başka aleme; yere konulan tohumun büyüdüğü, bittiği gibi, o da öbür tarafta tekrar bir başka hayata başlıyor.”
كدام دلو فرو رفت و پر برون نامد
ز چاه يوسف جان را چرا فغان باشد
Küdâm delv fürû reft ü pür birûn nâmed,
Ziçâh Yûsuf-i cân râ çirâ figàn bâşed.
“Hangi kova ki kuyuya aşağı sarktı da dolu çıkmadı. Kuyu için can Yusuf’una niye feryad figan olsun!” Mâlûm Yusuf AS’ı kuyuya bıraktılar ama ondan sonra oradan çıktı, Mısır’a sultan oldu. Yâni, Yusuf niye kuyudan telâş etsin, sonunda sultanlık var!
دهان چو بستی از اين سوی آن طرف بگشا كه های هوی تو در جو لَّ مكان باشد
Dehân çü bestî ez in sûy ân taraf bügşâ,
Ki hây ü hûy-i tû der cevv-i lâ mekân bâşed.
“Buradan ağzını kapattığın zaman öbür tarafta aç; çünkü artık lâ mekân alemine geçiyorsun!” diye, bu şiir var takvimin arkasında...
Yâni mübarek zarif bir tarzda... Hani biz bir şeyi anlatacağımız zaman atasözü söyleriz, darb-ı mesel irad ederiz, öylece anlatıveririz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şiiri oraya tevâfuken gelmiş, keramet olarak... O bize, “Ağlama, çünkü daha güzel bir yere gidiyorum!” diye bir teselli... Onu mütalâa edince hakîkaten mütesellî olduk.
b. Bazı Vasiyetleri
O bize hazırlattığı vasiyetler de 23 tanedir, onlardan 5 tanesini okuyacağım.
Abdülhàlik-ı Gücdevânî Efendimiz, yerine geçecek olan Hàce Evliyâ-i Kelân’a demiş ki: Oğulcuğum sana vasiyyet ederim ki:
1. “Takvâyı kendine şiar edin! Allah’tan kork, takvâ ehli ol, takvâ senin prensibin olsun!”
“Ahvâlini murakabe et!” Hangi haldesin, ne işler yapıyorsun, bu gününü nasıl geçirdin, halin nedir; şöyle bir dıştan kendini kontrol et! Hatâlarından korku üzere ol! Acaba ben hatada mıyım diye korku ve telâş üzere ol!
“Allah CC’nün hukukunu ve Rasûlüllah SAS’in ahdini îfâ ve edâ eyle!” Allah’ın hukuku var üzerimizde... Biz onun kuluyuz, o bizim Rabbimiz. Emir buyurmuş, onu yapmamız lâzım! Mevlâmıza karşı o hukuka riayet etmeliyiz.
Rasûlüllah’a da ahd etmişiz, “Senin ümmetiniz, sana uyacağız yâ Rasûlallah!” demişiz. O ahdine de sadık kal, Peygamber Efendimiz’e ittibâ et!
“Allah’ın celâlinden kork ki, bir gün hesap için onun huzurunda durdurulacaksın!” Bir gün hepimiz Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzuruna çıkacağız. Ne zenginlik kalacak, ne ilim kalacak, ne mevki kalacak, ne makam kalacak; Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzurunda herkes tir tir titreyip hesap verecek
Burada insan birbirini aldatabilir, göz boyayabilir, kabahatlerini saklayabilir. Orada saklı yok!
2. “Kur’an okumayı, öğrenmeyi elden bırakma!” İkinci tavsiyesi bu… Hocamız çok severdi ehl-i Kur’an’ı... “Zâhiri de, bâtını da Kur’an’da ara!”
Şimdi zâhir şeriat, bâtın denilen tarikat... Tarih boyunca olmuş, bazı kimseler birtakım parlak sözlerle şeriatın dışına kaymışlar. Şeriata aykırı hareket etti mi, olmaz. Tarikat da, şeriat da Kur’an-ı Kerim’dedir, Kur’an-ı Kerim’in ahkâmı içindedir, onun dışında olmaz. Bir insan Kur’an’a, şeriatın ahkâmına uymuyorsa, onda ne şeriat kalır, ne tarikat kalır; hepsi gider.
“Kur’an’ı gizli ve âşikâr, ibret ve tefekkürle, mânâsını takib ede ede, gözyaşıyla oku!” Cehennemden bahsediyorsa, Allah’a sığın! Cennetten bahsediyorsa, onu işte! Bir şey emrediyorsa yapmağa, bir şeyi yasak ediyorsa ondan kaçınmağa gayret et! Her halini Kur’an’a döndür ve benzet! Zirâ Cenâb-ı Hakkın halk içinde
hücceti Kur’an’dır. Yâni Kur’an bize hüccet olacak; “Ben size Kur’an’ı indirmedim mi, niye bunu tutmadınız?” Allah bizi ondan sorgu suale tâbî tutacak.
Onun için Kur’an’ın hem sözünü öğreneceğiz, hem de ahkâmını öğreneceğiz. Hem kıraatini öğreneceğiz, hem tefsirini öğreneceğiz. Mânâsı da lâzım!
3. “İlim Öğrenmekten bir an bile uzak kalma!” Her an bir şey okuyup öğreneceğiz, her an bir kitap cebimizde bulunacak. Bildiğimizi başkasına söyleyeceğiz veyahut bir başkasından ilmî bir şey dinleyeceğiz.
“Bilhassa fıkıh, hadis ve tefsir oku! Cahil sofu ve mutasavvıflardan uzak ol ki, onlar din yolunun hırsızları ve ahiret yolunun harâmîleridir.” Cahil oldu mu, olmaz. “Gel ben seni Mi’raca çıkartacağım!” diyor. Bir şeyden haberi yok, İslâm’ın ahkâmından haberi yok! Allah neye gazab eder, Allah’ın rızası nerdedir, Rasûlüllah’ın sünneti nasıldır; haberi yok... Bid’atlara dalmış, keyfinin peşine düşmüş; mutasavvıf geçiniyor. Bunlardan uzak olun!
Bunu söyleyen kendisi erbâb-ı tasavvuf... Söylediği şahıs da tasavvuf erbâbı ama bu yolun demek ki taklitçileri var, onlardan insan kendisini koruyacak. Çünkü yanlış bir yol tutturursa, cehenneme varıyor.
4. “İlmin yanında edebi de öğren!” İlim yetmiyor. İlim bilmek demek; biliyor insan da, edeb olmayınca olmuyor. (Et-turûku küllühâ âdâbün) Tarikatların hepsi tepeden tırnağa edebdir. Her şey edebden ibarettir tarikatlarda...
Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı kulluğun edebi nasıl! Rasûlüllah’a ümmetliğin edebi nasıl! Şeyhe, üstâda, hocaya karşı edeb nasıl! İhvâna karşı edeb nasıl, aileye karşı edeb nasıl, babaya karşı edeb nasıl, evlâda karşı edeb nasıl! Yemek yemenin âdâbı ne, konuşmanın âdâbı ne! Hepsi baştan aşağı edebdir. Edepsiz Rabbinin lütfundan mahrum kalır.
(Bî edeb mahrûm geşt ez lütf-i Rab) Yine Mevlânâ’nın bir
sözüdür bu. “Edepsiz Rabbinin lütfuna eremez. Edepsiz her şeyi kaybeder, Rabbinin lütfundan mahrum kalır.”
“Edepli ol, halkla cidal etme, kavga gürültüye dalma, iyi huyla geçim eyle! Kimseyi hor görme!”
Hocamız’ın babası Azerbaycan’dan, Dağıstan’dan gelmişler, Azerî şivesiyle konuşurmuş. Meselâ, “azîzim” demezmiş, “ezîzim” dermiş. Oraya göre telaffuzu... Dermiş ki:
Herkes buğday men saman,
Herkes yahşi men yaman!
Yâni, “Herkes buğday, kıymetli, işe yarar; ben samanım. Herkes güzel, ben kötüyüm.” Böyle bilecek insan... Herkese hürmet edecek, her gördüğünü Hızır bilecek. Kendisinin kusurlarını düşünüp, boynu bükük olacak. Sadreddîn-i Konevî Hazretleri’nin nasihatinde, kendini değersiz ve herkesten aşağı görmesi tavsiye edilmiştir ki, çok mühim bir husustur. “Bu cümleyi de ilâve et, buraya onu da koy!”
demişti. Sadreddîn-i Konevî’nin nasihatları var bir tasavvuf kitabının kenarında; bunu da böyle ekle demişti:
“—Bütün mahlûkata, büyüğe, küçüğe merhamet eyle!”
Bir arkadaşımız var, “Hocam, fıs fıs filiti basıyorum, sinekler epeyce yerde debeleniyor, acıyorum.” diyor. Sivrisineğin ilaçtan tekmelenmesine bile yüreği razı olmuyor.
5. “Sünnet-i Seniyye’ye sımsıkı sarıl! Selef-i sàlihin izini, takvâ imamlarının yolunu takip et! Bid’at ehlinden uzak ol ki, bid’atlar sapıklıktır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatten ayrılma!” Allah-u Teàlâ Hazretleri bizleri yolundan ayırmasın!
İnsan vefat etti mi, amel defteri kapanır. Ama Hocamız’ın amel defteri açık... Yetiştirdiği talebeler Kur’an okudukça kendisine sevaplar gelir.
Kabri gül bahçesidir, kuşlar konar ağaçlara cıvıl cıvıl ötüşürler, yanından kalkmak istemez insan. Hocalarının yanı başındadır. Kendisinden tarikat vazifesi aldığı hocası bir yanında, halvet çıkardığı hocası bir yanında... Orada, onların yanında ebedî istirahatgâhı...
Binlerce hatimler indirilmiştir, binlerce dualar edilmiştir. Her zaman da edilip duruyor, yâni kabrine böyle yağıp duruyor.
Bize bir nümûnedir. İşte öyle yaşamalı, öyle olmağa çalışmalı! Ölümünden sonra da insan defterini kapattırmamalı da, ahir zamana kadar böyle hayırlara gark olup dursun, kabri böyle pürnûr olsun.
Allah bizi o hayırlara muvaffak eylesin!
13. 11. 1984 - İskenderpaşa Camii